Bir Ramazan Sünneti: Terâvih Namazı

Huseyni

Müdavim
Necati Bey: “Teravih namazı hakkında bilgi verir misiniz? Oruç tutamayanlar teravih namazı kılmalılar mı? Teravih namazı sünnette kaç rekâttir? Sekiz rekât da kılınır deniyor; bu doğru mudur?”

Teravih namazları, Ramazan gecelerinin;

feyiz kaynağı,
nûr tûfânı ve
sevap fırtınasıdır.

Allah Resûlü (asm) Ramazan ayı orucu ve terâvih namazı hakkında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de Ramazan gecelerindeki namazı (teravih namazını) sünnet kıldım. Öyle ise, kim inanarak ve sevabını kesin şekilde Allah’tan umarak Ramazan ayının gündüzünde oruç tutar, gecesinde de namaz kılarsa, bu geçmiş günahlarına kefâret olur. (günahları bağışlanır.)” 1

Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Resûlullah (asm) bir gece mescidde nafile namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca “Resûlullah geceleyin mescidde namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece de Efendimiz (asm) namaz kıldı. Halk yine olanları konuştu, katılacakların sayısı iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescid, insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Peygamberimiz (asm) bu dördüncü gecede yanlarına çıkmadı. Sabah olunca Efendimiz (asm):

‘Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, namazın sizlere farz oluvermesinden korkmamdır’ buyurdu. İşte bu hadise Ramazanda cereyan etmişti.” 2

Ramazan gecelerinde, terâvih namazı kılmak sünnet-i müekkededir, yani kuvvetli sünnettir. Peygamber Efendimiz (asm) kılmış ve kılınmasını tavsiye buyurmuştur. Her dört rek’âtte bir dinlenmek üzere oturulduğundan “terâvih” adıyla anılan bu gece namazı cemaatle kılınabileceği gibi, tek başına da kılınabilir.

Ramazan gecelerinde ayrı bir ibâdet hazzı veren terâvih namazı orucun değil, Ramazan ayının sünnetidir. Dolayısıyla bu namaz, ister özürlü, isterse özürsüz olsun, oruç tutmayanlar için de sünnet-i müekkede hükmündedir.

Teravih namazı yatsı namazından sonra, vitir namazından önce kılınır ve yirmi rek’âttir. Teravih namazında her iki rek’âtte bir oturmak ve selâm vermek sünnettir. Peygamber Efendimiz (asm) böyle kıldırmıştır. Böylece terâvihi yirmi rek’âtte on selâmla tamamlamak, üzerinde ittifak edilen en faziletli kılınış biçimidir.

Sünnetteki bu şekil, Şâfiîlerde vücub emri şeklinde anlaşılmış; diğer mezheplerde ise, varsa genişlik verilebilecek yönler üzerinde durulmuştur. Bundandır ki, Şâfiîlerde terâvih namazında “iki rek’âtte bir selâm vermek” vâciptir.

Hanefîlerde iki rek’âtte bir selâm vererek kılmak daha fazîletli olmakla berâber; dört rek’âtte bir selâm vermek de, iki rek’âtte bir selâm vermek gibidir. Selâmı dört rek’âtten fazla geciktirmek ise mekruhtur. Hanbelîlere ve Mâlikîlere göre ise, yirmi rek’ât tek selâmla kılınırsa namaz sahihtir; fakat her iki rek’âtte bir “selâm sünneti” terk edildiği için, böyle yapmak mekruhtur.

Aslında dikkat edilirse, dört mezhep de aynı nokta üzerinde birleşmiştir. O da şu ki: Terâvihte iki rek’âtte bir selâm vermek sünnettir ve efdal olan budur.

Cemaatle kılınan namazlarda cevaz verilende değil; efdal olanda birleşmelidir. Fakat eğer imam dört rek’âtte bir selâm vermeyi tercih etmişse, arkasındaki Şâfiî cemaati de imama uyarak dört rek’âtte bir selâm verir. Şâfiî cemaatin, imamdan ayrılarak ikinci rek’âtte selâm vermelerine gerek yoktur. İmama uydukları için dört rek’âtte bir selâm vermek kendileri için mekruh olmaz.
Süleyman KÖSMENE
27.08.2009
Yeniasya
 

Huseyni

Müdavim
—Dünden devam—

Teravih namazı iki rek’âtte bir selâm verilince akşam namazının sünneti gibi kılınır. Dört rek’âtte bir selâm verilerek kılınırsa yatsı namazının ilk sünneti gibi kılınır. Yani ilk oturuşta “et-Tahıyyâtü” ile birlikte “Salâvâtlar” da okunur. Üçüncü rek’âte kalkıldığında ise “Sübhâneke” okunur ve “Eûzü Besmele” çekilir.

Teravih namazının bir kısmı kılındıktan sonra câmiye gelen bir kimse önce kendisi yatsı namazını kılar; sonra imama, bulunduğu rek’âtte uyar. İmamdan sonra teravih namazının kalan rek’âtlerini kendisi tamamlar. Teravih namazını çok yavaş kıldırarak cemaati yormak ve sıkmak uygun olmadığı gibi, tadil-i erkâna riâyet etmeyecek derecede çok acele de kıldırmamalıdır.

Teravih namazının kaç rekât olduğu meselesine gelince… Namazın rek’ât sayısı üzerinde değil, keyfiyeti üzerinde yoğunlaşmamızın ve onu gücümüzün yettiği kadar sırf Allah rızâsı için kılmamızın önemini gözden uzak tutmamalıyız. Mühim olan Allah’ın huzûrunda Allah’ın rızâsı için kıyâma durmaktır. Ramazan gecelerinde sırf Allah rızâsı için ve sevabını Allah’tan umarak namaz kılanların mağfiret olunacağının da müjdelenmiş olması 3, bu gecelerde kılınan terâvih namazlarının hayatımızın mânevî akışında ne büyük bir mihenk teşkil ettiğini açıkça ortaya koyar. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (asm) Ramazan gecelerinde üçü vitr namazı olmak üzere toplam on bir rek’ât namaz kıldığını haber veren Hazret-i Âişe vâlidemiz’in (ra) şu bilgi notu önemlidir: “Öyle bir dört rek’ât kılardı ki, o rek’âtler güzel mi güzel, uzun mu uzun! Sonra dört rek’ât daha kılardı. O öyle bir dört rek’ât idi ki, yine eşsiz güzel ve uzun olurdu.” 4

Peygamber Efendimiz (asm) Ramazan gecelerinde nâfile namaz kılmaya teşvik buyurmuş, kendisi de bazen halkın içine çıkarak bu namazda bizzat öncülük ve imamlık etmiştir. Kendisinin cemaatle berâber sekiz rek’ât kıldığı, sonra da ashabı evlerde nafile namaz kılmaya yönlendirdiği rivâyetleri kuvvetlidir. Öyle ki Ashab-ı Kiram daha sonra evlerine çekiliyorlar ve namaz kılmaya devam ediyorlardı. Evlerinden sokaklara arı vızıltısı gibi sesler taşıyordu. Allah Resûlü (asm) bu namazın tamamını –şimdi bizim kıldığımız gibi düzenli olarak- her gece cemaatle kıldırmamasını ise, “Üzerinize farz olur da, güç gelir diye korkarım.”5 sözleriyle açıklamıştır. (Bir Peygamber’in (asm) ümmeti üzerindeki şefkatini bundan daha güzel ne gösterebilir?)

Hazret-i Ömer (ra) döneminde teravih namazları yirmi rek’ât olarak câmilerde düzenli bir şekilde kılınmaya başlanmış ve bu konuda icma meydana gelmiştir. İmam-ı Azam (ra) der ki: “Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer (ra) onu kendi kafasından yirmi rek’âte çıkarmış değildir. Bu yolda bir bid’ât de ortaya koymuş değildir. Verdiği hüküm, kendi düşüncesinin bir ürünü de değildir. Hazret-i Ömer’in bu hükmü, Hazret-i Peygamber’in (asm) kendisine verdiklerine ve Asr-ı Saadetteki uygulamalara dayanmaktadır.” 6

Netice itibariyle, teravih namazını, tadil-i erkânı bozacak ölçüde hızlı kıldırmak câiz değildir. Fakat yavaş kıldırarak halka zorluk göstermek de uygun değildir. İkisinin ortası bir yol izlenerek; tadil-i erkâna riâyet etmek şartıyla, diğer namazlara nisbeten hızlıca kıldırılması, İslâm’ın re’fetine ve şefkatine daha uygundur.

Dipnotlar:
1. Câmiü’s-Sağîr, 2/460.,
2. Buhârî, Salâtu’t-Teravih 1, Cuma 29, 5; Müslim, Müsâfirîn, 177, (761); Muvatta, Salâtfi’r Ramazan 1, (1, 113); Ebû Dâvud, Salât 318, (1373, 1374); Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 4, (3, 202).,
3. Müslim, Salât, 173.,
4. Buhârî, Teheccüd, 592.,
5. Müslim, Salât, 178;Buhârî, Salât, 411.,
6. Cezîrî, İ. Fıkhı, 1/462.

Süleyman KÖSMENE
28.08.2009
Yeniasya

 

Nurist

Well-known member
Bir'e Bin Veren Hazine...Teravih:..



Bir Ramazan akşamı cami imamının kapısını çalmış gençler.


- Hocam, demişler. Teravihe gelmek istiyoruz ama yatsıdan biraz sonra dünya kupası maçı var. Yetişebilir miyiz?


İmam gençleri kaçırmak istememiş.


- Tabiî ki yetişirsiniz çocuklar, ezan okununca camiye gelin, cevabını vermiş.


Yatsı ezanı okunmuş, gençler camiye koşmuş. İmam yatsıyı normal bir şekilde kıldırmış, ama sıra teravihe gelince bir koşturmaca başlamış. Öyle ki, gençler ikinci secdeden kalkarken yaşlılar birinciyi ancak yetiştiriyor. Herkes kan ter içinde kalmış.


Namaz biter bitmez, teravih kılmanın iç huzuruyla coşan gençler, "huşu içinde" maç izlemeye koşmuşlar. Cemaat dağılırken yaşlı bir amca imamın önünü kesmiş.


- Hocam, demiş. Ben bu namazdan bir şey anlamadım. O kadar hızlı kıldırdınız ki, secdede bir sübhane rabbiyel âlâ ancak diyebildim.


Genç imam gülmüş.


- Sen ona şükret amca. VAllâhi ben onu da diyemedim.


Tabiî teravihle ilgili bir fıkra bu. Belki de hiç yaşanmadı. Ancak bazı teravihlerde rükû ve secdede bir tesbihi ancak söyleyebiliyoruz. Cemaatin yoğun denetiminde olan bazı imamlar bıktırmamak için elinden geleni yapıyor.


"Amma yavaş kıldırdın hocam", "Çok uzun okudun, neredeyse uyuyacaktım" gibi tepkiler imamları üzüyor. Zaten Ramazan'ın ilk günü tıklım tıklım olan camilerde cemaatin önce yarıya, sonra da üçte bire düşmesi "mesaj" olarak yetiyor.


Peki, teravihi cazip hale getirmenin yolu, giderek hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye veya 19 Mayıs hareketlerine dönüşüyor. Oysa teravih, en kuvvetli sünnetlerden. Peki, böyle mi kılıyordu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.). Teravih zaten kelime olarak "istirahat ederek, rahat rahat kılınan namaz" demek. Öyle ki, sahabeler ve onları izleyenler, her rekâtta bir sayfa okuyarak Ramazan boyunca bir hatim yapıyorlarmış. Şimdi yanlışlıkla hatimle kıldırılan bir camiye girenler, iki rekât kıldıktan sonra çareyi kaçmakta buluyor.


Bir grup genç imamı namazdan sonra yargılıyorlar.


- Hocam, hani nasıl anlaşmıştık? İlk dört rekât iyiydik, ama birden yavaşladın.


Sol tarafa selam verirken müftüyü gören imam ne yapsın?


- Sormayın gençler, demiş. Radara yakalandık.


İyi ama tüm radarların üzerinde olan Rabbimizin kontrolünden uzak mı sandık kendimizi? Hani Onun "sem'i ve basar" sıfatları vardı? Her sözümüzü işitip, her anımızı görmüyor mu? Bütün yaptıklarımız, bütün ayrıntılarıyla melekler tarafından kameraya alınmıyor mu?


Belki de ülkemizin birçok şehrinde hızlı teravih kılınan camilere akın ediyor gençler. Hatta hızlı kılınan cami daha uzak olduğu için namazda geçen zamandan daha fazlasını yol yürüyerek kaybetseler bile.


Her Ramazan bir tartışma başlar.


- Teravih sekiz rekât mı, yirmi rekât mı?


Tartışmalar gazete köşelerinden televizyon ekranlarına kadar taşınır. Bana:


- Sekiz rekât kılsak olur mu hocam, diye sorduklarında hemen cevap veririm:
- Hiç kılmasan da olur. Ama kılarsan, çok iyi olur, muhteşem olur, sevabı ve fazileti muazzam olur.


Yine imam olduğum zaman gençler sorar:


- Hocam, kaç rekâtta bir selâm vereceksiniz?
- Çok sevap alalım diye iki rekâtta bir selâm vereceğiz, derim.
- Dört rekâtta bir versek...


Niçin böyle istiyorlar? Çünkü iki selâmla bir salâvat kârları olacak! Bunun her biri yaklaşık on saniye sürse, beş kez tekrarlanacağı için 50 saniye daha erken bitecek namaz.


Oysa bir bilsek bunun faziletini... Öncelikle iki rekât kılmak daha faziletli, daha sevaplı. Selâmı iki tarafımızdaki hafaza meleklerine veriyoruz. Hatta bazı Allâh dostları, sağ tarafa verirken peygamberlere, sol tarafa verirken de evliyalara selâm verdiğini söylüyor.


Salâvat ise Efendimizin (s.a.v.) bize şefaat etmesine vesile olacak. Hem bizim için ömür boyu dua eden, mahşerde "Ümmetim" diye yalvaracak olan Güzeller Güzeline bu kadar nankör ve vefasız olmakla ne kazanacağız?


Ramazan'da işlediğimiz her iyiliğe, yaptığımız her ibadete bin kat sevap veriliyor. Cehennem kapıları kapanıp Cennet kapıları açılıyor ve şeytanlar zincire vuruluyor. Af ve mağfiretin coştuğu, günah hamalı olan biz ahir zaman Müslümanları için kârlı bir ticaret mevsimi ve adeta kurtuluşumuz için bir can simidi olan Ramazan'ın müstesna bir ibadeti olan teravihi yeniden keşfetmek ve tavizsiz olarak uygulamak zorundayız.


Zaten ümmet olarak birçok nafile namazın hakkını veremiyoruz. Hiç değilse her bir rekâtı bin rekât olarak yazılan teravihe sarılalım. Her gün yirmi bin rekât namaz kılmış gibi sevap almayı kim istemez? Hiç kılmayıp terk etmekle ya da kabul olmayacak derecede hızlı kılmakla Allâh'ın rızasını reddettiğimizin farkında mıyız? İhmal ettiğimiz her bir teravih, Cennetteki bahçemizi küçülten, köşklerimizi azaltan bir hatadır. Belki de Cehennemin yollarını tıkayacak güzelim rekâtları, heba ediyoruz, heder ediyoruz...


Teravih, haşir meydanında hesap görülürken terazimizin sevap kefesini ağırlaştıracak muhteşem bir ibadettir. Kim bilir, tam da sevaplarımız az geldiğinde, Cehennem korkusundan zangır zangır titrerken, kalbimiz heyecandan gümbür gümbür atarken, güzel gökçek, dırahşan çehreli bir yiğit gibi teravih namazımız gelecek, hafif gelen sevap kefesine kurulacak ve bir anda her şey tersine dönecektir.


Hiç kimsenin hiç kimseye bir katkısı olmadığı o dehşetli günde bize şefaat edecek, elimizden tutacak olan teravihe niçin dört elle sarılmıyoruz?
Bakın ne diyor Sevgili Efendimiz (s.a.v.) :
"Kim Ramazan ayının şeref ve faziletine inanarak, Cenab-ı Hakkın rızasını gözeterek Ramazan hatırası için teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları affedilir." (Buharî, Savm:69)



Kim bu müjdeye kavuşmak istemez? Ya şu müjdeye nail olmak için 20 rekât namaz az bile gelmez mi?


"Teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamamlayan kimse o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş olur." (Tirmizî, Savm:61)


Teravihi, "nasıl olsa sünnet" düşüncesiyle asla hafife almamak gerekir. Hatta her zamanda ve her şartta tavizsiz bir tavrımız olmalı. Çünkü, yolculuk, hastalık, misafirlik, iş yoğunluğu gibi bir mazeretle kılmadığımız zaman nefsimiz alışkanlık kazanacak, hafife alacak ve önemsemeyecektir.


Ne zaman ki bir gün kılmayıp ihmal ettiniz; ertesi gün nefis şunu söylemeye hazırdır:


- Canım ne olacak kılmasan? Dün de kılmamıştın. Hem zaten farz bile değil. Üstelik birkaç kez 20 rekât kıldın. Oysa sekiz bile kılınırmış. Fazla kıldıklarını kılmadıklarına say.


Bazen de çok masum bir mazeretle geliyormuş gibidir nefis. Gün boyu Allâh yolunda bir hizmet için koşturmuşsunuzdur.


- Bugün teravihi kılmasan da olur. Zaten hizmet için koştun. Onun sevabı sana yeter de artar bile, diyerek kandırmaya çalışır.


Eski asırların insanları çok ibadet eder, tavizsiz yaşarlardı. Ara sıra gerçek mazeretleri olduğunda kılamaz, buna bile üzülürlerdi. Günümüz Müslümanları ise, bir bahaneyle teravihten kaçmak için fırsat kolluyor. Mazeretinin birisi gerçekse, birçoğu asılsız bahanelerden ibaret. Bu yüzden nefse karşı tavizsiz olmak, meydan okumak ve hiçbir bahanesine yüz vermemek tek çözümdür.


Ben bunun yolunu tavizsizlikte buldum. Teravihle ilgili yıllar önce nefsimle bir tartışma yaşadım. Bunu özet olarak yazmak istiyorum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:


- Ey nefis! Sakın ola bana teravih için bir bahaneyle gelme. Hiçbir sözünü dinlemem.
- Estağfirullah efendim, elbette senin gibi bir namaz sevdalısına ben ne diyebilirim?


Ancak sünnettir, hasta veya yorgun olunca ne yapacaksın?
- Yine kılarım, teravih bu. Bire bin yazılıyor. Ya bir dahaki Ramazan'a erişemezsem?
- Ama ayakta duramazsanız?
- Direnirim, dururum. Ama duramazsam, oturarak kılmak da caiz.
- Peki, Ramazan'da sık sık konferanslara gidiyor, namazı anlatıyorsun. Yolculukta kılmazsan bir şey olmaz. Zaten Allâh için çalışıyorsun.
- Öyle mi? İnsanlara tavsiye ettiğimizi kendimiz yapmazsak doğru olur mu? Seyahatlerde çoğu kez gittiğimiz beldede fırsat oluyor, camide kılıyoruz. Pek azı yolculuk anına rastlıyor. O zaman da molalarda pekâlâ kılabiliyorum.
- Haklısın ama hiç değilse iftara gittiğin misafirliklerde kılmasan... Çünkü Allâh yolunda çok tatlı sohbetler oluyor...
- Yine yanıldın nefis, Ramazan sohbetten çok ibadet zamanı. Hele hele boş geziler, eğlenceler, lüzumsuz sohbetler sevap yerine günah getirir. Misafirliklerde ya camiye gitmek gerekir ya da evdeki çoluk çocuk kimse varsa cemaat yapıp yine teravihi kılmak lazımdır.
- Yani bu teravihi engelleyen hiçbir şey yok mu? Farzın bile bazen mazereti oluyor...
- Teslim olursan bahane çok. Ancak kim bahanelere aldırıp her gün en az 20 bin rekât sevabı kazandıran 20 rekatlık teravihi ihmal ederse, adeta 20 bin adet beşibiryerde altını kaybetmiş olur. Bu yüzden hiç karşıma çıkma, beni kandıramazsın.


Bu tür uzun münazaralardan sonra nefsim anladı ki, boş yere uğraşmaya gerek yok, bu adam ikna olmaz.


Tabiî diyeceksiniz ki:
- Yoğun koşturmacalar içindeyken hiç mi kaçırdığımız teravih olmayacak?


O sizin teravihe verdiğiniz öneme ve değere bağlı. Camide cemaatle kılmak daha faziletli olduğu halde fırsat bulamadıysak yalnız kılacağız, ama terk etmeyeceğiz. Gece kılmaya imkân bulamadık veya uyku ve yorgunluk galip geldiyse, sahura biraz erken kalkıp yine kılacağız. Çok uğraştık, ama zaman daraldıysa hiç değilse sekiz rekât kılacağız, ama o feyiz deryasından hissesiz kalmayacağız.


Tabiî asla içindeki dualardan eksiltmek, hızlı kılmak gibi bir nefis oyununa mağlup olmamalıyız. Eğer olağanüstü meşgulsek veya zamanımız darsa, terk etmek yerine daha kısa surelerle yine kılıp o muazzam hazineden nasipsiz kalmayalım.


İhmal eden, hafife alan, küçümseyen ya terk eder ya birkaç teravihle yetinir. Ama önemseyen, değer veren, hassas ve tavizsiz olan ya tümünü kılar ya da birkaç tane ancak kaçırır.


Bize tümünü kılmak yakışır. Çünkü ahir zaman Müslümanıyız, çok günahkârız, affa ve sevaba çok muhtacız.


Teravih her yerde her zaman güzeldir. Ama camilerde, hususan büyük veya tarihî camilerde, bilhassa İstanbul'da Sultanahmed, Süleymaniye, Fatih, Eyüp Sultan gibi camilerde; Edirne Selimiye'de, Bursa Ulucami'de, Ankara Kocatepe'de, Şanlıurfa Dergâh Camiinde kılmak daha güzeldir.


Özellikle güzel sesli hafızların imamlığında kılmak, her biri farklı makamdaki salâvatları dinlemek, enfes ilâhîlerle coşmak insanı dünyadan koparıp lâhutî ve uhrevî âlemlere götürür. Böyle güzellikler varken, teravihin nurlu deryasından mahrum olmak doğru olur mu? Son yıllarda müminler teravih kılarken camilerin çevresinde kurulan dükkânlarda dolaşmak büyük bir zarardır. Çünkü içerde hazineler paylaşılmaktadır. Teravihi kılıp alış verişe gitmek her zaman mümkündür.


Tabiî teravihin tüm faziletlerini, sevaplarını kazanmak, ancak beş vakit namazı kılmakla mümkün. Zira hiçbir sünnet namaz, farz namazın yerini tutamaz.


Bunun için Ramazan'da beş vakit namazla birlikte orucunu tutan, teravihini kılan, istiğfar, salâvat ve Kur'an'la meşgul olan kişi, bayrama erdiğinde annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olacaktır inşAllâh


Cemil Tokpınar
 
Üst