Konuya cevap cer

İnanç ve İmân 


 İmdi, İmân ve/veya inanç, yukarıda da temas  edilmiş olduğu veçhiyle, en genel halde, kalb gözü ile, açık ve seçik, intüitiv,  hadsî7 olarak görme; dolaysız, vasıtasız olarak algılama; rûhun birtek seferde,  mutmaîn olarak, bilgi objesini kavraması demektir.



  Kelimelere daha bir ince ayar defınitif anlam  yüklemleyebilmek, "îman" ile "inanç" arasında kavramsal bazda bir ayrım  yapabilmek için, onların objelerini definitif olarak tefriki icap edecektir.  Buna göre, "îman", "dinî alan"a, "inanç" ise "lâ-dinî alan"a tekabül edecektir.  Bu proses, meta-fizik alan dışına taalluk ettigi takdirde ona sadece "inanç"  (belief) diyebiliriz; meta-fızik alana taalluk ettigi takdirde ise, özel bir  anlam yükleyebilmek ve digerlerinden ayırdedebilmek için, "îman" olarak  isimlendirilmesi daha uygun olacaktır. Ya da, şöyle diyebiliriz: İnanç, genel ve  kapsayıcı olup, onun özel (special) ve öznel (specifıc) alt-kümesi de objesi  dinî alan olanİmân olmaktadır. Ancak, bu iki terim, zaman-zaman müteradif olarak  da kullanılabilirler.



  Dinî mânâda İmân, metafizik alana ilişkin  olmakla, her türlü deney dışındadır; duyumlanamaz. Kur'ân-ı Kerîm'deki "Ellezîne  yu'minûne bi'l-ğayb... " ibaresi, bunun en güzel kanıtıdır. Şöyle de  diyebiliriz: Hâlis mânâda dinî İmân, duyumlanamayan alana ilişkindir;  gökyüzündeki parlak şeyin güneş oldugunu kabul etmenin dinî mânâda birİmân  meselesi olmaması gibi. Ancak, İslâmî özel terminolojisindeki anlamıylaİmân,  "delili olan gayb-ı mâkule inanmak"tır.8


 

  Îmân ve inanç, tartışmasız olarak kesin doğru  kabul edilen, daha dogru bir ifade ile, rûh tarafından tam anlamıyla tatmin  olarak ve toptancı bir şekilde, tümü birden "kesin dogru" olarak kabul edilen  bir aksiyomlar kompleksi, bütünlüğüdür ki bu komplekse "âmentü" (credo) tâbir  edilir.



  Rûhun birtek seferde bilgi objesini açık ve seçik  olarak kavraması, intüitiv (hadsî) ve mutmaîn olarak kavraması vakıası, tekrar  edelim, sadece meta-fizik alana, din'e has değildir. Dikkat edilecek olursa,  bütün bilgilerimizin temeli, bu şekilde sâf a-priorik "inanç"lar üzerine  kurulmuştur. Meselâ, akıl'ın doğruyu bulma yeteneğin bulunduğuna, duyularımızın  eşyanın gerçek bilgisini verdiğine 'inanırız'. Bunların aksini kabul ettiğimiz  takdirde, içinden çıkılamaz şüphe girdaplarında boğuluruz. Bu şüphe girdapları,  Gazzâlî ve Descartes'ın "Metodik Şüphe"si de olmayıp, kendisinden hiçbir sâlim  bilgi hâsıl olmayan Pironik Şüphe gibidir. İşte biz bu temel dogrulara istinad  ederek, soyut bilgilere ve somut eşyanın bilgisine ulaşırız. Meselâ, matematiğin  temeli, dogru olduğuna inanılan "temel doğrular", yani, "aksiyomlar" üzerine  tesis edilir. Keza, içinde yaşamakta oldugumuz fıziksel varlık alanı (evren,  kâinat, kozmos) ile ilgili bilgilerimizin temelinde, bu şekilde bir inanç  vardır. Evrenin evrensel, genelgeçerli kanunlara tâbî, akıl ile kavranabilir ve  duyular ile algılanabilir, her yerinde aynı niteliklere sahip [Kozmolojik İlke]  ve her zaman aynı niteliklere sahip [Mükemmel Kozmolojik ilke] oldugu ... ilh.  gibi niteliklerinin temelinde, aynı şey vardır: İnanma vakıası, yani,İmân  ve/veya inanç



 

*** 




  Bilim'in "Duyu verilerine dayalı, herkes için  ortak olan ve mantıksal olarak açıklanabilen, kavramlarla çalışan bilgiler  sistemi" şeklindeki bir tanımlaması, materyalist ve/veya pozitivist bir  tanımlama olarak görülmemelidir. Böyle bir düşünce, çok yanlış bir  ilişkilendirme olacaktır. Zira, Materyalizm'de, meta-fizik varlık alanı,  ontolojik olarak reddedilir, Pozitivizim'de ise, bir varlık alanı olarak ilgi  alanı dışına çıkarılır. Yani, her ikisi için de, metafızik. hem ontolojik ve  epistemololojik olarak reddedilmektedir.



  Burada yapılmak istenen ise, şudur: Herhangi bir  bilgiler sisteminin nesnel (objektif, kendinde bir varlığı bulunan) bir içeriği  (konusu) yoksa, bu, sadece bir "formel disiplin" olur: Mantık ve Matematik gibi.  Eğer bir nesnel (objektif, kendinde varlık sahibi) bir içeriği (konusu) var da  bu içerik algı harici ise, bu, "fizik-ötesi" (metafizik) bir varlık alanıdır ki  bu takdirde, bilim konusu değil sâf İmân konusu olacaktır. Bilim'in konusu  olabilmesi için, bilgi objesinin sadece hariçte (bilen süje'nin, yani ben'in,  rûh'un haricinde) kendinde bir varlıgı olması yetmeyecektir, bunun, aynı zamanda  algı sahasına dahil olması da gerekecektir.



  Bilim ile İmân arasındaki bu kategorik farkılık,  dikkat edilirse, onların bilgi objelerinin farklılıgından kaynaklanmaktadır. Bu  sebeple, çok özet bir mahiyette de olsa, bilgi objeleri olan fıziksel ve  metafiziksel varlık sahalarına temas etmek gerekecektir.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst