Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kainatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez...

Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, onun ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve o delillerden birkaçı :

İmkân Delili: İmkân, olmanın da olmama kadar eşit ihtimale sahip olması demektir. Günlük konuşmalarımızda da mümkün erken olabilirde olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olun her varlı bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu ana ben varsam var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise Ancak Allahtır.

Hudus delili: Hudus, sonradan olma demektir. Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta isen var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre bu var oluş Allahın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kainatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi vakıalar, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.


San'at: Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kainatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kainattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
• Büyük sanat değeri taşır.
• Çok kıymetlidir.
• Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
• Çok sayıda olmaktadır.
• Karışık ve çeşit çeşittir.
• Devamlıdır.

Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!..

Devir ve Teselsülün Muhal olması: Devrin muhal olduğu şu misalle açıklanıyor. Bir yumurtayı tavuğun yaptığını iddia eden adama soruyorsunuz. Tavuğu kim yaptı? Buna karşılık onun çıktığı yumurtayı gösteriyor. Buna göre tavuğu aradan çıkardığımızda yumurta yumurtayı yapmış oluyor. Bu ise muhaldir. Teselsül ise bir şeyin silsile halinde ta ilk noktasına kadar gidip o ilk varlığı kimin yaptığını sormak suretiyle Allahın varlığını ispat metodudur. Yani bu meyveyi şu ağaç yaptı, o bir önceki meyveden oldu, o da bir önceki ağaçtan. Böylece ilk ağaca yahut ilk meyveye kadar varıyor ve soruyoruz : Bunu kim yarattı diye .


Kur'an yolu devir ve teselsülden çok farklıdır. Yumurtayı kim yaptı? Yahut meyveyi kim yaptı? sorusunun cevabı, doğrudan doğruya, “Allah yarattı” diye cevap verilir. İlim, irade, şefkat, merhamet kavramlarından bir nasibi olmayan, insanı tanımayan, hikmetten, sanattan anlamayan bu sebeplerin (tavuğun ve ağacın) sonucun yaratılmasında hiçbir tesirleri olmadığı ispat edilir. Böylece devir yahut teselsül deliline gerek duyulmaz.

Hikmet ve gaye delili: Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda takip edildiği göze çarpmakta ve hiçbir şeyde gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanat dünyasında, ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin. Öyle ise, kainattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allaha isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.



Yardımlaşma delili: Yağmurun toprağın imdadını, güneşin gözlerin yardımına koşmalarından, ta havanın kanı temizlemesine kadar, bu alem bir yardımlaşma hareketiyle adeta dolup taşmaktadır. Bu yardımlaşmayı yapan taraflar birbirlerini tanımamakta, bilmemektedirler Öyle ise bu merhametli icraatı sebeplere vermek mümkün değildir.



Temizlik: Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; fezamızda atmosfer, semada kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir.


Simalar: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine kat'iyen benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.


Fıtrat ve Vicdan Delili: Allahı tanımanın sayılamayacak kadar çok delil ve işaretleri insanın yaratılışında, fıtratında mevcuttur. Bunlardan sadece örnek: İnsan fıtratı ve vicdanı her nimetin mutlaka şükür istediğini bilir. Bir peygambere kavuşmuş ve hidayete ermişse şükrünü Allaha yapar. Aksi hale batıl mabutlara tapar. Bu tapma insan vicdanın insanı zorlamasıyla gerçekleşir. Güzelliği takdir hissi de insan fıtratında mevcuttur. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.

Tarih: Dinler tarihi şahittir ki, beşeriyet hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. İnsan fıtratına bu Allah koymuştur ve insan ona inanmakla mükelleftir.

Kur'an: Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır ve bunlar, o mevzu ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır" derler.

Peygamberler: Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (s.a.v.) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de, yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir" demektedir.




Mehmet Kırkıncı
 

ARİF

Well-known member
ALLAH razı olsun sayın ahsen...bende bir hikayeyle katkı yapayım...


Henüz yirmi yaşında bile değildim. Haruniye'nin meşhur kaplıcasına gidiyordum. O zamanlar, her şoför, bu dağlık arazinin kıvrım kıvrım yollarına girmeye cesaret edemiyordu. Biz bir kamyonet bulduk ve birkaç aile yataklarımızı ve diğer eşyalarımızı yerleştirip üzerlerine kurulduk. Bir süre sonra yeşilin her tonunun muhteşem bir güzellikle sergilendiği dağ yollarındaydık. Ağustos böceklerinin monoton nağmelerini dinleyerek pırıl pırıl, capcanlı çamların arasında arkamızda bir toz bulutu bırakarak ağır ağır tırmanıyorduk. Allah'tan ki karşımızdan başka araba gelmiyordu. Çünkü yolun bazı yerleri iki arabanın sığamayacağı kadar dardı. Hattâ bazı virajlarda, kamyonet tekerinden fırlayan taşlar, atlaya zıplaya derenin dibini buluyordu. Nihayet zorlana zorlana uzun yokuşu bitirmiş olan arabamız, düze çıkmıştı. Biraz sonra da iniş başlayacaktı. Ben çok sevdiğim bu manzaranın ve dolayısıyla da yolculuğumuzun hiç bitmemesini istiyor, temiz dağ serinliğini doyasıya ciğerlerime çekiyordum. Bu arada gözüme enteresan bir şey ilişti. Hayret içindeydim, bir daha baktım, bir daha, bir daha ve şöyle haykırmaktan kendimi alamadım:
- Aman Allahım, çama bakınız! Sipsivri bir kayanın tepesinde kök salmış, bir avuç toprak bile yok."
Ben böyle sesli düşünürken, karşımda oturan yaşlıca adam, biraz da benim hayretime kızgın olarak sordu:
- Ne var bunda? Çoktur buralarda böyle ağaçlar..."
- Ne var olur mu? Şu Allah'ın kudretine bakınız! Koskocaman bir kayanın zirvesinde pırıl pırıl ve bakımlı bir güzelim çam ağacını yaratmış..."
-Hadi canım sende! Bunun Allah'la ve O'nun kudretiyle ne ilişkisi var?"
- Peki ama, nasıl olur başka türlü? Kim o çamı o en olmayacak yerde bitirmiş olabilir?"
- Hiç kimse evlât... Niçin illâ da biri yaratmış olsun yani? Bunlar hep geri ve ilkel düşüncelerdir."
- Ama Allah o çamı orada yaratıp yetiştirmediyse, kim yaptı bu işi?"
-Meselâ şöyle düşün: Bir kuş, ağzında bir çam tohumu ile uçarken, tam bu kayanın üzerine gelince, ağzından düşürmüştür. Düşen tohum da kayanın bir kırık tarafına takılıp kalır ve oradaki toprağa kök salar. Sonra da kayanın altına giren kökleriyle böyle gelişip serpilir."
- Olay sizin dediğiniz gibiyse bile, bütün bunları yapıp yaratan yok mu?"
- Yok tabiî... Yaratıcı diye bir şeye inanmak, bu devirde çok ayıptır.
- Yaşınız başınızla bunu nasıl söylersiniz? Ben size bu konuda birçok misal söyleyebilirim."
Bu şekilde devam eden konuşmamız hemen münakaşaya döndü ve tabiî seslerimiz de yükseldi. Adam bağırdıkça ben de sesimi yükseltiyordum. Bizi sessiz dinleyen diğer yolcular da zaman zaman münakaşaya katılıyorlardı. Fakat halinden okumuş bir kimse olduğu sezilen bu yaşlıca adamdan başka hiç kimse, Allah'ı inkâr etmiyordu. Ama bir an önce de münakaşayı bitirmemizi ve susmamızı istiyorlardı.
Bu sırada araba yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Derken belki yüz metre aşağılarda ip gibi uzayıp giden Ceyhan nehrine kadar tekerleklerden fırlayıp giden taşlar, bizi şaşkına çevirdi. Bir an sessizlikle herkes birbirine bakışırken, şoför başını uzatıp, "Fren patladı!" dedi. Sağ yanımız yokuş aşağı çamlarla kaplı bir bayırdı. Bu yokuşun sonunda Ceyhan nehrinin kayalara çarptıkça köpüklenen suları görünüyordu. Sol taraf ise, yalçın kayalıklarla kaplı bir yamaçtı. Birkaç saniyelik şaşkınlık geçer geçmez, herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kimisi şehâdet getiriyor, kimisi besmele çekiyor, kimisi de "Allah" diye bağırıyor, kendince dualar edip yalvarıyordu. Allah'a inanmadığını söyleyen yaşlı zat da, adetâ kendinden geçmiş, "Allahım!..." deyip duruyordu.
Ama bu durum, fazla sürmedi. Çünkü, bizim bütün şaşkınlığımız ve hayretimiz arasında araba yavaşlamaya başladı ve biraz sonra kenara yanaşıp durdu. Durur durmaz da her kafadan bir ses yükselmeye başladı:
- Yahu bu ne biçim iş?"
- Hani fren patlamıştı?"
- Ödümüz patladı!"
- Şaka mıydı yoksa?.."
Şoför yerinden çıkıp yanımıza yaklaştı ve benim biraz önce münakaşa ettiğim yaşlıca adama dönerek dedi ki:
-Sen utanmıyor musun, Allah yoktur demeye? Biraz önce yoktur dedin, sonra da fren patladı sanınca, herkesten fazla Allah diye bağırdın. Yoksa, niçin O'nu yardımına çağırıyorsun?"
Sonra da bize dönerek: - Kusura bakmayın, fren miren patlamadı. Ben münakaşanızı duyunca, şu adama bir ders vermek istedim," diyerek tekrar direksiyona geçti.
Araba yürüdüğünde sadece Ağustos böceklerinin sesleri vardı. Herkes susmuş; yaşlıca adam ise, yüzü kıpkırmızı, düşüncelere dalmıştı... Kaplıcaya gelip de eşyalarımızı indirdiğimiz zaman bana yaklaşarak:
- Oğlum, senden özür dilerim; bunca yıldır inanmadığımı sandığım Allah'a meğer ben inanıyormuşum da haberim yokmuş... Bunu öğrenmeme sebeb oldun. Şoför efendi, sana da çok teşekkür ederim, bana inancımın farkına varacak imkânı sağladın," dedi.

Vehbi Vakkasoğlu,
 

Niçün

Member
Evet Tanrı vardır ama bunu ispat etme çabası boşunadır. Ancak dünyanın ve evrenin belli bir sistemde zaman içinde sürekli işlemesinden başlayarak, detaylarıyla düşünerek ispat peşinden koşulur. Ben buna gerek görmüyorum.

İşte ispatı demek bence anlamsızdır.
Çünkü birşey ispatlanırsa varlığı bilgi halini alır.
Oysa Tanrı varlığının bilinmesi imkansızdır.

Var olan herşey ya görünür, ya hissedilir, ya da duyulur. Tanrı varlığını bu gibi şeylerle asla bulamayız.

Birde hadisenin diğer bir yüzü vardır. O da İNANÇ'tır.
İnsanın inandığı herşey bilinmeyenedir. Zaten bilinen birşeye inanmak saçmalıktır. Karşınızda bir elmanın durduğunu görüyorsanız ve ona dokunabiliyorsanız, o elma karşınızda demektir. Ve bu da inanç değil bilgi olur. İnanç ise bilinmeyenedir.

O halde ki, nesnel varlıklardan yola çıkarak Tanrı varlığının ispatı demek pek inandırıcı olmayacaktır. Önemli olan O bilinmeyen güce inanmaktır.

Burada inançve bilim kıyası da yapabilirsiniz.

O halde sorulması gereken soru şudur: İnanç mı üstün bilim mi? Ben beşeri açıdan bakıldığında bilim üstün derim. Fakat Tanrı'nın kapsadığı anlam ile bakıldığında da İnanç üstündür, derim:)
 

Niçün

Member
size cevap niteliginde degil belki ama,bunlara bir gozatin isterseniz

http://www.tevhid.gen.tr/allaha-iman/33073-allah-cc-icin-tanri-ifadesi-kullanmak-caiz-mi/

http://www.tevhid.gen.tr/allaha-iman/33074-allah-cc/#post150252

inanmak,bilmek,Allah akil ilim ve bilimle daha iyi anlasilir, bilinir ve ilim icin size en saglam guzel kaynak olarakda sade ve sadece Risale-i Nur Külliyatıni tavsiye ederim,baskada sozum olmaz ;)
Sayın NuruAhsen; tavsiyenizi dikkate alacağım ama yeteri kadar fırsatım olursa umarım okurum.:)
 

guftepira

Well-known member
Var olan herşey ya görünür, ya hissedilir, ya da duyulur. Tanrı varlığını bu gibi şeylerle asla bulamayız.
bu cümlede sıkıntı duyduğum birkaç husus var.

öncelikle "Var olan herşey ya görünür, ya hissedilir, ya da duyulur"

bu denli salt deneyselcilik kabul edilebilir olsa bile argumanları bukadar basite
indirgemek ve sadece bu üç kavramla ifade etmenin çokda yeteli olacağını
sanmıyorum.

bu gün bilim bizlere gözlemcinin etkileşimde bulunmadan "gözlem" yapamayacağını
ortaya koymaktadır. bu nedenle "görünür" kelimsesi edilgenlik kipi olarak yerinde
bir kullanımla seçilmiş olsada etkileşimin ne boyutta olabileceğini ortaya koymamız lazım değilmi?
keza insanın görme kapasitesi elektromanyetik dalga spektrumunda çok çok
dar bir alanı kapsamaktadır.
insan gözünün göremediği dalga boyları için nasıl bir hüküm çıkartacaksınız?
görmenin etkin olabilmesi için ışık dalgasını yansıtan cismin kırılma indeksini
neye göre düşünmemiz lazım?

"hissedilir" öncelikle çok müphem bir kavram.bu kavramı kullanmanızı yazınısın bütünselliği ile bariz bir çelişki içinde görmekteyim.
hissetmenin burda tarifini ortaya koymuş olsaydınız en azından 4 temel etkileşme kuvveti ile açıklasaydınız kesinlikle daha net olurdu..

"duyulur" demişsiniz ve yine burda temel referans sisteminizi ortaya koymamışsınız. duymaktan kastınız insan kulağının algılama aralığı ise şayet
emin olun çok dar bir frekans aralığında duyma kabiliyetine sahibiz.
yine burda kelimenizin edilgenlik kipi doğru seçilmiş. lakin mekanik dalga olan
ses dalgalarının etkileşimi hangi yüzey ile ne şekilde gerçekleşecek?


varlığın bu denli yalın tarifi beni rahatsız ettiği için bunu ifade etmek istedim.
lakin tanrının algılanması yada ispatı mevzusu ise:


sürekli (süreklilik burda çok önemli bir ifade) var olan
vede zıttı olmayan bir "şey" in değil sadece sizin dediğiniz argumanlarla
daha niceleri ile algılanması imkansızdır.

sizin bence burda yanıldığınız husus "ispat" kavramını yanlış yorumluyor olmanız.

[burda aslında bilginin apiriori ve priori
dediğimiz iki türünden de bahsetmemiz lazım.
neyse onu başka bir yazıya bırakalım.]

birşeyin tarifi başkadır ispatı başkadır. tanrının vede spesifik olarak benim iman etmiş olduğum
Allah'ın tarifi mevzusunda bahsettiğiniz argumanlar kullanışsız bir hale gelmektedirler;
lakin ispatı, varlığın delili mahiyetinde sanattaki edilgenliğin
bir etken "varlığa" işaret etmesi hususudur.

buda basit bir mantık önermesinin sonucu şeklinde ortaya konulabilir:

güneş varsa gündüzdür,
gündüz ise güneş vardır.

"gündüz" kavramı "güneş" in tarifi değil ispatıdır.

aynı şekilde Allahın varlığının delili olarak ortaya konan "deliller"de onun
tarifi değil var olduğunun ispatıdır.

yazınızın diğer kısımlarınada zaman olursa değinmek isterim.

özellikle "bilgi" "varlık" ve "inanç" kavramları arasında kurduğunuz ilişkinin
pek rasyonel bir temelini göremedim.

bilgi ve varlık teorisi zaten başlı başına bir konu ama kavramlar net bir şekilde ortaya konursa belki bir fikir yürütülebilir.

İnanç mı üstün bilim mi?
benim kanaatimde bilimin inançtan üstün olduğu yönündedir.

Ben beşeri açıdan bakıldığında bilim üstün derim. Fakat Tanrı'nın kapsadığı anlam ile bakıldığında da İnanç üstündür
lakin bu yaklaşımınızda ise mantık hatası olduğunu düşünüyorum.
tanrının kapsamış olduğu alanın genişliğinden beşeriyeti azade kılmanızı
anlayabilmiş değilim.
kurduğunuz cümleden çıkan anlam: ya öngördüğünüz tanrının vasıflarında bir eksiklik var yada beşeriyette ilahi bir güç söz konusu.

bu ise yukarda da bahsettiğim gibi kavramların farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

belki "tanrı" derken kast etmiş olduğunuz kavramı biraz açarsanız daha
net bir ifade ortaya koyabilirsiniz.
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Sayın NuruAhsen; tavsiyenizi dikkate alacağım ama yeteri kadar fırsatım olursa umarım okurum.:)

Tesekkurler dilerim okursunuz yilmadan ,bikmadan ben anlamiyorum demeden okursunuz ve zamanla basik acinizin nasil degistigini goreceksiniz,ruhunuzun maneni toklugunu hissediginiz zaman beni cok daha iyi anlayacaginizi umuyorum :)

Risale-i Nur Kulliyatinin muellifi Bediuzzaman Said Nursînin (R.A.);

DÜNYADA İMANI KURTARMAK DIŞINDA BAŞKA GAYESİ OLMAMIŞTIR.İSLAMİYET GÜNEŞ GİBİDİR ÜFLEMEKLE SÖZMEZ,GÜNDÜZ GİBİDİR GÖZÜNÜ KAPAYAN YALZIN KENDİNE GECE YAPAR.
 

Niçün

Member
bu cümlede sıkıntı duyduğum birkaç husus var.

öncelikle "Var olan herşey ya görünür, ya hissedilir, ya da duyulur"

bu denli salt deneyselcilik kabul edilebilir olsa bile argumanları bukadar basite
indirgemek ve sadece bu üç kavramla ifade etmenin çokda yeteli olacağını
sanmıyorum.

bu gün bilim bizlere gözlemcinin etkileşimde bulunmadan "gözlem" yapamayacağını
ortaya koymaktadır. bu nedenle "görünür" kelimsesi edilgenlik kipi olarak yerinde
bir kullanımla seçilmiş olsada etkileşimin ne boyutta olabileceğini ortaya koymamız lazım değilmi?
keza insanın görme kapasitesi elektromanyetik dalga spektrumunda çok çok
dar bir alanı kapsamaktadır.
insan gözünün göremediği dalga boyları için nasıl bir hüküm çıkartacaksınız?
görmenin etkin olabilmesi için ışık dalgasını yansıtan cismin kırılma indeksini
neye göre düşünmemiz lazım?

"hissedilir" öncelikle çok müphem bir kavram.bu kavramı kullanmanızı yazınısın bütünselliği ile bariz bir çelişki içinde görmekteyim.
hissetmenin burda tarifini ortaya koymuş olsaydınız en azından 4 temel etkileşme kuvveti ile açıklasaydınız kesinlikle daha net olurdu..

"duyulur" demişsiniz ve yine burda temel referans sisteminizi ortaya koymamışsınız. duymaktan kastınız insan kulağının algılama aralığı ise şayet
emin olun çok dar bir frekans aralığında duyma kabiliyetine sahibiz.
yine burda kelimenizin edilgenlik kipi doğru seçilmiş. lakin mekanik dalga olan
ses dalgalarının etkileşimi hangi yüzey ile ne şekilde gerçekleşecek?


varlığın bu denli yalın tarifi beni rahatsız ettiği için bunu ifade etmek istedim.
lakin tanrının algılanması yada ispatı mevzusu ise:


sürekli (süreklilik burda çok önemli bir ifade) var olan
vede zıttı olmayan bir "şey" in değil sadece sizin dediğiniz argumanlarla
daha niceleri ile algılanması imkansızdır.

sizin bence burda yanıldığınız husus "ispat" kavramını yanlış yorumluyor olmanız.

[burda aslında bilginin apiriori ve priori
dediğimiz iki türünden de bahsetmemiz lazım.
neyse onu başka bir yazıya bırakalım.]

birşeyin tarifi başkadır ispatı başkadır. tanrının vede spesifik olarak benim iman etmiş olduğum
Allah'ın tarifi mevzusunda bahsettiğiniz argumanlar kullanışsız bir hale gelmektedirler;
lakin ispatı, varlığın delili mahiyetinde sanattaki edilgenliğin
bir etken "varlığa" işaret etmesi hususudur.

buda basit bir mantık önermesinin sonucu şeklinde ortaya konulabilir:

güneş varsa gündüzdür,
gündüz ise güneş vardır.

"gündüz" kavramı "güneş" in tarifi değil ispatıdır.

aynı şekilde Allahın varlığının delili olarak ortaya konan "deliller"de onun
tarifi değil var olduğunun ispatıdır.

yazınızın diğer kısımlarınada zaman olursa değinmek isterim.

özellikle "bilgi" "varlık" ve "inanç" kavramları arasında kurduğunuz ilişkinin
pek rasyonel bir temelini göremedim.

bilgi ve varlık teorisi zaten başlı başına bir konu ama kavramlar net bir şekilde ortaya konursa belki bir fikir yürütülebilir.

benim kanaatimde bilimin inançtan üstün olduğu yönündedir.

lakin bu yaklaşımınızda ise mantık hatası olduğunu düşünüyorum.
tanrının kapsamış olduğu alanın genişliğinden beşeriyeti azade kılmanızı
anlayabilmiş değilim.
kurduğunuz cümleden çıkan anlam: ya öngördüğünüz tanrının vasıflarında bir eksiklik var yada beşeriyette ilahi bir güç söz konusu.

bu ise yukarda da bahsettiğim gibi kavramların farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

belki "tanrı" derken kast etmiş olduğunuz kavramı biraz açarsanız daha
net bir ifade ortaya koyabilirsiniz.
Bahsettiğim kavramları iyice detaylandırmışsınız. Belli ki bana göre çok üst düzeyde bir eğitim seviyeniz var. Saygılarımı sunuyorum.

Bu bahsettiğim üç kavram olan ''Görme'', ''duyma'' ve ''hissetme'' insanın bir maddeyi algılayabilmesi için yeterlidir. Artı olarak mutluluk, üzüntü, acı çekme gibi birçok duyguyu da hissederiz. Bunları algılayabilmemiz insan olmanın bir özelliğidir. İnsan gözü her türlü varlığı göremeyebilir, her türlü sesi duyamayabilir ama ben zaten önceki mesajımda insanın kendisinin algıladığı kadarından bahsettim. Yani bahsettiğim şeylerin bir sınırı vardır. O sınırlar içinde bulabileceğimiz ve delil diye ortaya süreceğimiz argümanlara bence gerek yoktur dedim. Çünkü bana göre Tanrı varlığı bu tür delillerle en fazla teorik olarak ispatlanabilir, ki bu da birçok inanmayanı pek ikna etmeye yetmez zannımca.

Aslında anlatmak istediğim tüm bunların dışında olan birşeydir. İstediğiniz bütün doğa olaylarını, dünyadaki eko sistemi veya daha birçok şeyi delil olarak ortaya koysanız bile inanmayanı pek etkileyemezsiniz. Eminimki sizlerde o sunduğunuz delillerden dolayı Tanrıyı kabul ediyorum diyemiyorsunuzdur. İnanmak tamamen insanın içinden gelen bir durumdur. Burada yapılacak tartışma, üzerinde durulması gereken husus da, inanmayan ve inanan insanların üzerine olmalıdır.

Bilgi ise bilen ile bilinen arasındaki ilişkidir, ben bu tanımı kabul ederim. Benim Tanrı anlayışım ise aslında birçok insanınkinden farklı değildir. Tanrı benim için, yaşadığımız ve içinde bulunduumuz tüm ortamı bize sağlayan güçtür. Kısacası böyle...
 

guftepira

Well-known member
yine dediğim gibi siz tarifin algılarla olan imkansızlığını ispata yöneltiyorsunuz.

diğer hususlarda dediğinize katılıyorum hatta şunuda eklemek isterimki:

Allahı kabul etmek ayrı şeydir Allaha iman etmek ise büs bütün ayrı bir şeydir..
sizin bahsettiğiniz gibi imanın olabilmesi için bir kabul etme bir boyun eğme söz konusudur..

delillerin ortaya konması Allah'a iman etmek için değil bunu arzu edenlere bir cevap niteliğindedir. iman eden kişinin varlığın delillerine ihtiyacı yoktur. onlar zaten gayba iman edenlerdir.


İstediğiniz bütün doğa olaylarını, dünyadaki eko sistemi veya daha birçok şeyi delil olarak ortaya koysanız bile inanmayanı pek etkileyemezsiniz.
:) biz buna kısaca hidayet Allahtandır diyoruz. ve sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor.


Burada yapılacak tartışma, üzerinde durulması gereken husus da, inanmayan ve inanan insanların üzerine olmalıdır.
şiddetle katılıyorum. inanmayan insanın gerek sosyal-etik ilişkileri gerekse kişisel
evhamları ile inanan insanın durumu değerlendirilmelidir vede kıyaslanmalıdır.
inancın insana sağlamış olduğu
kolaylığın ve cevapladığı soruların ne denli çok olduğu malumunuzdur.


Tanrı benim için, yaşadığımız ve içinde bulunduumuz tüm ortamı bize sağlayan güçtür
evet bunda da hemfikiriz. en temel düzeyde inandığımızı "tanrı"nın tarifi aynıdır. bence bundan sonra sorulması gereken

"yaşadığımız ve içinde bulunduumuz tüm ortamı bize sağlayan güç"

bunu neden yapıyor?

acaba bizden ne istiyor?

bizi seviyor mu?

yoksa sevmiyormu?

bizi bu dünyaya getirdikten sonra ölüm ile yok mu edecek?

kendini tanıtmak vede bizim onu tanıyabilmemiz için bizimle hiç irtibata geçtimi?

madem birşeyi yapan bilir öyle ise bu ustanın yarattıkları için bir yaşama programı varmıdır?



ben senin yerinde olsaydım bu soruların cevabını aradım.
şayet dersen ki o düzeni kurdu köşesine çekildi
buda işte tabiata karşı bakış açınızı sorgulamanızı gerektirir.
düşünceleriniz panteizme çıkan bir yaklaşım ile sonuçlanabilir,
lakin siz en başta tanırın evren dışı "soyut" bir güç olduğunu ortaya koydunuz.. (ön gördüğünüz algılanamazlık ilkesi ile)

benim yukardaki sorulara vereceğim muhtemel kişisel cevaplarımı az çok tahmin ediyor vede biliyorsunuzdur zaten.

asıl önemli olan sizin konumunuzda olan bir insanın bu sorulara ne şekilde
cevap vereceğidir.
 
Üst