Konuya cevap cer

Her 19 Mayıs’ta, özellikle resmî kanallarında bir dizi “nutuk” çekilir; Anadolu’daki Kuva-i Milliye için övgüler dizilir. Bir şeyhülislâmın “Anadolu hareketi”ne karşı oluşu binbir iftira ve tezviratla İslâmın ve Müslümanların aleyhine istimal edilir.      

Ne var ki her defasında cihâdın, İslâmın istiklâl ve haysiyeti, ülkenin  şeref ve izzeti ve hükümranlık hakkı için Müslümanlara farz kılındığını  ilân eden, İstanbul’un ve Anadolu’nun işgaline kaşı çıkıp Kuva-yı  Milliyeye fedakârâne destek veren âlimler ve mücâhidler “unutulur”!


Oysa başta Bediüzzaman Said Nursî olmak üzere, o günkü Osmanlı âlimleri,  “cihad fetvası” ve “beyannâmesi” neşretmekle kalmaz; Hilâfet adına  cihâdın şartlarını ve ilânını belirlemekle yükümlü devrin Diyanet  Dairesi olan Meşihât-ı İslâmiye’de Anadolu ve bütün Osmanlı ülkesinde  nasıl tesirli hale gelebileceği yolunda fikirler geliştirirler.  Anadolu’daki İstiklâl mücadelesinin bütün İslâm dünyasına iletilmesi ve  dünya Müslümanlarının desteğinin alınması üzerinde çalışmalar yaparlar. 


Dolayısıyla Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle ortaya koyduğu Kuva-yı  Milliye desteği, başta Meclis zabıtları olmak üzere bir çok devlet  belgesinde tevsik edilmiştir. Bediüzzaman’ın Kuva-yı Milliye hareketine  desteğini yok saymak, dahası “aksini” iddia bühtanında bulunmak, olsa  olsa “önyargı”nın ötesinde menhus maksatlar hesâbına sinsî bir  saptırmadır… 


“HİDEMÂT-I BERGÜZÎDE-İ VATANPERVERÂNESİ”  


Bediüzzaman, Birinci Dünya Savaşının başlaması üzerine talebeleriyle  “Doğu Milis Teşkilâtı”nı kurar. Van-Bitlis cephesinde Gönüllü Alay  Kumandanı olarak talebeleriyle birlikte Ermeni komitacılara karşı  savaşır. 


Esâret dönüşü Harbiye Nâzırı Enver Paşa’nın kendisini Nezârete dâvet  edip takdir ettiği, Pasinler’de Harp Cephesinde te’lif ettiği İşârât’ül  İ’câz tefsirini bastırmayı teklif edip kağıdını aldığı Bediüzzaman’a,  hem de vatana ve istiklâliyete dair hizmetlerini inkâra varan isnadı  yapmaya yeltenenler, belli ki sırf bir karalama kampanyasının maşası  olmaktalar… 


Peki bunlar, Şeyh’ül İslâm Musa Kâzım Efendi’nin Bediüzzaman’a “mahreç”  pâyesi verilmesi için hazırlayıp Padişah’a sunduğu tezkerede,“Bitlis’te  Ruslarla vukua gelen muharebata (savaşa) iştirak edip esir düşmüş;  aşairin (aşiretlerin) harbe sevki hususundaki mesâi-i hâmiyetmendânesine  (hâmiyetlicesine mesâisine) ve müşâhid olan hidemât-ı bergüzide-i  vatanpervânesine (seçkin vatanperverâne hizmetine) binaen bir rütbe-i  ilmiye ile taltifi (ödüllendirilmesi), Harbiye Nezâret-i Celîlesinden  (Millî Savunma Bakanlığı - Genel Kumraly Başkanlığı’ndan) iş’ar olunmuş  (bildirilmiş) ve âhiren (daha sonra)Dâr’ül Hikmeti’l İslâmiye azâlığına  tayin olunarak tanzim edilen irâde-i seniye layhası leffen (sözle) arz  ve takdim edilmiştir” denilen belgeye ne diyecekler? 


Padişah’ın, Bediüzzaman’a Osmanlının en yüksek pâyesi olan “mahreç  pâyesi” verilmesine dair 18 Zilkade 1336 / 26 Ağustos 1334 tarihli  “Dâr’ül - Hikmeti’l - İslâmiye azâsından Bediüzzaman Said Efendiye  mahreç pâyesi tevcih olunmuştir. Bu irâde-i seniyyenin icrasına Meşihat  memurdur”  diye yazılan “irâde-i seniyye”si, bütün isnadları ıskartaya  çıkaran onlarca “belge”den bir tanesidir. 


Bediüzzaman’ın Kafkas cephesinde Ruslarlara ve Ermenilere karşı Milis  Kumandanı olarak fedakârâne hizmetlerini görmezden gelmek, ardından  Kuva-yı Milliye desteğini ketmedip “Kuvva-yı Milliye karşıtı” göstermek,  gerçekleri göz göre göre tersyüz etmektir. 


BEDİÜZZAMAN MİLLET MECLİSİ’NDE… 


Bütün bu hizmetlerinden dolayıdır ki, zaferden sonra defalarca Ankara’ya  davet edilir. Millet Meclisi’nde milletvekillerinin teklifiyle  kendisine “hoşâmedi” (hoş geldin merâsimi) yapılır; kürsüye gelerek  Anadolu gazilerine ve zafere dua eder. 


İngilizlerin İstanbul’u, diğer ecnebilelerin Anadolu’yu işgâlinin, asıl  milletin mânevî ve ahlâkî hayatına vurduğu darbeye dikkat çeken  Bediüzzaman, “Bana en ziyâde şedid (şiddetli) görünen mânen ahlâkımıza  vurduğu darbedir. Çekirdek halinde olan secâya-yı seciyeyi (kötü ahlâkı)  içimizde inkışâf ettirdi” diyerek İngilizlerin İstanbul’da ve diğer  ecnebilerin Anadolu’da Müslüman gençler ve ahali arasında işgâlle  birlikte içki, kumar gibi ahlâksızlığı yaymalarına yanar. Bozulan  ahlâkın nesilleri mahvedeceği endişesini dile getirir. 


Keza Meclis’te yayınladığı on maddelik beyânnâmede, “Bu inkılâb-ı azimin  temel taşları sağlam gerek” uyarısını yapar. İslâm düşmanlarının asıl  maksadının mukaddesat ve ahlâkı tahrip etmek olduğunu, bunun için en  evvel inancın tahkimine, ahlâkın ihyasına çalışılmasının gereğini  belirtir. Mebusların namazdaki gevşekliklerini ikaz eder. 


Meclis zabıtlarında da açıkça okunan Kuva-yı Milliyeye desteği hakkında  Eskişehir müdafaanâmesinde “evhâmlı bazı iddialara karşı” şu cevabı  verir: 

“...Ankara’ya dostane gittiğimde, Büyük Millet Meclisi’nin sami’in  (dinleyici) locasında görünmemle beraber, İngilizlere karşı Hutuvat ı  Sitte nâmındaki eserimle müdafaatımı takdir ile yâd eden meb’usların  şiddetli alkışlar ile karşılamaları bunların bu yanlış mânâlarını  kökünden keser..,”


Bediüzzaman, Kasım 1918’de İstanbul’a geldiğinde büyük bir ilgiyle  karşılanır. Gazeteler İstanbul’a gelişine birinci sayfada verir. 


Ardından “ordunun kontenjanı”ndan Dâr-ül Hikmeti’l İslâmiye âzâlığına  getirilir. Osmanlı Devleti, ciddî sıkıntılar içinde. 13 Kasım 1918’de  İstanbul’a asker çıkaran İngilizler hızla Başkenti ele geçirir. 


İşgal gücü sâdece İstanbul’u işgâlle kalmaz, istilâcı politikalarını  destekleyecek kamuoyu oluşturmaya çalışır. Bunun üzerine Bediüzzaman,  İngiliz propagandalarına kapılanların etkisini kırmak ve halkı ikaz edip  uyandırmak için “Hutuvat-ı Sitte” (şeytanın altı aldatması) adlı  eserini neşreder.    “Harb-i Umumîde mağlubiyetimizden dolayı fazla müteessir olduğunuzu  görüyoruz” diyenlere, “Ben kendi elemlerime tahammül ettim.  Fakat,  ehl-i İslâmın eleminden gelen teellümât (elemler) beni ezdi…” diye cevap  verir. İşgâlci İngiliz kuvvetlerine karşı “Lânetli şeytandan Allah’a  sığınırım” (Bakara Sûresi, 168, 208) ve “şeytanın peşine düşüp  gitmeyiniz” (En’am, Sûresi, 142) âyetlerini zikrettiği eserin başında  şöyle bir giriş yapar. 


“Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde  şeytanın vekili olan ‘ruh-u gaddar’ fitnekârâne siyasetiyle cihanın her  tarafına kundak sokan el-hannas (şeytan), altı hutuvatiyle  (aldatmasıyla) âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan  cemaatlarındaki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri,  fiilî propaganda ile işlettiriyor, zaif damarları buluyor” diye yazar. 


KUVVA-YI MİLLÎYE’Yİ DESTEKLEYEN MUKABİL FETVASI 


İngilizler bu millî direnç ve direnişi kırmak için kontrol ettikleri  resmî makamları ve resmî hocaları kullanmaya koyulurlar. İngilizlerin  etkisinde kalan bazı çevrelerin de baskısıyla başta dönemin Şeyhülislamı  Dürrizâde Abdullah Efendi olmak üzere Kuva-yı Milliye ve Anadolu’daki  İstiklâl Harbi’nin aleyhinde fetvalar çıkartılar. 


İşte zorla yazdırılan bütün bu fetvalara karşı harekete geçen 76 müftü,  36 ilim adamı ve 11 mebus, fetvalardaki yanlışları ve isnadları tesirsiz  hale getiren mukabil fetvalar neşrettiler. Bediüzzaman da bunların  başında gelir. (Osmanlı Şeyhülislâmları, 260; Sarıklı Mücâhitler, 300;  Risale-i Nur Hakkında İlmî Bir Tahlil, 71) 


Daha sonra Tulûat adlı eserinde yayınlanan “Anadolu aleyhine çıkmış olan  fetvaya ne dersin?” sualine Bediüzzaman, “Fetva-yı mahz (dine ve  Müslümanların maslahatına göre verilmiş bağımsız ve objektif bir fetva)  değil ki itiraz edilmesin” diye cevap verir. 


Sözkonusu Anadolu’daki Kuvvâ-yı Milliye aleyhindeki fetvanın, işgâli  meşrulaştırmak ve Müslümanların direnişini kırmak kasdıyla verildiğini  izâh edip, “Kim nazar etse bizzarure muradı anlar” diyerek fetvanın  maksadını deşifre eder. 


İşgal altındaki bir idâreye bağlı makamın verdiğ fetvanın sağlam  olmadığını ve dinlenilmemesi lazım geldiğini belirtir; mukabil fetvada  bütün açıklığıyla İstanbul ve Anadolu’daki işgalcilere karşı mücadele  edilmesinin bir vecîbe olduğunu açıklar. 


Fetva verilmeden önce Anadolu’nun konuşturulması ve Anadolu harekâtın  aleyhindeki dâvâda işgâlcilerin değil, ülkenin durumuna vakıf  siyasetçilerden ve hiçbir tesir altında kalmayan ulemada müteşekkil bir  heyet tarafından “maslahat-ı İslâmiye” (İslâm’ın menfaati ve geleceği)  noktasında muhakeme edildikten sonra ancak fetvanın verilebileceğini  kaydeder. Cihadın aleyhindeki “fetva”yı reddeder. 


“Düşman istilâsına karşı harekete geçenler asî değillerdir, fetva geri  alınmalıdır” diye açıkça mukabele eden Bediüzzaman, işgâlcilere arka  çıkan fetvaları şöyle değerlendirir: 

“Zaten şimdi bazı hakaikda (hakikatlerde) bir inkılâb var. Ezdat  (zıtlar) isimlerini değiştirip, mübadele etmişler. Zulme adâlet, cihada  bağy (isyan), esârete hürriyet nâmı veriliyor.” (Tulûat, 81)


“KUVA-YI MİLLİYE ALEYHTARI FETVALAR MUALLELDİR…” 


Bugün Irak’ta ve Afganistan’da olduğu gibi bazı “yerli” işbirlikçilerin  destek çıkmasıyla o gün İngiliz ve Yunanın yaptıklarına sahip çıkanları  açıkça kınar. Kuva-yı Milliye aleyhtarı fetvaların “muallel (hastalıklı,  eksik, sakat ve kusurlu)” olduğunu ilân ederek şiddetle karşı çıkar. 


“Edirne Camiinde, bir İslâm hocasının lisanıyle, Venizelos gibi şeytan  zâlime dua ettirilmesi”ne, “Merkez-i Hilâfette, Müslümanlar lisanıyle  hizbüşşeytan olan (İngliliz) ve Yunan askererini halâskâr (kurtarıcı),  tathirci (temizleyici, pâklayıcı) ilân” edilip “karşısındaki gürûh-u  mücâhidini (mücâhitler kafilesini) câni, zâlimi” olarak  nitelendirilmesinin garabetine dikkat çeker. (a.g.e.) 


Bu vartanın bir vâlidenin veledini (çocuğunu) kendi eliyle öldürerek ve  müteessir olmayarak parç parça etmesine benzeten Bediüzzaman, “Hiç  mümkünmüdür  ki onda hissiyat-ı âliye (yüksek hisler) ve ahlâk-ı sâmiye  (yüksek ahlâk) intıfa etmesin! (sönmesin!)” diye İngiliz taraftarlığına  dair fetvaları şiddetle takbih eder. 

İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri komutanı General Harrington’ın  emriyle “idam kararı”yla ölü veya diri ele geçirilmek üzere her tarafta  aranan Bediüzzaman, bu eseri, gizli olarak matbaalarda çoğaltarak  İstanbul’un önemli yerlerinde dağıttırır. Böylece İstanbul kamuoyunda  İngiliz aleyhtarlığı uyanıyor ve İngiltere lehindeki propaganda etkisini  kaybeder. 


Kafkas cephesinde avcı hattında talebeleriyle ve fedâileriyle birlikte  savaşan, İstanbul’da canını ortaya koyarak İngiliz işgaline karşı  hayatını ortaya koyarak mücadede eden, “cihâd fetvası”yla Anadolu  hareketi aleyhindeki “fetva”nın dinlenilmeyeceğini ilân eden  Bediüzzaman’ın Kuva-yı Milliyeye aleni ve büyük desteği, öteden beri  başvurulan bütün aksi ve bayat iddiaları bir kalemde silen bir  gerçektir… 


Her 19 Mayıs’ta bu gerçeklerin hatırlanması gerekir… 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst