Bir Ömrün Değişmez Prensibi: Müsbet Hareket

Nevzatt

Well-known member
MÜSBET HAREKET, Risale-i Nur’un ilim ve irfana, tebliğ ve iknaya, muhabbet ve şefkate dayanan irşad metodu. Bu meslek bütün mücedditlerin ortak yoludur. Hepsi, Allah Resulü’nden (a.s.m.) aynı dersi almış ve asırlarının şartlarına göre bu yolda yürümeye azamî hassasiyet göstermişlerdir. Gazaliler, Rabbaniler, Geylâniler, Mevlânalar hep bu mukaddes yolun yolcularıdır. Hepsinin ortak gayesi, insanları Hakkın rıza çizgisine çekmek, ebedî saadetlerine vesile olmaktır.
“Âlimler peygamberlerin varisleridir,” hadis-i şerifine en ileri mânâsıyla mazhar olan bu kutlu zevat içerisinde Bediüzzaman Hazretleri’nin hususî bir yeri vardır. Onun bu hususiyeti, asrının dehşetinden ileri gelmektedir.

Rüyada Bir Hitabe başlıklı yazısında, her asrın mebusları içinde bulunan mübarek bir heyetin kendisine şöyle hitab ettiğini haber verir:

“Ey helâket ve felâket asrının adamı, senin de bir reyin var. Fikrini beyan et.”

Diğer mücedditlerin mücahedeleri, İslâm’ı ana istikametinden uzaklaştırmak isteyen ve mü’minleri Ehl-i Sünnet itikadından saptırmaya çalışan birtakım gâfillere ve bedbahtlara karşı olmuştur. Bediüzzaman’ın asrı ise çok daha farklıdır. Onun zamanında, imanın erkânına ilişilmiş, neden ve niçin yollu sorularla mü’minlerin kalplerine şüpheler sokulmuş, imanları tehlikeye atılmıştır. Ayrıca, küfür, dalâlet ve sefahat birer şahs-ı mânevî hâlinde ve dünya çapında organize edilmiş olarak imana, İslâm’a ve ahlâka musallat olmuşlardır.

İşte tarihte misli görülmemiş bu ifsat hareketlerine karşı, tebliğ ve irşad vazifesini mânen yüklenen o büyük Üstad, bir yandan şüpheleri giderici ve mü’minlerin imanlarını taklitten tahkik seviyesine çıkarıcı kıymetli dersler verirken, diğer yandan bu engebeli, dikenli, mayınlı ve uçurumlarla dolu yolda Müslümanların nasıl yürümeleri gerektiğini ders veren lâhika mektupları kaleme almıştır.

İşte ‘müsbet hareket’, bu ulvî yolculuğun esası ve yürüyüş ritmidir.




Bediüzzaman Hazretleri, kendisini menfî bir harekete sevketmek için yapılan bütün işkencelere, zulümlere, oynanan bütün şeytanî oyunlara sadece acı bir tebessümle karşılık vermiş, ona zulmedenler de dahil olmak üzere, bütün bir beşeriyetin imanını kurtarmak için çıktığı o mukaddes yolculuğunu, itidâl-i dem ile, sarsılmadan ve düşmanlığa girmeden tamamlamıştır.

Bediüzzaman Hazretleri, bütün ömrü boyunca tatbik ettiği tebliğ ve irşad prensiplerinin bir hülâsası mahiyetinde olan ve bir cihette Allah Resûlü’nün (a.s.m.) Vedâ Hutbesi’ni andıran son mektubuna şu cümlelerle başlar:

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır: Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lâhikası)

Bu cümlelerde müsbet ve menfî hareketlerin en önemlileri nazarımıza sunulmuş durumda. Rıza-yı İlâhî için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfî.

Hizmet-i imaniyye müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfî.

Allah’a tevekkül müsbet; vazife-i İlâhiyyeye karışmak menfî.

Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilâl çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlâl etmek menfî.

Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfî.

Müsbet, kelime mânâsıyla isbat edilmiş demektir. İsbat edilen, ortaya konulan istifadeye sunulana müsbet denir.

Müsbet imardır, menfî ise tahrip...

Dünün boş arsasına bugün bir bina kurmuş, istifadeye sunmuşsanız bu bir müsbet harekettir. Ama mevcut bir binayı ortadan kaldırmış, faydasız hâle getirmişseniz buna da menfî denir.




Menfî, nefyedilmiş demektir. Nefiy ise sürgün etmek, ortadan kaldırmak, yokluğunu iddia etmek mânâlarına geliyor. Küfre giren insana imansız denilmesi de bundandır. Bu adam, kendi iman sarayını yıkmıştır. Kezâ, iffet ve ahlâk köşkünü harab eden adama da ahlâksız deriz. Burada da bir menfî hareket söz konusu...

Sağır bir insan sesler âleminin câhilidir. Ona göre, ses diye bir şey yoktur. Kendisine şefkatli bir hekim el uzatıyor ve kulağını tedavi ederek onu işitme nimetine kavuşturuyor. Artık bu adam için sesler âlemi sabit olmuştur. Ve hekimin yaptığı da müsbet bir harekettir.

İşiten bir kulağı sağır hâle sokmak ise menfî hareket...

Görme hâdisesinde de öyle. Gözü görmeyen insanın şu kâinat hakkındaki bilgisi ancak elinin temas kurabildiği eşyaya münhasırdır. Bu adamın gözünü tedavi ettiğinizde, nazarı yıldızlarda, güneşte, ayda, dağlarda, ovalarda dolaşmaya başlar ve hususî dünyası sınırsız denilebilecek ölçüde genişlenir.

Müsbetler de, menfîler de sayısız denecek kadar çok. Bunlar içerisinde müsbetin en ileri derecesini şu ifadelerde buluyoruz:

“Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmak.”

Hizmet-i imaniyye, insanoğluna yapılabilecek en büyük yardımın ifadesi, en büyük müsbetin simgesidir. Kalpten küfür sökülüp atılacak, yerine iman bina edilecektir.

Bu hizmet sonunda, bir insan iman nimetine kavuşursa, daha önce, sadece gördüğü eşya ile alâkadar olan bu adam, artık bütün âlemlerin Rabbine vâsıl olmuş, maddede boğulan aklı âlemlerin yaratıcısını bulmuştur. Vazifesiz, sahipsiz, hâmisiz olmaktan kurtulmuş, ölüm ötesini bilememenin ıstırabından halâs olmuştur. Şimdi o, görmeyi yaratan bir Basîr, işitmenin mûcidi bir Semi’, sûretlerin tasvircisi bir Musavvir, hayatları yaratan bir Muhyî bulmanın ve O’na iman etmenin safâsını sürmeye başlamıştır.

İşte bu adamın imanına yapılan bu yardım, ne kör gözü açmaya benzer, ne de işitmeyen kulağı. Kendisine sunulan bu iman hizmeti, onun için ebedî bir ihsandır ve fâni dünyası için yapılan yardımlardan sonsuz derece büyüktür, ehemmiyetlidir. Cennette ne körlük var, ne sağırlık. Ne açlık var, ne susuzluk... Hiçbir elemin orada yeri yok. Hiçbir yokluk, hiçbir noksanlık o beldeye ayak basamamış. Bu akıllara sığmaz lütufların karşısında, yine akıl almaz azaplarıyla cehennem var. Cennete ermenin ve cehennemden kurtulmanın temeli, esası iman. Onun içindir ki insanlığa yapılabilecek en büyük hizmet de, iman hizmeti...




İşte Bediüzzaman Hazretleri o engin himmetini, bu milletin imanının kurtulmasında merkezleştirmiş büyük mürşid, mânevî hekim ve eşsiz müceddiddir.

Bütün mesaisini iman vadisine hasreden bu büyük mürşid:

"Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var, başka cereyanlarla alâkam yok," buyurarak müsbet hareketin iman hizmeti, menfînin ise imansızlık cereyanı olduğunu veciz bir şekilde ifade buyurur.
 
Üst