Anne-babaya hürmetsizlik bugünün en büyük problemlerindendir. İnanan insanlar bu problemin halli için misyon yüklenmelidirler. Sadece "üzülüyorum, müteessir oluyorum, gözüm yaşarıyor" deyip o mesele geçiştirilemez. O mevzuda mutlaka bir şey yapmak gerekir.Anne-babaya hürmet bir kere Allah'ın emridir. Ama maalesef bütün dünyada bu mesele yerle bir olmuştur.
Sadece bahtsız İslam coğrafyasında bazı güzel örnekler göstermek mümkün olabilir. Hâlâ bazı kimseler hakikaten anne ve babalarına karşı saygılıdırlar. İtaat ediyorlardır. Onlara saygılarını öyle uf dememe inceliğinde ifade etmeseler bile tartaklamazlar, açıktan açığa onlara karşı yüzlerini ekşitmezler, hırpalamazlar, incitecek söz söylemezler, yedirirler, içirirler. İsterse bu mülahazaları "Vefat edip gidecekleri anda nasıl olsa mirasları bize kalacak, ne diye inciteyim bunları? Sonra gider varlıklarını bir hayır kurumuna bağışlarlar. Bir vakfa bağışlarlar." endişesi olsun isterse başka bir şey olsun. Niyetlerine göre mükâfat görürler ama anne-babayı incitmeme başlı başına bir fazilettir.
Bu konunun eğitim sisteminin bütününü alakadar eden bir yanı da vardır. Caminin bu meseleyi işlemesi lazımdır. Herkesin, inandığı ölçüde evinde bu duyguyu canlandırması gerekir. Ve siz de elinizdeki imkânlarınızla nerelere tesir edebiliyor, eliniz nereye kadar ulaşabiliyorsa üzerinize düşeni yapmalısınız. Derginizle, gazetenizle, televizyonunuzla, radyolarınızla ve sahip olduğunuz bütün imkânlarla elinizden geleni yapmanız gerekir.
Bediüzzaman, annesine-babasına isyan edeni insan bozması bir canavara benzetiyor. Hakikaten annesine-babasına saygısızlık yapan, isyan eden, başkaldıran, onların hukukunu çiğneyen bir insanı görünce içinizden: "Allah bu hayvanları neden insan suretinde yaratmış?" demek geliyor.
Anne-babaya hürmet meselesi vicdanlarda bütün vahametiyle duyulmuyor. Bu veba başta Batı'da başladı. Daha sonra modernite kılıfıyla bizim o güzelim dünyamıza da sirayet etti. Sanki anne-babanın sizi bakıp büyüttükten sonra o bölgede yaşamaya hakları yok gibi bir anlayış gelişti. Bu sakat felsefe bizim iradi davranışlarımızı da felç etti. Şimdi artık anne-babayla (pederşahi) oturulan aileler belki sadece köylerde kaldı. Cedşahî (dedeyle oturulan) ailelerin adı bile unutuldu. İnşaallah bu kirlenme köylere de varmadan çark tersine döner. Yeniden onlara karşı toplum çapında bir saygı uyanır. Yeniden herkes annesine, babasına, yuvasına, eşine ve çocuklarına sahip çıkar da bize mahsus cennet köşesi mesabesindeki yuvalar teessüs eder.
HUZUREVİNDE HUZUR YOK
En çok üzüldüğüm şeyler de şimdilerde "huzurevi" dedikleri yerler. Bu isim de esas aldatmaca bir isimdir. Oraya evlatları, torunları ya da yakınları tarafından terk edilmiş derbederlerin başlarını soktuğu yuva, manasına dar'ul metrukîn demek daha uygundur. Huzur, bir insanın bulunduğu atmosferden zevk duyması, hazz-ı manevi içinde bulunması, hayatı tebessümle karşılaması, onu tebessüm ettirecek hadiselerin çevresinde cereyan etmesi ise bu evlere nasıl huzurevi denebilir? Orada kalanlardan biri "Üç bayram oldu, dört bayram oldu benim çocuklarım bana gelmedi." deyip hıçkıra hıçkıra ağlıyorsa burası huzur evi mi olur? Eğer dilimizi bedduaya alıştırmış olsaydık bu durum karşısında, "Böyle bir toplum yerin dibine batsın her şeyiyle." dememiz gerekirdi. Fakat tel'ine, bedduaya âmin dememeye, tel'in ve bedduada bulunmamaya yemin ettiğimiz için demeyeceğiz onu. Allah bu canavar ruhları ıslah buyursun.
Hakikaten anne, baba ve büyükler bugün terk edilmişlerdir. Ve bu fena ahlak yaygındır. Gerçekten huzurevleri tesis etseniz, onlara denizlerin kenarlarında yalılar yapsanız, kayıklar indirseniz oradan, onlara denizin içinde yüzme imkânları da verseniz, evlatlarının, çevrelerindeki insanların soluklattığı o huzuru, o hazzı, o ruhani zevki onlara veremezsiniz. O açıdan da asıl mesele yeniden bizim yuvamızın tesisidir. Kendi yuvamızın, kendi düşüncemizin ihyasıdır. Yıkılmış o toplumun yeniden inşasıdır. Kendi ruh abidemizin ikamesidir. Bunu biz vicdanımızda azıcık duyuyorsak ben şahsen ona sevinirim. İhya etmek üzere, inşa emek üzere bir ba'su ba'de'l mevt gayreti başlamış demektir. Bir diriliş süreci başlamış demektir.
Keşke anam, babam hepsi benim yanımda burada olsaydı da yürüyememe gibi bir problemleri olduğunda onları sırtıma alıp yatacakları yere çıkarsaydım. Sonra yemek yiyecekleri zaman da tekrar sırtıma alıp yemek masasına götürseydim. Yemeklerini yedikten sonra da "Başka bir emriniz var mı, yapacağımız bir şey var mı" deseydim. "Yok evladım, Allah seni Firdevs'iyle sevindirsin." dedikten sonra da bir daha ellerini alıp öpseydim. Başıma koysaydım. "Bir emriniz olursa şayet, söylemeye çekiniyorsanız bana bir imada bulunun takla atarak gelirim." deme imkânım olsaydı. Yani birileri meseleye bu seviyeden yaklaşıyorsa ben bu vetirenin başladığına inanarak ümitleneceğim. Ama biz de vicdanımızda o yıkılışı, o harabiyetin, o tezelzülün acısını hâlâ duymuyorsak bir süre daha beklemek icab edecektir.
Ebeveynin hakkının üstünde hak olamaz. Onların hakları azizdir; Allah hakkından sonra gelir. Onlara mektup yazın, telefonla arayıp hallerini hatırlarını sorun, "Bir emriniz var mı, burada güzel hizmetler oluyor. Size öyle dua edenler var ki siz bu dualarla amudi olarak Allah'a yükselirsiniz." deyin. Gönüllerini alın, mutlu edin. İnkisar yaşamalarına meydan vermeyin. Hasretlerini bir de inkisarla derinleştirmeyin.
Özetle:
1-) Anne-babaya hürmet bir kere Allah'ın emridir. Ama maalesef bütün dünyada bu mesele yerle bir olmuştur. Anne-babaya hürmetsizlik bugünün en büyük problemlerindendir.
2-)İnşaallah yeniden onlara karşı toplum çapında bir saygı uyanır. Herkes annesine, babasına, eşine ve çocuklarına sahip çıkar da bize mahsus cennet köşesi mesabesindeki yuvalar teessüs eder.
3-)Ebeveynin hakları Allah hakkından sonra gelir. Onlara mektup yazın, telefonla arayıp hallerini hatırlarını sorun, gönüllerini alın, mutlu edin. İnkisar yaşamalarına meydan vermeyin.
Sadece bahtsız İslam coğrafyasında bazı güzel örnekler göstermek mümkün olabilir. Hâlâ bazı kimseler hakikaten anne ve babalarına karşı saygılıdırlar. İtaat ediyorlardır. Onlara saygılarını öyle uf dememe inceliğinde ifade etmeseler bile tartaklamazlar, açıktan açığa onlara karşı yüzlerini ekşitmezler, hırpalamazlar, incitecek söz söylemezler, yedirirler, içirirler. İsterse bu mülahazaları "Vefat edip gidecekleri anda nasıl olsa mirasları bize kalacak, ne diye inciteyim bunları? Sonra gider varlıklarını bir hayır kurumuna bağışlarlar. Bir vakfa bağışlarlar." endişesi olsun isterse başka bir şey olsun. Niyetlerine göre mükâfat görürler ama anne-babayı incitmeme başlı başına bir fazilettir.
Bu konunun eğitim sisteminin bütününü alakadar eden bir yanı da vardır. Caminin bu meseleyi işlemesi lazımdır. Herkesin, inandığı ölçüde evinde bu duyguyu canlandırması gerekir. Ve siz de elinizdeki imkânlarınızla nerelere tesir edebiliyor, eliniz nereye kadar ulaşabiliyorsa üzerinize düşeni yapmalısınız. Derginizle, gazetenizle, televizyonunuzla, radyolarınızla ve sahip olduğunuz bütün imkânlarla elinizden geleni yapmanız gerekir.
Bediüzzaman, annesine-babasına isyan edeni insan bozması bir canavara benzetiyor. Hakikaten annesine-babasına saygısızlık yapan, isyan eden, başkaldıran, onların hukukunu çiğneyen bir insanı görünce içinizden: "Allah bu hayvanları neden insan suretinde yaratmış?" demek geliyor.
Anne-babaya hürmet meselesi vicdanlarda bütün vahametiyle duyulmuyor. Bu veba başta Batı'da başladı. Daha sonra modernite kılıfıyla bizim o güzelim dünyamıza da sirayet etti. Sanki anne-babanın sizi bakıp büyüttükten sonra o bölgede yaşamaya hakları yok gibi bir anlayış gelişti. Bu sakat felsefe bizim iradi davranışlarımızı da felç etti. Şimdi artık anne-babayla (pederşahi) oturulan aileler belki sadece köylerde kaldı. Cedşahî (dedeyle oturulan) ailelerin adı bile unutuldu. İnşaallah bu kirlenme köylere de varmadan çark tersine döner. Yeniden onlara karşı toplum çapında bir saygı uyanır. Yeniden herkes annesine, babasına, yuvasına, eşine ve çocuklarına sahip çıkar da bize mahsus cennet köşesi mesabesindeki yuvalar teessüs eder.
HUZUREVİNDE HUZUR YOK
En çok üzüldüğüm şeyler de şimdilerde "huzurevi" dedikleri yerler. Bu isim de esas aldatmaca bir isimdir. Oraya evlatları, torunları ya da yakınları tarafından terk edilmiş derbederlerin başlarını soktuğu yuva, manasına dar'ul metrukîn demek daha uygundur. Huzur, bir insanın bulunduğu atmosferden zevk duyması, hazz-ı manevi içinde bulunması, hayatı tebessümle karşılaması, onu tebessüm ettirecek hadiselerin çevresinde cereyan etmesi ise bu evlere nasıl huzurevi denebilir? Orada kalanlardan biri "Üç bayram oldu, dört bayram oldu benim çocuklarım bana gelmedi." deyip hıçkıra hıçkıra ağlıyorsa burası huzur evi mi olur? Eğer dilimizi bedduaya alıştırmış olsaydık bu durum karşısında, "Böyle bir toplum yerin dibine batsın her şeyiyle." dememiz gerekirdi. Fakat tel'ine, bedduaya âmin dememeye, tel'in ve bedduada bulunmamaya yemin ettiğimiz için demeyeceğiz onu. Allah bu canavar ruhları ıslah buyursun.
Hakikaten anne, baba ve büyükler bugün terk edilmişlerdir. Ve bu fena ahlak yaygındır. Gerçekten huzurevleri tesis etseniz, onlara denizlerin kenarlarında yalılar yapsanız, kayıklar indirseniz oradan, onlara denizin içinde yüzme imkânları da verseniz, evlatlarının, çevrelerindeki insanların soluklattığı o huzuru, o hazzı, o ruhani zevki onlara veremezsiniz. O açıdan da asıl mesele yeniden bizim yuvamızın tesisidir. Kendi yuvamızın, kendi düşüncemizin ihyasıdır. Yıkılmış o toplumun yeniden inşasıdır. Kendi ruh abidemizin ikamesidir. Bunu biz vicdanımızda azıcık duyuyorsak ben şahsen ona sevinirim. İhya etmek üzere, inşa emek üzere bir ba'su ba'de'l mevt gayreti başlamış demektir. Bir diriliş süreci başlamış demektir.
Keşke anam, babam hepsi benim yanımda burada olsaydı da yürüyememe gibi bir problemleri olduğunda onları sırtıma alıp yatacakları yere çıkarsaydım. Sonra yemek yiyecekleri zaman da tekrar sırtıma alıp yemek masasına götürseydim. Yemeklerini yedikten sonra da "Başka bir emriniz var mı, yapacağımız bir şey var mı" deseydim. "Yok evladım, Allah seni Firdevs'iyle sevindirsin." dedikten sonra da bir daha ellerini alıp öpseydim. Başıma koysaydım. "Bir emriniz olursa şayet, söylemeye çekiniyorsanız bana bir imada bulunun takla atarak gelirim." deme imkânım olsaydı. Yani birileri meseleye bu seviyeden yaklaşıyorsa ben bu vetirenin başladığına inanarak ümitleneceğim. Ama biz de vicdanımızda o yıkılışı, o harabiyetin, o tezelzülün acısını hâlâ duymuyorsak bir süre daha beklemek icab edecektir.
Ebeveynin hakkının üstünde hak olamaz. Onların hakları azizdir; Allah hakkından sonra gelir. Onlara mektup yazın, telefonla arayıp hallerini hatırlarını sorun, "Bir emriniz var mı, burada güzel hizmetler oluyor. Size öyle dua edenler var ki siz bu dualarla amudi olarak Allah'a yükselirsiniz." deyin. Gönüllerini alın, mutlu edin. İnkisar yaşamalarına meydan vermeyin. Hasretlerini bir de inkisarla derinleştirmeyin.
Özetle:
1-) Anne-babaya hürmet bir kere Allah'ın emridir. Ama maalesef bütün dünyada bu mesele yerle bir olmuştur. Anne-babaya hürmetsizlik bugünün en büyük problemlerindendir.
2-)İnşaallah yeniden onlara karşı toplum çapında bir saygı uyanır. Herkes annesine, babasına, eşine ve çocuklarına sahip çıkar da bize mahsus cennet köşesi mesabesindeki yuvalar teessüs eder.
3-)Ebeveynin hakları Allah hakkından sonra gelir. Onlara mektup yazın, telefonla arayıp hallerini hatırlarını sorun, gönüllerini alın, mutlu edin. İnkisar yaşamalarına meydan vermeyin.