Kader, muhteşem bir yıkılıştan sonra Anadolu'da, 'Nuh Tufanı'nda olduğu gibi insanlığın ikinci varoluş ve uyanış destanının yazılmasına karar vermişti.
Selâm ve barış mânâlarına gelen Isparta'nın Barla kasabasında bu destanın nüveleri ekiliyordu. Barla ise "el-mübâreke" kelimesi içinde birinci uyanışın başlangıcı olan bir yerle beraber sırlı bir şekilde yerini almıştı... Kur'an karyelerin anası, dünyanın göbeği Kâbe'de arştan nâzil olmaya başladığı gibi, Kur'an'ın tefsiri olan Nurlar da onun içinden süzülüp sızarak Kevser-i Kur'anî ismine lâyık büyük bir havuzun içinde toplanıyordu. Elmas kalemler ve kevser mürekkeplerle yazılan Anadolu'nun bu mübarek mahsulleri, satırlara dökülüyor oradan sadırlara, sinelere, gönüllere ve ruhlara 'Hızır Çeşmesi'nin mâ-i zülâli gibi gıda, aşk, şevk bahsediyordu. Bu membadan içen ve bu âbı hayatın zevkine eren herkes, ölmezlik sırrına ermişçesine, Asr-ı Saadet'teki 'Altın Nesil'in hayat tabakasına çıkmış gibi bir nuraniyet bir uluviyet kazanıyordu.
Cihan barış ve selametinin sağlanması ve taptaze ve yepyeni bir dünyanın kurulması için İlahî mesaj Kur'an vahyinin mânâları çağımıza göre yeni nâzil oluyor gibi kavranılması ve İslâmiyet'in de bizim mat ve partal anlayışlarımızı ortadan kaldıracak bir parlaklıkla çağın sâhibinin saykalı ile cilalanması gerekiyordu... Çünkü bir müceddit bekleyen sadece İslâm dünyası için değil, bütün semâvî dinlerin mensupları için de hatta bütün Allah'a iman edenler için de çağın materyalist anlayışı ile hesaplaşacak, iman esaslarını akla, mantığa, kalbe kabul ettirecek dayanaklara ihtiyaç vardı. Kalb-i umûmî ve vicdan-ı umumî yaralanmıştı... Dağlar büyüklüğünde taşlardan inşa edilmiş, İslamiyet'i de içine alan muazzam bir kaleye ihtiyaç vardı... Burada imanlar korunacak, yaralara merhem sürülecek, kalbî hayat açısından büyük inkişaflar sağlanacaktı. Âdeta Zülkarneyn Aleyhisselam'ın seddi gibi inkâr-ı ulûhiyete karşı bir set inşâ edilecekti.
İşte Bediüzzaman Hazretleri'nin Barla'da başlattığı iman ve Kur'an hareketi, bütün bunları ihtiva ediyordu...
Bediüzzaman Hazretleri, Barla'ya, 1926 baharında Eğirdir'den jandarma nezâretinde bir kayıkla geliyordu. Bir nevi muhâcir olarak, bahtiyar birisine yani Muhacir Hâfız Ahmed'e misafir oluyordu. Muhacir Hâfız Ahmed, onun için âdeta bir ensâr oluyor, Ebu Eyyub el-Ensârî gibi Bediüzzaman'ı evinde ağırlıyordu. Evinin küçük odasında kalan 'Çağın Müceddidi'nin evrak ve ezkâr okuyuşunun şevkli heyecanından bütün ev bir gece ihtizaza gelmişti. Bu uhrevî hazzı ev sahipleri de fark ettiler ve, "Başımıza devlet kuşu kondu. Ne yapıp edip Bediüzzaman'ı memnun etmeliyiz. Bizden ve Barla'dan memnun ayrılmalıdır. Şayet hata edersek yanarız; çok dikkat etmeliyiz." dediler. Artık bundan sonra Muhâcir Hafız Ahmed, evini tamamen Bediüzzaman Hazretleri'ne bıraktı...
Artık Risale-i Nurlar yazılmaya başlandı. Bediüzzaman bazen Eyrenli mevkiindeki büyük bir taşın yanına gider, onun dibinde kendi başına devamlı şekilde Risaleleri yazardı.
Sonraları Çam Dağları'na gitmeye başladı... Bazı Risaleleri orada yazdı. Yazılan Risaleler elle çoğaltılıp dağıtılıyordu. Barla'da, Isparta'da, Sav'da Kuleönü'nde pek çok insan bu mübarek eserleri yazıyordu... Nur postacıları onları elden ele ulaştırıyorlardı. Nur postacılarının başında Nur İskele memuru Santral Sabri Hoca vardı. Bedre köyünde imamlık yapan bu Sıddık zat, yazılanları köylere ve çoğaltma merkezlerine, oralardan gelenleri de tashih için Üstad'a, Barla'ya, Bedre köyünün iskelesinden getirir ve götürürdü...
Seneler sonra ben kendim Kütahya'nın Hacımahmut köyü olan köyümüzde, eski müderrislerin torunlarının getirdikleri kitaplar arasında tâ o zamanlar yazılmış elyazması Risale-i Nur nüshaları buldum. Yani bizim köye kadar ulaştırmışlar...
İşte bu destanın kahramanlarının yazdıkları mektupların bazıları Barla Lâhikası'nda toplanmıştı. Âcizane ben de onlar üzerinde mütevazı bir çalışma yaparak biraz şerh ve izah etmek istedim... İnşallah faydalı olmuştur...
27 Eylül 2006, Çarşamba
Yorum Yaz | Gönder | Yazdır
Selâm ve barış mânâlarına gelen Isparta'nın Barla kasabasında bu destanın nüveleri ekiliyordu. Barla ise "el-mübâreke" kelimesi içinde birinci uyanışın başlangıcı olan bir yerle beraber sırlı bir şekilde yerini almıştı... Kur'an karyelerin anası, dünyanın göbeği Kâbe'de arştan nâzil olmaya başladığı gibi, Kur'an'ın tefsiri olan Nurlar da onun içinden süzülüp sızarak Kevser-i Kur'anî ismine lâyık büyük bir havuzun içinde toplanıyordu. Elmas kalemler ve kevser mürekkeplerle yazılan Anadolu'nun bu mübarek mahsulleri, satırlara dökülüyor oradan sadırlara, sinelere, gönüllere ve ruhlara 'Hızır Çeşmesi'nin mâ-i zülâli gibi gıda, aşk, şevk bahsediyordu. Bu membadan içen ve bu âbı hayatın zevkine eren herkes, ölmezlik sırrına ermişçesine, Asr-ı Saadet'teki 'Altın Nesil'in hayat tabakasına çıkmış gibi bir nuraniyet bir uluviyet kazanıyordu.
Cihan barış ve selametinin sağlanması ve taptaze ve yepyeni bir dünyanın kurulması için İlahî mesaj Kur'an vahyinin mânâları çağımıza göre yeni nâzil oluyor gibi kavranılması ve İslâmiyet'in de bizim mat ve partal anlayışlarımızı ortadan kaldıracak bir parlaklıkla çağın sâhibinin saykalı ile cilalanması gerekiyordu... Çünkü bir müceddit bekleyen sadece İslâm dünyası için değil, bütün semâvî dinlerin mensupları için de hatta bütün Allah'a iman edenler için de çağın materyalist anlayışı ile hesaplaşacak, iman esaslarını akla, mantığa, kalbe kabul ettirecek dayanaklara ihtiyaç vardı. Kalb-i umûmî ve vicdan-ı umumî yaralanmıştı... Dağlar büyüklüğünde taşlardan inşa edilmiş, İslamiyet'i de içine alan muazzam bir kaleye ihtiyaç vardı... Burada imanlar korunacak, yaralara merhem sürülecek, kalbî hayat açısından büyük inkişaflar sağlanacaktı. Âdeta Zülkarneyn Aleyhisselam'ın seddi gibi inkâr-ı ulûhiyete karşı bir set inşâ edilecekti.
İşte Bediüzzaman Hazretleri'nin Barla'da başlattığı iman ve Kur'an hareketi, bütün bunları ihtiva ediyordu...
Bediüzzaman Hazretleri, Barla'ya, 1926 baharında Eğirdir'den jandarma nezâretinde bir kayıkla geliyordu. Bir nevi muhâcir olarak, bahtiyar birisine yani Muhacir Hâfız Ahmed'e misafir oluyordu. Muhacir Hâfız Ahmed, onun için âdeta bir ensâr oluyor, Ebu Eyyub el-Ensârî gibi Bediüzzaman'ı evinde ağırlıyordu. Evinin küçük odasında kalan 'Çağın Müceddidi'nin evrak ve ezkâr okuyuşunun şevkli heyecanından bütün ev bir gece ihtizaza gelmişti. Bu uhrevî hazzı ev sahipleri de fark ettiler ve, "Başımıza devlet kuşu kondu. Ne yapıp edip Bediüzzaman'ı memnun etmeliyiz. Bizden ve Barla'dan memnun ayrılmalıdır. Şayet hata edersek yanarız; çok dikkat etmeliyiz." dediler. Artık bundan sonra Muhâcir Hafız Ahmed, evini tamamen Bediüzzaman Hazretleri'ne bıraktı...
Artık Risale-i Nurlar yazılmaya başlandı. Bediüzzaman bazen Eyrenli mevkiindeki büyük bir taşın yanına gider, onun dibinde kendi başına devamlı şekilde Risaleleri yazardı.
Sonraları Çam Dağları'na gitmeye başladı... Bazı Risaleleri orada yazdı. Yazılan Risaleler elle çoğaltılıp dağıtılıyordu. Barla'da, Isparta'da, Sav'da Kuleönü'nde pek çok insan bu mübarek eserleri yazıyordu... Nur postacıları onları elden ele ulaştırıyorlardı. Nur postacılarının başında Nur İskele memuru Santral Sabri Hoca vardı. Bedre köyünde imamlık yapan bu Sıddık zat, yazılanları köylere ve çoğaltma merkezlerine, oralardan gelenleri de tashih için Üstad'a, Barla'ya, Bedre köyünün iskelesinden getirir ve götürürdü...
Seneler sonra ben kendim Kütahya'nın Hacımahmut köyü olan köyümüzde, eski müderrislerin torunlarının getirdikleri kitaplar arasında tâ o zamanlar yazılmış elyazması Risale-i Nur nüshaları buldum. Yani bizim köye kadar ulaştırmışlar...
İşte bu destanın kahramanlarının yazdıkları mektupların bazıları Barla Lâhikası'nda toplanmıştı. Âcizane ben de onlar üzerinde mütevazı bir çalışma yaparak biraz şerh ve izah etmek istedim... İnşallah faydalı olmuştur...
27 Eylül 2006, Çarşamba
Yorum Yaz | Gönder | Yazdır