Bir sabah Nurs’ta yürümek…

GuLSerbeti

Well-known member
Nurs'ta yürümek...


Firinciabi1.jpg


Bir sabah Nurs’ta yürümek…


Nurs, yalçın kayalar üzerine kudretten takılmış bir yaban gülü gibidir… Nurs, adeta fıtratın, saflığın, duvağı açılmamışlığın bir sembolüdür… Patika yollarındaki taşlar üzerinden düşmeden yürümek dikkat ister. Nurs’ta yürümek, dünyanın mekkâr ve tehlikeli yolculuğunu andırır...
Doğu Anadolu... Güneşin doğduğu topraklar... Altın sarısı bir renk yansır yalçın kayalıklarında ve hüzünlü bir gurbet akşamı yaşanır garibane dağlarında…
Doğu, yüzleri güneş yanıklığında kavrulmuş, kalpleri nur aydınlığında sımsıcak insanların yurdu… Yoklukta varlığı bulmuş, darlıkta bolluğa ermişlerin, varını yoğunu Allah misafirine ikram için ortaya koyanların yurdu… Doğu deyince hep bir sıcaklık hissederim içimde… Çünkü hep oradan doğan güneşle aydınlanır, o güneşin şuaları ve pırıltılarıyla ısınır içimiz…
Asrımızı nuruyla aydınlatan ve adı kıtalar ötesine ulaşan Said’in yurdu da buradadır. Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyü, yalçın kayalar üzerine kudretten takılmış bir yaban gülü gibidir… Nurs, adeta fıtratın, saflığın, duvağı açılmamışlığın bir sembolüdür… Patika yollarındaki taşlar üzerinden düşmeden yürümek dikkat ister. Nurs’ta yürümek, dünyanın mekkâr ve tehlikeli yolculuğunu andırır... Ayağınız her an kayıp düşebilirsiniz. Hatta bir yere tutunamayıp yuvarlanabilirsiniz. Nurs’ta seyahat insanı dikkate davet eder; “Dikkat et! Her an kayıp, düşebilirsin!” der. Nurs’ta yürümek, gafletten uyanmak, zindelik ve adeta uhrevilikte bir yolculuktur

Firinciabi2.jpg


Nurs’ta Nurslularla yürümek

Nursta, Nurslularla kol kola yürümek ise, bambaşka bir mutluluktur. Suni sevgi gösterileriyle, içlerinde bin bir hile ve kini saklayan Batılı medeniler, gelsinler bu içi dışı bir, hasbi ve samimi insanları görsünler. Evet, bu kayalıklar arasında, bu iptidai harabeler içinde, kalpleri pırlanta gibi, sevgiyle ihya edilmiş mamureleri görsün de ibret alsınlar, insanlık neymiş anlasınlar…
Mehmet Emin Fırıncı’nın nezaretinde Van’a yaptığımız ziyaretin ardından dört kişi olarak düştük Nurs yollarına… Hizan’a akşam ezanları okunurken vardık. Bizi büyük bir misafirperverlikle karşıladılar. Alabalık ziyafetinden sonra soğuk pınar başında içilen çaylar esnasındaki sohbet, vakti hayli ilerletince, peşinden “Kalın, sabahleyin gidersiniz” ısrarı geldi. Fakat Fırıncı Ağabey’in ne pahasına olursa olsun Nurs’a gece gitme ısrarı ağır bastı. Bunun üzerine zifiri karanlıkta Hizanlı Ebubekir rehberliğinde in cin top oynayan yollara düştük.
Ferhat ve şirin misali dağları aştık… Yollarda gecenin dostu yabanî hayvanlardan başka hiçbir varlık yoktu… Çakal, kunduz, kirpi, kaplumbağa, sadece farların ışığına takılanlardan bazılarıydı. Anlayacağınız o ki, gece karanlığında Nurs yolunda yabanî hayvanlara ünsiyet ettik… Nihayet, aracımızın oluşturduğu ışık tünelinden geçerek Nurs’a vardık…
Nurs, bizim için gecenin bağrında gizlenmiş bir sevda idi. Sadece parlak semada göz kırpan yıldızları seyredebildik. Nurs’u hayal ederek nurlu bağrında hasretle uykuya daldık…
Nurs’ta sabah başkadır. İşitilen sadece kuş cıvıltıları ve su şırıltılarıdır. Namazı ve tesbihadı eda ettikten sonra gözlerimiz, peyderpey kalkan gece örtüsünün ardından Nurs silüetine takılıverdi. Güneşin eli, her geçen dakika Nurs’un peçesini biraz daha aralıyordu… Nurs, karanlığın bağrından yeni bir güne uyanıyor ve biz Nurs’ta adeta yeniden doğuyorduk…

Said’in toprağında uyanmak
Said’in toprağında uyanmak, yeniden doğmaktan farksızdır… Bol oksijenli birkaç saatlik uykunun ardından üzerimizde en küçük bir mahmurluk ve bitkinlik eseri kalmamıştı.
Heyecanlıydık… Çünkü az sonra Said’in gözünü dünyaya açtığı kutlu mekânı görecektik. Birerli koldan Nurs’un ortasındaki patika yola vurduk. Bir yanda şırıl şırıl akan ark ve hemen yanında bir kişinin ancak sığacağı kadar dar bir patika yol... Sabah güneşinin yere düşmesini engelleyen göğe ser çekmiş ceviz ve kavak ağaçları altında, kuşların zikirleri arasında sanki başka bir âleme girmiştik. Zaman zaman durup etrafımıza bakıyor, Nurs’u temaşaya çalışıyorduk. Daha beş on metre yol almamıştık ki, Nursluların sevgi seliyle karşılaştık. Hele Üstad’ın talebelerinden Mehmet Emin Fırıncı’nın aramızda olduğunu öğrenmeleri, onları öyle heyecanlandırmıştı ki, sanki Üstad, kabrinden çıkıp gelmişti. Nurslular ne yapacaklarını bilemiyor, heyecandan adeta elleri ayaklarına dolanıyordu. Üstad’ın talebesine sarılıyor, kokluyor, kucaklayıp öpüyorlardı.
Derken bizi toprak damlı bir binanın üzerine çıkarıp oturttular. Fırıncı Ağabey’i bir sandalyeye yerleştirip, önünde saygıyla çömeldiler, ellerini dizlerine koyarak hayranlıkla yüzüne bakmaya başladılar. O yüzde Üstad’ı arar gibiydiler. “Kurban olayım sana!” diyorlardı. O simada Seyda’yı görür gibiydiler. “Sizinle bugün buraya Üstad geldi!” diyorlardı. Ben böylesine bir sevgi tezahürüne hayatım boyu hiç rastlamadım.
Bize fıtratları gibi su katılmamış sütten ikram ettiler. Sütleri içerken ev sahibi Tahir Efendi, gark olduğu hayret ve sevinçten dolayı dönüp dönüp bu tabloya bakıyor, “Evet, vallahi ben bu manzarayı iki yıl önce rüyamda görmüştüm” diyordu. Fırıncı Ağabeyi tekrar tekrar kucaklıyor, “Ben sana kurban olurum!” diyordu.
Bu sevgi selinden sonra yine o patika yolu takiben, o güneşin doğduğu eve vardık. Evin kapısından hürmetle girip, Üstad’ın mübarek gözlerini açtığı odadaki tandırın başına ulaştığımızda gözlerimiz dolu dolu oldu. Demek, dünyayı titreten, zalimlerin başına saika gibi düşen, mazlumlara bir imdat çığlığı gibi gelen o büyük Üstad burada dünyaya gelmiş. O Sultan’ın meskat-ı re’sinde ona bir tuhfe-i şükrane olarak Mülk Suresi’ni takdim ettik.

Dar kapıdan kabre girmek
Ardından yine minare yüksekliğindeki ağaçların gölgesinde Nurs yolculuğumuz devam etti. Yeni ve büyük olarak inşa edilmekte olan Nurs Camii’nin altında korunan eski Nurs Camii’ne girdik. Dar kapıdan kabre girer gibi bu tarihi ve çok manevi mekâna girince duygularımız had safhaya ulaştı. Birer tahiyye-i mescit kıldıktan sonra o tarihî mekânda yaprakları sararmış Kur’an’ları tetkik ettik. Adeta zaman tünelinden geçer gibi orada geçmişte kılınmış namazların safları arasına katıldık.
Bu tarihî mabetten aldığımız bir deste gül marifetten sonra tekrar köyün mezarlığına doğru yola koyulduk. Mezarlığın demir kapısına varıp dayandığımızda, sanki Nurs’taki yolculuğumuz dünya hayatını, bu demir kapı ile açılan âlem de ahiret hayatını temsil ediyordu. İçeri girer girmez, ruhumuzu ayrı bir uhrevilik rüzgârı sarmaladı. Yan yana üç mezarın bulunduğu duvarla çevrili alana ulaştık. Burada sağda baba Mirza Efendi, yanında ortada anne Nuriye Hanım ve solda büyük kardeş Abdullah Efendi’nin yattığını gördük. Kur’an’ın kalbi Yasin-i Şerif’i ruhlarına hediye edip, Nurs seyahatimizi noktaladık. Tıpkı doğumla ölüm arasındaki tecelliyi canlandırır gibi...
Bayırlardan aşağı güçlükle inerek derenin kenarında bizi bekleyen minibüsün yanına vardık. Orada Nurs ve Nursluları uhrevilik âleminde bırakıp, geldiğimiz yoldan, dünyanın şaşa-i surisine doğru tekrar yol almaya başladık.
Fırıncı Ağabey’in getirdiği hediyeleri etrafımızı saran yaşlı ve çocuk Nurslulara dağıtırken, muhabbete en layık şeyin muhabbet olduğunu bir kere daha tattık.
Gözümüz ve gönlümüz Nurs’ta kalarak, içimizdeki Nurs iştiyakını sıcak tutarak, dağlar arasından kıvrıla kıvrıla, parlak bir gezegeni terk eder gibi, hüzünle Nurs’tan ayrıldık...


ihsan atasoy
 

nurunalanur

Well-known member
Nurs'ta yürümek...

Nurs'ta yürümek...


Firinciabi1.jpg


Bir sabah Nurs’ta yürümek…


Nurs, yalçın kayalar üzerine kudretten takılmış bir yaban gülü gibidir… Nurs, adeta fıtratın, saflığın, duvağı açılmamışlığın bir sembolüdür… Patika yollarındaki taşlar üzerinden düşmeden yürümek dikkat ister. Nurs’ta yürümek, dünyanın mekkâr ve tehlikeli yolculuğunu andırır...
Doğu Anadolu... Güneşin doğduğu topraklar... Altın sarısı bir renk yansır yalçın kayalıklarında ve hüzünlü bir gurbet akşamı yaşanır garibane dağlarında…
Doğu, yüzleri güneş yanıklığında kavrulmuş, kalpleri nur aydınlığında sımsıcak insanların yurdu… Yoklukta varlığı bulmuş, darlıkta bolluğa ermişlerin, varını yoğunu Allah misafirine ikram için ortaya koyanların yurdu… Doğu deyince hep bir sıcaklık hissederim içimde… Çünkü hep oradan doğan güneşle aydınlanır, o güneşin şuaları ve pırıltılarıyla ısınır içimiz…
Asrımızı nuruyla aydınlatan ve adı kıtalar ötesine ulaşan Said’in yurdu da buradadır. Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyü, yalçın kayalar üzerine kudretten takılmış bir yaban gülü gibidir… Nurs, adeta fıtratın, saflığın, duvağı açılmamışlığın bir sembolüdür… Patika yollarındaki taşlar üzerinden düşmeden yürümek dikkat ister. Nurs’ta yürümek, dünyanın mekkâr ve tehlikeli yolculuğunu andırır... Ayağınız her an kayıp düşebilirsiniz. Hatta bir yere tutunamayıp yuvarlanabilirsiniz. Nurs’ta seyahat insanı dikkate davet eder; “Dikkat et! Her an kayıp, düşebilirsin!” der. Nurs’ta yürümek, gafletten uyanmak, zindelik ve adeta uhrevilikte bir yolculuktur…

Firinciabi2.jpg

Nurs’ta Nurslularla yürümek

Nursta, Nurslularla kol kola yürümek ise, bambaşka bir mutluluktur. Suni sevgi gösterileriyle, içlerinde bin bir hile ve kini saklayan Batılı medeniler, gelsinler bu içi dışı bir, hasbi ve samimi insanları görsünler. Evet, bu kayalıklar arasında, bu iptidai harabeler içinde, kalpleri pırlanta gibi, sevgiyle ihya edilmiş mamureleri görsün de ibret alsınlar, insanlık neymiş anlasınlar…
Mehmet Emin Fırıncı’nın nezaretinde Van’a yaptığımız ziyaretin ardından dört kişi olarak düştük Nurs yollarına… Hizan’a akşam ezanları okunurken vardık. Bizi büyük bir misafirperverlikle karşıladılar. Alabalık ziyafetinden sonra soğuk pınar başında içilen çaylar esnasındaki sohbet, vakti hayli ilerletince, peşinden “Kalın, sabahleyin gidersiniz” ısrarı geldi. Fakat Fırıncı Ağabey’in ne pahasına olursa olsun Nurs’a gece gitme ısrarı ağır bastı. Bunun üzerine zifiri karanlıkta Hizanlı Ebubekir rehberliğinde in cin top oynayan yollara düştük.
Ferhat ve şirin misali dağları aştık… Yollarda gecenin dostu yabanî hayvanlardan başka hiçbir varlık yoktu… Çakal, kunduz, kirpi, kaplumbağa, sadece farların ışığına takılanlardan bazılarıydı. Anlayacağınız o ki, gece karanlığında Nurs yolunda yabanî hayvanlara ünsiyet ettik… Nihayet, aracımızın oluşturduğu ışık tünelinden geçerek Nurs’a vardık…
Nurs, bizim için gecenin bağrında gizlenmiş bir sevda idi. Sadece parlak semada göz kırpan yıldızları seyredebildik. Nurs’u hayal ederek nurlu bağrında hasretle uykuya daldık…
Nurs’ta sabah başkadır. İşitilen sadece kuş cıvıltıları ve su şırıltılarıdır. Namazı ve tesbihadı eda ettikten sonra gözlerimiz, peyderpey kalkan gece örtüsünün ardından Nurs silüetine takılıverdi. Güneşin eli, her geçen dakika Nurs’un peçesini biraz daha aralıyordu… Nurs, karanlığın bağrından yeni bir güne uyanıyor ve biz Nurs’ta adeta yeniden doğuyorduk…

Said’in toprağında uyanmak
Said’in toprağında uyanmak, yeniden doğmaktan farksızdır… Bol oksijenli birkaç saatlik uykunun ardından üzerimizde en küçük bir mahmurluk ve bitkinlik eseri kalmamıştı.
Heyecanlıydık… Çünkü az sonra Said’in gözünü dünyaya açtığı kutlu mekânı görecektik. Birerli koldan Nurs’un ortasındaki patika yola vurduk. Bir yanda şırıl şırıl akan ark ve hemen yanında bir kişinin ancak sığacağı kadar dar bir patika yol... Sabah güneşinin yere düşmesini engelleyen göğe ser çekmiş ceviz ve kavak ağaçları altında, kuşların zikirleri arasında sanki başka bir âleme girmiştik. Zaman zaman durup etrafımıza bakıyor, Nurs’u temaşaya çalışıyorduk. Daha beş on metre yol almamıştık ki, Nursluların sevgi seliyle karşılaştık. Hele Üstad’ın talebelerinden Mehmet Emin Fırıncı’nın aramızda olduğunu öğrenmeleri, onları öyle heyecanlandırmıştı ki, sanki Üstad, kabrinden çıkıp gelmişti. Nurslular ne yapacaklarını bilemiyor, heyecandan adeta elleri ayaklarına dolanıyordu. Üstad’ın talebesine sarılıyor, kokluyor, kucaklayıp öpüyorlardı.
Derken bizi toprak damlı bir binanın üzerine çıkarıp oturttular. Fırıncı Ağabey’i bir sandalyeye yerleştirip, önünde saygıyla çömeldiler, ellerini dizlerine koyarak hayranlıkla yüzüne bakmaya başladılar. O yüzde Üstad’ı arar gibiydiler. “Kurban olayım sana!” diyorlardı. O simada Seyda’yı görür gibiydiler. “Sizinle bugün buraya Üstad geldi!” diyorlardı. Ben böylesine bir sevgi tezahürüne hayatım boyu hiç rastlamadım.
Bize fıtratları gibi su katılmamış sütten ikram ettiler. Sütleri içerken ev sahibi Tahir Efendi, gark olduğu hayret ve sevinçten dolayı dönüp dönüp bu tabloya bakıyor, “Evet, vallahi ben bu manzarayı iki yıl önce rüyamda görmüştüm” diyordu. Fırıncı Ağabeyi tekrar tekrar kucaklıyor, “Ben sana kurban olurum!” diyordu.
Bu sevgi selinden sonra yine o patika yolu takiben, o güneşin doğduğu eve vardık. Evin kapısından hürmetle girip, Üstad’ın mübarek gözlerini açtığı odadaki tandırın başına ulaştığımızda gözlerimiz dolu dolu oldu. Demek, dünyayı titreten, zalimlerin başına saika gibi düşen, mazlumlara bir imdat çığlığı gibi gelen o büyük Üstad burada dünyaya gelmiş. O Sultan’ın meskat-ı re’sinde ona bir tuhfe-i şükrane olarak Mülk Suresi’ni takdim ettik.

Dar kapıdan kabre girmek
Ardından yine minare yüksekliğindeki ağaçların gölgesinde Nurs yolculuğumuz devam etti. Yeni ve büyük olarak inşa edilmekte olan Nurs Camii’nin altında korunan eski Nurs Camii’ne girdik. Dar kapıdan kabre girer gibi bu tarihi ve çok manevi mekâna girince duygularımız had safhaya ulaştı. Birer tahiyye-i mescit kıldıktan sonra o tarihî mekânda yaprakları sararmış Kur’an’ları tetkik ettik. Adeta zaman tünelinden geçer gibi orada geçmişte kılınmış namazların safları arasına katıldık.
Bu tarihî mabetten aldığımız bir deste gül marifetten sonra tekrar köyün mezarlığına doğru yola koyulduk. Mezarlığın demir kapısına varıp dayandığımızda, sanki Nurs’taki yolculuğumuz dünya hayatını, bu demir kapı ile açılan âlem de ahiret hayatını temsil ediyordu. İçeri girer girmez, ruhumuzu ayrı bir uhrevilik rüzgârı sarmaladı. Yan yana üç mezarın bulunduğu duvarla çevrili alana ulaştık. Burada sağda baba Mirza Efendi, yanında ortada anne Nuriye Hanım ve solda büyük kardeş Abdullah Efendi’nin yattığını gördük. Kur’an’ın kalbi Yasin-i Şerif’i ruhlarına hediye edip, Nurs seyahatimizi noktaladık. Tıpkı doğumla ölüm arasındaki tecelliyi canlandırır gibi...
Bayırlardan aşağı güçlükle inerek derenin kenarında bizi bekleyen minibüsün yanına vardık. Orada Nurs ve Nursluları uhrevilik âleminde bırakıp, geldiğimiz yoldan, dünyanın şaşa-i surisine doğru tekrar yol almaya başladık.
Fırıncı Ağabey’in getirdiği hediyeleri etrafımızı saran yaşlı ve çocuk Nurslulara dağıtırken, muhabbete en layık şeyin muhabbet olduğunu bir kere daha tattık.
Gözümüz ve gönlümüz Nurs’ta kalarak, içimizdeki Nurs iştiyakını sıcak tutarak, dağlar arasından kıvrıla kıvrıla, parlak bir gezegeni terk eder gibi, hüzünle Nurs’tan ayrıldık...
 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst