BASIN AÇIKLAMASI

muvafýk

Member
BASIN AÇIKLAMASI



Biz aşağıda imzası bulunanlar, Bediüzzaman Said Nursî’nin misyonunu temsil iddiasıyla, dile getirilen bazı siyasî mülâhazalar dolayısıyla, aşağıdaki hususlara açıklık getirmeyi bir sorumluluk olarak biliyoruz:



(1) Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca, İslâmiyeti ‘bütün siyasetlerin üstünde’ tutmuş ve hangi siyasî görüşe mensup olursa olsun her insanı, Kur’ânî davetin kapsama alanı içinde görmüştür. Bediüzzaman, dini, toplum içinde bir ‘siyasal kutuplaşmanın’ aracı haline getiren yaklaşımların da, dindar insanların oylarını belli bir partinin ‘tapulu malı’ gibi gören anlayışların da karşısındadır.



(2) Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca ‘hürriyet’i, insan için ve toplumlar için vazgeçilmez değer olarak benimsemiştir. Nitekim, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” sözü, ona aittir. Peygamber mucizelerinin dahi insanın seçme özgürlüğünü ortadan kaldırmaksızın, ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ sûrette gerçekleştiğine dikkat çekmiştir. İnsan iradesine bu kadar dikkat çeken bir İslâm âlimi olarak Bediüzzaman, ortaya koyduğu ontolojik inşanın doğal bir sonucu olarak, hayatının her safhasında özgürlük, çoğulculuk ve demokrasiden yana tavır almıştır.



(3) Özgürlükten yana tavır almak, istibdadın, diktacı anlayışın, otoriter ve totaliter zihniyetlerin ve darbeci anlayışların karşısında olmayı da gerektirir—ister din adına olsun, ister din karşıtı. Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid istibdadına da, İttihad ve Terakki komitacılığına da, CHP’nin tek-parti sultasına da karşı duruşu, bu bakımdan son derece değerli ve anlamlıdır.



(4) Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı, açıkça gösterir ki, onun sosyal ve siyasal duruşu, ‘pozisyonel’ değil, ‘ilkesel’dir. Abdülhamid’in istibdadına karşı İttihad ve Terakki’nin hürriyet ve meşrutiyet taleplerine destek vermesine rağmen, bir ‘zümre istibdadı’ oluşturma gayretine girdiği andan itibaren İttihad ve Terakki’ye karşı durması, bunun bir örneğidir. Dolayısıyla, İttihat ve Terakkiyi önce savunan Bediüzzaman, onlar değişince, onları desteklemekten vazgeçmiştir.



(5) Bediüzzaman, 1950’li yılların Türkiye toplumuna dair çözümlemesinde dört ana siyasî eğilime işaret etmektedir: (a) din-karşıtı siyasal eğilim, (b) milliyetçi siyasal eğilim, (c) ‘din adına siyaset’ iddiasındaki eğilim, (e) özgürlükçü ve demokrat siyasal eğilim.



Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, CHP, birinci eğilimi temsil eden güçlerin kontrolündedir ve bu çizgide durduğu sürece, asla desteklenemez. Milliyetçi bir siyasal eğilime de destek verilemez; çünkü, milliyetçi zihniyet ‘kendi milletdaşını tercih eder, adalet edemez.’ Yine Bediüzzaman’a göre, Türkiye toplumu şartlarında, ‘din adına siyaset’ iddiasının yol açacağı sonuç, dini bir siyasal-sosyal kutuplaşmanın aracı haline getirmek ve dini siyasete âlet etmektir.



Bediüzzaman Said Nursî, doğrudan veya dolaylı şekilde topluma, insana, dine ve dindara zararı dokunacak bu üç eğilime karşı, özgürlük ve demokrasi yanlısı siyasal eğilimin, desteklenmesi gerektiğini ısrarla ve açıkça belirtmiştir.



(6) Bediüzzaman’ın, Demokrat Parti’yi bu sebeple desteklerken, bu partiyi ‘kusurdan münezzeh’ görmediği de unutulmamalıdır. O’nun,‘Ehven-i şer’ nitelemesi, bu duyarlılığı yansıtır.



(7) Bediüzzaman Said Nursî’nin Demokrat Parti’ye olan desteği, asla ‘çantada keklik’ bir destek olmamıştır. Demokrat Parti’ye de kuruluşu aşamasında, ‘muvazaa’ endişesiyle, Bediüzzaman’ın mesafeli durduğunu görmekteyiz. Buna rağmen, CHP diktasına karşı özgürlük ve demokrasi yönündeki, özelde de din ve vicdan özgürlüğü yönündeki pozitif uygulamaları paralelinde Demokrat Parti’ye destek vermiştir. Bunu yaparken, 1957’de DP’ye oy vermediği için Kırşehir’i ‘ilçe’ yaparak cezalandırma gibi adaletsiz icraatlarına karşı da muhalefet hakkını kullanmıştır. Yani, desteklenen siyasal eğilime verilen destek, kayıtsız-şartsız bir destek değildir.



(8) ‘Adalet,’ Bediüzzaman Said Nursî’nin nazarında, Kur’ân’ın dört temel esasından biridir. Siyasal düzlemde de adaletin gözetilmesi, ‘kamu yararı’ gerekçesiyle de olsa ‘ferdin hukukunun’ zayi edilmemesi, O’nun için tartışılmaz bir değerdir. “Cemaatin selameti için fert feda edilir. Vatanın selameti için her şey feda edilir” diye özetlediği bu anlayışı Bediüzzaman, Kur’ân’ın adalet mesajına temelden aykırı, ‘merhametsiz siyaset’in ‘vahşiyâne’ bir düsturu olarak tarif eder. Onun, ‘milliyetçi’ bir siyaseti de, ‘Unsuriyetperver bir hâkim, kendi milletdaşını tercih eder, adalet edemez’ diyerek reddettiği, bu vesileyle, bir kez daha hatırlanmalıdır. Bu vesile ile ifade edilmelidir ki, Bediüzzaman, din eksenli bir siyaset anlayışını reddettiği gibi, milliyet eksenli bir siyaset anlayışını da reddetmiştir.



Bediüzzaman’ın siyasete ilişkin duruşunun dayandığı bu temel ölçüler dahilinde, bugün ‘Nurcular’ adına ve Risale-i Nur hareketini temsil iddiasıyla, Yeni Asya gazetesi tarafından açıkça ifade edilen ‘siyasî tercih’i anlamamız ve onaylamamız mümkün değildir.



Bediüzzaman Said Nursî’nin ortaya koyduğu bu ‘dört siyasal eğilim analizi’ temel parametreleri itibarıyle, bugün için de geçerliliğini korumaktadır. Ancak,



(a) Mehmet Ağar’ın liderliğindeki yeni Demokrat Parti’nin, bu analizdeki ‘özgürlükçü, adaletçi, demokrat’ çizgiyi temsil ettiği şeklindeki bir iddia, gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Zira, Mehmet Ağar’ın Susurluk olayıyla açığa çıkan ve ‘devlet adına rutin-dışılığı’ temsil eden, olay ve oluşumlara ilişkin bir pişmanlığı söz konusu olmadığı gibi, bu gün, kendisini anlatan bu olaylar, bu parti tarafından bir siyasi tecrübe gibi sunulmaktadır. Bunun yanında, 27 Nisan muhtırası karşısında da DYP (DP) yönetimi özgürlükçü, ve demokrat bir refleks ortaya koyamamıştır.



(b) Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘Millî Görüş’ün devamı’ olduğu, ‘dini, siyasete âlet ettiği,’ bir ‘kutuplaşmaya sebebiyet verdiği’ şeklinde yine aynı gazete tarafından dile getirilen görüşlere de katılmamız mümkün değildir. Ak Parti’nin beş yıllık icraatı ortadadır. Bu icraatın ‘Millî Görüş çizgisinin devamı’ olduğunu ve ‘dini siyasete âlet ettiği’ni söylemek, insafla bağdaşır bir tutum olamaz. Ortadaki kutuplaşmadan Ak Parti’yi sorumlu tutmak da, insaflı bir tutum değildir. Zira, kutuplaşma senaryosunu hayata geçirenler dururken, sırf iktidarda olduğu için, Akparti’yi bu kutuplaşmadan sorumlu tutmak adaletli bir yaklaşım değildir.



Ak Parti’nin icraatında eleştirilecek çok yönler vardır. 1 Mart Tezkeresi lehine hükûmetin sergilediği tutum, AB’ye uyum rüzgârını da arkasına alan, daha özgür ve demokrat bir Türkiye yönündeki reformların, yükselen milliyetçi/ulusalcı dalga karşısında hız kesmesi, Ermeni Konferansı ve Şemdinli olayı gibi durumlarda ‘ilkesel’ olarak doğru duruşun terkedilerek ‘pozisyonel’ bir tutumun tercih edilmesi, özgürlük-demokrasi-adalet bağlamında ilk anda göze çarpan yanlışlardır.



Ancak bütün bu yanlışlara rağmen, iyilikleri kötülüklerine galebe çalmış olan bu hükumet, ‘ehven-üş şer’ olmaya adaydır. Zaten siyasi tercihlerin belirlenmesinde, ideal bir siyasi partinin bulunmadığı düşünüldüğünde, ‘ehven-üş şer’, ‘en az kötü olan’ın tercih edilmesini ifade etmektedir.



‘Zaman hükmünü icra etse, itiraz edilmez.’ Bir partinin isminin başında sırf ‘demokrat’ kelimesinin bulunması onu, demokrat yapmaz. Bu günkü Demokrat Partinin, Bedizüzzaman’ın desteklediği Demokrat çizgiyi temsil edip etmediği çok tartışılmaktadır. Buna rağmen, sözü edilen gazetenin, inhisarcı bir zihniyetle ortaya çıkıp, eleştirilere kulak tıkayarak, bu partiyi ‘demokrat’ olarak ilan etmesini ve diğerlerini tamamen dışlamasını, diğer partilerin(özellikle de Akpartinin) çalışmalarını adaletsiz bir şekilde yorumlamasını tasvip etmiyoruz.



Bu konuda zaman hükmünü icra etmiştir ki, şu anki siyasi yelpazede demokratların bir çoğu, Akparti’de çalışmaktadır. Yıllarca ‘demokratlar’a kayıtsız şartsız bir şekilde verilen desteğin, bu gün, kayıtlı ve şartlı bir şekilde bile olsa, Akparti’ye verilebileceğini düşünüyoruz.



Halk arasında ‘Nurcular’ diye tarif edilen ve Bediüzzaman’ın hayatını örnek almış insanların oylarının, hiçbir cemaat liderinin veya hiçbir siyasî partinin ‘tapulu malı’ olmadığını kamuoyuna duyururuz.

Seçimlerin, daha özgür, daha demokrat ve daha adil bir Türkiye’nin kapılarını aralaması umudu ve dileğiyle...



Ahmet Nazlı

Halil Doğan

İbrahim Hilmi Ünlü

Metin Karabaşoğlu

Murat Çiftkaya

Mücahit Bilici

Refik Yıldızer

Abdüssamet Demir

Ömer Faruk Uysal

Orhan Gülgün

Özcan Dolapçıoğlu

Ahmet Özkılınç

Senai Demirci

Yusuf Özkan Özburun

Zekeriyya Demir

Kerem Aktaş

Alpaslan Demir

Reha Fırat

Muhammed Özdemir

Demokrat Hukukçular derneği
 

@bdullah

Yeni Üye
Oylarımız Şahıslara Değil, Misyonadır!

Mayıs ayı ortalarında gazetemiz binasında gerçekleştirilen temsilciler toplantısına biz de Avusturya'dan katılmıştık. Dolu gündemimiz içinde, Türkiye'nin de önemli gündemi olan seçim ve siyasi gelişmeler arenasında gazetemizin takip etmesi gereken strateji de vardı. Türkiye'nin her tarafından katılan temsilcilerimizin bu meyandaki beyanları, bilgi, görüş ve mülahazaları da, gazetemizin genel stratejisini o­naylamış ve güçlendirmiştir.
Aslında her alanda müsbet ve yapıcı bir yol izleyen, tahribata karşı tamiri vazife bilen, hak ve hakikatın hatırını şahısların hatırlarına feda etmeyen gazetemizin siyasete bakışı daima net olmuştur. Okuyucusunun kafasını karıştıran bir çizgiye, bir söze, bir fotoğrafa geçit verilmemiştir. Kazara sehven çıkmışsa da anında müdahele edilmiş, tashih edilmiştir. Buna rağmen hala "kafam karışık" diyen bir okuyucumuzun, Risaleler de dahil, her şeyi yeniden okuması gerekir. Ahirzaman Müceddidi'nin gösterdiği büyük ve nurlu caddede yürüyenlerin, dar ve çıkmaz sokaklara imrenmeleri anlaşılır şey değil.

İşte Münazarat, işte Sünuhat, işte Beyanat Ve Tenvirler.. İşte 13. Mektubun 3. Sualinin cevabındaki, "Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kuran'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi." hükmünün devamındaki harika izahat ve bu izahat çerçevesinde Risale-i Nur talebelerine düşen vazife. İşte Hazreti Üstadın içtimai ve siyasi hayatımıza ışık tutan lahika mektupları, nakledilen hatıralar. Üç devir yaşamış Bediüzzaman'ın nurlu hayatından çizgiler, "duruş" örnekleri.. Öte yandan mevcut partilerin ne "mal" olduklarını ele veren geçmişleri, serencamları..

Bütün bunlar ortada dururken, yeni siyasi gelişmeler karşısında rotamı şaşırıyorsam, gerçekleri "net" göremiyorsam, kafa antenlerimde "ayarsızlık" var demektir. Fikir ve zihin antenlerimi Risale-i Nur uydularına göre yeniden ayarlamalıyım. Nur Risaleleriyle aydınlanmış bir bakışta, din ve vicdan hürriyetinin kapsamı sadece Müslümanlıkla sınırlı değildir. Hangi inanç ve fikre sahip olursa olsun, hem kendisine hem de topluma zarar verecek eyleme dönüştürmediği sürece her fert, inanç ve fikrini serbestçe ifade edebilmeli. Hem siyasi değişimler nedeniyle, dininden korkanın, dinden hissesinin örümcek ağı kadar zayıf olduğunu da bilenlerdeniz. Bırakınız şu hükümet gitti, bu hükümet geldi diye dini endişeye kapılmayı, rejimin karşısında bile Nur Müellifi, hiç kimsenin burnunu kanatmıyacak sağlam ve isabetli bir duruş sergilemiştir.

"Rejimi reddetmek ne vazifemizdir, ne de kuvvetimiz var, ve ne de düşünüyoruz, ve ne de Risale-i Nur izin veriyor. Fakat; biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka, kabul etmemek başkadır, amel etmemek daha başkadır." (Kastamonu Lâhikası, s. 202)


---------------------------------------------------------------------------

Risale-i Nur talebeleri de, her seçimde olduğu gibi, sandık başına gidip oylarını kullanacaklardır. Kapalı kabinde, Allah'ın huzurunda, Hz. Üstad'a "sadakat" imtihanında, vicdanının sesine kulak vererek, Emirdağ Lahikası'ndaki "Bu vatanda dört parti var" dersindeki tarife uyan parti ambleminin üstüne mührünü basacaktır. Bu meyanda eskiden beri kendi nefsimde tatbik ettiğim bir tahlil, demokratlar hususundaki zihnime gelen vesveseleri bertaraf etmede daima etkili olmuştur. Şöyle ki:

Öncelikle, Risalelerdeki "demokrat" manasına ve tariflerine uyan partiyi tesbit ve tayin etmek yerine, bu mana ve tariflere uymayanları ayıkladıktan sonra geriye kalan parti için, işte Üstad'ımın işaret ettiği, ahrar ve demokrat misyona yakışan ve yanlışlarına "ehven-i şer" nazarıyla bakabileceğim parti budur, diyerek itminan-ı kalp ile üzerime düşeni ifa etmişimdir. Yani Risalelerdeki izahlar muvacehesinde günümüz partilerine "atf-ı nazar" yaparken; öncelikle Ahrar'ların devamı ve demokrat misyonunun sahibi olabilecek günümüz partisini "uygunluk" testine tabi tutmadan ve mercek altına almadan önce, bize uymayanları ayıklamak. Yani "ehven-i şer" olanı bulmadan önce, "azamüşşer" olabileceklere bakmak.. Bir kere sol söylemli ve ırkçı mizaçlı partilerin "ahrar" ve "demokrat" misyonundan uzak olduğu kesindir. Yani fikir ve misyon bazında, demek istiyorum.. Yoksa demokrat misyon içinde görev alan kişinin şahsi düşünce ve yaşayışı ne olursa olsun, yeter ki meşru zeminlerde hak ve hukuku, düşünce ve inanç hürriyetini savunsun, demokrasi ve milli irade taraftarı olsun. Kendisi dindar olmasa da, dindarları savunsun.

Din üzerinden siyaset yapmanın da şer olduğu, hatta "azamüşşer" olduğu ayan beyan ortadadır. Kurucuları "evliya" bile olsa, neticesi akim bir yoldur.

Din adına partileşme, sonra o partinin iktidara gelmesiyle dine hizmet etme gibi bir siyasî düşüncenin, Risale-i Nur müellifinin dünyasında yeri yoktur. Hiç bir zaman da olmamıştır. Ta 1924'lerde kısmen dinî motifler taşıyan (Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka) TCF'ye, ve din-eksenli tüm siyasî parti oluşumlarına karşı mesafeli durması bunun bir yansımasıdır. Bediüzzaman bu içtimai ve siyasi tavrını Selef-i Salihin'den devralmıştır.

Hilafet'in saltanat'a dönüştüğü sıralarda Hz. Hasan'dan başlayarak selef-i sâlihîn kanalıyla sonraki çağlara intikal eden yaklaşımın devamı hükmündeki bu tavır, aradaki nüansa rağmen, Eski Said'in de tavrıdır. Yeni Said, Hutbe-i Şâmiye'nin Türkçe neşrine düştüğü bir notta, 'Eski Said'in siyasetle alâkadar olduğunu' ifade etmekle beraber, bunun 'siyaseti dine âlet ve hizmetkâr' kılmaya yönelik bir alâkadarlık olduğunu bildirmektedir. Yoksa, Eski Said de, siyaseti asıl sayan bir tavırdan uzaktır:

"Sakın zannetmeyiniz ki, o dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ; belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: 'Dinin bir hakikatını bin siyasete tercih ederim.' ...Fakat, gizli münafık zındıkların Garplılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir." (Hutbe-i Şâmiye, s. 40-41, dipnot.)


---------------------------------------------------------------------------

Din motifli siyasetlerin, hele hele devlete ve iktidara hevesli ya da (muktedir olmayan) bir iktidarın sahibi olmaları halinde zarar verdikleri, tecrübelerle anlaşıldıktan sonra; geriye "demokrat" ve "milli irade" tezleriyle yola çıkan, düşünce ve inanç hürriyetini, birey haklarını sadece savunmakla kalmayıp gerçekleştirmeye namzet kitle partileri kalıyor. İşte biz "ehven-i şerr"imizi bu alanda aramalıyız. Aslında aramaya lüzum hasıl etmeyecek kadar bellidir de, o­nu belirsizleştiren, o belli olan damarı kesmeye çalışan zihniyetler vardır. "Yeter Söz Milletindir!" parolasıyla yola çıkan bu hareketin önüne konulmadık engeller, başına örülmedik çoraplar ve kapalı kapılar arkasında hazırlanmadık sinsi planlar kalmamıştır. Ezan-ı Muhammediyi aslına çevirmekle müminlerin kalbinde taht kuran, alem-i islamın beş vakit namazda duasını alan, bu uğurda üç büyük şehit veren bu misyonun zayıf olan tarafını da yine Bediüzzaman Hazretleri teşhis etmiş, bu misyonun takipçilerine, Nurcuları kendilerine "nokta-i istinat" yapmalarını tavsiye etmiştir. Gerek Demokratların, Nurcuları "nokta-i istinat" kabul etmesi, gerekse Nurcuların Demokratlara desteği noktasında Bediüzzaman'ın tavsiyelerinin tam tahakkuk etmesine o kadar çok engeller, kafa karıştırıcı unsurlar devreye sokulmuştur ki, her iki taraf hem "nokta-i istinat", hem de "destek" noktasında muratlarına tam nail olamamışlardır.

Bu misyonun başına indirilen askeri ve sivil darbelerden sonra ihtilal ürünü olarak ortaya çıkan kitle partileri bile, demokrat misyonun söylemleriyle demokrat tabanın reylerini alabilmiş, hatta arasıra "demokrat partinin devamı asıl biziz" tarzında beyanlarda bile bulunmuşlardır. 12 Eylül ihtilalinden sonra kurulan partiler içinde milletin desteğine mazhar olan ANAP, ihtilal ürünü olmasına rağmen, Adalet Partisinin kapatılmasıyla partisiz kalan demokrat misyonun oylarına da talip olmuştur. 28 Şubat sürecinin siyasete vurduğu amansız darbenin akabinde ortaya çıkan AKP de milli görüş söylemleriyle değil, öteden beri savunduğumuz "demokrat" söylemlerle iktidara yürümüş, hatta arasıra aklına estikçe, Demokrat Parti'nin devamı olduğu iddiasını bile savurmuştur. Bu meyanda çok sayıda "nurlu" oy toplamıştır. Ama "sun'i karagözlülük fıtri karagözlülük gibi olmadığı" için bu sun'i beyanlar havada kalmıştır. Halbuki demokrat misyonun sahibi olduğuna inandığımız DYP de seçime girmiş ve 28 Şubat postmodern darbesinden ağır yara almasına rağmen %9 oranında rey alarak hakiki misyon reylerini belli bir oranda koruyabilmiştir. Bu korumada, partililer bilseler de, bilmeseler de, "nokta-i istinat" manasındaki adresin rolü büyük olmuştur. Her neyse.. Nasıl olsa demokrat misyonunun sahipleri halihazırda iş başındadır. Hem de geçmişte olup bitenlerden ders alma, dostunu düşmanını tanıma noktasında daha dinamik, daha dikkatli. Hem de bugüne kadar başka partilere kaptırdığı reylere de talip olarak...

mikailyaprak.jpg

Mikâil YAPRAK

Kaynak: http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=446

© 2000-2007 EuroNur - Avrupa Nur Cemaati / SaidNursi.de_________________________________________________Dikkat! Dikkat!...

Peşreve gerek var mı? Dindarlarımızın Abdullah Gül´ün Cumhurbaşkanı seçilmemesine üzülmelerinin ardındaki çıplak gerçekler üzerinde durmak istiyorum.

Evvelâ demokrasiye inanıp inanmada da samimî olup olmadığımız önemlidir. AKP hareketinin demokrasiden doğmadığını, Kemalistlerin meclise müdahalenin bir neticesi olduğunu hangimiz inkâr edebiliriz ki… Yani Anayasa Mahkemesi ve 28 Şubat süreci Refah´ı kapatmasaydı AKP diye bir oluşum olur muydu? Öyle ise Ankara Marşı ile gelenlerin İzmir Marşı ile gitmelerine üzülünür mü?

Dış görünüm itibariyle “Yenilikçiler”, siyasî şeyh ve liderlerine ihanet etmişlerdi. Tıpkı Erbakan´ın 1969 seçimlerinde Konya´dan bağımsız aday olarak “siyasal islam” hareketini başlatarak demokratlara ihaneti gibi… 1971 muhtırasında Erbakan´dan başka ülke dışına kaçan siyasî lider yoktu… Bir soru daha soralım. İhtilâlci Muhsin Batur Erbakan´ı İsviçre´den getirip, MSP için kemalistlerden o­nay almasaydı, Erbakan “Siyasal İslam” siyasetinin liderliğini devam ettirebilir miydi? ANAP hareketinin çekirdeğini oluşturan Keçeciler gibi siyasî kadroyu da Erbakan doğurmuştu. AKP´nin kadroları, birikimleri ve tüm varlıklarının yüzde seksen beşi Erbakan hareketine ait olduğu gözönünde olduğu halde, Erbakan´a söğüp, AKP´yi göklere çıkarmanın mantığını nereden buluyorlar.

Erbakan´ın dini siyasete alet ettiğini iddia edenler, Erdoğan, Gül, Arınç ve Şener için demokrat mı diyecekler. Demokratlıkta da takiyye olmaz. Kırk yıllık Kânî Yanî olmayacağına göre, AKP´den “demokrat bir oluşum” bekleyenler, imkânsızı arzu ediyorlar. Zira, yanlış denklemlerle ve formüllerle doğru neticeye gidilmiyor. Hanımlarının başörtüleri ve kendilerinin “siyasal islam” kimlikleriyle müslümanları zilletten zillete düşüren, hareketlere maruz bırakan ve bütün müsbet yolları kemalistlere kapattıran bu kadrolardan vatana, insan haklarına ve dinî hürriyetlere fayda beklemek mantıksızlık olmuyor mu?

Beş seneden beri mecliste Anayasayı bile değiştirebilecek matematiksel güce sahip AKP´nin, milletin arzusu istikàmetinde tek adım atamayışı ve atma niyetindeki adımlarını da geriye atmak zorunda kalışını hepimiz yaşadık gördük. Bütün bunlara rağmen birden bire hiçbir mutabakata müracaat etmeden Çankaya´ya çıkma hareketinin neticesiz kalacağını AKP elbette biliyordu… Yoksa, birçok ülke ve politikacıyı ofsayt´a düşüren Amerikalı neolibareller mi bu arkadaşları aldattılar… Bu hususu Can Pakere hasseten sormak lâzım. CHP´ye, dönmelere, kemalist ve ulusalcılara rağmen şu Türkiye´de Cumhurbaşkanı olunamayacağını, en küçük meselede Halkpartisinin gözünün içine bakanlar daha iyi bilirler. Bunca senedir, dinî hürriyetler noktasında hiçbir teşebbüste bulunmayan bu kadroyu hem hükümetten ve hem de belediyelerden uzaklaştırmak demokratların ve demokrasinin en önemli vazifesi olsa gerek.

Demokratlık istibdada taraf olanlarla siyaseten mücadeledir. Türkiye´de; ittihatçıların ve bilhassa Selaniklilerin kontrolündeki ittihatçı ve halkçıların istibdatçı olduğuna kabul edip de; milliyetçileri ve siyasal islamcıları istibdatçı kabul etmemek; istibdat ile hürriyet arasındaki farkı bilememekten doğuyor. Halkçı, türkçü ve islamcı kafalar hürriyeti ve demokratlığı reddederler. Zira o­nlar; hürriyet ve demokratlığı varlıklarına, menfaatlerine ve ikballerine ters görürler. Buradan hadiseye bakalım: Oylamaya katılmayanlar bedelini öderler (T. Erdoğan) sözünü söyleyen adam ne kadar demokrat olabilir ki… Zamanı gelince bunların hepsi bir blokta ittifak edebilirler. Nitekim AB´ye karşı fazilet, ulusalcı sol ve CHP ile MHP´nin ittifağı gibi… Düne kadar AB´ye karşı olan AKP´nin beyin kadrosu bugün de özde AB karşıtıdır.

Hadiseye istediğiniz cepheden bakabilirsiniz. AKP´ye menfaat veya göbek bağı ile bağlı değilseniz, yanlışları görmekte hiç de zorlanmazsınız. AKP´nin bir ihtilâl neticesi kurulduğunu, 28 Şubat sürecini ve Kemalizmi korumak kullanmakla vazifeli olduğunu, vitrindeki dini kimlikleriyle maalesef bilgisiz kalabalıkları yanılttığını söyleme doğrusu, bazılarına göre yarına ait olabilir. Fakat basiretli olanlar bugün konuşmalıdırlar. İyi ki, Tayyib Bey Abdullah Gül´ü aday olarak ilan etti. Allah korusun, daha liberal birisini gösterseydi ve Kemalist Cephe de kabullenmek zorunda kalsaydı, başımızdaki şu musibetler devam eder dururdu… Fakat şükürler olsun! Amerika´daki destekçi kuvvetlerin oyunuyla, Türkiye kemalistleri oyuna geldi… Artık hiç kimseyi irtica, dincilik ve takiyye öcüleriyle korkutamazlar… Hürriyetler, demokratik haklar ve adalet fıtrî yatağına dönerek, mücadelenin aslî şartlarına döneceğiz. 27 Mayıs sonrasındaki İnönü Hükümeti, 1971 sonrasındaki Erim hükümeti ve 1980 sonrasındaki ANAP´ın akibetleri ne olmuşsa AKP´de aynı akibete uğrayacaktır. Bizim arzumuz ve iddiamız değildir, bu… Fıtrat yalan söylemez diye bir yaratılış kanunu vardır. Yeter ki, müslümanların basireti açılsın ve bu kadrolara boşu boşuna ümit bağlamasınlar.

M. Nureddin Kutan

Kaynak: http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=441

© 2000-2007 EuroNur - Avrupa Nur Cemaati / SaidNursi.de_________________________________________________Kapatalım mı, dönüştürelim mi?

Bu yazıyı başkalarını kızdırmak için yazmadığımızı ifadeye gerek yok. Türkiye´deki siyasetin 12 Eylül ihtilâliyle birlikte şirazesinden çıkarıldığını inkâr eden de yok. Siyasî partilerle birlikte, siyasî partileri oluşturan alt yapılar da dizayn edilmiştir bu süreçte. Dinî cemaatlerin çeşitli faktörlerle devlet çizgisine çektirildiğini, anarşi bahane edilerek doğu ve güney doğunun muhafazakâr dokusunun tahrip edildiğini ve varoşlara devlet zoruyla toplatılan çaresiz ahalinin burada da resmî ideoloji önderliğindeki dış güçlerce rahat bırakılmadığını bilenler biliyor. Bunların hepsi siyasetin aslî mecrasına dönmesine engel faktörler sayılır. Ecevitin yine o güçlerce iktidara süründürülerek taşınmasının arkasındaki hikmetleri bilmeyenler, bir Derviş´e sorsunlar. Zavallı Erbakan´cağızın uğradığı ihanetlerde de o­nların parmağı vardı. Bir yenilikçiliktir, alıp gitmişti. Eden bulmadan bu diyardan gidemiyormuş. Şimdi… Şimdi de sıra bizim yenilikçilere geldi… Bilderberge gelen Şahinlerce kolu kanadı koparılan zavallı güvercinciklere… Ne Bülent Abinin ekibi, ne de Tayyip Bey´in korosu… Bilerek ve ya bilemeyerek dindar mebuslar bir kaç korkuya kurban edildiler. Belki de senaryonun gereğiydi bu. Milli Görüşçü vekillere bu kadarcık tatmaklık yeterliydi. o­nlar bir önceki Mecliste vazifelerini hakkıyla yaptılar… Neocon´ların emirlerine itaatsizliğin cezasını azıcık çeksinler di… o­nlar artık 1 Martı hiç unutamayacaklardı.

Bizim AKP hâlâ mağdurları oynamaya devam ediyor. Ama az kaldı. Dünkü ev sahipleri kiracı durumuna düşünce, işler iyice sarpa saracak. Bazıları bu gerginlikle ülke devam edemez diyorlardı. AKP´nin de Refah gibi kapatılacağını söylüyorlardı. Neocon ve neoliberallerde ayar mı kalmamıştı. Hem de şimdiye dek başkasına çekilmemiş sıfır ayarlardan. Parti kapatılarak hem AB içinde ve hem de başka mahfillerde gürültü çıkarmaya ne gerek vardı: En iyisi dönüştürelim… Tayyib Bey´i ilk çağırdıkları gibi çağıracaklar ve parti dönüşümünde rol alacakların listesini vereceklerdi. Kısa bir zaman önce Büyükanıt Amerika´ya gittiğinde, orada da plân detaylı anlatılmıştı kendisine… Hem laf dinlemeyen dinci vekillerden, hem temel insan haklarında ileri giden AB´den ve hem de hanedan içine çok tehlikeli sayılan demokratlardan bir nebzecik kurtulunmuş olunacaktı. Geçici de olsaydı, tedbir, tedbirdi…

Dönüşümü biz yalnızca aşağıda tahmin etmiştik. Ilımlı dindar, faize bulaşmış şeriatçılar, okulların müfredatındaki değişimler, rejimin kurucusuna camilerde okutulan hatimler, şeairin tüm kamusal alandan dindarların eliyle örtbas edilmesi hep dönüşümün şekil ve tarzını anlatıyordu. Ama şimdi daha ciddî çalışmalar yapılacak. AKP´nin bünyesine yerleştirilen din ve şeair düşmanlarıyla bu iş daha rahat devam edecek.

Helal olsun adamlara… Emine Hanım, Hayrünnisa Hanım ve diğer başı kapalı vekil hanımların başörtülerinin arkasına saklanarak malı götürdüler. AKP´yi kapatmadan işi hallettiler. Artık Hüseyin Çelik, Teziç´le çelik çomak da oynayamayacak. Hakk ve hürriyetleri gaspedilmiş mağdurlar artık Başbakanı açılışların çıkışlarında beklemeyecekler… O da hal-i pürmelalini millete işaretlerle anlatacak. Dilimizde tüy bitmişti. Bunların neocon ve neolibarellerin icazetiyle çalıştıklarını, o raydan çıkmalarının mümkün olmadığını çok anlattık. Nafile… Olan zavallı millete oldu… Buna rağmen hâlâ AKP´den hayır bekleyen varsa ya çok saf ve bilgisiz insanlarımızdır ve yahut da gagasının yağlanması için sıraya girmiş, bekleyen zavallılar.

M. Nureddin Kutan

Kaynak: http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=457

© 2000-2007 EuroNur - Avrupa Nur Cemaati / SaidNursi.de
 
T

Tarihci19

Misafir
başörtüsü sorununu ülkemize hediye eden kimdi? imamhatipler arka bahcemizdir diye bugunki binlerce imamhatipliyi ve meslek liseli öğrenciyi madur eden kimdi? onların hakını nasıl ödeyecek? mili görüş böle dini siyasete alet etmeseydi kendinide dindar halkıda rezil kepaze etmeseydi kapatamazlardı..ülkeye 28 şubatı yaşatanlar kimlerdi ? ya brakın kardeşim yazıkki sizin gibi siyaset yapan nurcularda! onların ülkeye ve dindar kesime verdiği zararları göremiyorlar.. bu gun ülkemizde dindarların yaşadığı A dan Z ye tüm sorunlar bu milli görüşçüler tarafından çıkarılmıştır.. bu gün gibi ortadadır..

kendi tv sinde diyorki M.Görüş lideri, akp ye oy veren imanınıda veriyor,, bunu ben gözlerimle görüp kulaklarımla duydum,, yani siyasi görüşün Allah ın varlığına birliğine inanmakla ne alakası var? şimdi islamda küfür isnadının boşa çıkmadığını hepimiz biliyoruz.. akp yede oy veren milyonlarca insan var eğer bu milyonlarca insandan biri dahi imanlıysa işte o zaman milli görüş liderinin dunyada yatacak yeri yok demektir... insanları imansız olmakla korkutarak oy toplama çabasına girmiş tam bir din istismarcısıdır onun tabanıda taasublu olduğundan hala onu alkışlamaktadır...
 
Üst