akna
Well-known member
" Allahü Ekber "
1. İnsan, mahlukat-ı acîbe ve harekât-ı garîbeden aklının tartamadığı ve zihninin içine alamadığı şeyleri gördüğü zaman, "Allahü Ekber " demekle rahat bulur. Yâni, Hâlikı daha azim ve daha büyüktür. Onların halk ve tedbirleri kendisine ağır değildir.
2. Cenâb-ı Hakk'ın kudreti ve ilmi her şey'in fevkınde büyüktür; hiçbir şey dâire-i ilminden çıkamaz. Tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acîb ve tavr-ı aklın hâricindeki herşeyden daha büyüktür.
3. Şu azim işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdîl eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâl'in arş-ı azametine yüzünü çevirip bu fânilerin üstünde " Allahü Ekber " deyip onlardan ellerini çekip hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp...
4. Mânen ve hayalen veya niyyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliye-i ubûdiyyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup...
5. Abd kendi za'fını ve mahlûkatın aczini görmekle Kudret-i Samedâniyyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde " Allahü Ekber " deyip O'na iltica ve tevekkül etsin. Âdeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla " Allahü Ekber , Allahü Ekber " demekle kat-ı meratibe ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz'iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve mârifetimiz haricindeki kemalât-ı Kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir " Allahü Ekber " bir basamak-ımi'raciyyeyi kat'ına işarettir. İşte şu hakikat-ı salâttan mânen veya niyyeten veya tasavvuren veya hayâlen bir gölgesine, bir şuaına mazhariyyet dahi, büyük bir saadettir. İşte Hacda pek kesretli " Allahü Ekber " denilmesi, şu sırdandır .......... Umum aktâr-ı arzın Rabb-ı Azîmi ünvânıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubûdiyyet-i külliyye ile müşerreftir.
" Elhamdülillâh "
1. İnsan, gördüğü leziz nîmetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle " hamd " ünvanı altında in'amı ni'metde ve mün'imi in'amda görmekle idâme-i nîmet ve tezyîd-i lezzet talebinde bulunarak " Elhamdülillâh " cümlesiyle nîmetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.
2. Bir şey'e yaramıyan ve yerinde olmıyan nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm-i Kerîm olan Rabb-ül-âlemîn'i medh ü senâ etmek...
3. " Elhamdülillâh " demekle ; kusursuz kemaline , misilsiz cemâline , nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip...
4. Rabbının ihsan ve in'amatını, şükür ve senâ ile ve Elhamdülillâh ile ilân etsin.
5. " Elhamdülillâh " cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der: " Mânâm âhiretsiz olmaz; çünki; Ezelden ebede kadar, her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür O'na mahsustur ifâde ettiğimden, bütün ni'metlerin başı ve ni'metleri hakikî ni'met yapan ve bütün zîşuuru ademin hadsiz musibetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediye olabilir. Ve benim o küllî mânâma mukabele eder."
6. Ve dünyanın kısa ve fâni elemlerle âlûde olan ni'metlerine münhasır olmaz. Ve mahsus değil. Ve onlara da , ebedî ni'metlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükreder.
7. " Cemal " sıfatını içine alan " Elhamdülillâh " , Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlûkata karib olduğuna işarettir. Cenâb-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle O’na hamdediyoruz.
8. Üçüncü Nokta :Bir zaman " Elhamdülillâh " dedim. Onun hadsiz geniş mânasına mukabil gelecek bir ni'met aradım. Birden bu cümle hâtıra geldi :
اَلْحَمْدُ لِلّهِ عَلَى اْلاِيمَانِ بِاللّهِ وَعَلَى وَحْدَانِيَّتِهِ وَعَلَى وُجُوبِ وُجُودِهِ وَعَلَى صِفَاتِهِ وَاَسْمَائِهِ حَمْدًا بِعَدَدِ تَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِهِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ
Ben de baktım; tam mutâbıktır. Şöyle ki : ................................
" Sübhanallah "
1. Kalbinde hayat bulunan bir insan, kâinata, âleme bakarken, idrâkinden âciz, bilhassa şu boşlukta yapılan İlâhî manevraları görmekle hayretler içinde kalır. İşte bu gibi hayret ve dehşet-engiz vaziyetleri ancak " Sübhanallah " cümlesinden nebean eden mâ-i zülâli içmekle o hayret ateşi söner.
2. Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber, üç muazzam hakikatlara ve insanın kâniatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran, ve medar-ı azamet ve kibriya, acîb ve güzel ve büyük pek çok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş'et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiği.....
3. " Sübhanallah " kelime-i kudsiyesi ise: Cenâb-ı Hakk'ı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl ve cemâl ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânasiyle, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medar olan dâr-ı ahireti ve ondaki Cennet'i ihtar edip delâlet ve işaret eder. Yoksa, sâbıkan isbat edildiği gibi saadet-i ebediyye olmazsa, hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hem cemâl, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar.
4. Dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i Rububiyyetin ve Kudret-i Samedâniyyenin ve Rahmet-i İlâhiyyenin önünde, hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni, Rububiyyetin saltanatı, nasılki ubûdiyyeti ve itaati ister;
Rububiyyetin kudsiyyeti, pâklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve Kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu; Tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.
Rububiyyetin kudsiyyeti, pâklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve Kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu; Tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.
5. " Celâl "sıfatını tazammun eden " Sübhanallah " abdin ve mahlukun Allah'tan baid olduklarına nâzırdır. Biz O'ndan uzak olduğumuz cihetle O'nu tesbih ediyoruz.
6. İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur.
İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi;
İnsandaki kusur; kemalat-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır.
İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır.
İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.
İnsandaki tenevvü-ü hâcat, envâ-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir.
Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise,
dergâh-ı izzetine kusurlarını Estağfirullah ve Sübhanallah ile ilan etmektir.
İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi;
İnsandaki kusur; kemalat-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır.
İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır.
İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.
İnsandaki tenevvü-ü hâcat, envâ-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir.
Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise,
dergâh-ı izzetine kusurlarını Estağfirullah ve Sübhanallah ile ilan etmektir.
Sübhaneke mâ abednâke hakka ibadetike yâ Ma’bud
″----------- ″- arafnâke ----″ ---ma’rifetike yâ Ma’ruf
″----------- ″- zekernâke--- ″--- zikrike yâ Mezkur
″----------- ″- şekernâke--- ″--- şükrüke yâ Meşkur
″----------- ″ sebbehnâke-- ″--- tesbihike ilâ ahir.....
″----------- ″- arafnâke ----″ ---ma’rifetike yâ Ma’ruf
″----------- ″- zekernâke--- ″--- zikrike yâ Mezkur
″----------- ″- şekernâke--- ″--- şükrüke yâ Meşkur
″----------- ″ sebbehnâke-- ″--- tesbihike ilâ ahir.....
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan Zat-ı Akdes ! Zeminin bütün takdisat ve tesbihatiyle; Seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senalariyle Sana hamd ve şükrederim.