Konuya cevap cer

Bilim ve İnanç (Îmân) alanlarının ortak yanları


  İmdi, varlık alanları (bilgi objeleri) itibariyle  birbirinden farklı olan bilim ve İmân arasında, radikal bir kopukluk olmayıp, tam  aksine, aralarında çok yakın, çok sıkı, içten mevcut bir irtibat vardır ki bu  irtibat, şöylece özetlenebilir:



  a: Her tür bilginin ve bilimin temelinde. bir  "çıkış noktası" vardır; bu, özü itibariyle dinî anlamdaki İmân ile formel olarak  aynı ortak paydalara sahip olan bir "inanç", bir "îmân" anlamındadır. Bunlara,  genel bir nitelendirme olarak - burada detaylı irdelemelere girmekten imtina  ederek - "apriori" veya "aksiyom" diyebiliriz. Bu aprioriler, müdrikemizin  (intelligent) çalışmasındaki en aslî elemanlar olmak duru- mundadırlar.



  b: Bu temel çıkış noktası, ilk önce, "varlığın  imkânı" ve "bilginin imkânı" konularıdır. "Varlık'ın var", "Bilgi'nin mümkün"  oldugunu kabul etmek. en temel bir inanç'tır.



  c: lkincisi. "bilginin kaynakları" konusudur.  Bilgi, bilgi kaynaklarından alınan datalara (verilere) dayanır. Bunun için de  öncelikle, bilginin kaynaklarına ilişkin bir kabul gerekmektedir. Bu kabuller,  duyu bilgisi için, duyu organlarının, akıl bilgisi için akl'ın, sezgi bılgisi  için sezgi'nin ve vahy bilgisi için de vahy'in. bir bilgi kaynagı olarak kabul  edilip-edilmemesi demektir. Bu kabullerin herbirisi, birer "inanç"  mahiyetindedir.

  Şu halde, bilimler de dinî inanışlar gibi, bazı  inanç normları üzerine tesis edilmek durumundadırlar; genel bazı apriorilere  ve/veya aksiyomlara istinad etmeksizin hiçbir bilim tesis edilemez. Bu da bizi,  "apriori problemi"ne götürür ki aprioriler de keza, birer "inanç"tır.


  Bir örnek almak üzere, "varlık" kavramını ele  alalım.


  Grekçe'de "varlık" (var-olan) anlamındaki "ontos"  ve "ruh", "bilgi" gibi anlamlara gelen "logos" kelimelerinden türetilen  "ontoloji", bir terim olarak. "varlık bilimi", "varlık bilgisi", "varlık  teorisi" anlamına gelmektedir. Ontoloji'nin konusu, çıplak bir gerçeklik olarak  "varlık"tır. Ontoloji, bu araştırmasında, hiçbir değer hükmü serdetmeksizin,  sadece "olan", yani "var-olan" ile ilgilenir.



  "Varlıgın tanımı", Ontoloji'nin en temel  konularından ve bütün düşünce tarihinin en çetrefilli suallerinden birisidir ve  hakikat halde, tam ve noksansız bir tanımı yoktur. Bütün tanımlar aşagı-yukarı  aynı kapıya çıkmaktadır: "Varlık", bir aksiyom'dur.



  Mevcut olmak (to exist), bir gövdesi bulunmak,  bir "var-oluş"u, bir "hakikat"ı, bir "şe'niyet"i, bir "gerçellik"i bulunmak  demektir.10 Daha açık bir ifade ile, "var-olmak" ("mevcut olmak") insan  zihninin bir ürünü, bir fiksiyonu, bir tasarımı olmayan, "dış-dünya"da11. yani,  "gerçeklikler dünyası"nda o dünyanın bir elemanı olmak demektir. Bu haliyle  "Var-Olmak" bir süreklilik ifade eder. "Olmak" ise, "olmaklık" (to be) anlamında  ele alındıgında bir yanıyla bir statizm (süreklilik=continuity) ve bir yanıyla  da bir dinamizm. bir süreç (procedure) ifade eder; "vuku bulmak" (to halıpen, to  become) anlamında ele alındıgında ise tam anlamıyla bir süreç, bir değişme,  bir dinamizm ifade eder.



  "Mevcut olmak" fiilinin bir  'hal' olarak ifadesi  "mevcûdiyet" (var-lık = existence: "Var- olma" keyfıyeti) olup, bir  'isim' (ya  da, yerine göre, 'zamir') olarak ifadesi de "mevcut-olan" anlamında olmak üzere,  "mevcuf' (varlık = exis-tent: "Var-olan") olarak anılır.



  "Mevcut olmak" kelimesinin kökeni, arapça WCD  mastarından gelir ki bu mastar, "aramak, bulmak" anlamındadır.12 Buradan  "ewcede" (yaratmak, icad etmek, var-kılmak) gibi bir fiil de türemiş ve bu  fiilden de "mewcûd" ismi istihraç edilmiştir. "Mewcûd", yaratılan, icad edilen,  var-kılınan demektir. "Wucûd", "var-kılınan'ın var-olan var-lık'ı, gövdesi"  demektir. "Mewcûdât" ise, bu kelimenin çoğulu olup, bir terim olarak, bazan  "kâinat" (fiziksel varlık- alanı; tabiat, nature, physis, cosmos) anlamında13. bazan daha da geniş ve bütünü kuşatıcı olmak üzere, mevcut olan şeylerin  tamamı anlamında ve "âlem" kelimesinin müteradifi olarak kullanılır.



  Mevcut Olmak  iilinin İngilizcesi olan "to exist"  (Fr: Exister) kelimesi Latince "existere"den gelir ki "hurûç etmek, ortaya çık-  mak, meydana gelmek" anlamındaki bu kelimenin Latince'deki etimolojik yapısı,  "ex" [dışarıj + "sistere" [kaim olmaya (ayakta durmaya) sebep olmak (stare =  kaim olmak, ayakta durmak)] >> "existere" şeklindedir ve bir terim olarak da,  "dışarıda (dış-dünyâ da) kaim olmak", "var-olmak", "kendi başına bir gerçekligi  bulunmak" anlamındadır.14



  Özetleyecek olursak, "varlık", tartışmaksızın  kabul edilmek durumunda olan en temel bir kavram olarak kabul edilmek  durumundadır.15 Benzer şekilde, "yokluk" kavramı da, apriorik bir kabul, insan  zihninin çalışması için temel bir kavramdır.16 Varlık ve Yokluk kavramları  hakkındaki en ilginç aksiyom veya apriorilerden birisi, Antik Grekli filozof  Parmenides'in şu meşhur ilkesidir: "var vardır, yok yoktur".17


  "Söylemek ve düŞünmek gerek var-olan'ın olduğunu;  var-olan vardır

  Hiç ise yoktur...


  .........................

  Hakkından gelinemez hiç  şu var-olmayan'ın  var-olduğunun

  Sen bu araştırma yolundan uzak tut düşünceni

  .....................

  Nasıl, nereden yetişmiştir? Bırakmayacağım  var-olmayan'dan

  Sözetmeğe ne de düşünmeğe seni: söylenemez,  düşünülemez çünkü

  Vâr-olmadığı"



   *** 




  "Kendimizin (düşünen süje'nin, yani "ben"in) ve  bir "dış-dünya"nın var-oldugu" fıkri, genellikle bir inanç objesidir. Şüpheci  felsefeler dışında hiçbir düşünce akımında, kendinde bir hakikatı olan bir  "ben"in ve bir "dış-dünyâ'nın mevcûdiyeti reddedilmez. [Descartes'ın Metodik  Şüphesi'nde ben'in ve dış-dünya'nın varlıgının ispatına ileride çok kısaca temas  edilecektir.] Meselâ, Taftazânî tarafından Ömer Nesefi'nin meşhur risâlesi  "Akaid"e yapılan ve Risale'nin kendisinden daha büyük bir şöhret kazanan şerh  olan "Şerhu'l-Akaid"de, "Biz eşyanın var olduğuna zarurî olarak, kesinlikle,  apaçık şekilde hükmediyor ve biliyoruz"18 denmek sûretiyle, bizden hariçte bir  dış-dünya'nın varlıgının, tartışmasız bir argüman, bir açık-seçik bilgi, bir  bedihî bilgi oldugu belirtilmektedir.



  Felsefede, Ontoloji alanında "Mutlak Varlık"ı,  Epistemoloji alanında "Mutlak Varlık"ın bilgisini kabul etmek de reddetmek de  bir apriori'dir. Episteomoloji alanında, yani bilgi konusunda, "bilginin  imkânı"nı kabul etmek de bir apriori, bir inanç'tır, reddetmek de. Bilginin  kaynaklarını kabul etmek de, keza, aynı hüviyet- tedir.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst