İlahî sıfatlar hadis (sonradan yaratılmış) değil kadimdir
Gazâlî’nin gerek Şia ve Mu’tezile uleması ve gerekse Felâsife ile proplemi yüzeysel ve basit değil, derinliğine ve anlamlıdır. Yukarıda da kısaca ifade ettiğimiz gibi hem Mu’tezile ve Şia uleması hem de Felâsife mensubu filozoflar Allah’ı nâkıs sıfatlardan tenzih ve takdis etmek maksadıyla Allah’ı çeşitli sıfatlarla tanımlamayı doğru karşılamamışlar, mahiyetiyle varoluşu özdeş bir varlık olarak nitelemişlerdi. Ancak bu yaklaşım Kur’ani ve tevhidi bir çok ilkeyi anlamsız hale getirmekteydi. Gazâlî bir taraftan kendinin kavradığı Kur’ani gerçekliği inşa etmek, diğer taraftan İslamın temel ilkelerini her türlü şüpheden kurtarmak ve böylece müslümanlarda ortaya çıkan düşünce ve inanç anarşisini önlemek amacıyla harekete geçer ve Felâsife ve Mu’tezilenin yanlış felsefe ve itikadlarına şiddetli şekilde saldırır. Hemen dikkat çekelim ki Gazâlî’nin saldırısı cahil ve bağnazca bir polemik şeklinde değil, aksine ulaşılması son derece güç bir mantık yöntemiyledir. Bu çıkışıyla Gazâlî hem en duyarlı entellektüellerin hem de sıradan insanların düşünce ve inanç sistemini belli bir sistem içine oturtmayı başarmıştır.
Gazâlî’nin üzerinde ısrarla durduğu İlahî sıfatlar; Kudret, irade, ilim ve kelâm sıfatlarıdır. Bu sıfatlar hakkında gerek Felâsife gerekse Mu’tezile ciddi şüpheler uyandırmışlar, ümmetin kafasını önemli ölçüde karıştırmışlardır. Çünkü tevhid’in en önemli payandaları bu sıfatların niteliğiyle yakından ilgilidir. Bir yaratıcıya inanmak ateist doktrinler hariç hemen her düşünce ekollerinde vardır. Fakat bu yaratıcının hangi sıfatlara sahip olduğu, varlıkları nasıl yarattığı, yarattıktan sonra varlıklarla ilişki düzeyinin nasıl olduğu, varlıkları ve onların hareketlerini bilip bilmediği, varlıkları tekrar yok edip etmeyeceği.. gibi hususlarda önemli düşünce ve inanç farklılıkları ortaya çıkmaktadır. Kur’an ve hadisin tevil edilebilir niteliğinden dolayı hemen her düşünce ekolünün Kur’an ve hadisten kendileri için dayanak bulmaları kolaydır. Nitekim bulmuşlardır da.. Ancak, her hangi bir dış etkiye maruz kalmadan Kur’anı ilk müslümanların anladığı ve yorumladığı şekilde anlamak ve yorumlamak gerekmektedir. İşte Ehl-i Sünnet adı verilen ve müslümanların büyük ekseriyetini teşkil eden yaklaşım Gazâlî’nin temsil ettiği yaklaşımdı.
Gazâlî ilk müslümanların Kur’an ve Hz. Peygamberden öğrendiği Allah anlayışını aklın ulaştığı ispatlama yöntemlerini de kullanarak ortaya koyma niyetindeydi. Gerçekten düşünür enerjisini son zerresine kadar kullanarak son derece rafine ve yüksek bir mantık örgüsüyle belli konular belirler ve onlar üzerine tüm benliğiyle yüklenir.
Burada hemen bir noktayı vurgulayarak başlayalım: Gazâlî zamanında Allah’ın zatını inkar eden gruplar olmakla birlikte bu gruplar marjinal düzeydeydi. Etkileri hissedilmeyecek düzeyde sınırlıydı. İslam felsefecileri ve Mu’tezile uleması zaten Allah’a inanı-yor, hatta düşünce sistemlerinin önemli bir bölümünü Allah inancı üzerine bina ediyorlardı. Zaten Mu’tezile ekolüne mensup olan bilim adamları İslam ulemasından kelamcı, mantıkçı, hukukçu, tefsirci alimleri. Felâsife mensuplarının içinde bazı dinsiz filozoflar olmakla birlikte büyük ekseriyeti Allah’a inanıyor, felsefi sistemlerinde Allah’ı isbat etmeye yönelik tezler geliştiriyorlardı. Bunların geliştirdiği kavramlar ve yaklaşımların büyük bir kısmı, gerek Gazâlî gerekse diğer ulema tarafından benimseniyor ve kendi sistemlerinde önemli bir parametre olarak değerlendiriliyordu. Ancak çatışma ve ihtilaf konuları Allah’ın sıfatları hakkındaydı. İleride de anlatılacağı gibi Gazâlî, Felâsife ve Mu’tezileyi Allah’ın sıfatları hakkında hataya düştükleri için eleştirecektir.
Burada konumuzla alakası nisbetinde Gazâlî’nin İlahi sıfatlar hakkındaki düşüncelerini özetliyelim.