Huseyni
Müdavim
Evlilik bir paylaşma san'atı, birbirine kanaat etme maharetidir. Yuva, dört duvardan oluşan bir dünya. İnsanın zor günü de olur, dar günü de. Hayatını paylaşanlar, her türlü hâlde duygularını da paylaşabilmeli. Birbirine muâvin, birbirine dayanma noktası olmalı eşler. Birbirlerini anlamalı ve anlayışla yaklaşabilmeli olanlara, bitenlere.
Evet demek yeter mi, ‘küçük bir cennet’ olmaya?
Önce kocaman “evet”ler, ardından, ayağa basmalar. “Yaşa”, “varol”lar ve şaka şamata arasında “imza”lar…İmzalar!..
Bu imzalar ahittir, akittir, mukaveledir; hayatî önem taşıyan bir sözleşmedir. İnsan hayatının tamamını bağlayan bir “söz” veriştir “evet”ler, imzalar. Örfte de böyle, hukukta da böyle, dinde de böyle.
Hazır bulunan dâvetliler ve masadakilerden başka, Allah da şahit buna.
Medenî bir sözleşme olan nikâh, asıl mânâsıyla evlilik dinin emridir. “Nikâh benim sünnetimdir. Benim sünnetimi uygulamayan benden değildir” buyuran Peygamber Efendimiz (asm); “Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim” 1 buyurmuş ve evlilik kurumunu özellikle teşvik etmiştir. Resmî evlenme töreni olan nikâhlar, nikâh salonlarında da olmakla birlikte; çoğu zaman, düğünün yapıldığı mahalde düğünle birlikte yapılıyor.
Nikâh akdini yapmak üzere lütfedip gelmişlerse şâyet Belediye Başkanı; değilse, onu temsil eden Nikâh Memuru alır mikrofonu eline:
“Şu an, ikinizi karı koca ilân ediyorum” diyerek dâvetlilerin, insî, cinnî bütün mahlûkâtın ve Yaratanın huzurunda ilânatta bulunduktan sonra:
“Sevinçte, kıvançta, tasada; iyi günde, kötü günde; hastalıkta, sağlıkta hayatınızı paylaşacaksınız. Savaşta, barışta; karada, denizde havada, vesâire, vesaire…” devam eder, gider, öğütler…
Salonda alkışlar, ıslıklar ayyuka çıkar; tezahürat tufanı kopar bir anda.
Günün konusu, günün konuşmacısı tarafından irat edilir:
“Davul bile dengi dengine” gibi deyimlerle bezenen konuşma bitince, davul sesi sarar salonun dört bir yanını: “Güm te-kâ, güm, güm…”
Çalgılar çılgılar, ilâhiler, kasideler, marşlar, deyişler, söyleyişler devam eder bir süre…Düğün, nihayet duâlarla, tekbirlerle, tebriklerle biter; çiftler de yerine gider. Düğün biter, ama hayat yeni başlar.
Bir, üç beş gün; bir ay, üç ay, beş ay derken ilerler zaman. “Cicim ayı” bitmeye, akıllar başa gelmeye başlar. İş kolay toparlanmış, düğün suhûletle yapılmışsa nûrun alâ nûr. Arkada bakiye kalmış, senet sepet düşüncesi sarmışsa bacayı, hayatın tadı yavaş yavaş başlar! Düğünlerin örfü, âdeti, geleneği olsa da; düğün masraflarındaki aşırılık, israfa varan bolbolculuk dinimizin “kolaylık” prensibine uygun düşmemektedir. Çünkü bunda, israf ve zorluk söz konusu. Ömür boyu sürecek bir beraberliği başından sıkıntıya sokmak, ne İslâm’a ne de insafa uygun düşmez.
Zâten, Ahmet b. Hanbel’in (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm): “Bereketi en çok olan düğün, külfeti en az olanıdır” 2 buyurmuyor mu? Bu husûsa dikkat!
ÖNCE SAĞLAM BİR TEMEL
Birbirini tanımayan iki insanın bir hâneyi, bir yatağı, bir hayatı paylaşması öyle kolay da bir iş değil. Fakat evliliği Cenâb-ı Hak takdir etmiş Âdem atamızdan bu yana… Rûm Sûresi’nin yirmi birinci âyetinde: “Kaynaşmak için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun varlığının delillerindendir” buyuruyor rahmet sahibi Rabbimiz.
Dinimiz, evliliği teşvik edip karşılıklı haklara riâyet edilmesini, iyi geçinilmesini; aile bağının korunmasını emretmiştir. Bunun için sağlıklı bir altyapı, doğru bir yol haritası gerekir.
Evvelâ, evlenip, yuva kurmaya tâlip olan kimsenin buna fikren, rûhen, bedenen hazır ve karar verebilme iradesine sahip olması şarttır. Tâ ki, sözünün arkasında durabilsin; yüke, omuz vurabilsin.
İkinci olarak, eş seçiminde ya da çoluk çocuğumuza eş bulmada ana kriter; Cenâb-ı Hakk’ın marziyatını, rızasını ve Hz. Peygamberimizin (asm) memnuniyetini esas alan ölçülerin aranmasıdır. Hani, kız istemeye, diğer bir deyimle “dünür”e gidildiğinde “Allah’ın emriyle, Peygamberimizin kavliyle” diye söze başlanır ya! İşte, esas ölçü de bu olmalı. Neden?
Hz. Peygamberimiz (asm), zenginlik, asâlet, güzellik ve dindarlık gibi kıstasları dikkate verdikten sonra; “Siz, dindar olanını seçiniz” diyerek, mü’minlere doğru tercihleri için istikamet göstermektedir.
Sonra, “küfüv” olma durumu var. Yani dini, diyaneti, dünya görüşü, yaşı, fiziği, tahsili ve ekonomik seviyesi gibi hususlarda denklik gerekiyor. İbni Ömer’den (ra) rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz (asm): “Denkleri çıktığında kızlarınızı evlendirin. Musîbet ve engellerin gelmesini beklemeyin” 3 buyurmaktadır. Bu hadis-i şerifteki ön şart, anahtar kelime denklik. İllâ ki denklik.
Hatta, aile büyüklerinin “kafa yapısı” bile bu işte önemli bir faktör.
“Ne ilgisi var?” demeyin sakın. Onlar bu çatının payandası. Birçok defa ilk gıcırtı oradan, o eli öpülesilerden çıkıyor. Kayınvalide oğlunu, gelin hanım ise eşini bir başkasıyla paylaşmak istemiyor gibidir sanki. Böyle olmayan, böyle davranmayanları tenzih ederim, ama buna da dikkat etmeli! Doğrudan olmasa da, dolayısıyla problem olabiliyor bazen.
Bediüzzaman Said Nursî: “İnsanın, hususan Müslümanın tahassüngâhı (sığınağı) ve bir nev'î Cenneti ve küçük bir dünyası, aile hayatıdır” 4 diyor. Öyle değil mi? İnsanın, günlük hayatın ezici, üzücü, yorucu hâletinden; günah selinden sıyrılıp, sığındığı, “oh” diyebildiği limanıdır yuvalar.
Eğer, kurulan yuvanın temeli sağlam atılıp, çatısı düzgün çakılmışsa, “Küçük bir Cennet” olur o hâne. Güller açar yanaklarından çiftlerin. Mutluluk şarkıları mırıldanır dudaklar. “Hamd” pırıltıları akseder perdelerin ardından. Mutlu olurlar, umutlu olurlar. Dalga dalga yayılır mutluluk hâleleri etrafa…Ana baba da mutlu; eş dost, ahbap da memnun; dahası, umulur ki Allah da razı olur bu durumdan.
Demek, mutluluk, sadece fertlere münhasır ve onlarla sınırlı kalmıyor. Topluma da aksediyor, neticesi itibariyle. “Hamd” eden ailenin “hâmid” çocukları gelir dünyaya. Onlar da mutlu, onlar da umutlu olurlar. Zararlı yayınla, lüzumsuz meşguliyetle zaman zâyi edilmez; okumaya, anlatmaya, yaşamaya özen gösterilir; ibadette, tâatte sebat edilirse, sağlam karakterli ve faydalı nesiller yetiştirir bu aile.
EVLİLİK BİR SAN'ATTIR!
Evlilik bir paylaşma san'atı, birbirine kanaat etme maharetidir. Yuva, dört duvardan oluşan bir dünya…Nikâh Memuru demişti ya; “kederde, tasada, mutlulukta vs. vs.” diye. İnsanın zor günü de olur, dar günü de. Hayatını paylaşanlar, her türlü hâlde duygularını da paylaşabilmeli. Birbirine muâvin, birbirine dayanma noktası olmalı eşler. Birbirlerini anlamalı ve anlayışla yaklaşabilmeli olanlara, bitenlere. Eşler, birbiriyle mutlaka konuşulmalılar, istişâre etmeliler. Çünkü bu, her derde devâdır. Şûrâ Sûresi’nin otuz sekizinci âyetinde “Onların işleri, aralarında danışma iledir” buyuruyor Cemîl-i Zülkemâl. Atalar, “Hayvanlar koklaşarak, insanlar ise konuşarak anlaşır” demişler.
“İnsan, kırk kapılı saray gibidir.” Demek ki onun gönlüne, ruh âlemine girmek için mutlaka açık, aralık bir kapı bulunabilir. Bundan ötesi bahâne!
Millî pehlivanlarımızdan biri, gazetelere verdiği beyânâtlarından birini camlatıp, çerçeveletip işlettiği lokantanın duvarına asmış. O serlevhada: “Başarımı, hiç ‘dırdır’ etmeyen karıma borçluyum” diyor bahtiyar pehlivan. Demek ki, doğru söz birçok kapıyı açarken, eğri söz de insanın başına çok işler açabiliyor.
Peygamberimiz (asm): “Diline sahip ol” 5 emrediyor. Peygamber sevdâlısı Yunus da: “Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı / Söz ola ağulu aşı / Bal ile yağ ede bir söz” diyerek uyarıyor bu konuda. Peki, meselenin “bam teli” sadece kadınlar mı? Elbetteki değil. Ama kadının önemli rolü var aile kurumunda. Erkekler de rollerini oynamalı, üzerlerine düşen görevi yerine getirmeye çalışmalı, samimiyetle.
Bakınız, Cenâb-ı Hak, işin bu yanıyla alâkalı olarak ne emrediyor:
“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’ın emirlerine uymakta sebat gösteren erkekler ve kadınlar, sadâkat sahibi erkekler ve kadınlar, sabreden erkekler ve kadınlar, Allah’tan korkan erkekler ve kadınlar” diye erkeklerin ve kadınların ideal vasıflarını belirttikten sonra; aynı âyetin devamında “Zekât ve sadakalarını veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, nâmusunu koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlar için Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır”6 buyurarak, erkek ve kadında olmasını istediği meziyetleri, davranışları bildiriyor.
Görüldüğü gibi, Allah (cc) erkek ve kadın faktörünü ayrı ayrı belirterek, her birinin diğerine karşı sorumluluk sahibi olduğunu dikkate vermiş. Bununla beraber; erkeğin adını önce, kadının adını ise ardından zikretmiş hikmetine binâen. Bununla alâkalı bir başka âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Erkekler, kadınlar üzerinde idareci ve gözeticidirler. Çünkü Allah insanların bir kısmını diğerlerinden üstün kılmıştır ve erkekler, mallarından kadınları ve çocukları için harcarlar. Sâlih kadınlara gelince, onlar Allah’ın emirlerine itaat edip kocalarının hakkına riâyet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa onlar da kocalarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyâbında korurlar.” 7
Erkekler emir ve iradede daha kabiliyetli yaratılırken, kadınlara da şefkat ve annelik gibi hususlarda üstünlük verilmiştir. Aile yuvası içinde erkek ve kadından her biri, kendine verilmiş olan kabiliyetlere uygun vazifeleri üstlenirler. Erkek, ailenin geçim ve idaresini üzerine alırken, kadın da, evin iç idaresini ve kendisine verilmiş emsâlsiz şefkat duygusuyla, çocuklarının bakım ve terbiyesini yürütür. Çünkü, “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi (öğretmeni), onun annesidir.” 8
İnsanlar birbirini çok sevmeli, insan oldukları için. Mü’minler birbirini çok sevmeli, aynı Ma’bûdun âbdi oldukları için. Eşler birbirini çok sevmeli; hem dünya hem âhiret yolunun yoldaşı oldukları için. Çocuklarına anne baba oldukları için birbirlerini çok sevmeli. Melekler de sevinmeli, çocuklar da sevmeli sizi, sevdiğiniz için birbirinizi…“İman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız” 9 buyuruyor gönüller sultanı Peygamberimiz (asm).
Dünya fânî, ömür kısa. “Üzümün çöpü”, “armudun sapı” demeye değer mi bu dünya? Paylaşılamayacak hiçbir şey yok bu yerde.
“Dünya, öyle bir meta değil ki nizâya değsin” diyor Hâfız-ı Şirâzî.
Kerem sahibi Rabbimiz: “Bir insan ancak gücünün yettiğinden sorumludur” 10 buyurmaktadır. Bu sese kulak verin; birbirinizi ezmeyin, birbirinizi üzmeyin.
ALLAH İÇİN SEVİN BİRBİRİNİZİ
Siz, ey fânî hayatın bekâya namzet yolcuları! Hayatınızda parazit barındırmayın. Ön yargılı olmayın. Aktarma malûmâtlara itibar etmeyin. Allah için görüşün, Allah için konuşun, Allah için sevin birbirinizi.Bakınız, Bediüzzaman Hazretleri ne diyor:
“Aklı başında olan bir adam refikasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fânî ve zahirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemalinin en güzeli ve daimisi, onun şefkatine, kadınlığına mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini binâ etmeli.” 11
Demek ki eşler, birbirlerine fiziği, solup giden güzelliği için değil; huyu, ahlâkı, diyaneti için; ana baba oldukları, eş oldukları için muhabbet etmeli ve birbirlerine yâr olmalılar. Kem gözlere, hain bakışlara, câzibedar dostluklara dikkat etmeli; aile kalesinde gedik açmamalı. Çünkü: “Nefisler harama ve cimriliğe yakındır. Fakat siz iyilikte bulunur ve birbirinizin hakkını çiğnemekten sakınırsanız, Allah sizin işlediklerinizin hepsinden haberdardır” 12 buyuruyor Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de.
Bir yönüyle, taşıt kullanmaya benziyor evlilik müessesesi. Yolların inişi var, çıkışı var; eğrisi, doğrusu, acemisi var. Maharetli şoför, her hâl üzere tedbirli olur; engellere takılmadan devam eder yoluna. Yani toslamamaya, kaza yapmamaya var gücüyle gayret eder. Çiftler de yuvalarına özen göstermeli, aşarak gitmeli engelleri. Toslamadan…
Her şey kudret elinde olan Allah (cc), Ra’d Sûresinin yirmi dördüncü âyetinde: “Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu olan Cennet ne güzeldir” buyurarak selâmlıyor, müjdeliyor sizleri…
SÖZÜN ÖZÜ
Dünyanızı içine sığdırdığınız yuvanıza, yuvanızda arzuladığınız mutluluğunuza, saksınızdaki çiçek kadar özen gösterebildiniz mi, mesele tamam: Mutluluğun resmidir.
“Ne mutlu o kocaya ki, kadının diyanetine bakıp taklit eder; hayat arkadaşını ebedî hayatta kaybetmemek için mütedeyyin olur.” 13 “Bahtiyar o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp, ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer.” 14 Ne bahtiyar o eşler ki, dünya huzuruna sahip, âhiret mutluluğuna tâlip; cennet iskemlelerine karşılıklı kurulmayı gözlerler…
“Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl…” 15
Âmîn. Binlerce âmin…
Ali Rıza AYDIN
05.06.2009
Elif-Yeniasya
Ali Rıza AYDIN
05.06.2009
Elif-Yeniasya