Baştan Sona SİYER-İ NEBİ....

DAVAMÞEHADET

Well-known member
DEĞERLİ KARDEŞLERİM yeni bir konu ile daha sizlere ve kendime faydalı olmak istiyorum...kutlu doğum sebebiyle bugünlerde başlatıp ,ne zamana kadar biterse devam etmeye çalışacağım inş..
kaynak:ömer nasuhi bilmen (BU KONUMLA BİRLİKTE TAKİP EDEN kardeşlerim ömer nasuhi bilmnin büyük islam ilmihali adlı kitabını da kısmen bitirmiş olacaklardır)
 

DAVAMÞEHADET

Well-known member
PEYGAMBERİMİZİN MÜBAREK NESEBLERİ
78- Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Kureyş kabilesindendir. Haşim ailesinden gelmiştir. Muhterem babasının adı Abdullah, dedesinin adı Abdülmutalib ve annesinin adı "Amine"dir.
Peygamber Efendimizin baba tarafından mübarek nesebleri şöyledir:
Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) İbni Abdullah, İbni Abdülmuttalib, Haşim, Abdi Menaf, Kusey, Hakim, Mürre, Kâ'b, Lüey, Galib, Fihr, Malik, Nadir, Kinane, Hüzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Mead, Adnan. Adnan da İsmail aleyhisselâm'ın oğlu "Kıyzar"ın neslindendir. Adlarını yazdığımız bu zatlardan her birinin evlâdı birçok kabilelere ayrılmıştır. Malik'in oğlu Fihr'in evlâdından da Kureyş kabilesi meydana gelmiştir.


79- Peygamber Efendimizin anne tarafından yüksek nesebleri de şöyledir:
Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) İbni Amine, binti Vehb, İbni Abdi Menaf, İbni Zühre, İbni Hakim.
Buna göre, Peygamber Efendimizin babası tarafından mübarek nesebleriyle ana tarafından nesebleri Mürre oğlu Hakim'de birleşiyor.


80- Kureyş kabilesinin Reisi bulunan Abdülmuttalib, Peygamber Efendimizin hem dedesi, hem de Kabe'nin Mütevellisi idi (Kabe'nin idare ve ihtiyaçlarını görüyordu). Bunun, Ebû Talib, Ebû Leheb, Haris, Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah ve diğerleri olmak üzere on üç oğlu vardı. Fakat bunlardan en ziyade Abdullah'ı severdi. Çünkü onda başka bir güzellik, başka bir nüraniyet vardı. Abdulmuttalib bu sevgili oğluna Beni Zühre Reisi Vehb'in kızı olan ve Kureyş kızları içinde her yönden seçkin bulunan Hazret-i Amine'yi nikahladı. İşte bu iki kutsal varlıktan Peygamber Efendimiz dünyaya şeref vermiştir.
Abdullah Hazretleri, Peygamber Efendimizin doğuşundan iki ay önce bir ticaret kafilesi ile Medine-i Münevvere'ye gidip orada vefat etti. O zaman yirmi beş yaşındaydı. Böylece Peygamber Efendimiz yetim kalmıştı.
 

DAVAMÞEHADET

Well-known member
Hz. MUHAMMED (s.a.s) DOGUMU, ÇOCUKLUGU VE GENÇLIGI

Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak üzere ALLAH Teâlâ tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildigine göre 2I Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de dogdu. Islâm tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber'in nesebi ta Hz. Adem'e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atasi olan Adnan'a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir. Ama O'nun Hz. Ibrahim'in oglu Hz. Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'in seceresi söylece siralanir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâsim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan.

Hz. Peygamber'in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)'de vefat etmisti. Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benû Zühre'nin reisi Vehb b. Abdümenaf'in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip olduklari için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmisti. Daha sonra Mekke'ye komsu çöllerde yasayan Hevâzin kabilesinin kollarindan Benû Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber'e süt emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke'nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor; ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke'de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve belâgata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve belâgatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapçalari ile ün yapmis Benû Sa'd kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz. Peygamber, ileride üstlenecegi ilâhî risâlet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber'in kirk yasindan itibâren yürüttügü Islâm'a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir. Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi lâyikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke'nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkânini bulmus oluyordu. Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocuklugundan itibâren davet faâliyeti için hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadigindan, bu hazirlanma O'nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenâb-i Hakk'in yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime'nin yaninda iken vukû bulan "Gögsünün yarilmasi" (Serhu's-Sadr veya Sakku's-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem'le yikanarak tekrar yerine konulmustur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazirlanmis oluyordu.

Serhu's-sadr olayindan sonra süt anne halime tarafindan Mekke'ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen Hz. Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine'nin yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanina alarak Medine'deki akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine'de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti. Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadi Ümmü Eymen Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti. Abdülmuttalib'in temsil ettigi Hâsimogullarinin Mekke'deki itibâri ile Abdülmuttalib'in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke'de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibâr ve itâat edilen bir reis hâline gelmesini saglamisti. Abdülmuttalib, Kâbe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi. Dedesi Abdülmuttalib'in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hâkim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan problemleri, insanlarin dinî, idârî, iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan görüp idrâk ediyordu.

Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye, ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi. Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda, Hz. Muhammed'in babasi Abdullah'la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib'e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan yirmibes yasina kadar amcasi Ebu Talib'in yaninda kalmistir.

Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tâbiîdir ki Hz. Peygamber'in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber'i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz. Peygamber'in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan birisi, Hz. Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karsilasmasi meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Tâlib ile birlikte Sam'a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi zaman buradaki manastirda bulunan Bahirâ adli râhib, Islâm kaynaklarina göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanâatine varmisti. Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile ele alarak Islâm'in dogusunda Hristiyan rûhiyâtinin etkileri oldugunu, Râhib Bahîrâ'nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islâm'i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islâmiyet'in temelini olusturan tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis * inancinin aslâ bagdasamaz bir karakterde olusu, Islâm'in Hristiyanlik'da mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddiânin ne derece asilsiz ve gülünç oldugunun en açik delillerindendir (genis bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi).

Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke. disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari Islâm'i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O'nun peygamberlige ilmen hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir.

Cenâb-i Hakk'in kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen de davete hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlâksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir âyini ve bayrami olan Büvâne'ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz. Muhammed, âdet üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak içiri siraya girdiginde, henüz kendisine sira gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz. Peygamber kisa bir bayginlik geçirmisti. Bu olaydan sonra artik akrabalari O'na putlara tapmak için her hangi bir israrda bulunmadilar. Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yillarindan itibâren hayati boyunca aslâ hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini belirtmisti.

Geçim sikintisi çeken amcasi Ebû Tâlib'e yardimci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik yapan Hz. Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke'nin dagdagali, debdebeli, sirkin hâkim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrâk gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i ALLAH'in varligi ve birligini, O'na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O'nu rûhen olgunlastirmisti. Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke'de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek için kirdan sehire inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-i Hakk'in kendisine verdigi bir uyku ile, içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlâksizliklarin yapildigi bu isret âlemini seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz. Peygamber böyle bir seye tesebbüs etmemis, istek de duymamisti.

Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi arasinda Ficâr Harbi vukû buldu. Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin O'nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir. Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü'l-Fudûl ise hemen bu savastan sonra gerçeklesmisti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, câhiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zâlimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü.

Yirmibes yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz. Muhammed'i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen evlilik, Hz. Muhammed'in amcasi Ebû Tâlib'in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber'in bu evlilik dolayisiyla Hz. Hatice'den alti çocugu olmustu. Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtima adlarini almislardi. Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O'na iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini tasiyordu. Hz. Peygamber'in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebû'l-Kâsim künyesi verilmisti. Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'in lâkabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli câriye Mâriye'dendir. Hz. Peygamber'in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi.

Hz. Hatice ile evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, âdil ve âlicenâb davranislari, herkes hakkinda iyimser davranip elinden gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinden tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina karsi gösterdigi ilgi, ahlâkî olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi hâline gelmisti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lâkabini vermislerdi.

Hz. Peygamber'in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kâbe tâmiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru'l-Esved'in* yerine konmasi meselesinde Mekke sülâleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temâyülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek bir tarzda ve âdil bir sekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da artirmisti.

ALLAH'in mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir. Bu sebeple O'nda bu yillardan itibâren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlâksizliklar, din adina icrâ edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke'den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenâb-i Hakk'in varligini, birligini, kudret ve azametini, O'nun gücü karsisinda mahlûkatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teâlâ'nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, ictimâi, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu. Iste bu uzlet,günleri Hz. Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlâl melekelerini gelistirerek aklî ve ilmî bir yücelige de eristirdi.



Kaynak: Islam tarihi
 

DAVAMÞEHADET

Well-known member
HAZRET-İ PEYGAMBERİN ÇOCUKLUĞU VE İLK EVLENMELERİ

81- Peygamber Efendimizin çocukluk çağı, pek kutsal bir halde geçti. Daha doğar doğmaz birtakım mucizeler belirmiş, kavim ve kabilesi arasında bir bolluk ve bereket meydana gelmişti. Kâbe-i Muazzama içinde bulunan müşriklere ait putlar, yüzleri üzere yere düşmüş, ateşe tapanların ateşleri sönmüş, acaib rüyalar görülmüştü.
Peygamber Efendimizin dedeleri arasında evlâddan evlâda geçen bir nur vardı. Bu nur sonunda Peygamber Efendimize geçti ve onun mübarek yüzünde parlamaya başladı.


82- Mekke-i Mükerreme halkı, yeni doğan çocukları, havası hoş olan yerlerde yaşayan ve dilleri pek açık olan aşiretlerden birer süt anneye verirlerdi. Hazret-i Muhammed'i de, Beni Sa'd kabilesinden Haris adındaki adamın karısı Halime'ye verdiler. Halime, bu meleklerden daha güzel ve daha pak olan çocuğu bağrına bastı, yurduna alıp götürdü. Onu dört yıl besledi. Bu süre içinde Hazret-i Muhammed'de gördüğü üstün hallere ve yurdunda beliren berekete nihayet yoktu. Artık onu getirip annesi Amine'ye teslim etti. Hazret-i Amine de bu masum yavrusunu alıp dayı çocukları bulunan Neccar oğullarını ziyaret için Medine-i Münevvere'ye götürdü. Bir süre orada kaldılar. Sonra Mekke'ye dönerken, Hazret-i Amine Ebva denilen yerde daha yirmi yaşında iken vefat etti. Peygamber Efendimiz henüz altı yaşında iken annesini de kaybederek öksüz kalmış oldu. Ümmü Eymen adındaki dadısı, kendisini alıp Mekke'ye getirdi ve dedesi Abdulmuttalib'e teslim etti. İki yıl sonra da Abdulmuttalib vefat etti. Ondan sonra Peygamber Efendimiz, amcası Ebû Talib'in yanında kaldı.


83- Ebû Talib, kardeşinin oğlu Hazret-i Muhammed'i pek çok sever, pek ziyade korurdu. Ebû Talib bazen ticaret için kafile ile Şam tarafına gidiyordu. Henüz on iki yaşında bulunan Hazret-i Muhammed'i de beraber götürdü. Busra denilen yere kadar gittiler. Alış-verişi bitirip birkaç gün sonra geri döndüler.
Peygamber Efendimiz on yedi yaşında iken de, diğer amcası Zübeyr ile Yemen'e gidip az sonra dönmüşlerdi.


84- Hazret-i Peygamber Efendimiz artık Kureyş arasında büyük bir şeref ve şan sahibi olmuştu. Kendisine Muhamme-dü'l-Emîn deniliyordu. Kureyş kabilesinin pek şerefli ailesinden Huveylid kızı Hadice adında çok muhterem ve zengin bir hanım vardı. Daha genç iken dul kalmıştı. Bazı adamlara sermaye vererek ticaret yaptırıyordu.


Peygamber Efendimize de sermaye verdi. Kölesi Meysere'yi de beraberine verip Şam tarafına gitmelerini istedi. Peygamber Efendimiz bu teklifi kabul ederek Busra'ya kadar gitti. Orada işlerini görüp birkaç gün içinde geri döndüler.
İşte Peygamber Efendimizin gençliğindeki seyahetleri bundan ibarettir. Bu seyahatler süresince kendisinden bazı mucizeler çıkmış, kendisinin büyüklüğünü bazı kimseler görüp anlamışlardı. Fakat yazdığımız gibi, bu yolculuklar uzun bir zaman devam etmediği için, Peygamber Efendimiz birtakım şahıslarla görüşme imkânını bulamamıştı.


85- Peygamber Efendimiz henüz yirmi beş yaşında idi. Hazret-i Hadice de, kırk yaşını geçmişti. Pek yüksek bir ruha sahib olan ve çok şerefli bir aileye mensub bulunan Hazret-i Hadice, Peygamber Efendimizin muhterem zevcesi olmak şerefine her yönden lâyıktı. Onun için Peygamber Efendimiz Hazret-i Hadice ile evlenmiş, o mübarek annemiz de ilk zevcesi olmak şerefine kavuşmuştur.


86- Peygamber Efendimizin, cariyesi Mariye'den doğan İbrahim adındaki oğlundan başka, bütün erkek ve kız evlâdı Haticetü'l-Kübra validemizden dünyaya gelmiştir. Önce Kasım adındaki oğlu doğmuş, bunun üzerine Hazret-i Peygambere künye olarak Ebû'l-Kasım (Kasım'ın Babası) denilmiştir. Sonra oğlu Abdullah ile Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fatımetü'z-Zehra adındaki kızları dünyaya gelmiştir. Kasım, İbrahim ve Abdullah Hazretleri daha çocuk iken vefat etmişlerdir. Peygamber Efendimizden sonra yalnız Fatma kaldı. O da altı ay geçmeden Peygamber Efendimizden sonra vefat etmiştir. Böylece iki oğlu Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin'i öksüz bırakmıştır. Yüce ALLAH hepsinden razı olsun.
 
Üst