Konuya cevap cer

2: Descartes Felsefesi'nin Temellerinde  Aksiyomatik / Apriorik Unsurlar 


  Ele aldığımız konunun felsefe tarihindeki en  mümtaz örneği, muhtemelen Descartes Felsefesi'dir. Rene Descartes (Renatus  Cartesius), herşeyden önce "mutlak hakikat" peşinde koşan, yılmaz bir hakikat  araştırıcısıdır. "Felsefenin İlkeleri"nde, Felsefe "hikmet'in (bilgelik'in)  incelenmesi" olarak tanımlanmıştır.24 Bilgelik ise gerçek faziletlerin tümünün  birden genel adı olup25 akılla irtibatlıdır26 ve olgun bir fazilet olgun  bilgiden gelir.27 Madem ki hikmet, sadece iyilik bilgisinden kaynaklanan gerçek  faziletlerin tümüdür, o halde "bütün ve tam olgun bilgi" olmak durumundadır.  Ancak ne var ki böyle birşeyin tam anlamıyla gerçekleşmesi ancak ve yalnız "son  derece tam ve olgun" olan Tanrı'ya mahsustur.28 Bu hususu fılozof "insan  bilgisinin bilebileceği bütün hakikatlerin ilk temellerini atmaya uğraştığı"29  Felsefenin İlkeleri isimli eserinin önsözünde belirtir30 ve devamla, insanın da  gücü nisbetinde, vani. bilebilebileceği bütün şeylerin tam ve kesin bir  bilgisini edinmekle hikmet sahibi (hakîm, sophos) olabileceğini vurgular.31



  Bu noktada Descartes, bütün felsefe ve bilim  tarihinin en cür'etkâr bir teşebbüsüne girişir: İnsan açısından bilinmesi mümkün  olan herşeyin tam ve kesin bir bilgisinin elde edilmesi. Descartes'da "küllî ve  kesin bilgi" fikrinin mevcudiyeti, onun felsefesinin en önemli inanç  noktalarından birisini oluşturmaktadır.



  O sebeptendir ki Descartes'ın felsefesi hem  "(sonlu bir varlık olan insan için) bilinmesi mümkün olan şeylerin tam bir  bilgisi"ni ve hem de işbu bütün şeylerin "tam bir bilgisi"ni edinmeyi  amaçlayan "bütüncül" (total) ve "bir-şekilli" (üniform) bir felsefedir. Onun  bir mutlak varlık kavramına sahip ve mutlak bilginin elde edilebileceğine kail  olması, keza, bir felsefi apriori'dir.



  Bunun yanında o, "gerçek felsefe" diye adlandırdığı kendi felsefesini "İlk  İlletler (Nedenler)", yani "İlkeler"den kalkarak kurmak istemektedir ki,  bütüncül bir felsefenin İlk İlkeller üzerine  temellendirilmek istenmesi bir apriori olduğu gibi, bu ilkeler de aprorik  yollardan elde edileceklerdi:



  "Bu bilginin böyle olması (yani, bütün şeylerin  tam bir bilgisi olması - D.H.) için de onun ilk nedenlerden çıkarılmış olması  gerekmektedir; böylece, bu bilgiyi edinmek yolunu öğrenmek için - ki "asıl  felsefe" budur - bu "ilk nedenler"i, yani "ilkeler"i arama"kla işe başlamak  lâzımdır. "32



Bu cümlesinin hemen devamında ise, bu ilkelerin  iki özelliği belirtilmektedir:



a: İlkeler, açık ve ap-açık olmalıdır. öyle ki.  kendilerinde en küçük bir kuşku bile bulunmamalıdır.

  b: İlkelerin bilgisi diğer nesnelerin  bilgisine  bağımlı olmamalı ve fakat diğer tüm şeylerin bilgisi ilkelere bağımlı  olmalıdır.


  Yani, ilkeler başka hiçbirşeyden çıkarılmış olmamalı, ancak ve yalnız kendiliklerinden açık ve seçik olarak, doğru olduğu  "görülmelidir"; başka türlü söylendikte. ilkeler kendi doğruluklarını başka  hiçbirşeye değil yine kendilerine borçlu olmalıdır. Diğer tüm şeylerin bilgisi  ise, bu "temel doğrular"dan, matematiksel deyimiyle "aksiyomlar"dan kalkılarak  elde edilmelidir.


  Bu denli büyük bir görevi üstlenmiş olan felsefe,  ancak, çok sağlam ve ap-açık ilkelere dayanılarak kurulabilir:


  "... apaçık olmayan bir ilkeden çıkarılan neticelerin hiçbiri apaçık olamaz, her ne kadar bu neticeler apaçık bir şekilde  çıkarılsınlar da "33



  Dolayısıyla da diğer filozotların gerçek felsefe  kuramamalarının sebebi, filozofa göre, onların, bu şekilde "ap-açık (bedihî)  ilkeler"den yola çıkmamalarıdır. Bu hususu Descartes, Felsefenin İlkeleri'nde,  "... bu filozofların hepsi tam ve kesin olarak bilmedikleri birşeyi ilke olarak  kabul etmişlerdir. "34 diyerek belirtmektedir.



  Descartes Felsefesi'nin üçüncü büyük özelliğini  de buradan çıkarabiliriz ki bu da onun "sistematik" oluşudur. Çünkü, belirli bir  yerden, çok sağlam, açık, ap-açık, kesin doğru temel düsturlardan, bedihî  ilkelerden hareket edilerek, "bilinmesi mümkün olan bütün şeylerin tam bir  bilgisini elde etmek" amaçlanmaktadır. Bütün şeylerin tam bir bilgisini elde  etmek gibi bir amaç bellirlennıesi nasıl ki onun "bütüncül" niteliğini  ortaya koymakta ise, bu bütüncül felsefenin ilkeler'den kalkılarak kurulması da  onun "sistematik" niteliğini ortaya koymaktadır. Bunun içindir ki Descartes,  haklı olarak. Batı'da "modern felsefe'nin babası" olmak şanına lâyık  görülmüştür. 35


 

  İmdi, onda bütün bilimlerde kesinlik  bulunmadığı, ancak, mutlak hakikatin kesin doğru bilgisinin elde edilebileceği  fikrini oluşturan temel Amilleri şöylece sıralayabiliriz:



  a- Hiçbir bilimde (ve bilgi alanında) kesinlik  bulunmamaktadır36

  b- Bunun bir istisnası vardır: Matematik.37

  c- Matematikte bu sağlamlık ve sarsılmazlık elde edilebildigine göre onda bunu  sağlayan her neyse onu keşfedip diger bilimlere de uygulayabilirsek onlarda da  aynı derecede sağlamlık ve kesinlik elde edebiliriz.38

  d- Bu suretle, bilinmesi mümkün olan tüm şeylerin  bilgisini veren bir bilim, matematiksel kesinlikli ve "üniversel" olan bir bilim  kurabiliriz: Mathesis Universalis (Üniversal matematik).39 Bu sistem, bize,  hiçbir deney'e müracaat etmeye gerek duymadan sırf ve yalnız Akıl (Ratio)'dan  yola çıkarak "herşeyi", yani hem fizik-dünya'nın hem de metafızik-dünya'nın  bilgisini elde etme imkânı verecektir.



  Cartesien Rasyonalizm'in özü kısaca, budur.  Empirizm'in temellendiricisi Francis Bacon'ın bilgi'yi "ampiria"dan (deney'den)  istihraç etmesine karşılık Descartes, "ratio"dan (akıl'dan) istihraca  yönelmiştir. Metod, hakikat araştırmasının çekirdeğidir ve Descartes Felsefesi  için en temelli bir ehemmiyeti haizdir. Ona göre, "Hakikatı aramada metod  gerektir. "40 Cartesien Metod, Matematik'te olduğu gibi açık-seçik, dolaysız,  doğrudan, bilâvasıta, intütiv olarak görülen ve kesin doğru bir "sağlam bir  çıkış-noktası"ndan,41 matematiksel bir terim kullanacak olursak, bir  "aksiyom"dan kalkarak eşyanın bilgisine yönelmeyi öngörür.42 O, bu söz konusu  metodunu, yani hakikat araştırmasının nüvesini ratio'ya dayandırmakla çok  kesin ve tam dogru bilgilerden mücehhez Mathesis Universalis'i tesis etmeye  girişmiştir. Descartes, aradıgı aksiyom'u, Archimedes Noktası'nı43 önce "soyut  düşünce"de bulur.44


 

  Descartes'ın aksiyomu şudur: "Pek açıkça ve pek  seçikçe kavradığım şeylerin hepsi doğrudur."45 Fakat onun ilk kalkış noktası,  yani aksiyomu, ya da saglam çıkış noktası, sadece bundan ibaret değildir. Onun,  tartışmaksızın dogru olarak aldığı başka bazı kabulleri daha vardır.46 Esasen bu  da yine "matematiksel düşünce"nin bir yansıması gibidir. Bunları, yani  Descartes'ın diğer aksiyomlarını şu şekilde üç kısımda toplayabiliriz:



  Bir: Tabiî Işık (Lumen Naturelle): Filozofumuza  göre, bizde, "tabiî ışık" denen birşey vardır ki bu, "dogruyu yanlıştan ayırdetme gücü" olup, Tanrı vergisidir:47 Hattâ bu Tabiî Işık, Descartes için adetâ  bir "Temel Aksiyom" durumunda görünmektedir. Çünkü, "açık ve seçik olarak  kavradığım herşey doğrudur" önermesinin kesin doğruluğunun güvencesi (teminatı)  ona bağlanmaktadır. Nitekim, İlkeler'in ilk bölümünde, "(Tanrı'nın) bize verdiği  ve tabiî ışık dediğimiz bilmek melekesi, hiçbir zaman, idrâk ettiğinde, yani  açık ve seçik olarak bildiğinde, doğru olmayan hiçbir şeyi idrâk etmez"48  şeklinde net bir ifade ile onaya konan, budur.



  Onun sırf bu maksatla yazmış oldugu "Tabiat Işığı  İle Hakikatı Arama" adlı ve tamamı elde mevcut olmayan diyalogunun sunuşunda  şöyle denmektedir:



  "Bu sâf ışık, sağduyulu adamın, ne din ne de  felsefenin yardımına el uzatmaksızın düşüncelerini uğraştıran bütün şeyler  üzerine edinebileceği bütün kanaatları belirtir, ve en garip bilimlerin  sırlarına varıncaya kadar herşeye nüfuz eder."49



  İki: Tanrı'nın Varlığı: Her ne kadar söz konusu  bu Tabiî Işık ile ne Din'e ne de Felsefe'ye gerek kalmadan, gerçeğin bilgisine  ulaşmak mümkünse de, açıkça görüldüğü gibi, işbu Tabiî Işık da varlığını  kendisine değil, kendisinden başka birşeye, "Tanrı'nın Vârlığı'na borçludur.  Gerçekten de filozof, Metod Üzerine Konuşma'nın dördüncü bölümünde şunları  söylemektedir:



   "... pek açıkça ve pek seçikçe kavradığım  şeylerin hepsi doğrudur sözü, Tanrı var olan ve olgun bir varlık olduğu ve bizde  olan herşey ondan geldiği için doğrudur."50



  Hattâ denebilir ki, Tanrı'nın varlığı, Descates  Felsefesi için en temel aksiyomun da temeli, ya da, "Aksiyomlar Aksiyomu" olarak  da anlaşılabilir Gerçekte o, Tanrı'nın vı rlığını isbat ederken dahi - isbat  etmeden önce- O'nun varlığına inanıyordu. O nedenle, Descartes'ın, Tanrı'nın  varlıgını evvelâ bir aksiyom, sonra da bir isbatlanmış teorem gibi ele alması,  bir totoloji, ya da Kartezyen Kısır Döngü (Circle Cartésien) olarak değil de.  matematikteki "olmayana ergi" metodunun felsefi bir uyarlaması olarak anlamak  daha yerinde olur.



  Üç: Bazı Temel Kabuller: Bunlar, Descartes  Felsefesi'nin, tartışmadan doğru kabul ettigi bazı temel kategoriler olarak da  kabul edilebilirler: Düşünce, Hakikat, Varlık gibi: "düşünmek için var-olmak  gerektiği", "düşünmenin sadece rûha özgü olduğu" ... gibi. Bunlar, Descartesça  söyleyecek olursak, "İdeae İnnatae"lardır.51



  Düşünme'nin ne demek olduğu ve "düşünmek" ile  "var-olmak" arasındaki ayrılmazlık da birer aksiyom özelliği taşırlar.52


 

  Bu aksiyomlardan yola çıkıldıktan sonra, bunu bir  dedüksiyonlar serisi takip eder. Önce "şüphenin kendisi"53, yani bizzat  kendisinin "şüphe etmekte olduğu" ispatlanır. Bunu, "Ben"in varlığının  ispatlanması" takip eder.54 Bu, pek meşhûr ve pek mârûf "Cogito Ergo Sum"dur:



Düşünüyorum, öyleyse, var'ım! Sonra "Tanrı'nın varlığı"55 isbatlanmıştır.56  "Dış-dünya"nın, "fızikî-dünya"nın varlığının ispatı, ancak bundan sonra ele  alınabilecektir.57


 

  Descartes Felsefesinde Apriori Metod'un  gerekliliği kısaca şöyle özetlenebilir: a.1: Her türlü bilginin ilkeleri  Metafizik'ten gelir. Bu. fılozofun "Felsefe Ağacı" örneği ile açıklamış olduğu  genel felsefe sisteminin58 zorunlu bir sonucudur. Fizik-Dünya'nın bilgisi de,  'her türlü bilgi' gibi, temel olan Metafızik'ten çıkarılacaktır. Metafızik  ise, apriorik olarak bilinir.



  a.2: Cisimlerden (maddî şeylerden) edinilen açık  ve seçik fıkirler de iki türlüdür ki bir kısmı formel olarak Özne'de (Ben'de)  mevcuttur, bir kısmı da değildir.59



  Bilgide insanın dört gücü, yani insanın dört  türlü bilgi edinebilme gücü vardır. Anlayış, Muhayyile, Duyular ve Hâfıza.60  Bunlardan Anlayış, sırf düşünsel (fikrî) şeyler için olup, cismanî şeyler  duyular ile Duyulur ve Muhayyile ile düşünülür. Muhayyile, "... maddî şeyler  için yaratılmış olan özel bir düşünce tarzıdır..."61 Dolayısıyla maddî (cismanî)  şeylerin bilgisini edinmede işbu sözü edilen Muhayyile ve Duyular'ı da ihmal  etmemek lâzımdır, ama, bunlardan önce o şeylerin ilkelerinin Anlayış  tarafından bilinmesi gerekir ki bu da bir apriori bilgidir.



  a.3: Eşyanın (şeylerin) tek özü uzam'dır ve o da  geometrik ve Geometri (Matematik) ise aklın saf ürünü, bütünüyle apriorik bir  bilgidir. O halde, dış-dünya'nın böyle bir "matematiksel öz" sahibi olması, onun  bilgisini edinmede, matematiğin metodu olan aprioiri metodu zorunlu kılar.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst