'Başörtülüler' diye homojen bir grup yok, kimse kimseyi temsil etmiyor

nuriye

Well-known member
kamusal alanlardaki yasaklarla gündeme gelen başörtüsü tartışmaları, son yıllarda dindar kesimin yaşam tarzı algılarıyla birlikte daha çok konuşulmaya başlandı.

Önceden başını örten kadınları tamamen yok sayan merkez medya, günümüzde, olumlu örnekleri yine görmezden gelerek, özellikle 'başörtülü olduğu halde' olumsuz fiillerin içine giren veya suç işleyen kadınları göz önüne getiriyor. Bununla birlikte, İslami camiada da 'hem başı örtülü hem de her şeyi yapan kadın' görüntüleri, makyajlı, dar kıyafetli genç kızlar eleştiriliyor. Özellikle şehirli, eğitimli başörtülü kadınlar, bir taraftan 'cahil, köylü, görgüsüz' gibi etiketlerden kurtulmaya çalışırken, diğer taraftan 'lüks meraklısı ve gösteriş düşkünü' olmakla suçlanıyor. "Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı Başörtüsü" adlı yeni kitabında (Timaş Yayınları) ülkemizde ve Batı'da yapılan tartışmaları irdeleyen sosyolog yazar Nazife Şişman'a, başörtülü kadınlar üzerindeki bu çift taraflı baskıyı sorduk. 'Başörtülü kadınlar' diye homojen bir gruptan bahsetmenin mümkün olmadığını belirten Nazife Şişman, buna rağmen Cumhuriyet tarihi boyunca bütün başörtülü kadınları en alt düzeyde eşitleme şeklinde bir algının oluştuğunu söylüyor. Yani bütün başörtülü kadınlar, şekilsel olarak benzerlik gösteren bir kitle olarak algılanıyor ve bu kitleye eğitimsiz, sosyoekonomik düzeyi düşük, köylü ya da taşralı vs. gibi umumi özellikler atfediliyor. Şişman'a göre, son dönemlerde buna AK Parti partizanlığı, yasak yüzünden yurtdışına gittiği için 'vatan hainliği' gibi birtakım kalıp yargılar da eklendi. Bu homojenleştirmeye karşı çıkış da tepkisel bir dille ifade buluyor. "Ben ötekilerden farklıyım, o geleneksel başörtülülerden değilim, kafamın içi aydınlık, sanattan da anlarım, hem ben çok modernimdir." gibi bir cevap verme konumunda bırakılıyor başörtülü kadınlar. Böylece farklılık üzerinden bir kimlik kurarken bile tepkisel bir dile mahkûm oluyorlar. Farklılık oluşturacak hususun kişide belli bir ilke ve tarzın yerleşmesiyle gerçekleşeceğini ifade eden Nazife Şişman, bunun da giyim kuşam görgüsünden önce kişilik ve karakter eğitimini gerektirdiğini vurguluyor.
Magazinelleşme başörtüsünün ötelerle bağını koparıyor
Başını örten kadınların dindarlıkla bağdaşmayan tavırlar içine girmesinin, başörtüsünün, 'hatırlatıcı' olma özelliğini kaybetme sürecine de işaret ettiğini düşünen Nazife Şişman şöyle diyor: "1970'li 80'li yıllarda, özellikle kentli ve eğitim talep eden bir genç kız neden başını örter, sorusunun cevabı çok netti. Fakat bugün yaşıtından, arkadaşından hiçbir farkının olmadığı iddiasındaki yırtmaçlı etek giymiş, yüzü makyajlı genç kızın neden başını örttüğü sorusunun cevabı, pek çok kimse gibi benim için de net değil. Günümüzde siyasilerin eşleri için verilen "şıklık/rüküşlük" karnelerinin başı çektiği magazinelleşme, başörtüsünün ötelerle bağlantısını koparan bir işlev görüyor, denilebilir. Büyük anlam yükleme/hiçbir anlam yüklememe arasında gidip geliyor başörtüsü tartışmaları. Bu magazinel dil, başörtüsünün aksesuar olmaktan öte bir anlam taşımadığı şeklindeki genel kanaatin gerçeklik kazanmasına hizmet ediyor."
Nazife Şişman'a göre bütün başörtülüleri dün köyden gelmiş kategorisine yerleştirmek doğru olmasa da, kentin varoşlarında başörtüsünü bir tür muhafazakarlık göstergesi olarak aile baskısı ile örten bir kesim genç kızın olduğunu da görmezden gelmemek gerek. 'Neden her konuda dindar olmadığı halde başörtüsünde ısrar var?' sorusuna ise şu cevabı veriyor: "Sosyolojik olarak bakarsak, kimlik arayışını, tesettürün modalaşmasını, kente göçle birlikte gelen kaybolma duygusunun şekilsel bir aidiyetle telafi edilme çabasını vs. zikredebiliriz."
Nazife Şişman:
Çatışma dili, kişinin olgunlaşmasına izin vermiyor

"Artık postmodern dünyada kimse kimseyi temsil etmiyor. Ama Türkiye'deki homojen başörtülü kadın algısı nedeniyle başörtülü kadınlar bir temsil yükü üstleniyor. Diğer taraftan kişinin giyim kuşamıyla belli bir aidiyeti vurgulamasının onunla ilgili belli beklentiler ortaya çıkarmasını da çok alakasız bir durum gibi görmemek gerek. Bu beklentilerin terbiyevi bir boyutu da vardır. Fakat bugün Türkiye'de gerçekleşen çatışma dili kişinin olgunlaşmasına izin vermiyor. Sadece başörtülülerin toplu bir resim olarak görülmelerine yol açıyor. Bir kişinin yaptığı herkese mal ediliyor. Bu da siyasi dilin şiddeti ile alakalı bir durum."
Müslüman kadınlar da modern hayattan etkileniyor
Müslüman kadınların da modern bir hayatın içinde yaşadığını ve bundan bütün hemcinsleri gibi etkilendiğini ifade eden sosyolog yazar Nazife Şişman, modern hayata farklı bakışın nasıl olacağını şöyle anlatıyor:
"Değişen teknoloji, kentleşme, çalışma hayatının yeni organizasyonu hepimizin hayatını etkiliyor. Bu manada hepimiz moderniz ve modern hayatın getirdiği problemlerle karşı karşıya gelmemiz kaçınılmaz. Ama farklı olan nedir derseniz? Birincisi, müslümanlar modern hayatı sadece bizi çevreleyen şartlar olarak görür, moderne "daha iyi" özelliğini bahşetmez. Aksi takdirde modernist olur. İkincisi ise, insanları birbirinden farklı kılan hayatındaki öncelikler sıralamasıdır. Bu açıdan, Müslümanlar, say ve gayreti sadece ekonomik alanla sınırlamaz. Toplumsal, dini ve ahlaki alanlardaki gayretler de değerlendirmeye alınır. Hayat hizmet etmek için verilmiş bir mühlettir dersek, hizmetin hangi alanda olduğu nicelik olarak farklılık arz edebilir ama nitelik olarak hiç bir fark yoktur.
Bu açıdan bakıldığında "çalışan kadın" da kategorik bir ayrım olmaktan çıkar. Zaten çalışma hayatı ve kadın arasında var olan gerilim modern bir olgu. Çünkü tarih bize gösteriyor ki kadınlar asla hazır yiyici değildi. Göçebe toplumlarda da köylü toplumlarında da kadınlar hep çalıştı. Şehirlerde de çoğunlukla birer atölye gibi üretim yapan evlerinde çalıştılar. Sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan yeni mesai anlayışı, kadın ve çalışma hayatı arasında gerilimli bir ilişki ortaya çıkardı. Çünkü bu keskin mesai anlayışı annelik ve ev hayatı ile iş hayatını birbirinden tamamen ayırıyordu. Müslüman bir kadının öncelikler sıralamasını zorlayan şartlar, tamamen günümüzün ekonomik örgütlenmesiyle ilgili. Bu yüzden başörtülü kadınlar, elbette ortak toplumsal, siyasal, teknolojik problemlerle yüz yüzeler diğer hemcinsleriyle. Fakat onları farklı kılan sadece başörtüsü değil, aynı şartları yaşasalar da öncelikler sıralamasındaki farklılıklar.

Başörtülü first lady'ler var ama yasaklar devam ediyor
Başbakanın, cumhurbaşkanının, bakanların eşlerinin başörtülü olması, sanki problemleri çözmüş gibi görüntü veriyor. Bazı yasak taraftarları "başörtülülerin ödüllendirildiğini" bile söylüyor bu üst düzeydeki görünürlüğe bakarak. Halbuki, reel durumun eskisinden hiç bir farkı yok. Başörtüsü hala üniversiteye ve kamu alanlarına girişte ciddi bir engel teşkil ediyor. Eylemlerin olmayışı ise iktidardakilerin bu problemi çözeceğine dair sabırlı bir bekleyişle alakalı. İşleri daha da zora sokmamak gibi bir takım hesaplar var sanıyorum bu eylemlerin olmayışında. Ama gündeme çok oturan eylemler olmasa da yıllardır kesintisiz süren bir takım protestolar var. Adapazarı'nda, Ankara'da bazı platformlar düzenli olarak gösterilerine devam ediyorlar.

Kamusal alana ait dini talepleri tartışmaya ihtiyacımız var "Sınırsız dünyanın yeni sınırı Başörtüsü"adlı kitabında, Fransa'dan örnek alınarak uygulanan katı laiklik anlayışının Türkiye toplumuna uygun olmadığını söyleyen, yeni düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiğini şöyle anlatıyor: "Türkiye'deki çatışmacı dil nedeniyle laikliğin bitmiş bir proje, olduğu gibi uygulanması gereken bir ideal yapı olduğu kanaati hakim. Halbuki laiklik neydi? Batı Avrupa'da din savaşlarını ortadan kaldırmak üzere 17. yüzyılda ortaya çıkmış bir çözüm önerisiydi. Bu öneri Hıristiyan mezheplerin çatışan doktrinleri arasında asgari bir müşterek bulmaya ve devletin farklı dini inanışlara tarafsız davranacağı bir düzenleme getirmeye çalışıyordu. Avrupa'nın farklı ülkelerinde farklı tecrübe edildi bu süreç. Ama ortak nokta buydu: Kamusal alan bütün dini inançlardan arındırılmalıydı. Fakat bugün bu uygulama, kimliklerin vurgulandığı çok kültürlülüğün tartışıldığı satıhta yeniden ele alınmayı gerektiriyor. Adına laiklik der miyiz, demez miyiz ayrı bir mesele. Ama günümüzde insanların kamusal alanda dini kimliklerini görünür kılma konusunda bir talepleri var. Ve bu talebin dikkate alınacağı bir düzenleme yapılmalı. Tabii ki bu kolay bir süreç değil. Kamusal alanda dinin izharını, görünürlüğünü, vatandaşın dini uygulama taleplerini dikkate alan yeni düzenlemelerin nasıl yapılacağını hem teorik düzeyde hem de pratik düzeyde tartışmaya ihtiyacımız var."
 
Üst