Konuya cevap cer

Bediüzzaman’ın Gayesi


Bu içtimâî tespitleri yapan Bediüzzaman’ın bütün eserlerinde işlediği esas mevzu ‘iman’ olmakla beraber, bunu izleyen en mühim ikinci mevzu da ‘ittihat’ ve ‘uhuvvet’tir. O; daima, İslâm birliği ve din kardeşliğinin önemi üzerinde ısrarla durmakta ve bunu, Müslümanların Allah’a riyasız bir imanla bağlanmalarının neticesi olarak düşünmektedir. Nitekim, "Sadâ-i Hakikat" adlı yazısında bu hassasiyetini ‘...Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâm’dır’ demek suretiyle dile getirmektedir. 


Yine aynı yazıda "Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise, cehalet, zaruret ve nifakadır" ifadesiyle, birlik ve kardeşliğin ancak sevgiyle oluşabileceğini insaf ehline ilân etmektedir. Çünkü; "iman muhabbeti, İslâm uhuvveti gerektirir." 


Bediüzzaman; İslâm kardeşliği ile unsuriyet ve şahsî menfaatlere dayalı kardeşliği mukayese ederek; birincisinin sâdıkane, hakikî ve bütün ümmet-i İslâmiye’yi kuşatacak kadar geniş, ikincisinin ise, mecazî, gayr-i hakikî ve geçici olduğunu beyan etmektedir. İslâm birliğinin tesis edilebilmesi de; öncelikle İslâm kardeşliğinin bütün yönleriyle tesis edilip pekiştirilmesiyle mümkündür. Bu da tabii ki, dünya hayatının geçici heveslerindeki ortaklığa dayanan bir kardeşlikle değil, dünya ve âhireti kuşatan, ilâhî bir kuvvetten destek alan kardeşlikle gerçekleşir. 


Bu anlayış ışığında; "Bütün mü’minler kardeştir. O hâlde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete erişesiniz" (49, Hucurat:10) âyetini yeniden ve dikkatle düşünmek, bu bir tek âyetin bile, günümüzün geçimsizliklerden, sorumsuz cinayetlere kadar uzanan anarşi problemine geçerli ve sürekli bir çözüm getirdiğini görmek ve göstermek gerekir. İşte Bediüzzaman’ın Risale-i Nur isimli külliyatıyla yaptığı hizmetlerden biri de budur: "Görmek ve göstermek". O’nun; bu asırda Kur’ân’a sarılmanın lüzumundan bahsetmesi, birlik ve kardeşlik hususundaki âyetleri, anlaşılır misallerle izah ederek Müslümanları uyarması onun, bu işin ciddiyetine olan inancını ortaya koyması bakımından yeterli fikir verir sanırım. 


Bakınız Yirmi İkinci Mektup’ta "Bütün mü’minler kardeştir" (49, Hucurat:10) ilâhî fermanını nasıl yorumluyor Said Nursî:


"Bu mebhas ehl-i imanı muhabbete ve uhuvvete dâvet eder" şeklinde başlayan nuranî sözler; "Mü’minler arasında ayrılığa, bölünmeye, kin ve düşmanlığa sebep olan tarafgirlik, inat ve kıskançlığın; insanlığın en yüce mertebesi olan İslâm’da merdut ve zulüm olduğu, (zira) insanın gerek şahsî, gerek içtimâî ve gerekse manevî hayatı bakımından son derece zararlı ve insan hayatını mahveden bir zehir" olduğunu tespitle devam etmektedir. İfadesini aynen verelim:


"Mü’mine adavet zulümdür:


Evvela; ‘hakikat’ nazarında zulümdür. Ey mü’mine kin ve adavet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir evde bulunsan; seninle beraber, dokuz mâsum ile bir cani var; o gemiyi batırmaya ve o evi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ, bir tek mâsum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılamaz. 


Aynen öyle de, sen, bir hâne-i Rabbaniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü’minin vücudunda iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden, ona kin ve adavet bağlamakta o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrâkına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen onun gibi şeni ve gaddar bir zulümdür." 


Allah’a hâlisâne bir şekilde inanan mü’mine düşmanlık etmek sadece hakikatte değil, hikmet nazarında dahi zulümdür. "Zira malumdur ki, adavet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar." 


"Evet, mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla, ıslahına çalışır." "...Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetlendirip ıslahına çalışmak ehl-i sadakatin şe’nidir." Onun içindir ki, Resulullah Efendimiz "mü’minin mü’mine üç günden fazla dargın durup konuşmaması"na müsaade etmemiştir. 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst