Bediüzzaman'ı Pakistan'a taşıyan adam

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ



45148.jpg


Bediüzzaman'ı Pakistan'a taşıyan adam


Muhammed Sabir'in Türkiye macerası 1958'de başlamış. 1955'de okuduğu Bediüzzaman'ın hayatını anlatan kitaptan çok etkilenir ve Pakistan'da kitap yazar.
Muhammed Sabir’in Türkiye macerası 1958’de başlamış. Türk hükümetinin bursu ile Türkiye’de okuyacak iki Pakistanlı talebeden biri olmaya hak kazanmış ve İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydını yaptırmış. Sabir’in medeni cesareti ve girişken yapısı ona kısa sürede geniş bir çevre kazandırır.
Dönemin tanınmış hocalarından olan Abdulkadir Karahan, Ali Nihat Tarlan, Mahir İz, Ahmet Caferoğlu, Tahsin Banguoğlu, Zeki Velidi Togan’dan dersler alır. 23 yaşında Türkiye’ye gelen Sabir’i, hareketli ve renkli bir öğrencilik dönemi beklemektedir. 1958-1961 yılları, Türk siyasi hayatının en çalkantılı dönemidir. Sabir, Bediüzzaman’dan İsmet İnönü’ye, Nihal Atsız’dan Necip Fazıl’a, Behçet Kemal Çağlar’dan İsmail Hakkı Danışment’e, Eşref Edip’ten Sami Onar’a, Ali Fuat Başgil’den Osman Bölükbaşı’na, İsa Yusuf Alptekin’den Mehmet Emin Buğra’ya kadar birçok ünlü isimle tanışır.

Muhammed Sabir’in Türkiye’ye gelmeden 3 yıl önce, 1955’te Risale-i Nurlarla tanışmıştır. Demokrat Parti döneminde, Risale-i Nurlar, Pakistan’a kadar ulaşmış. Hilal ve İslam Gazetesi sahibi Salih Özcan, Sabir’e, Pakistan’ın basın ataşesi Yakup Dadaşi vasıtasıyla mektup ile birlikte Said Nursi’nin hayatını anlatan bir kitap yollar. Kitaptan etkilenen Sabir, Bediüzzaman’ın hayatını araştırmaya başlar.

Bediüzzaman’a birçok mektup yazar. Konu genelde İslam birliği, dünyayı tehdit eden komünizm ve esaret altındaki Müslüman ülkelerin durumları ile alakalıdır. Mektuplarının birinde Said Nursi’yi Pakistan’a davet eder. Bediuzzaman, Sabir’in mektuplarına karşılık verdiği gibi bu mektupların Tarihçe-i Hayat isimli eserine konulmasını sağlar. Genç Sabir, Pakistan’da yayın yapan, Cenk, Davet, İstiklal, Asya, İnkılap isimli saygın gazetelerde Bediüzzaman ve Nur Risaleleri hakkında 12 ayrı makale yazar. Bir mektupla da bu makaleleri kitaplaştırmak için Bediüzzaman’dan izin alır.

Doktora için geldiği Türkiye’de Said Nursi ile görüşmek için sabırsızlanır. Salih Özcan’ı devreye koyarak randevu ister. Özcan, Sabir’i 1959’da Said Nursi’nin Emirdağ’daki evine gönderir. Ziyaretçi kabul etmeyen Bediüzzaman, Pakistanlı olduğunu duyunca onu kabul eder. Sabir o zamanı şöyle anlatıyor: “Bizi ayakta karşıladı. ‘Pakistanlı oğlum hoşgeldiniz’ dedi. Talebelerine benim için yemek hazırlamalarını söyledi. Üstad, yemek için bizden müsaade istedi. ‘Ben çok az yerim, ama siz yiyin’ dedi. O gün pilav ve yoğurt yedik.” Bediüzzaman’ın evinde bir gece konaklar, onunla sohbet eder. Ona, komünist Sovyetler Birliği ve Şia İran hakkında sorular sorar. Sabir, “Bediüzzaman bana ‘Ne gibi tahsille meşgulsünüz’ diye sordu. Türkoloji talebesiyim, İslam öncesi ve sonrası Türk tarihi, Türk dili ve edebiyatı ve Türk kültürü üzerine eğitim almaktayım, dedim. Bana; “Sabir Bey! Yalnız ilmi ve dini tetkiklerle meşgul olacaksınız ve hiçbir siyasi partiye girmeyeceksiniz. Sizin en evvel işiniz tahsilinize teveccüh edip diplomanızı almaktır. Madem siz Türk edebiyatı ile uğraşmaktasınız; o halde iki memleket arasında çok yakın bir irtibat kurmak için çalışmalısınız.” dedi. Bediüzzaman’ın siyasete girmeme tavsiyesine uyma konusunda o kadar titiz davrandım ki, üniversite arkadaşlarım tarafından dönemin başbakanı Menderes aleyhtarı gösterilere katılmaya zorlandığımda, tercihimi katılmama yönünde kullandım.” O günlere ait hatıralarından birisini de şöyle naklediyor Muhammed Sabir: “Bir gün üniversite çıkışı Menderes aleyhtarı gösteri yapan öğrencilere denk geldim. Beyazıt Meydanı’nda polis öğrencileri topluyor ve bir çember içine alıyordu. Bir yandan polis öğrencileri topluyordu; diğer yandan askerler salıveriyordu. Bir ilginç olay da, ihtilalin ünlü komutanlarından Muzaffer Özdağ’ın kaldığımız yurda gelip öğrencilere ateşli bir konuşma yapması olmuştu.”
Sohbetin sonunda Üstad’ın soyadını sormak istediğimde başıma yavaşça vurarak, “Soyadım okur, okurum, okurum” dediğini ifade ediyor. “Kendisi de bana soyadımı sordu. Ben de; Pakistan’da soyadı kanununun olmadığını söyledim.” diyor. Bediüzzaman’ın Rusya esaretinde Rusçayı ve Kiril alfabesini öğrendiğini ağzından duyduğunu sözlerine ekliyor. Ziyaretin sonunda ayrılmak üzere müsaade isteyen Sabir’e bir sürpriz yapıyor Bediüzzaman. Talebelerinden birini yanına çağırıyor ve arabasının hazırlanmasını istiyor. ‘Pakistanlı oğlum, sizi ben uğurlayacağım.’ diyor. Orada bulunan herkes hayretler içinde kalıyor; çünkü Bediüzzaman’ın daha önceki misafirlerine böyle bir şeyi yapmadığını söylüyorlar: “Kendisi arka koltuğa, ben ise ön koltuğa oturduk. Arabanın şoförlüğünü Zübeyr isminde bir nur talebesi yapıyordu. Herkes sokaklara inmiş, şaşkınlıkla bize bakıyordu, halk Bediüzzaman’a büyük ilgi gösteriyordu. Emirdağ’ın dışına çıktık, yaklaşık 25 kilometre gittik yol boyunca bizi polis durdurmadı. Sonra İstanbul otobüslerinin geçtiği güzergaha geldiğimizde kendisi elimi tuttu, dua etti, başımı okşadı ve sırtıma hafifçe vurarak ‘Allah’a emanet ol’ dedi. Bediüzzaman’ı Emirdağ’ın dışında görenler yanıma geldi. Esmer tenli olduğum için ‘Sen Arap mısın? diye sorduklarında ‘Hayır, ben Pakistanlıyım, Pakistan bir Müslüman devlettir.’ dedim. Zübeyir Bey’in, yanımda kalması için tembih ettiği arkadaşlar otobüs gelene kadar beni beklediler.”

Pakistan’da bir Türkiye sevdalısı
Türkiye’de çok renkli bir öğrencilik hayatı geçiren Sabir, İsmet İnönü ile de tanışıyor. “Eşref Edip’in talebe yurdunda kalıyordum. Kayseri milletvekili Dr. Mehmet Fevzioğlu’nun oğlu da bu yurttaydı. Bana ‘Siz Said Nursi’yle görüştünüz, İsmet Paşa ile neden görüşmüyorsunuz?’ dedi. Ben de kabul ettim. Bir yaz günü İstanbul Maltepe’deki evinde görüştük. Benim Türkçe konuştuğumu duyunca ve eşi Mevhibe Hanım’ı çağırdı. ‘Mevhibe Hanım, Mevhibe Hanım! Bak bak, Pakistanlı oğlum gelmiş, Türkçe konuşuyor.’ dedi. Bana ‘Harf inkılabının yapılmasında benim çok büyük emeklerim geçti, sizin gibi birisini görmekten fevkalade memnun oldum. İstikbalde herhangi bir meseleniz olursa bana yaz, problemini gidereyim.’ dedi.” Doktora eğitimini tamamladıktan sonra Pakistan’a dönen Muhammed Sabir, Karaçi Üniversitesi’nde göreve başlar. Bu sırada İsmet İnönü yeniden başbakan olur. Muhammed Sabir İnönü’den yeni kurulacak Türkoloji bölümü için yardım ister, vaadini hatırlatır. İnönü eğitim bakanına ‘Pakistan’da kurulacak Türk dili bölümü için her türlü yardım yapılsın’ talimatı verir. Ancak istenilen yardım yapılamaz. Dönemin hariciye vekili Hamit Batu böylesine geniş çaplı bir yardımı yapamayacaklarını bir mektupla Sabir’e bildirir. Ama eli boş da bırakılmaz. İsmet Paşa’nın emriyle 300 kadar Türkçe kitap Karaçi Üniversitesi’ne gönderilir.

Ömrünün 60 yılını Türk diline verdi
Muhammed Sabir, Pakistan’da Bir Türkiye sevdalısı olarak yaşıyor. Türkiye ile Pakistan arasındaki dostluk köprüsü için zamanında önemli girişimlerde bulunmuş. Şimdi bayrağı ondan devralanlar, iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek için canla başla çalışıyor. Muhammed Sabir de yıllar önce hayallerini kurduğu dostluk köprüsünün genç nesiller tarafından devam ettirilmesinden oldukça memnun. Hâlâ, öğrencilerine Türkçe öğretiyor, Türk tarihini ve Türk kültürünü anlatıyor. Ömrünün 60 yılını verdiği Türkçenin artık Pakistan’da Türk okulları tarafından öğretilmekte olmasından büyük mutluluk duyduğunu ifade ediyor. “Ancak Pakistan’da açılan Türk okullarından yetişen yeni nesiller Pakistan-Türkiye dostluğunu geleceğe taşıyabilir, sağlam ve kalıcı işbirliği ancak bu yol ile olur. Bediüzzaman’ın ifadesiyle İttihad-ı İslam ancak bu şekilde gerçekleşir ve Bediüzzaman’ın hayalleri gerçek olur.” diyerek sözlerini tamamlıyor Muhammed Sabir.

Prof. Dr. Muhammed Sabir kimdir?
1935’te Hindistan’ın Allahabad şehrinde doğar. 1955’te Pakistan’a hicret eder. Üniversite yıllarında tanıştığı öğretmeni, Çin’den kaçarak Hindistan’a gelen Haşim Beg Dursunoğlu adlı Uygur Türkü’dür. Türkçeyi ondan öğrenir. O yıllar Hint kıtasındaki Müslümanlar bağımsızlıklarını yeni kazanmış, Pakistan’ın sıkıntılı yıllarıdır. Hindistan’da yaşayan Müslümanların akın akın Pakistan’a hicret ettiği yıllarda Muhammed Sabir de ailesiyle Karaçi’ye gelir. Karaçi Üniversitesi’nde İslam tarihi bölümünden mezun olduktan sonra doktora için Türkiye’ye gelir. Doktorasını tamamlar ve Karaçi Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı ve Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını üstlenir. Türkçe dersleri verir. Ali Şir Nevai’nin ‘Hayretül Esrar’ adlı eserini günümüz Türkçesine çevirir. Osmanlı tarihini Urduca olarak yazar ve bu kitap hâlâ Pakistan üniversitelerinde zorunlu ders olarak okutulmaktadır. İlk Urduca-Türkçe sözlüğü yayınlar. Risale-i Nurlar’ın bir kısmının Urducaya çevrilmesine öncülük eder. Orta Asya Türk lehçelerini, Uygurcayı, Azeri Türkçesini, Osmanlıcayı ve İstanbul Türkçesini bilen Muhammed İhsan Sabir, Türkçeyi Latin, Kiril ve Arap harfleriyle yazıp okuyabilmektedir. Ayrıca İngilizce ve Farsça da bililiyor.

Zaman - Pazar

 

Sergerdan

Well-known member
Bediüzzaman’ı Pakistan’a taşıyan adam



Muhammed Sabir’in Türkiye macerası 1958’de başlamış. Türk hükümetinin bursu ile Türkiye’de okuyacak iki Pakistanlı talebeden biri olmaya hak kazanmış ve İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydını yaptırmış. Sabir’in medeni cesareti ve girişken yapısı ona kısa sürede geniş bir çevre kazandırır.


Dönemin tanınmış hocalarından olan Abdulkadir Karahan, Ali Nihat Tarlan, Mahir İz, Ahmet Caferoğlu, Tahsin Banguoğlu, Zeki Velidi Togan’dan dersler alır. 23 yaşında Türkiye’ye gelen Sabir’i, hareketli ve renkli bir öğrencilik dönemi beklemektedir. 1958-1961 yılları, Türk siyasi hayatının en çalkantılı dönemidir. Sabir, Bediüzzaman’dan İsmet İnönü’ye, Nihal Atsız’dan Necip Fazıl’a, Behçet Kemal Çağlar’dan İsmail Hakkı Danışment’e, Eşref Edip’ten Sami Onar’a, Ali Fuat Başgil’den Osman Bölükbaşı’na, İsa Yusuf Alptekin’den Mehmet Emin Buğra’ya kadar birçok ünlü isimle tanışır.



Muhammed Sabir’in Türkiye’ye gelmeden 3 yıl önce, 1955’te Risale-i Nurlarla tanışmıştır. Demokrat Parti döneminde, Risale-i Nurlar, Pakistan’a kadar ulaşmış. Hilal ve İslam Gazetesi sahibi Salih Özcan, Sabir’e, Pakistan’ın basın ataşesi Yakup Dadaşi vasıtasıyla mektup ile birlikte Said Nursi’nin hayatını anlatan bir kitap yollar. Kitaptan etkilenen Sabir, Bediüzzaman’ın hayatını araştırmaya başlar. Bediüzzaman’a birçok mektup yazar. Konu genelde İslam birliği, dünyayı tehdit eden komünizm ve esaret altındaki Müslüman ülkelerin durumları ile alakalıdır. Mektuplarının birinde Said Nursi’yi Pakistan’a davet eder. Bediuzzaman, Sabir’in mektuplarına karşılık verdiği gibi bu mektupların Tarihçe-i Hayat isimli eserine konulmasını sağlar. Genç Sabir, Pakistan’da yayın yapan, Cenk, Davet, İstiklal, Asya, İnkılap isimli saygın gazetelerde Bediüzzaman ve Nur Risaleleri hakkında 12 ayrı makale yazar. Bir mektupla da bu makaleleri kitaplaştırmak için Bediüzzaman’dan izin alır.



Doktora için geldiği Türkiye’de Said Nursi ile görüşmek için sabırsızlanır. Salih Özcan’ı devreye koyarak randevu ister. Özcan, Sabir’i 1959’da Said Nursi’nin Emirdağ’daki evine gönderir. Ziyaretçi kabul etmeyen Bediüzzaman, Pakistanlı olduğunu duyunca onu kabul eder. Sabir o zamanı şöyle anlatıyor: “Bizi ayakta karşıladı. ‘Pakistanlı oğlum hoşgeldiniz’ dedi. Talebelerine benim için yemek hazırlamalarını söyledi. Üstad, yemek için bizden müsaade istedi. ‘Ben çok az yerim, ama siz yiyin’ dedi. O gün pilav ve yoğurt yedik.” Bediüzzaman’ın evinde bir gece konaklar, onunla sohbet eder. Ona, komünist Sovyetler Birliği ve Şia İran hakkında sorular sorar. Sabir, “Bediüzzaman bana ‘Ne gibi tahsille meşgulsünüz’ diye sordu. Türkoloji talebesiyim, İslam öncesi ve sonrası Türk tarihi, Türk dili ve edebiyatı ve Türk kültürü üzerine eğitim almaktayım, dedim. Bana; “Sabir Bey! Yalnız ilmi ve dini tetkiklerle meşgul olacaksınız ve hiçbir siyasi partiye girmeyeceksiniz. Sizin en evvel işiniz tahsilinize teveccüh edip diplomanızı almaktır. Madem siz Türk edebiyatı ile uğraşmaktasınız; o halde iki memleket arasında çok yakın bir irtibat kurmak için çalışmalısınız.” dedi. Bediüzzaman’ın siyasete girmeme tavsiyesine uyma konusunda o kadar titiz davrandım ki, üniversite arkadaşlarım tarafından dönemin başbakanı Menderes aleyhtarı gösterilere katılmaya zorlandığımda, tercihimi katılmama yönünde kullandım.” O günlere ait hatıralarından birisini de şöyle naklediyor Muhammed Sabir: “Bir gün üniversite çıkışı Menderes aleyhtarı gösteri yapan öğrencilere denk geldim. Beyazıt Meydanı’nda polis öğrencileri topluyor ve bir çember içine alıyordu. Bir yandan polis öğrencileri topluyordu; diğer yandan askerler salıveriyordu. Bir ilginç olay da, ihtilalin ünlü komutanlarından Muzaffer Özdağ’ın kaldığımız yurda gelip öğrencilere ateşli bir konuşma yapması olmuştu.”



Sohbetin sonunda Üstad’ın soyadını sormak istediğimde başıma yavaşça vurarak, “Soyadım okur, okurum, okurum” dediğini ifade ediyor. “Kendisi de bana soyadımı sordu. Ben de; Pakistan’da soyadı kanununun olmadığını söyledim.” diyor. Bediüzzaman’ın Rusya esaretinde Rusçayı ve Kiril alfabesini öğrendiğini ağzından duyduğunu sözlerine ekliyor. Ziyaretin sonunda ayrılmak üzere müsaade isteyen Sabir’e bir sürpriz yapıyor Bediüzzaman. Talebelerinden birini yanına çağırıyor ve arabasının hazırlanmasını istiyor. ‘Pakistanlı oğlum, sizi ben uğurlayacağım.’ diyor. Orada bulunan herkes hayretler içinde kalıyor; çünkü Bediüzzaman’ın daha önceki misafirlerine böyle bir şeyi yapmadığını söylüyorlar: “Kendisi arka koltuğa, ben ise ön koltuğa oturduk. Arabanın şoförlüğünü Zübeyr isminde bir nur talebesi yapıyordu. Herkes sokaklara inmiş, şaşkınlıkla bize bakıyordu, halk Bediüzzaman’a büyük ilgi gösteriyordu. Emirdağ’ın dışına çıktık, yaklaşık 25 kilometre gittik yol boyunca bizi polis durdurmadı. Sonra İstanbul otobüslerinin geçtiği güzergaha geldiğimizde kendisi elimi tuttu, dua etti, başımı okşadı ve sırtıma hafifçe vurarak ‘Allah’a emanet ol’ dedi. Bediüzzaman’ı Emirdağ’ın dışında görenler yanıma geldi. Esmer tenli olduğum için ‘Sen Arap mısın? diye sorduklarında ‘Hayır, ben Pakistanlıyım, Pakistan bir Müslüman devlettir.’ dedim. Zübeyir Bey’in, yanımda kalması için tembih ettiği arkadaşlar otobüs gelene kadar beni beklediler.”


* Bu haber Risale-i Nur Araştırma Merkezi tarafından hazırlanmıştır. Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir.
 

Sergerdan

Well-known member
Cevap: Bediüzzaman’ı Pakistan’a taşıyan adam

Muhammed Sabir'in Tarihçe-i Hayata konulan mektuplarından:

Bir habere göre, Menderes hükûmeti, âlem-i İslâmın ve dünyanın büyük mütefekkiri olan Hazret-i Üstad Said Nursî'nin çok mühim İslâmî eserleri olan Risale-i Nur'un neşri için emir vermiş. Bu haberden, Pâkistanlı din yolunda çalışan adamlar büyük bir sevinç içinde kalmıştır. Bu neşir münâsebetiyle, Hazret-i Said Nursî'yi, talebelerini ve Türk din kardeşlerimizi rûh u cânımızla tebrik eder, milleti zulüm ve istibdat ve dinsizlikten kurtaran başta Menderes olmak üzere bütün Demokratlara teşekkür ederim.
Bu hareketten dolayı, Türk milleti aleyhinde yapılan hâricî propagandalar kırılacak ve âlem-i İslâmın Türkiye'ye olan eski muhabbeti yeniden vücud bulacaktır. Ben bir Pakistanlı Müslüman, Türkiye'ye hiç gitmedim, Said Nursî'yi görmedim; lâkin Istanbul Üniversitesi Nur Talebelerinin neşrettikleri kitaplardan bâzı parçaları mütâlâa ederek, hakîki, rûhânî bir lezzet hissettim. Ve şimdi, bu uzak diyarda Nur Şâkirdi oldum.
Ana dilim Orduca'da yazılmış bu gibi eserler yok. Ve Nursî gibi bir din kahramanı, Hindistan ve Pakistan'da yok. Bu bir hakîkattir. Eğer bu eserler Orduca'ya tercüme edilirse, büyük İslâmî hizmetler olacağını ümit ediyoruz. Filhakîka, komünizme karşı neşriyat yoluyla mücâdele çok zarûridir. Ve Demokratlar tüzüklerinde buna yer vermiştir. İnşaallah, bu gibi İslâmî faaliyetlerle, Türklere karşı çalışan komünistler, farmasonlar ve başkaları mahvolacak ve istikbâlde Türkiye eski makamına terakkî edecek... Âmin!

M. Sabir

Errabadlı

Pakistan'da bir Nur Şakirdi
 
Üst