kanadamuhacir
New member
Yarasa beşikleri kimlere ya sabır çektirmedi ki...
Başın mı var derdin var. Hele düşünen bir baş ise kurtulmaz belalardan. Hele ki düşünen ve inanan bir baş ise inmez gündem sütunlarından.
Bediüzzaman düşünen bir baş ve inanan bir kafa. Düşünce gereği zindandan çıkmaması lazım gelen büyük kamet veya yarasaların tabiriyle tehlikeli adam(!), inanç gereği sarığının başından veya başının sarığından ayrılması gerekir.
Ankara o dönemde yine başların avında. Ama bu sefer hedef bir bayan değil, çağın mazlumu. Öyle mazlum ki reva görülen zulmü dünya yüklene çekemez. Zulme öyle pervasız ki dünya toplansa inancından bir parça söküp alamaz ve dünya parça parça olsa dik duruşundan eğilme çıkaramaz.
Ankaranın vatan millet din diyanet bilmez bir yetkilisi üst perdeden hitap eder, perdeler üstü zata.
-Hoca hoca o sarıkla gezemezsin, çıkar o sarığı.
Yanlış zaman, yanlış adam, yanlış hitap, yanlış teklif... bir insan bu kadar hata yapar mı heyhat.
Mazlumiyeti bile ders, mağduriyeti bile yol, mahkumiyeti bile öğüt olan bu zat tarihe not düşüyor, boynunu uzatarak.
- Bu baş bu sarıkla beraber çıkar.
Başındaki ne türban ne de başörtüsüydü. Takılması ne direk kuran emri ne de çıkarılması günah-ı kebairdi. Niye çıkarmadı ki üstad, yetmez miydi hakkındaki dosyalar ve vücuduna şırınga edilen zehirler acı çektirmez miydi. Kafasızlara kafa tutma, kafa ağrıtmaz mıydı.
Öyleydi tabi.
Kim bilir belki 2000’li yıllara bir mesajdı ve ifadeler mesaj nitelikliydi. Zira o, günün adamı değil, çağın bediüzzamanı, yüzyılın müthiş sesi, aculiyet hastalığına müptela bir asrın mürebbisiydi.
Meselen sarığın değildi biliyorum, sarığın duruşundu ve duruşun Ku’ran emriydi. “Hakikat-i kur’aniyeye feda olan bu baş, ehl-i kefere ve fecere teslim-i silah etmeyecektir.” deyişin bir mesajdı ama mesajı anlamayanlar bir umutla yan baktı dik duruşuna. Yan bakmakla dik duruş değişir umuduyla beklediler limanları. Heyhat bekledikleri duruş eğrilmedi ve bekledikleri liman bir mezar oldu planlarına. Bediüzzaman dikti hala ve bediüzzaman pervasızdı.
Sarığı osmanlı ihtişamında bir bayrak ve siması Osmanlı tarihine denk. Hep ileri, hep fetih hep muzafferiyet.
Şimdi yıl 2000’ler, mahkumiyet bir, mazlumiyet bir, mağduriyet bir.
Yer aynı yer, toprak aynı toprak. Yer Anadolu ve seması mağdurların ahıyla dolu.
Başındaki örtünün duruşuna fetva, takva boyutuyla bediüzzaman verdi.
Böyle bir duruş bin gülüşlü eğri duruşa bedel. Yeter ki açılmasın o başlar. Açılsa eğer, göklere dua dua diye açılan o eller kapanmasın ve durmasın yaşlar.
Kavganız ne bir sarık ne de bir örtü. Kavganız, onurlu iffetinizle beraber imanın kalplerde şehbal açması.
Başın mı var derdin var. Hele düşünen bir baş ise kurtulmaz belalardan. Hele ki düşünen ve inanan bir baş ise inmez gündem sütunlarından.
Bediüzzaman düşünen bir baş ve inanan bir kafa. Düşünce gereği zindandan çıkmaması lazım gelen büyük kamet veya yarasaların tabiriyle tehlikeli adam(!), inanç gereği sarığının başından veya başının sarığından ayrılması gerekir.
Ankara o dönemde yine başların avında. Ama bu sefer hedef bir bayan değil, çağın mazlumu. Öyle mazlum ki reva görülen zulmü dünya yüklene çekemez. Zulme öyle pervasız ki dünya toplansa inancından bir parça söküp alamaz ve dünya parça parça olsa dik duruşundan eğilme çıkaramaz.
Ankaranın vatan millet din diyanet bilmez bir yetkilisi üst perdeden hitap eder, perdeler üstü zata.
-Hoca hoca o sarıkla gezemezsin, çıkar o sarığı.
Yanlış zaman, yanlış adam, yanlış hitap, yanlış teklif... bir insan bu kadar hata yapar mı heyhat.
Mazlumiyeti bile ders, mağduriyeti bile yol, mahkumiyeti bile öğüt olan bu zat tarihe not düşüyor, boynunu uzatarak.
- Bu baş bu sarıkla beraber çıkar.
Başındaki ne türban ne de başörtüsüydü. Takılması ne direk kuran emri ne de çıkarılması günah-ı kebairdi. Niye çıkarmadı ki üstad, yetmez miydi hakkındaki dosyalar ve vücuduna şırınga edilen zehirler acı çektirmez miydi. Kafasızlara kafa tutma, kafa ağrıtmaz mıydı.
Öyleydi tabi.
Kim bilir belki 2000’li yıllara bir mesajdı ve ifadeler mesaj nitelikliydi. Zira o, günün adamı değil, çağın bediüzzamanı, yüzyılın müthiş sesi, aculiyet hastalığına müptela bir asrın mürebbisiydi.
Meselen sarığın değildi biliyorum, sarığın duruşundu ve duruşun Ku’ran emriydi. “Hakikat-i kur’aniyeye feda olan bu baş, ehl-i kefere ve fecere teslim-i silah etmeyecektir.” deyişin bir mesajdı ama mesajı anlamayanlar bir umutla yan baktı dik duruşuna. Yan bakmakla dik duruş değişir umuduyla beklediler limanları. Heyhat bekledikleri duruş eğrilmedi ve bekledikleri liman bir mezar oldu planlarına. Bediüzzaman dikti hala ve bediüzzaman pervasızdı.
Sarığı osmanlı ihtişamında bir bayrak ve siması Osmanlı tarihine denk. Hep ileri, hep fetih hep muzafferiyet.
Şimdi yıl 2000’ler, mahkumiyet bir, mazlumiyet bir, mağduriyet bir.
Yer aynı yer, toprak aynı toprak. Yer Anadolu ve seması mağdurların ahıyla dolu.
Başındaki örtünün duruşuna fetva, takva boyutuyla bediüzzaman verdi.
Böyle bir duruş bin gülüşlü eğri duruşa bedel. Yeter ki açılmasın o başlar. Açılsa eğer, göklere dua dua diye açılan o eller kapanmasın ve durmasın yaşlar.
Kavganız ne bir sarık ne de bir örtü. Kavganız, onurlu iffetinizle beraber imanın kalplerde şehbal açması.