Eserlerindeki Temsil Sırrı
Eserlerinde herkesin rahatlıkla anlayabileceği derecede sade misalleri tercih eden Üstad Said Nursî; mü’minler arasında var olması gereken kardeşlik ve sevginin, düşmanlık ve kinin yerine kaim olması için gayret göstermektedir. Bu düşünceyle mü’minlerdeki ortak özelliklerin çokluğuna işaret etmekte ve bunların kardeşler arasını bağlayıcı mühim özellikler olduğunu vurgulamaktadır. Böylece; onun âyetleri yorumlarken verdiği misaller, onu dinleyenler veya okuyanlar tarafından, -zihinlerinde bir soru kalmayacak şekilde- kabul edilmektedir.
Meselâ; İslâmî vasıflarıyla kıymetlenen bir mü’mine düşmanlık etmeyi; "adi küçük taşları Kâbe’den veya Uhud Dağı’ndan daha ehemmiyetli görmek akılsızlığına" benzetmekte ve şöyle demektedir:
"Tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder."
"Mümine muhabbet etmek gerekir," çünkü "mü’min kâinata bir uhuvvet beşiği olarak bakar."
..."Bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuur ile sana gösterdiği ve bildirdiği Esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ; her ikinizin Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir... bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir. Bir, bir.. yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... ona kadar bir, bir. Bu kadar bir bir’ler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebet-i uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın."
Bu cümleleriyle mü’minleri imanda birleşmeye teşvik ve ikna eden Said Nursî; aralarında bu kadar ortaklık bağı varken tefrikaya sebep olan bir takım gurupların mensuplarına hitaben de şöyle sesleniyor:
"...Ey divâneler! İşitmediniz mi, anlamamış mısınız ki, ‘Müminler ancak kardeştir’ (49, Hucurat:10) âyeti bir nâmus-u İlahîdir; veya körleşmiş misiniz ki, görmüyor musunuz ki, ‘Sizden biriniz, kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz’ hadîsi bir düstur-u Nebevî’dir. Acaba şu sıdk ve kizb mabeyninde mütereddit olan inkâr mes’elesi, nasıl oldu da, şu iki esas-ı azim ve metine nâsih olabildi?."
Yukarıda naklettiğimiz ifadelerinde açıkça görüldüğü gibi o; İslâm kardeşliğini sadece tavsiye etmekle kalmamış, iman birliğine zarar verecek bir davranışla karşılaştığında bizzat müdahale edip buna sebep olan insanlarla mücadele etmiştir. Onun bu tavrı bize, aklında ve kalbinde sağlam temellere oturttuğu iman kardeşliği için gerektiğinde cesaretle ayağa kalkabilmenin lüzumunu göstermektedir.
Çünkü o; "Topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler hâline geldiniz" (3, lu Imrân, 103)) âyetindeki sağlamipe, yani Kur’ân’a tam mânâsıyla yapışan bir mü’mindir. "...Evet, Kur’ân, arşı ferşe bağlamış bir zincir, bir hablullahtır" diyerek çağın yeniden aydınlanmasının ancak ve sadece bu ipe tutunmakla mümkün olduğunu samimiyetle idrak etmekte ve diğer Müslümanları da aynı idrakte toplanmaya davet etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî, Kur’ân’a hakkıyla sarılmanın tabii bir sonucu olarak Kur’ân hizmetine ömrünü vakfeylemiş, şahsiyetini İslâm’a feda etmiş, din kardeşlerinin ayrılığa düşmemesi uğruna pek çok sıkıntılara katlanmış, fakat doğru hedefin İslâm kardeşliğinde birleşmek olduğunu her fırsatta haykırmaktan vaz geçmemiştir. Onun uhuvvet hakkındaki fikirlerini, tam mânasıyla anlayabilmek ancak sözlerinin ispatı olan hayatını anlamakla mümkündür. Said Nursî; hayatının bütün dönemlerinde karşımıza hep aynı temel hususiyetleri taşıyan mükemmel bir şahsiyet olarak çıkmaktadır. Söyledikleri yaşadıklarının aynası bir Said Nursî olarak. Şu tek cümlesi bu kanaatimizin en bariz delili olmaya kâfidir: "Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim."