Konuya cevap cer

Allah, cüz’îleri de küllileri de bilir 


           Bu konudaki Gazâli’nin yaklaşımı olabildiğince sert ve   tavizsizdir. Gazâlî, Allah’ın herşeyi kuşatan bilgisi konusunda çok  uzlaşmaz ve  kesin bir üslup kullanır: “Allah, karanlık bir gecede  yalçın bir kaya üzerinde  siyah bir karıncanın yürüyüşünden bile  haberdardır ve O, havada uçan toz  zerresinin hareketini farkeder.”


İbn-i Sinâ ve diğer Felâsife mensup-larını Gazâlî bu  yaklaşımlarından dolayı küfürle itham eder.


           Gazâli’ye göre bu yaklaşım dine öylesine zararlıdır ki, Şeriat   binasını yerle bir etmektedir (Farabî ve İbn-i Sina’yı küfürle itham  etmesi  Onların bu teorilerinden dolayıdır). Gazâlî’ye göre bu teori,  Allah’ın mesela  Ahmet’te ortaya çıkan yeni bir durumu bilemeyeceğini  ima etmektedir. Öyle ki bu  yaklaşımı kabul etmememiz halinde Allah’ın  Ahmet’in kâfir mi, yoksa mümin mi  olacağını bilemeyeceğini kabul  etmemiz gerekecektir. Çünkü Allah, bu yaklaşıma  göre küllî bir tarzda  genel olarak- kişilerle spesifik ilişki içinde değil  -insanın yalnız  inancını ya da inançsızlığını bilebilir. Yine bu teorinin kabul   edilmesi durumunda Allah’ın (cc) Hz. Peygamber’in peygamberliğini ilan  ettiği  sırada bu olayı bilemediğini kabul etmemizi gerektirir. Aynı şey  tüm diğer  peygamberler için de geçerlidir, zira Allah yalnızca  insanlar arasından  bazılarının peygamberlik iddiasında bulundukları ve  şu şu vasıflara sahip  olduklarını bilir; fakat O, belirli bir  peygamberi bir birey olarak bilemez,  çünkü bu ancak duyular vasıtasıyla  bilinebilir. (Gazâlî,1981,s.129-13O)



           Gazâlî İbn-i Sina’nın Allah’ın objeleri zaman içerisine  girmeyen,  geçmiş gelecek ve hal diye ayrılmayan külli bir bilgi ile bildiğini   bununla beraber O’nun bilgisinden göklerde ve yerde zerre miktar bir  şeyin gizli  kalmadığını, ancak O’nun cüz’ileri külli bir bilgi nevi ile  bildiğini içeren  teorisine karşı derin analizlere girişir. İlk olarak  güneş tutulma misalini  verir. Güneşin üç hali olabileceğini; tutulmadan  önceki hali, tutulma  esnasındaki hali ve tutulduktan sonraki hali.  Güneş hakkında oluşan bilgi güneş  tutulmadan önceki bilgi, tutulduğu  esnadaki bilgi ve tutulduktan sonraki bilgi  olarak farklılaşabilir.  Tutulmadan önceki bilgi; şu halde güneş vardır, fakat  biraz sonra  tutulacaktır; tutulduktan sonraki bilgi, biraz önce vardı fakat  şimdi  yok, biraz sonra tekrar doğacak; tutulma olayı bittikten sonraki bilgi  ise  şimdi vardır; fakat biraz önce yoktu şeklinde olacaktır. Burada  önemli olan  bilgideki değişmenin bilen kişide de bir değişiklik meydana  getirip  getirmediğidir. Bilen kişide değişiklik ancak cehaletten  bilgiye veya bilgiden  cehalete bir değişiklik olması durumunda  sözkonusu olur. Yani güneş tutulacağını  önceden bilmeyen bir kimse  güneşin tutulduğunu gördüğünde güneşin tutulacağı  hakkındaki cehaleti  bilgiye dönüştüğünden kişi de o konuda cehaletten bilgiye  değişmiştir.  Bu durumda bilgideki değişme bilende de bir değişmeyi doğurmuştur.  İşte  Felâsife bu değişme olgusundan hareketle Allah’ın cüzileri bilmesi   durumunda bilgideki değişikliğe bağlı olarak zatının da değişmesi  gerekeceğini,  bunun ise Allah için muhal olduğunu, öyleyse Allah’ın  cüzileri bilmemesi  gerektiği sonucuna ulaşmışlardır.



            Gazâlî değişme konusunda üç ayrı durumun olabileceğini;  bunlardan  birisinin “pür izafet” denilebilecek durumda ortaya çıkar. Mesela   kişinin sağı ve solu böyledir. Sağındaki soluna solundaki sağına  geçebilir.  Sadece kişinin o şeylere izafeti değişmiş; fakat, kendi  zatında herhangi bir  değişiklik olmamıştır. İkincisi insanın gücünün  yettiği şeyler hakkındaki  pozisyonudur. Mesela insan elindeki taşı  uzağa fırlattığında sadece taşın  konumunda bir değişiklik olacak, fakat  insanın enerjisi ve kişiliğinde bir  değişiklik olmayacaktır. Üçüncü  durum ise bizzat insanın zatında ortaya çıkan  bir değişikliktir. Bu da  daha önce bilmeyen bir kişinin şimdi bilir, veya bilen  bir kimsenin  şimdi bilmez duruma dönüşmesi veya önceden gücü yeten bir kimsenin   şimdi gücü yetmez veya önceden gücü yetmeyen bir kimsenin şimdi gücü  yetebilir  olması gibi. Bu son durumda bilinen şeydeki değişme bilende  de değişmeyi  gerektirir.



           Bu örneği Allah’ın bilgisine tatbik edersek Allah’ın önce   bilmediği, fakat şimdi bilmeye başladığını, veya önce biliyordu şimdi  bilmez  olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Onun bilgisi tektir, o  bilgiyle olacağı  bildiği gibi, olanı da olmuşuda bilir. Dolayısıyla  bilinen şeylerdeki değişme  Allah’ın zatının da değişmesini gerektirmez.  (Gazâlî, 1981, s. 13O-1)


           Gazâlî son derece kıvrak zekasıyla Felâsifenin Allah’ın bilgisi   konusunda önemli bir paradoksunu da tesbit eder. Felâsife’nin Allah’ın  sadece  zatını bildiğini, çünkü O mutlak olarak insanı, hayvanı veya  diğer cansızları  bilmiş olsaydı bunlar farklı farklı şeyler  olduklarından onlara ait bilgisi de  değişik olacaktı, dolayısıyla tek  bilginin böyle farklılaşmış şeyleri bilmesi  düşünülemez tezine  karşılık; bu yaklaşımın bir paradoks olduğunu çünkü onların  Allah’ın  son derece farklı cinsler, nevileri bildiğini kabul ettiklerini, burada   bilginin farklılaşmadığını kabul ettiklerini, oysa bu kadar farklılık  özelliği  taşıyan cins ve nevilerden daha az farklılaşan geçmiş, şimdiki  ve gelecek  zamanları bilmesinin daha az farklışamaya neden olacağını  gündeme getirerek  cevaplar. Zaman bakımından farklılığın cins ve nevi  bakımından farklılıktan daha  aşağı olduğuna göre, Felâsife birincisini  kabul ettiğine göre ikincisini de  kabul etmesinde hiç bir mahsur  yoktur. Öyleyse Allah geçmiş, şimdiki ve  gelecekteki her şeyi ezeli  ilmiyle bilir. Bunda mantıki olarak herhangi bir  problem yoktur.  (Gazâlî,1981,s.132)



           Gazâlî filozoflar veya Mu’tezilî kelâmcılar gibi sadece   spekülasyon ve felsefe yapma niyetinde değildir. Bir din bilgini ve  müceddid  niteliğiyle olaylara yaklaşmakta her tez ve teorinin sıradan  bir insandan en  yüksek dahiye kadar et-kisinin ne olacağı, onun düşünce  ve itikat dünyasında  nasıl bir etki meydana getireceği, insanların  günlük yaşantılarını, birbiriyle  ilişkilerini, devlet hatta evrenle  ilişkisini nasıl etkileyeceği gibi tüm yan  etkileri dikkate alarak  düşüncesini geliştirir. Düşünürün bu hassasiyetiyledir  ki, İslam  dünyasında toplumun çok büyük bir ekseriyetini teşkil eden sünnî kesim   son derece net ve sade bir düşünce sistemine kavuşmuştur. Gerçekten  Gazalî  benzeri mücedditler olmasa idi İslam toplumlarında ne düşünce  birliği, ne inanç  birliği ne de davranış birliğini sağlamak mümkün  olamayacak, İslam toplumları  basit siyasal ve sosyal rüzgarların önünde  kuru yapraklar gibi oradan oraya  savrulup duracaktı.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst