ASHAB-I BEDR
Well-known member
“Ayasofya açıldığında ya Hıristiyanlar kızarsa?” sorusu bugüne kadar kimsenin aklına gelmemişti.
Sağolsun, bir ruh hekimimiz bunu aklımıza getirdi, unutturmamak için de elinden geleni yapıyor!
Ayasofya tekrar cami olduğunda başımıza geleceklere bir bakın:
Hak dine yönelecek olan Batılıların önü kesilecek! Batı dünyasındaki Müslümanların din ve vicdan özgürlüğü baskı altına alınacak!
Nevzat Tarhan dostumuz, Ayasofya hakkındaki akıllara ziyan teklifinin daha da akla ziyan savunmasında özetle bu gerekçeyi önümüze sürüyor.
Öyleyse ne yapılmalı?
Ayasofya haftada bir gün Rum Ortodoks Kilisesine tahsis edilmeli! (Sayın Tarhan, “Ben Ayasofya haftada bir gün kilise olsun demedim” diyor. Herhalde, içinde Ortodoks âyini yapılan binalara başka bir isim veriliyor olmalı; ama onu bize bildirmediği için biz de şimdilik “kilise” tabiriyle idare ediyoruz.)
***
Şimdi bir de sayın Tarhan’ın hakkında kitaplar yazdığı Bediüzzaman’ın bu konudaki duruşuna bir kere daha bakalım. (Gerçi geçen haftaki yazımızda bir nebze bu konu üzerinde durmuştuk; ama yeterli olmadığı anlaşılıyor.)
Ayasofya’nın açılması için defalarca hükûmete müracaat eden Bediüzzaman, bu mektuplarından birinde Demokratlara şunu hatırlatır:
Siz ezanı serbest bırakmakla on derece kuvvet kazanmıştınız. Yine böyle bir kuvvet kazanmak istiyorsanız, Ayasofya’yı beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirin!
(Emirdağ Lâhikası: 2 [Envar], s. 164.)
Bediüzzaman’a göre Ayasofya’yı açanlar on derece güçleniyor; ama Çağın Vicdanı’nda Bediüzzaman’ı anlatan müellife sorarsanız, zarar görüyorlar. Bu ikisinin dünyaya aynı yerden baktığını söyleyebilir misiniz?
Aynı konudaki bir başka mektubunda ise, Bediüzzaman, o günkü iktidara, Ayasofya’yı “muzahrefattan” yani putlardan temizleyip ibadete açmanın sadece İslâm âlemini değil, aynı zamanda bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun edeceğini söylüyordu. (A.g.e., s. 236.)
Bütün dünya Hıristiyanlarını yekvücut halde Ayasofya’nın arkasında tahayyül eden sayın Tarhan ise, Çağın Vicdanına yine ters düşüyor ve Ayasofya’nın açılmasıyla Hıristiyan âleminin hiddete geleceğini haber vererek bizi korkutuyor.
Oysa Hıristiyanların Ayasofya hayali peşinde koşmak bir yana dursun, kendi kiliselerini doldurmaktan âciz kaldıkları, hattâ Avrupa’nın bazı yerlerinde kiliselerini bizzat kendi elleriyle Müslümanlara teslim ettikleri, sayın Tarhan’ın da meçhulü olmayan bir husustur.
Faraza, Ayasofya’yı cami yapmakla Hıristiyanları kızdıracağımız iddiası doğru kabul edilse bile, haftada bir gün onu Rum Ortodoks Kilisesine tahsis etmek suretiyle bu mahzuru bütünüyle önlemiş olmayız; Katolikleri memnun etmek için de başka bir formül bulmamız gerekecektir.
Meselâ yolu bu taraflara düştükçe Cuma hutbesini irad etmesini de—tabii “İslâmî usullere uygun şekilde”
—Papa’dan rica etsek fena mı olur?
***
Ayasofya’nın açılması hususunda iktidarıyla, muhalefetiyle hemen hemen herkes birleşmiş ve kamuoyunda bir tür icmâ’ sağlanmışken birtakım vehimlerle insanları ürkütmeye çalışmak kimin işi olabilir?
Bu tartışılabilir. Fakat tartışılmayacağını sandığım bir gerçek var ortada:
O mevhum “düşman” hesabına Müslüman saflarında korku yaymakla görevli beşinci kol rolünü oynamak herhalde Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın işi olmamalıdır.
Bu, olsa olsa, Ayasofya’nın açılmasıyla birtakım değerlerin elden gideceği korkusuyla kendisinin ürkütülmüş olmasının bir sonucudur diye düşünüyorum. Mahiyeti meçhul “medeniyetler ittifakı” konusuna bu kadar çok atıfta bulunması bu tahmine kuvvet veriyor.
Öyle anlaşılıyor ki, “medeniyetler ittifakı” bir kutsal değer olarak kabul edilmiş, ona zarar verecek herşey tehlike olarak görülmeye başlamış. Nitekim, ilk yazıda olduğu gibi, ikincisinde de yazar, konuya girmeden önce muhaliflerini damgalayarak bertaraf etmek istemiş, bunlar arasında da hemen “medeniyetler ittifakı muhaliflerini” sayıvermiştir. Uzun askerlik yıllarının izlerini silmek kolay olmuyor.
Medeniyetler ittifakı, meğer kaşla göz arasında bizim bir nevi çakma temel değerimiz olurken, diyalog da başörtüsü problemini çözüm yoluna sokmuş; bu, sayın Tarhan’ın iddiası!
Fakat biz başörtüsü probleminin nerede diyalogla çözüldüğünü çözemedik; böyle birşeyi gören, bilen, işiten varsa bize de bildirmeleri rica olunur. Barış genel olarak iyi birşeydir; fakat mücadelenin de bir yeri vardır.
Kur’ân, “Üstün durumda iken gevşeyip de barışa talip olmayın; Allah sizinle beraberdir ve emeklerinizi boşa çıkarmayacaktır” der (Muhammed, 47:35.) Başörtüsü konusu, birileriyle diyalog kurarak bir orta yol bulmak suretiyle değil, bu konudaki engellerin kararlı bir şekilde bertaraf edilmesi sonucu hal yoluna girdi. Ayasofya konusu da böyle olacaktır ve olmak üzeredir. İnsanları birtakım çocuk bahaneleriyle korkutmaya çalışmakla kimsenin kazanacağı birşey yoktur.
“Ancak şeytandır ki, dostlarını böylece korkutur. Siz ondan korkmayın; eğer mü’min iseniz Benden korkun.”
(Âl-i İmrân, 3:175.)
***
Sayın Tarhan’ın sözleri arasında yerden göğe kadar haklı olanlar da var. İşte bunlardan en önemlisi:
“Ayasofya Hıristiyan ve Müslüman medeniyetleri üstünlük mücadelesinde ‘psikolojik üstünlüğün sembolüdür.’ Tıpkı Ezan-ı Muhammedî’nin veya başörtüsünün sembolik değeri gibidir ve stratejik değere sahip bir konudur. Bu sebeple pek çok rivayette vurgulanmıştır.”
Özetleyecek olursak:
Ayasofya İslâm’ın şeâirindendir.
İşte bu da Ayasofya’nın “beş yüz yıl devam eden vaziyet-i kudsiyesine” hiç tavizsiz şekilde çevrilmesi için yeter sebeptir. Zira, Bediüzzaman’ın vurguladığı gibi, şeâire taallûk eden meselelerde bütün toplumun hukuku vardır; o meselelerin en cüz’îsi bile en önemli bir meseledir, hattâ nafile nev’inden olanı dahi şahsî farzlardan daha önemlidir. Sayın Tarhan’ın, “şeâirden bir taviz verip (hem de hiç sebep yokken!) on kazanmaktan” söz etmesinin hiçbir mâkul gerekçesi yoktur.
Rahmetli Ayhan Songar, bir sohbetimizde, eşiyle beraber Avrupa’da çıplaklar kampına katılan bir profesörün bunu iftiharla anlattığını nakletmişti.
Bu profesöre “İyi ama sen de kendi karını teşhir etmişsin” dedikleri zaman, gayet rahat bir tavırla, “Bir verip bin kazanan ziyanda mıdır, kârda mı?” diye cevap vermiş.
Şeâir de ümmetin namusudur. Ondan bir taviz veren kimse, karşılığında on değil, on bin kazansa bile hüsranda demektir.
ÜMİT ŞİMŞEK
Ayasofya altından sopa göstermek | Ümit Şimşek | Son Devir