Başörtüsü nedeniyle Yurtdışında okuyan bir bacımız, okuduğu ülkede başörtüsü yasaklanmaya yüz tutunca başötürüsünün islamdaki yerini sordu. Bende aşağıdaki yazıyı yazdım cevaben. Gözden geçirip yanlış veya eksik varsa dile getirir misiniz?(siyah vurgular bana ait)
"Cemiyetin yarısını yaklaşık olarak kadınlar teşkil ediyor. Bunlar da önce bebek ve çocuk, sonra genç kız ve kadın oluyorlar. İslam zinayı haram kıldığı ve cinsel hayata yalnızca evlilik birliği içinde izin verdiği için, insanları tahrik eden, zinaya yönlendiren veya zorlayan nesne, davranış, ilişki ve durumların zorunlu olmayanlarını yasaklıyor. Karşı cinsten iki insanı her konuda serbest bırakıp da yalnızca zina yapmalarını yasaklamak onlara eziyet ve işkence olurdu; ya zinayı da serbest bırakıp diğer ilişkilere izin vermek veya daha baştan yolları, kapıları kapamak gerekiyordu. İslam aile hayatını zorunlu gördüğü ve zina serbestliği ile aile hayatının da bir arada olamayacağını göz önüne aldığı için ikinci yolu seçti, hem zinayı, hem de zinaya götüren yolları (ilişkileri, davranışları, durumları) yasakladı. Bu madalyonun bir yüzü.
Öteki yüzü ise zorunlu olan işler, durumlar, ilişkiler ve davranışlardır. Bu "zorunlu -eski deyişle zaruri- olma" durumu da oldukça değişkendir; devirlere, insanların içinde yaşadıkları şartlara göre değişiklik gösterir. Biz sür'atle günümüze gelelim.
Günümüzde: 1. Kızlar okumalı mı?, 2. Kızlar ve kadınlar çalışmalı mı?, 3. Bu iki soruya "Evet" cevabı verilecek olursa okuyan ve çalışan kızlar ve kadınların "örtünme, ibadet, halvet (namahrem ile yalnız kalmak), ihtilat (kadın erkek karma olarak bir yerde bulunmak, içli dışlı olmak), kocanın veya velînin izni, mahremsiz seyahat" şeklinde sıralamak mümkün olan problemleri nasıl çözülecek?
Başörtüsü ile ilgili önceki yazılarımda "başörtüsünün bir dinî ödev olduğunu, çalışan ve okuyanlar için başörtüsünü yasaklamanın din özgürlüğüne (insan haklarına) aykırı bulunduğunu, bu haksızlığın ortadan kalkması için herkesin bir şeyler yapması gerektiğini ifade ettim. Bu arada şöyle bir soruya da cevap aradım: Bu yasak ve problem otuz yılı aşkın bir süredir devam ediyor, makul ve meşru çare bulununcaya kadar -mücadeleye kesintisiz devam etmekle beraber- bir ara formül bulmak gerekmiyor mu? Bir nesil gelip geçiyor, bunların durumu ne olacak, çözümü nasıl bekleyecekler, geçen fırsatlar nasıl telafi edilecek?
Bu sorulara da cevap teşkil eden bir yazımda şöyle demiştim:
"Başörtüsü yasağına karşı direnen ve bu direnme sebebiyle zarar gören, görevden atılan veya atılma durumunda olan, öğrenim hakkını kaybeden veya kaybetme durumunda olan kimselerin önünde iki seçenek vardır: Azimet ve ruhsat.
a) Azimet zor, fakat sevaplı, onurlu, normalde olması gereken yolu tutmak, şahsî zararı, genel menfaat için (din özgürlüğünü korumak, hakkı almak için) göğüslemek, gerekirse ve imkânlar müsait ise diplomadan vazgeçmek, başka yollardan bilgi ve eğitim eksiğini gidermek, olabiliyorsa yurtdışında okumak, resmî değil ise sivil kesimde iş bulmak, hayatını meşrû şekilde yaşamak ve değerlendirmek.
b) Ruhsat ise zarûret sebebiyle geçici ve sınırlı olarak yasağın kalkması hükmünden yararlanmaktır. Kadın vücûdunu normal hâllerde yabancıya (namahreme) göstermez, ama hasta olursa muayene ve tedâvi için doktora gösterir, hattâ dokundurur. Hakkı olan bir şeyi başka türlü alamayan, haksızlıktan başka şekilde kurtulamayan bir mümin rüşvet verebilir (böyle bir durumda rüşvetin alana haram, verene câiz olduğu asırlarca önce söylenmiştir). İşte bunlar, zarûrete dayalı ruhsatlardır. Okumadığı veya çalışmadığı takdirde güç durumda kalacağını veya kalınacağını bilen kızlar ve kadınlar da geçici olarak ve yalnızca yasak bölgede olmak şartıyla(okulda ve iş yerinde) başlarını açarlarsa ruhsat hükmünden yararlanmış olurlar.
Ruhsattan yararlananlar, azimet yolunu seçenler ve kendileri yasak kapsamına girmeseler de girenlerin dertlerini ve meselelerini paylaşmak durumunda olanlar (yani Müslümanlar ve kendileri inanmasalar, inandıkları hâlde pratikte kusurları olsa bile insan hak ve özgürlükleri için mücadele etmeyi insanlık ödevi bilenler), evet bu üç gurup, başörtüsü yasağının kalkması, haksız ve hukuksuz uygulamaların son bulması, din özgürlüğünün tanınması ve gereğinin yerine getirilmesi için -hukuk ve meşrûiyet içinde kalarak- olanca güçleriyle
mücadele edeceklerdir.
Başörtüsü yasağı kendi aile fertlerini ilgilendirmese bile "bütün müminler kardeştir ve birbirinin velisidir" ilkesi gereğince başörtüsü mağdurlarının yanında yer almayan, yasağın kalkması için elinden gelen gayreti sarfetmeyen müminler sorumludurlar, günah işlemektedirler, zarûret sebebiyle inançlarının gereğini yerine getiremeyenlerin de veballerini yüklenmektedirler."
"Okumadığı veya çalışmadığı takdirde güç durumda kalacağını veya kalınacağını bilen kızlar ve kadınlara bir iki örnek vereyim: Kendinin veya bakmaya mecbur olduğu kimselerin geçimini sağlamak için çalışan bir kadın, başörtüsü yüzünden işini bırakınca işsiz ve ihtiyaç içinde kalırsa durumu zarurete girer.
Başörtüsünü açmamak için okulunu bırakmak durumunda kalan bir kız yeni durumuna intibak edemez, ruhsal bunalıma düşerse veya imanı, ahlâkı tehlikeye girerse durumu zarûrete girer. (Okumak ve iş görmek için alternatifler bulan, zulme karşı direndikçe şuuru ve imanı derinleşip güçlenen kızlarımızın durumu elbette bu çerçevedeki zarûrete girmez).
Bir dindar öğretmen(veya kamu 'da görev alacak biri) vazifeyi bıraktığında onun yerini, dine ve manevî değerlere karşı olan bir öğretmen alacaksa ve çocukların kafalarını, kalplerini zehirleyecekse o öğretmenin vazifeyi bırakmaması gerekir.Örneklerden de anlaşılmış olmalıdır ki,zarûret hükmü genel değildir, kural bellidir, uygulama fertlerin özel şart ve durumlarına bağlıdır."
Son örnek ferdî değil, ictimâî (topluma ait) zarurete örnektir. Müslüman camianın geleceği, ülkede etkili olarak varoluşu, dinin yoksul ve
köylülere değil, bütün tabakalara ait olarak hayatımızda devamı...kızlarımızın okumalarını ve kadınlarımızın çalışmalarını gerektiriyorsa yine
ictimâî zaruret bahis mevzûudur (vardır)."
Ben de içtimai zaruretin olduğunu düşünüyorum. Neden Müslüman kadın aydınlar toplumda çok az, dil bilen, sanatla ilgilenen kadınlar Müslüman toplumların kalkınması ve yeni nesillerin gerektiği gibi yetiştirilmesi açısından zaruret değil midir. Örnek olacak kadınlar niçin eğitimle ön plana çıkıp, ardından gelenlere öncülük etmiyor. Müslüman kadıların makus kaderi, arka planda kalan eğitimsiz, dini ve dünyayı imar edecek kişilik taşımaktan aciz bağımlı, edilgen kişi olmamalıdır bana göre. Bunun önüne geçmek için ve örnek Müslüman kadınların yetişmesi için sizin gibi maddi imkanı olan kadınların okuması ilmiyle, salihalığıyla, edebiyle, takvasıyla örnek olması bana göre zaruridir. Düşüncem bu yöndedir fikrimi soruyorsan şayet.
"Cemiyetin yarısını yaklaşık olarak kadınlar teşkil ediyor. Bunlar da önce bebek ve çocuk, sonra genç kız ve kadın oluyorlar. İslam zinayı haram kıldığı ve cinsel hayata yalnızca evlilik birliği içinde izin verdiği için, insanları tahrik eden, zinaya yönlendiren veya zorlayan nesne, davranış, ilişki ve durumların zorunlu olmayanlarını yasaklıyor. Karşı cinsten iki insanı her konuda serbest bırakıp da yalnızca zina yapmalarını yasaklamak onlara eziyet ve işkence olurdu; ya zinayı da serbest bırakıp diğer ilişkilere izin vermek veya daha baştan yolları, kapıları kapamak gerekiyordu. İslam aile hayatını zorunlu gördüğü ve zina serbestliği ile aile hayatının da bir arada olamayacağını göz önüne aldığı için ikinci yolu seçti, hem zinayı, hem de zinaya götüren yolları (ilişkileri, davranışları, durumları) yasakladı. Bu madalyonun bir yüzü.
Öteki yüzü ise zorunlu olan işler, durumlar, ilişkiler ve davranışlardır. Bu "zorunlu -eski deyişle zaruri- olma" durumu da oldukça değişkendir; devirlere, insanların içinde yaşadıkları şartlara göre değişiklik gösterir. Biz sür'atle günümüze gelelim.
Günümüzde: 1. Kızlar okumalı mı?, 2. Kızlar ve kadınlar çalışmalı mı?, 3. Bu iki soruya "Evet" cevabı verilecek olursa okuyan ve çalışan kızlar ve kadınların "örtünme, ibadet, halvet (namahrem ile yalnız kalmak), ihtilat (kadın erkek karma olarak bir yerde bulunmak, içli dışlı olmak), kocanın veya velînin izni, mahremsiz seyahat" şeklinde sıralamak mümkün olan problemleri nasıl çözülecek?
Başörtüsü ile ilgili önceki yazılarımda "başörtüsünün bir dinî ödev olduğunu, çalışan ve okuyanlar için başörtüsünü yasaklamanın din özgürlüğüne (insan haklarına) aykırı bulunduğunu, bu haksızlığın ortadan kalkması için herkesin bir şeyler yapması gerektiğini ifade ettim. Bu arada şöyle bir soruya da cevap aradım: Bu yasak ve problem otuz yılı aşkın bir süredir devam ediyor, makul ve meşru çare bulununcaya kadar -mücadeleye kesintisiz devam etmekle beraber- bir ara formül bulmak gerekmiyor mu? Bir nesil gelip geçiyor, bunların durumu ne olacak, çözümü nasıl bekleyecekler, geçen fırsatlar nasıl telafi edilecek?
Bu sorulara da cevap teşkil eden bir yazımda şöyle demiştim:
"Başörtüsü yasağına karşı direnen ve bu direnme sebebiyle zarar gören, görevden atılan veya atılma durumunda olan, öğrenim hakkını kaybeden veya kaybetme durumunda olan kimselerin önünde iki seçenek vardır: Azimet ve ruhsat.
a) Azimet zor, fakat sevaplı, onurlu, normalde olması gereken yolu tutmak, şahsî zararı, genel menfaat için (din özgürlüğünü korumak, hakkı almak için) göğüslemek, gerekirse ve imkânlar müsait ise diplomadan vazgeçmek, başka yollardan bilgi ve eğitim eksiğini gidermek, olabiliyorsa yurtdışında okumak, resmî değil ise sivil kesimde iş bulmak, hayatını meşrû şekilde yaşamak ve değerlendirmek.
b) Ruhsat ise zarûret sebebiyle geçici ve sınırlı olarak yasağın kalkması hükmünden yararlanmaktır. Kadın vücûdunu normal hâllerde yabancıya (namahreme) göstermez, ama hasta olursa muayene ve tedâvi için doktora gösterir, hattâ dokundurur. Hakkı olan bir şeyi başka türlü alamayan, haksızlıktan başka şekilde kurtulamayan bir mümin rüşvet verebilir (böyle bir durumda rüşvetin alana haram, verene câiz olduğu asırlarca önce söylenmiştir). İşte bunlar, zarûrete dayalı ruhsatlardır. Okumadığı veya çalışmadığı takdirde güç durumda kalacağını veya kalınacağını bilen kızlar ve kadınlar da geçici olarak ve yalnızca yasak bölgede olmak şartıyla(okulda ve iş yerinde) başlarını açarlarsa ruhsat hükmünden yararlanmış olurlar.
Ruhsattan yararlananlar, azimet yolunu seçenler ve kendileri yasak kapsamına girmeseler de girenlerin dertlerini ve meselelerini paylaşmak durumunda olanlar (yani Müslümanlar ve kendileri inanmasalar, inandıkları hâlde pratikte kusurları olsa bile insan hak ve özgürlükleri için mücadele etmeyi insanlık ödevi bilenler), evet bu üç gurup, başörtüsü yasağının kalkması, haksız ve hukuksuz uygulamaların son bulması, din özgürlüğünün tanınması ve gereğinin yerine getirilmesi için -hukuk ve meşrûiyet içinde kalarak- olanca güçleriyle
mücadele edeceklerdir.
Başörtüsü yasağı kendi aile fertlerini ilgilendirmese bile "bütün müminler kardeştir ve birbirinin velisidir" ilkesi gereğince başörtüsü mağdurlarının yanında yer almayan, yasağın kalkması için elinden gelen gayreti sarfetmeyen müminler sorumludurlar, günah işlemektedirler, zarûret sebebiyle inançlarının gereğini yerine getiremeyenlerin de veballerini yüklenmektedirler."
"Okumadığı veya çalışmadığı takdirde güç durumda kalacağını veya kalınacağını bilen kızlar ve kadınlara bir iki örnek vereyim: Kendinin veya bakmaya mecbur olduğu kimselerin geçimini sağlamak için çalışan bir kadın, başörtüsü yüzünden işini bırakınca işsiz ve ihtiyaç içinde kalırsa durumu zarurete girer.
Başörtüsünü açmamak için okulunu bırakmak durumunda kalan bir kız yeni durumuna intibak edemez, ruhsal bunalıma düşerse veya imanı, ahlâkı tehlikeye girerse durumu zarûrete girer. (Okumak ve iş görmek için alternatifler bulan, zulme karşı direndikçe şuuru ve imanı derinleşip güçlenen kızlarımızın durumu elbette bu çerçevedeki zarûrete girmez).
Bir dindar öğretmen(veya kamu 'da görev alacak biri) vazifeyi bıraktığında onun yerini, dine ve manevî değerlere karşı olan bir öğretmen alacaksa ve çocukların kafalarını, kalplerini zehirleyecekse o öğretmenin vazifeyi bırakmaması gerekir.Örneklerden de anlaşılmış olmalıdır ki,zarûret hükmü genel değildir, kural bellidir, uygulama fertlerin özel şart ve durumlarına bağlıdır."
Son örnek ferdî değil, ictimâî (topluma ait) zarurete örnektir. Müslüman camianın geleceği, ülkede etkili olarak varoluşu, dinin yoksul ve
köylülere değil, bütün tabakalara ait olarak hayatımızda devamı...kızlarımızın okumalarını ve kadınlarımızın çalışmalarını gerektiriyorsa yine
ictimâî zaruret bahis mevzûudur (vardır)."
Ben de içtimai zaruretin olduğunu düşünüyorum. Neden Müslüman kadın aydınlar toplumda çok az, dil bilen, sanatla ilgilenen kadınlar Müslüman toplumların kalkınması ve yeni nesillerin gerektiği gibi yetiştirilmesi açısından zaruret değil midir. Örnek olacak kadınlar niçin eğitimle ön plana çıkıp, ardından gelenlere öncülük etmiyor. Müslüman kadıların makus kaderi, arka planda kalan eğitimsiz, dini ve dünyayı imar edecek kişilik taşımaktan aciz bağımlı, edilgen kişi olmamalıdır bana göre. Bunun önüne geçmek için ve örnek Müslüman kadınların yetişmesi için sizin gibi maddi imkanı olan kadınların okuması ilmiyle, salihalığıyla, edebiyle, takvasıyla örnek olması bana göre zaruridir. Düşüncem bu yöndedir fikrimi soruyorsan şayet.