İstiğnası:
Üstad'ın hayatı boyunca cem'iyetimizin her tabakasına vermekte olduğu binlerle istiğna örnekleri, dillere destan olmuş bir ulviyeti haizdir.
Masivadan tam manasıyla istiğna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlığı ile Rabb-ül Âlemîn'in bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyad değil, âdeta bir mezheb, meşreb ve meslek olarak kabul etmiştir. Ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hâlâ devam etmektedir.
İşin orijinal tarafı: Bu meslek, kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olan bir Nur talebesinin istiğnasına hayran olmamak kabil değildir...
Bakınız, Üstad; Mektubat ünvanını taşıyan şaheserin İkinci Mektub'unda bu mühim noktayı altı vecih ile ne kadar asil bir iman ve irfan şuuru ile izah eder:
"Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar. İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Binaenaleyh bunları fiilen tekzib lâzımdır.
İkincisi: Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba' etmekle mükellefiz. Kur'an-ı Hakîm'de, hakkı neşredenler ﺍِﻥْ ﺍَﺟْﺮِﻯَ ﺍِﻟﺎَّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ ٭ ﺍِﻥْ ﺍَﺟْﺮِﻯَ ﺍِﻟﺎَّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﻠَّﻪِ diyerek, insanlardan istiğna göstermişlerdir."
İşte Risale-i Nur Külliyatı'nın mazhar olduğu İlahî fütuhat, hep bu Enbiya mesleğinde sebat kahramanlığının şaheser misali ve hârikulâde neticesidir. Ve bu sayede Üstad, izzet-i ilmiyesini, cihankıymet bir elmas gibi muhafaza eylemiştir.
Artık herkesin uğrunda esir olduğu maaş, rütbe, servet ve daha nice bin şahsî ve maddî menfaatlerle aslâ alâkası olmayan bir insan, nasıl olur da gönüller fâtihi olmaz? İmanlı gönüller, nasıl onun feyiz ve nuru ile dolmaz?
İktisadçılığı:
İktisad, bundan evvel bahsettiğimiz istiğnanın tefsir ve izahından başka bir şey değildir. Zâten iktisad sarayına girebilmek için, evvelâ istiğna denilen kapıdan girmek lâzımdır. Bu sebeble iktisadla istiğna, lâzımla melzum kabîlindendir.
Üstad gibi, istiğna hususunda Peygamberleri kendine örnek kabul eden bir mücahidin iktisadcılığı kendiliğinden husule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alır ve artık ona günde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfi gelebilir. Zira bu büyük insan; büyük ve munsif Fransız şâiri Lamartin'in dediği gibi: "Yemek için yaşamıyor, belki yaşamak için yiyor."
Üstad'ın meşreb ve mesleğini tamamen anladıktan sonra, artık onun yüksek iktisadcılığını böyle yemek içmek gibi basit şeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum. Zira bu büyük insanın yüksek iktisadcılığını manevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzım gelir.
Meselâ Üstad, bu yüksek iktisadcılık kudretini sırf yemek, içmek, giymek gibi basit şeylerle değil; bilakis fikir, zihin, istidad, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi manevî ve mücerred kıymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dâhîdir. Ve bütün ömrü boyunca bir karakter halinde takib ettiği bu titiz muhasebe ve murakabe usûlünü, bütün talebelerine de telkin etmiştir. Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay bir şey değildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasında yazılı olan şu "Dikkat!" kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.
İşte Bedîüzzaman, kudretli bir ıslahatçı ve hârikalar hârikası bir "Pedagog" -mürebbi- olduğunu, yetiştirdiği tertemiz nesille fiilen isbat etmiş ve iktisad tarihine nurdan pırıltılarla yazılan bir atlas sahife daha ilâve eden bir nadire-i fıtrattır.
Tevazuu ve Mahviyetkârlığı:
Nur Risalelerinin bu kadar hârikulâde bir şekilde cihana yayılmasında, bu iki hasletin çok faydası olmuş ve pek derin tesirleri görülmüştür.
Çünki Üstad sohbet ve te'liflerinde kendine bir kutb-ül ârifîn ve bir gavs-ül vâsılîn süsü vermediği için, gönüller ona pek çabuk ısınmış, onu tertemiz bir samimiyetle sevmiş ve derhal ulvî gayesini benimsemiştir.
Meselâ: Ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olan birçok sohbet ve telkinlerini, doğrudan doğruya nefsine tevcih eder. Keskin ve ateşîn hitabelerinin ilk ve yegâne muhatabı öz nefsidir. Oradan -merkezden muhite yayılırcasına- bütün nur ve sürura, saadet ve huzura müştak olan gönüllere yayılır.
Üstad hususî hayatında gayet halîm-selim ve son derece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek için a'zamî fedakârlıklar gösterir. Sayısız zahmet ve meşakkatlere, ızdırab ve mahrumiyetlere katlanır... Fakat imanına, Kur'anına dokunulmamak şartıyla... Artık o zaman bakmışsınız ki; o sâkin deniz, dalgaları semalara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünki o, Kur'an-ı Kerim'in sadık hizmetkârı ve iman hududlarını bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikatı veciz bir cümle ile şu şekilde ifade eder:
"Bir nefer nöbette iken, başkumandan da gelse, silâhını bırakmayacak. Ben de, Kur'anın bir hizmetkârı ve bir neferiyim. Vazife başında iken karşıma kim çıkarsa çıksın, hak budur derim, başımı eğmem..."
Vazife başında ve cihad meydanında iken şu mısralar, lisan-ı halidir:
Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi
Sinsi düşmanlara hâşâ satamam benliğimi
Benliğimden uzak olmaktır esaret bence
Böyle bir zillete düşmek ne hazîn işkence
Ebedî vuslatın aşkıyla geçer her ânım
Dest-i kudretle yapılmış kal'adır imanım
Bu mukaddes emelimden ne kadar dilşâdım
Görmek ister beni Cennet'te şehid ecdadım
Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm
En büyük vuslata, Allah'a çıkan yoldur ölüm.