Konuya cevap cer

Bilimlerde Apriori Problemine Örnek: Fizik Bitimi (Physics) 


  Fizik Bilimi'nin konusu, bilgi objesi, Tabiat (Kozmos)'tır. Bunun için de, çok  özet mahiyette, Kozmos'un temel niteliklerinin kısaca bir dercedilmesi faydalı  olacaktır.



  Kozmos'un Temel Nitelikleri


  Kozmik Varlık'ın Temel Nitelikleri (Kozmik İlkeler) şu şekilde özetlenebilir:

  1: Gerçeklik (reality), 2: Uzamlılık (extensivity), 3:  Geometriklik  (gemetricity), 4: Maddîlik (materiality), 5: Düzenlilik (regularity), 6:   Mükemınellik (perfectionity), 7: Bilinebilirlik (gnosticty), 8:  Duyumluluk  (sensuality), 9: Aklîlik (rationality), 10: Matematiksellik  (matematicity, 11: Sebeplilik (illiyet, causality), 12: Gayecilik  (teleologity), 13:  Belirlenemezlik (indeterminity), 14: Evrensellik (Universality) veya:  Evrensel  Monizm 15: Tarihîlik (historicality).


  Şimdi bunların konumuzla ilgili olan bir kaçına kısaca dokunalım.



  Gerçeklik

 

  Tabiat, gerçek bir varlıktır. Varlığı hakkında herhangi  bir şüphe duyulmaması  gerekir.  Ancak, düşünce tarihinde, bu reel dış-dünya'nın varlığından  şüpheye  düşüldüğü bilinmektedir. Bunların içinde en tanınmış olanlarından  birisi,  "Sceptik Şüphe"nin en büyük temsilcilerinden olan Gorgias Şüpheciliği  olup,  devamlı aynı şüphe girdabının içinde dönenip duran ve kendi içinde  tutarsız bir  fikir okulu olarak bilinir. Diğeri de, "Metodik Şüphe"nin en mümtaz  temsilcisi olan Cartesien Şüphecilik'tir ve bu şüphecilikte kozmosun  varlığından  duyulan teorik şüphe aşılarak, ihtişamlı bir felsefe sistemi vücuda  getirilmiştir.



  Bütün fizik bilimlerin temelinde, Albert Einstein tabiriyle, "İdrâk edenden  bağımsız bir dışAlem'in varlığına inanç bütün tabiat bilimlerinin temelini  teşkil etmektedir". Bu, en temel bir aksiyomdur ve aksiyom olmaksızın hiçbir  nesnel/objektif bilgi ve bilim tesis edilemez.



  Düzenlilik

 

  Fiziksel-Dünya'da göze çarpan en önemli niteliklerden birisi de "düzenlilik"tir.  Bizim karşımızdaki varlık, en küçük bir düzensizliğin dahi söz konusu  olamayacağı bir varlıktır. Bu sebeple o, "düzensizlik" demek olan "kaos" olarak  değil de "düzenlilik" demek olan "kozmos" olarak anlaşılmalıdır. Bütün  bilimler tarafından didik-didik edilen kâinat'ta görülen şey, çok sıkı ve  tavizsiz, kesin ve mutlak bir düzen'den başkası değildir. Esasen onun bizzat  bilimsel olarak incelenebilmesi, yani bir bilgi ve bilim objesi halinde ele  alınabilmesi, doğrudan bu düzenlilik ilkesiyle irtibatlıdır. Eğer evrende bu  düzenlilik olmasaydı, onu bilimsel olarak incelemek imkânı olamazdı. Zira,  bilimin bizzat kendisi, düzenlilik demektir. Hattâ, daha ileri giderek şunu da  söyleyebiliriz: Bizzat "düzen" kavramı. insanın dış-dünya'ya yüklemlediği en  temel hir aksiyom, bir apriori, bir inanç'tır. Hattâ diyebiliriz ki: Düzen  fıkri, bizde doğuştan mevcut ve var-olmamızın tabiî hir rüknü olan bir fıtrî  fikirdir. Biz, varız ve düzenliyiz: esasen varolmak, düzenli olmak demektir.  ya da, sadece "düzenli-olan" (kozmik olan) vardır. "düzensiz- olan" (kaotik  olan) yoktur.



  Mükemmellik

 

  Mükemmellik ilkesi, düzenlilik ilkesi ile bitişik ve  hattâ onun kaçınılmaz  sonucu olan bir ilkedir: hattâ, bu ilke, düzenlilik ilkesinin en ileri  bir  şekli olarak da kabul edilebilir. Mükemmellik, evrendeki düzenlilik'in  kusursuzluğunu ifade etmektedir. Ne var ki bu mükemmelliğin, mümkün olan   mükemmelliklerin en olgunu mu olduğu, yani, evrenin bugün olduğundan  daha  mükemmel olmasının mümkün olup-olmadığı şeklindeki hir soruya ilim bir  cevap  veremez. Zira, bu sorunun cevabı, evreni aşmaktadır. İlim ise, evreni  aşan  hiçbir şeye cevap veremez. Şöyle de diyebiliriz: İlim, evrene iç'den  bakar;  halbuki bu soruya cevap verebilmek, dış'tan bakmayı icap ettirmektedir.  Fakat  ilim'in içten (immanent) bakışıyla şu cevabı verebiliriz: Evren,  kusursuz,  mükemmel bir varlıktır. Hattâ şunu dahi serd edebiliriz: Her var-olan.  kusursuzdur. Yahut da: Var-olmak, düzenli ve kusursuz olmak demektir.



  Bilinebilirlik

 

  Kozmos'un en temel niteliklerinden birisi de. onun bilinebirliğidir. Kozmik  dünya, insan tarafından bilinebilen, bilgisinin edinilmesi mümkün olan bir  varlık alanıdır. Evrenin bu niteliği, onu bir muammalar, anlaşılmazlıklar yığını  olmaktan çıkarır ve hir bilgi nesnesi haline getirir. Böyle bir ilke, ayrıca,  evreni insan'a açar. Bu "açma". İnsan'ın evren'e, yani tabiat'a  hükmedebilmesinin de yolunun açar ve insan'ı onun karşısında edilgen durumdan  çıkarıp etken duruma, köle olmaktan çıkarıp efendi konumuna yükseltir. Ancak  burada şu iki sorunun sorulması gerekir: Bu bilinebilirlik ne ile sağlanabilir  ve, mükemmel ve kusursuz, kâmil (exact) bir bilinebilirlik olarak algılanabilir  mi? Yani, insan evrenin tam ve noksansız bir bilgisini edinebilir mi? Bu  sorulara burada girişmekten uzak duracagız. Evren'in bilgisinin edinilmesinde  iki aşama vardır: Birincisi, onun bilgisinin ham malzemesinin tedarik edilmesi  ve ikincisi de bu ham malzemenin işlenerek bilgi haline getirilmesi. Birincisi  duyumculuk'un (sensüalizm'in), ikincisi ise akılcılık'ın  (rasyonalizm'in) konusudur.



  Ancak, öncelikle, şunun belirtilmesi icap eder: Evrenin bilinirliği, bir temel  kabuldür: kozmik birİmân'dır.



  Duyumculuk

 

  Kozmik dünya, bize duyumlarımız ile verilmiştir. Fakat duyumlar ile  algılayabildiklerimiz, sadece, maddî nesnelerdir ve üstelik onların sadece bir  kısım nitelikleridir. Evren, bizim için aynı zamanda bir duyumlar alanıdır. Bu  kavramın da, felsefi sensüalizm ile karıştırılınamasına dikkat etmek  gereklidir. Felsefi duyumculuk, felsefî maddecilik ile çok yakından  bağlantılıdır. Nasıl ki felsefi maddecilik madde'den başka bir varlık tanımaz  ise, felsetî duyumculuk da madde'den başka bilgi kaynağı kabul etmez. Halbuki,  biz sadece, maddeyi duyum- larız; ama, maddenin de içinde bulunduğu uzay,  duyumlanama. Fiziksel dünyâya ait olan uzay, zaman, mekân, hız, ivme, kuvvet  vs... gibi birçok kantitenin bilgisini duyumlama ile degil, soyutlama ile  elde ederiz. Beri yandan, daha önce sözü edilen mâkulât alemi'nin temel  kategorileri hiçbirisi de duyularla edinilmez. İlmî sensüal- izm, maddenin  bilgisinin insan'ın duyumlarla verilmesini kabul etmektir. Daha önce de ele  alınmış olduğu gibi, bu işleme "deney" (ampiria) denmektedir. Yani,  fizik-dünya'nın bilgisi. duyumlama ile elde edilen empirik bilgi olmaktadır.  Ve yine kısaca temas etmişti ki bunun tam olarak verilen bir bilgi olduğunu  iddia edemeyiz.



  Burada da şu hususun göz önüne gctirilmesi icap eder: Duyularımızın, bize  gerçeği verdiği kabul edilmeksizin ne bir duyu bilgisi ve ne de bir bilim olur.



Aklîlik

 

  Tabiat, fizik-dünya, maddeler dünyası, bize bilgisinin ham malzemesini duyular  aracılığıyla iletir. Artık burada duyular'ın işi biter, akıl'ın görevi başlar.  İnformasyon'u, yani ham bilgi'yi yoğurup onu bilgi haline getiren, akıl'dır.  Nitekim, hayvanların duyumlama yetenekleri birçok bakımdan bizden daha üstündür,  ama onlarda, beşerî anlam ve içerikte bir bilgi yoktur; zira, hayvanda akıl  yoktur. İşte bu sûretle, duyumlama ile edinilen tabiatın ham bilgisi, akıl'ın  adetâ bir şifre çözücü gibi gibi devreye girmesiyle felsefi anlamda bilgi'ye,  tabiatın bilgisi'ne dönüşür.



  İmdi, tabiat'ın temel niteliklerinden olan aklîlik, burada kendisini  göstermektedir. Aklîlik (rationality), "akıla uygunluk", "akıl ile uyuşurluk"  anlamındadır. Tabiatın aklîliği, tabiatın bilgisinin akıl ile kavranabilir  nitelikte olması, akılın buna güç yetirebilmesi demek olmaktadır. Tabiîdir ki  burada -bizim bu çalışmada üzerinde durmamız mümkün olmayan- önemli bazı  meseleler zuhur etmektedir. Bunlardan sadece birinin belirtilmesi dahi, ne gibi  zorlu meselelerle karşı-karşıya bulunduğu- muz gösterebilecektir: Tabiatın akıla  uygunluğunun kanıtı nedir? Bu, aynı zamanda şu soru ile de bağlantılıdır:  Tabiatın duyumlarla edinilen bilgisinin doğruluğunun ve güvenilirliğinin kanıtı  nedir? Şüphesiz, bunun en kestirme cevabı şu şekilde olacaktır: biz bunları,  birer aksiyom olarak kabul etmekteyiz; başka bir yolumuz yok! Buna, bir ikinci  adımda şunu ekleyebiliriz: Akıl ile elde edilen bilgiler ile duyumlarla elde  edilen bilgiler, birbirlerini sürekli olarak, karşılıklı bir şekilde denetler.  Yani, birinin yanılmasını diğeriyle düzeltebiliriz.



  Fakat, Gazzâlî'nin sorduğu gibi, ya her ikisi birden yanılmakta ise?80  O zaman  bu soruya, ancak, meta-fizik bir temele dayanarak cevap verebiliriz:  Akıl'ı da  duyular'ı da var-kılan bir var-kılıcı vardır ki O aynı zamanda bütün  var-olanları ve bu cümleden olmak üzere kozmos'u da var-kılan'dır. Bütün  varlıkların  kaynağı O olduğu gibi, bütün bilgilerin kaynağı da O'dur. İmdi: hem  kozmos, hem  kozmos'u duyumlayan duyular ve hem de o duyuların verdiği  informasyonları  bilgi'ye dönüştüren akıl, hep aynı kaynaktan, O'ndan gelmektedir ve dahi  O da,  bizi istese aldatabilir; fakat aldatmak bir meziyet değildir, bir  zaaftır ve  binaenaleyh O, zaaf ile mâlûl olamayacağı için (zira zaaf bir  noksanlık'tır  ve noksan olan var-kılıcı olamaz) bizi aldatmaya gücü yettiği halde,  yani bizi  aldatabileceği halde, aldatmaz. O halde, bize 'verilmiş' olan bilgi  vasıtaları bizi aldatmak için verilmiş olmayacaktır ve bu da demektir ki  bilgi  kaynaklarımız olan duyular ve akıl, güvenilirlik sahibidir.



  Rasyonalizm, yani evrenin akıla uygunluğu, insan'ın tabiat'ı anlayabilmesinin,  onu anlamlandırıp yorumlayabilmesinin, onun karşısında acz içinde kalmayıp  evrenin hâkimi olabilmesinin en önemli şartlarından birisi olmaktadır. Zira,  insan, bu varlık tablosu içerisinde, tabiat'a körü-körüne boyun eğmeyip onu  degiştirmeye çalışabilen ve değiştirebilen tek varlıktır.



  Matematiksellik

 

  İmdi, evrenin bilinebilirliği ve akıla uygunluğu problemlerinden sonra, sıra  onun yazılmış olduğu dili, evrenin dili'ni deşifre etmeye gelmiştir.



  Gerçekten de, eğer evren bilinebilir ve akıl ile anlaşılabilir ise, bunun bir  ifade halinde ortaya konması lâzım geleceği tabiîdir. Zaten, evrenin  bilinebilirliği ve aklîliği de bu anlama gelmektedir. Bütün bilim tarihinin en  temel problem alanlarından birisinin de bu oldugunu söyleyebiliriz. Evren, bir  varlık alanı olarak, okunması gereken bir "kitap" gibi, çözülmesi gereken bir  "şifreler kümesi", ya da bir "tablo" gibi durmaktadır. Bu tablo karşısında duran  insan, onun şifrelerini çözerek bu tabloyu okumaya çalışır; bu, kozmosun  insanca anlaşılması ve anlamlandırılması demektir.



  Sözü edilen bu ifade, ya kalitatif (sözel) bir ifade olacaktır ya da kantitatif  (sayısal) bir ifâde. Evren, en azından önemlice bir bölüğü itibariyle,  sayılabilen ve şekil ile ifade edilebilen varlıklardan oluşur. Zira, daha  evvelce de bahs edilmiş olduğu veçhiyle, evren, yani kozmos, uzamlı ve nesneli  (cisimli, maddeli) bir varlık alanıdır. Nesneli olmak, sayı, yani hesap, ile ve  uzamlı olmak ise geometrik form ile ilgili ve rabıtalı olmak demektir. Şekil'in  ve sayı'nın rasyonel ifadesi de en yetkin şeklini matematik denen disiplin'de  bulur. Bunun içindir ki, tabiat denen kitabı en iyi okuyacak araç, matematik  olmaktadır. Bu hususu Galileo Galilei, şu aforizma ile formüle etmiştir:  "Evren, matenıatiğirı dili ile yazılmıştır. Matematiğin dilini bilmeyerı için  evren, içinden çıkılmaz bir labirent gibidir"



Matematizm de, evren hakkındaki bir aksiyomatik kabuldür.



  İlliyet

 

  Res Extensia (tabiî varlık; tabiat) aynı zamanda bir sebeplilikler örgüsü'dür.  Esasen, tabiat'ın bilinebilirlik, aklîlik, düzenlilik ilh. niteliklerinin  ancak, illiyet (sebeplilik, causality) kavramı altında bir degeri  olabilmektedir. Bilmek, akıl'ın kavrayabilmesidir, yani bilmek, akıl ile  kabildir; beri yandan, akıl ancak düzenli olan'ı kavrayabilir. Halbuki "düzenli"  olmak, bütün oluşların arasında bir "oluş-düzeni ", bir "hiyerarşi" demektir ki  işte bu "oluş-düzeni", ancak bir "sebep-sonuç ilişkisi"nin varlığıyta mümkün  olabilecektir ve "illiyet" de bunun ifadesidir.



  İlliyet kavramı ile ifade edilmek istenen hususun, birbiriyle yakın ilgi ve  bağlantısı olan iki ayrı mânâya delâlet ettigini söyleyebiliriz. Bunlardan  birincisi, bilimin de esasını teşkil eden ve tabiatın iç-çalışma mekanizma ile  ve ikincisi ise dogrudan-dogruya tabiatın bütünselliği ile ilgili olan  hususlardır.



  İlliyet de, keza evrene dair en temel aksiyomlarımızdandır. Zira, diger  aksiyomların önemlice bir kısmı, ancak bununla bir anlam taşımaktadır.



  Gayelilik


  Tabiattaki illiyet (sebeplilik) niteliği ve illî karakter, evrenin,  sadece iç-çalışmasıyla ilgili içsel bir niteliği midir, yoksa doğrudan-doğruya  zâtî bir niteliği midir şeklindeki bir soru bizi şu noktaya getirir: Tabiatın  kendisi, dogrudan-doğruya bir varlık olarak kendisi, bir sebebin mahsulü müdür?  Bu zorlu soru bizi, "gayecilik" denen konuya yönlendirecektir.



  Bir varlık olarak var-olduğu şüphesiz olan şu uzamlı varlık (res extensia;  tabiat; kozmos), zâtı itibariyle, bir gayesi olan, bir gayeye doğru yönelmiş  olan bir varlık mıdır, yoksa böyle bir gayesi yok mudur? Bu, aynı zamanda şu  anlama da gelmektedir: Evren, ne için vardır? Yahut, şu şekilde de sorabiliriz:  Evren'in var-oluşunun bir anlamı var mıdır, yok mudur? Evren'in var-oluşu  anlamlı mıdır, anlamsız mı? O, "anlamlı bir durum geregi olarak" mı, yoksa  "öylesine" mi vardır? Evren'in mevcûdiyeti, mevcut oluşu, bir mânidarlık  (significancy) mıdır yoksa bir abeslik (absurdity) mi? Çok çeşitli şekillerde  sorulabilen bu suallerin hepsinin de aynı kapıya çıktıgına dikkat edilmelidir:  İnsan, bu sorular ile, evreni kendi kafasında, dimağında, anlayışında  meşrulaştırmak istemektedir.



  "Gaye" kavramı, sebeplilik, düzenlilik, aklîlik ...ith. gibi kavramlarla  bitişik olan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavram, varlık'ın  (varlık ve oluş'un) mutlaka düzenlilik, illiyet (sebeplilik: sebep-sonuç  ilişkisi) konteksti çerçevesine dahil edilebilen, bunun sayesinde de  aklîleştirilebilen (akıl ile kavranılabilir hale getirilebilen) ve böylece  "anlamlandırılabilen", yani insan için anlaşılabilir, kabul edilebilir bir hale  getirilebilen ve binnetice, "meşrûlaştırılabilen" bir hakikat olduğunu bir  tek kelime ile ifade edebilen bir kavramdır. Ancak, burada bir sınır şartı  konması gerekmektedir: Bütün bu işlemlerin kendisine uygulanacağı söz konusu  varlık'ın, 'fenomenal' bir varlık olması gereklidir. Böyle bir sınır şartı  konmasının esbâb-ı mûcibesi şudur: Bir var-olan'ı sebeplilik, düzenlilik,  aklîlik gibi ilkelere tâbi kılabilmek için, söz konusu bu var-olan'daki işbu  niteliklerin test edilebilmesi imkânının mevcut olması gerekir; "fenomenal  olmak", test edilebilir nitelikte bir var-olan olmak demektir. Bunun için,  transandantal varlık demek olan Tanrı'ya böyle bir şey izafe edilemez, zira,  Tanrı, fenomenalleştirilemez. Tanrı'yı fenomenalleştirmeye kalkışmak, onun  Tanrılık niteeliğini ihlâl edeceği için böyle bir teşebbüs absürd olur. Yani  tanrısallık, sebeplilik, düzenlilik, aklîlik gibi kavramların altına konamaz.



  Artık şu soruyu sorabiliriz: Evrende, yani fenomenal varlık alanında,  sebeplilik, düzenlilik, aklilik gibi nitelikleri test edebildigimize göre, bütün  bunların bir muhassalası niteliğinde olan gayelilik niteliğini test edebilmek,  bu niteliği kanıtlayabilmek mümkün olabilir mi?



  Bazı düşünce sistemleri, tabiatta bir "gaye" bulundugu fıkrini kesin bir şekilde  ileri sürerken bazıları da kesin bir şekilde reddetmektedir. Bizim bu kısa  çalışmada, böyle bir konuyu bütün yönleriyle ele alıp, irdelememiz mümkün  değildir. Ancak, şunu hulasatan söyleyebiliriz: Evrende bir gaye  bulunup-bulunmadığı fıkri (Gayecilik=Teleolojizm), doğrudan ilim'in değil,  İmân'ın ve felsefe'nin konusudur.



  Teleolojizm, daha ziyade, insan'ın kâinat tablosu karşısında kendisine tayin  ettiği konuma bağlı görünmektedir. Bu yüzden onun kabulünün ya da reddinin esas  itibariyle bir a priorik tavır oldugu söylenebilir. Bunun dogrudan testi kabil  olabilseydi o zaman bunu bir a posteriorik bir bilgi haline getirebilirdik ki bu  da mümkün görünmemektedir. Zira, bu satırların müellifine göre, gayelilik fikri,  bizatihî evreni aşan, transandantal, küllî bir prensiptir ve evrenin içinde  bulunan bizlerin onun doğruluğunu doğrudan-doğruya sınamak için, evrenin  üstünde, herşeyi gözleyebilen bir mevkie çıkmamız icap eder ki bu da  muhaldir. Bu, tıpkı, kendisi herşeyi görebilen göz'ün, bizzat kendisini  görememesine benzetilebilir. Nasıl ki göz, kendisini görebilmek için kendi  dışına çıkmak mecburiyetinde ise, insan da, içinde bulundugu evren'in bir gayesi  bulunup-bulunmadıgını tevsik edebilmek için, bu evrene dışarıdan bakabilmelidir ki bu da imkân dışıdır.



  İlim, dogrulugunu dogrudan deneyemeyeceği şeyi konu edinemez. Teleolojizm de  ilim tarafından doğrudan denenerek doğrulanabilme imkânı vermemektedir; o  sebeple, ilim onu gündemine alamaz. Alamaz, zira, mükereren belirtmek  gerekir ki bunun, evrenin içinde bulunan insan tarafından ölçülebilmesi,  deneysel verilerle dogrulanabilmesi mümkün görünmemektedir. Ancak, gayelilik  ilkesi, evrene izafe edilen en temel aksiyomlardan birisi, ve hattâ, dogrudan  test edilebilmesi imkânı olmadıgı için de en saf aksiyomlardandır.



  Bu satırların müellifi olarak, felsefe noktai nazarından evrenin bir gayesi  olduğu idesi savunulmaktadır. Ancak bu gayenin ne oldugu ve ne gibi bir hedefi  bulundugu ap-ayrı bir konudur.



  "Evrende bir gayenin mevcûdiyeti" idesine ulaşmak için kısaca şunu  söyleyebiliriz: Sebepsiz bir var-olma ir-rasyonel (akıl-dışı) ve absürd (abes)  bir şeydir. Bu, en temelli bir inanç, bir aksiyomdur. Var-olma, ancak, "bir  sebebe müsteniden var-olma" demektir. Binaenaleyh "var-olma" keyfiyeti "bir  sebebe müsteniden var-olma" keyfiyeti olarak kabûl edilirse aklîleştirilmiş ve  kabule şâyân hale getirilmiş olur. Sebep (illet, cause) bir gaî illet"i  (teleological cause) ve o da bir gaye'yi zarûrî kılar. Yani, sebep'ten gayeli  sebep'e ve oradan da gaye'ye ulaşmış oluruz. Bütün bunlar ise, bizi, kendinde  var-olan tabiat'ın üstünde (süper natürel) ve aşkın (transandantal, müteal) bir  fail'e götürür. Beri yandan da evren, bir "var-olan"dır, mevcûdiyeti gerçektir,  haktır. Şu halde, evren, gerçek bir var-olan olarak, zâtı itibariyle, bir sebebe  bağlı olarak var'dır.



  Bundan maâda, şu hususun da gözden kaçırılmaması icap  etmektedir: Evren'de olup-biten herşey (fenomenler), bir sebeplilik  kavramı altında anlaşılabilmektedir.  İmdi; içindeki oluşların sebepli oldugu bir varlık nizamının bizzat  kendisinin  sebepsiz oldugu iddiası bir saçmalıktır. Eger evren bir sebepsizlik ise,  onda  olup-bitenlerin sebepli olması anlamsız olacaktır. Şu halde, evren,  sebepli  (causal) bir varlıktır. Özetlersek:



  a: Tabiatın çalışma mekanizmasında bir illiyet (sebeplilik) vardır. Tabiattaki  olup-bitenler bu ilkeye baglıdır; yani kozmos'un oluş mekanizması bir kozal  mekanizma'dır.


 b: O halde, çalışma mekanizması sebepli olan kozmik varlık'ın kendisi de sebepli  bir varlık'tır; yani, kozmos, sadece bir "varlık" degil, ve fakat aynı zamanda  bir "kozal varlık"tır.


  ***


  İmdi, bilimlerin varmış oldugu neticeler, kuşkusuz, insan'ı yeniden bilim,  hakikat ve İmân problemleri ile yüz-yüze getirmektedir. Görüldügü gibi, ilim,  artık mutlak hakikat elde etme iddiasını terk etmek durumunda kalmıştır ve ilmî  olan da budur. Ne var ki, acaba, "mutlak hakikat", hakikaten yok mudur, varsa  nasıl elde edilebilir?



  İmân, dinî/meta-fızik anlamda imân, bizzat işbu "mutlak hakikat" kavramının ana  kaynağından başka birşey degildir. Böyle bir mutlak hakikat'ın var-olup  olmadıgı, görüldügü gibi, ilimi de kuşatan ve fakat ondan ziyadeİmân'a konu  olabilecek niteliktedir; zira, ilim bu konuda tıkanmaktadır. Olgun bir din, bir  "mutlak hakikat"ın mevcut oldugunu ve bu mutlak hakikat'ın bilgisinin de ancak  "bildirilen" bir bilgi olabilecegini Söyler ki bu da "vahy" olmaktadır.



  "... fizik, 'yanılan', 'yanlışlanabilir' bilgiler üreten bir ilim'dir. Daha  doğrusu, İlim, bu demektir. İmdi, yanılaın, yanlışlanabilir bilgi üreten' bir  disiplinden nasıl olur da yanılmaz, kesin doğru bilgiler' istihraç  edebilirsiniz? Bu, abes ile iştigal etmektir...../



Nitekim bugüne kadar kurulan bilimsel teorilerin içinde yıkılmamış ya da  yıkılmayacak olan tek bir tanesi dahi mevcut değildir. İlim, ebedî ve değişmez  hakikat'ı yakalamak değil, ebedî ve değişmez hakikat'a doğru, düşe-kalka, yanıla  yanlışlana, bitip-tükenmek bilmeyen bir cehd hareketi yürütmek demektir.  Ezelî-ehedî, değişmez hakikat'ın doğru bilgisi yanılan insan'ın haddi değildir.  O, yani, ezelî-ebedî, değişmez olan'ın kesin doğru bilgisi, ezelî-ebedî-değismez olan'dan 'bildirildiği' kadar 'bilinebilir'.



  ...../Soylu bir fikir adamı bu kâinatı izah edebilmelidir; eğer edemiyorsa niçin  izah edemediğini izah edebilmelidir." 81


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst