Bütün dünya senin olsa bile…
Bizden önceki insanların hepsi de Allah-u Zülcelal'in rızası için çok büyük fedakârlıklar yapmışlardır.
İbn-i Samani isminde bir zat, müminlerin emiri (Halife) olan Harun Reşid'in yanına gitmişti. Harun Reşid, İbn-i Samani'den kendisine nasihat etmesini talep etti. İbn-i Samani baktı ki çok büyük bir padişah olan Harun Reşid bir hasırın üzerinde oturuyor. Ona dedi ki:
“Senin bu kadar askerin, malın mülkün olmasına rağmen, hasırın üzerine oturarak göstermiş olduğun tevazu, Allah-u Zülcelal'in katında padişahlık şerefinden daha şereflidir.”
Bu sözleri, Harun Reşid'in çok hoşuna gitti ve şöyle dedi:
“Senin bu söylediklerinden daha güzelini, dünyada görmedim. Biraz daha nasihat et.”
İbn-i Samani dedi ki: “Bütün dünyanın malı senin olsa, Azrail (aleyhisselam) karşına geldiği zaman, o mal-mülk ne işe yarar ki! Öyle ki, Allah-u Zülcelâl bir kimseye şeref, güzellik, saltanat ve dünya malı verdiği zaman, bütün bunları Allah-u Zülcelal'in istediği biçimde; saltanatını ise adalet ile yerine getirirse o kimse Allah-u Zülcelal'in muhlis kullarından olur.”
İbn-i Samani'nin bu söyledikleri, Harun Reşid'in çok hoşuna gitti.
- Bana biraz daha sohbet et, dedi. İbn-i Samani:
- İnsan için iki yer vardır. Onun yeri ya cennettir, ya da cehennemdir, diye söyleyince, Harun Reşid bayıldı. İbn-i Samani:
- Onu ölünceye kadar bırakın, dedi. Harun Reşid kendine gelince, cemaatten birisi:
- Ey Harun Reşid! İbn-i Samani; “Harun'u ölünceye kadar bırakın dedi.” dedi. Harun Reşid, İbn-i Samani'ye:
- Sen benden şikâyetçi misin? Niçin böyle dedin? Niye sordu. İbn-i Samani dedi ki:
- Ne kadar güzel bir şeydir ki, sen ölseydin, diyeceklerdi ki; ‘Emir'l Mü'minin Allah-u Zülcelal'in korkusundan öldü.’ Bundan daha güzel bir şey var mıdır? Harun Reşid:
- Doğru söylüyorsun, dedi.
Hakikaten de insanın başına, bir musibet gelse, malını kaybetse, hastalansa, hatta ölse dahi, Allah rızası için olduğu zaman, bundan daha güzel bir şey olamaz.
Biraz dikkat, biraz incelik!
Mü'min, kendi nefsinin doktoru olmalıdır. Amelinden, ibadetinden dolayı kibre düşmemesi, hatta kendini hiç beğenmemesi lazımdır.
Tabi ki biz, az bir amel yaptığımız zaman; “Bu ibadetin bir faydasını görmedim, boşu boşuna ibadet yapıyorum. Sanki boş yere zikir yapıyorum” gibi düşünceler, aklımıza gelmektedir. Ancak, bu bir hal'dir. (Bir anlık, geçici bir duygudur, vesvesedir.)
Hızır (aleyhisselam) bir gün, Hace Abdulhâlik Gücdevani'nin (kuddise sırruhu) yanına geldi. Hace Abdulhâlık Gücdevani, iki arpa ekmeğini Hızır (aleyhisselam)'ın önüne koydu. Ancak, Hızır (aleyhisselam) yemedi. Hace Abdulhalik Gücdevani:
- Helaldir, niçin yemiyorsun? Diye sordu. Hızır (aleyhisselam) dedi ki:
- Biliyorum, helaldir. Ancak, bu ekmeğin hamurunu yapan kimse, hamuru abdestsiz olarak yaptı. Onun için onu yemek bize caiz değildir.
Bakınız! Ne kadar nazik bir durum… Bazı zamanlar, aklımıza; “İbadet yapıyorum, zikir yapıyorum ama hiçbir menfaat görmüyorum” gibi düşünceler geliyor. Şunu çok iyi bilmemiz lazımdır ki bunun sebebi, kendi hatalarımızdır. Yediğimiz ekmeğin, haram veya şüpheli olması bir tarafa, hamurunun abdestsiz olarak yoğrulması dahi, maneviyatımıza zarar vermektedir.
Bizden önceki insanlar, çok büyük fedakârlıklar yaptıkları halde, bir menfaat elde etmeleri çok güçtü. Ancak biz, ahir zamanın şartları çok zor olduğu için az bir ibadetle, büyük faydalar sağlayabiliyoruz.
Bir padişah sarığının üzerine şöyle yazdırmıştı: “Dünyanın mülkü ve bu saltanat sarığı bana, benden öncekilerden kaldı. Benden de, benden sonra gelecek kimselere kalacaktır.”
Bu şekilde dünyadan ayrılanlara ne mutlu!...
Kendileriyle beraber ne büyük ameller götürdüler.
Anlatıldığına göre, Zünnun-i Mısri (kuddise sırruhu) padişahın veziri ile oturmuş sohbet ediyorlardı. Vezir dedi ki:
- Ben padişahtan bir mal elde etmek, bir menfaat sağlamak için daima onun hizmetindeyim. Ancak, bu kadar hizmet yaptığım halde, yine de ondan korkuyorum. O böyle söyleyince, Zünnun-i Mısri ağladı. Dedi ki:
- Sen kendin gibi olan bir kula daima hizmet ediyorsun, yine de ondan korkuyorsun. Ben, Allah-u Zülcelal'den senin gibi korksaydım, Allah beni sadıklardan yazardı. Senin padişahtan korktuğun kadar, ben Allah-u Zülcelal'den korkamıyorum!"
Hakikaten de böyledir. İnsan, Allah-u Zülcelal'den her şeyden çok korkmalıdır. Başka bir insandan yahut bir hayvandan korkması, Allah korkusunun üzerinde olmamalıdır.
Allah-u Zülcelâl, kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin... (Âmin)