Huseyni
Müdavim
İlhami Soysal:
"SAİD NURSÎ'NİN HERŞEYİNİ ÇOK İYİ OKUYUP DA YAZDIM, DEMİYORUM"
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi'nde tarikat ve mezheplerle alâkalı bölümde, bir mezhep veya tarikat olmadığını daha ötede belirttiğiniz, "Demokratların azdırdığı Nurculuk"tan bahsediyorsunuz. Ve bu bahsin girişinde, "Nurculuğun belirli bir sistemi ve doktrini yoktur. Hissi ve hurafeleşmiş esaslara dayanmakta, kaderci karakteri ile geri ve cahil kitleleri kendisine bağlamaktadır" diyorsunuz. "Hissi ve hurafeleşmiş esaslar" nelerdir ve bunları nerede buldunuz?
Bir defa, bu yargılar bana ait değil. Sanıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının, şimdi tam hatırlayamıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının 1962'lerde yaptığı bir yayın var. Sanıyorum, o cümle oradan alınmıştır. Ama ben de benimsiyorum o cümleyi. Hurafeden kastım şu: Biliyorsunuz, Said Kürdî cahil bir insan değil. Bir kültür birikimi var. Fakat ifadesi günümüzün diliyle bakarsak, Said Nursi'nin risalelerini okursanız anlamak pek kolay değildir. Son derece karmaşık bir üslûp var. O karmaşık üslüp içinde benim görebildiğime göre birtakım hurafeler var.
Gördüğünüz hurafelerden birkaç misal verir misiniz?
Hurafe olan şeyin daha canlısını söyleyeyim. Ben Bediüzzaman'la yüz yüze görüşmek imkânına sahip oldum. Bana söylediği sözlerden bir tanesi şudur ki, hiç unutmam bunu: Türkiye'nin başında üç tane belâ vardır: Birisi komünizm, birisi Halk Fırkası. Bir tane daha vardı, şimdi çıkaramadım. Yani üç şey saydı.
Bunu Risâle-i Nur'da da söylüyor ve komünizmin ancak Halk Partisinin himayesinde Türkiye'ye girebileceğini, milletin ise kendi reyleriyle hiçbir zaman o partiyi iktidara getirmeyeceğini ifade ediyor.
Ve işte bunlardan bir tanesiyle, masonlukla uğraşmayı belki bir ölçüde yapıyorum. Ama Halk Fırkasıyla uğraşmak bence hurafe, yani yanlış birşey.
Siz buna hurafe mi diyorsunuz?
Tabiî, tabii. Nurculuğun asıl görüşüne göre, "Dünya saadetleri insana haramdır" diyorsunuz. Halbuki eserlerinde "Dünyanın saadetini, lezzetini rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-i meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu... elbette anladınız" deniliyor. Valla, ben belki bütününden çıkardım, ama şimdi hemen şunu söyleyeyim: Siz bana böyle birtakım kitaplardan okur da söylerseniz, ben bunu birbuçuk iki yıl önce yazmıştım, hemen cevabını pat diye bulamam. Yani, bunu bir araştırsaydı, size "Efendi Hazretlerinin falan kitabındaki falan cümle şöyleydi" derdim. Şu anda o kadar hazırlıklı değilim.
Bediüzzaman'ı devamlı olarak "Kürdî" şeklinde vasıflandırıyorsunuz.
Benim vasıflandırmam değil o. Efkâr-ı umumiyede genel olarak kullanılmıştır. Bilâkis efkâr-ı umuıniyede bugün "Nursi" olarak biliniyor. Kimse Said Kürdî demiyor. Kendisi de soyadını değiştirmesinin sebeplerini izah ediyor. Bilâhare o soyadını hiç kullanmıyor. Siz ise sonraki hayatından bahsederken de ırkçı bir intiba uyandırıyorsunuz. Yok, İslâmiyette ırkçılık söz konusu olmadığına göre, ırkçılığı falan kullanmadım. Yalnız ben Said Nursî'nin ırkçılık yaptığı iddiaları duymuşumdur ve dinlemişimdir. Ama kendim onun bir belgesini gördüm mü derseniz, hayır.
Yâni duyduklarınıza göre mi yorumluyorsunuz?
Bir defa ben Said Kürdî olduğu sıfatlandırmasını doğrudan İsmet Paşa'dan dinledim. Yani ben Said Nursî ile mülâkat yapmaya gideceğim zaman Akis gazetesinde çalışıyordum. Benim gitmeme engel olmak istediler. "Gitme, başına türlü işler açılır" dediler. Ben "Giderim" dedim. O zaman İsmet Paşa çağırttı beni yanına. Avni Doğan bir aralık Kastamonu valisi iken Said Nursi ile birtakım temasları olmuş. O bana birtakım bilgiler aktardı. O da sürekli olarak Said Kürdi diye söylerdi.
Yazınızda 27 Mayıs'tan sonra İnönü başbakan iken Diyanet İşleri tarafından bir kitaptan aleyhte bir paragraf almışsınız. Ondan bir sene evvel Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Kurulunun 29.6.1963 tarihli kararında, "İşaret olunduğu veçhile, Nurculuk bir tarikat ve mezhep olmayıp, Said Nursi adındaki şahsın son zamanlarda yayılma istidadı gösteren dinsizlik cereyanına karşı Kur'ân-ı Kerim âyetlerini eline alarak Risâle-i Nur namıyla yazdığı eserlere izafe edilen bir cereyandır" deniliyor. Ve buna mümasil Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun pekçok müsbet kararı var.
Eğer bunu haber verseydiniz, daha evvelden hazırlanırdım. Şimdi ben sadece bir sohbet diye şey yaptım. Bunun bir mülâkat olduğunu bilseydim, ben size gelirdim. Daha rahat şey yapardık. Kendi kaynaklarımı ortaya koyardım.
Yine de gelirsiniz. Ansiklopediye yazdığınız makalede, "Nurculuk Ortaçağ karanlığına özlem duyan bir akım olarak Isparta ve göller bölgesi, Kastamonu, İstanbul ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygındır" diyorsunuz. Biliyorsunuz, Risâle-i Nur bugün Amerika'da, Almanya'da, İngiltere'de de yaygın. Zaten aynı makalede Almanya'da yaygın olduğundan bahsediyorsunuz. Ayrıca, "Said Nursi öldüğü zaman yerine birçok halife çıkmıştır. Bunlardan biri Konya ilinin Ilgın kazası Reis Köyünden Ali Osman'dır" diyorsunuz. Hiç duyulmamış bu mâlûmatı nereden aldınız.
Valla, bunu nereden edindiği mi şu an da pat diye söyleyemem. Buna bakmam lazım. Bazı notlara, bilmem neye. Herhalde onu kendi kendime uydurmadığıma göre, bir kaynağım var. Ama ezbere bunu çıkaramam.
Bir önemli yanlış daha var makalenizde. "Ankara'daki Ulusal Kurtuluş Savaşı yöneticileri aleyhine fetvâ veren Dürrizade ve takımını "ekpekü'l-küpekâ" diye niteleyen ve Halifeyi kurtaracak diye gördüğü Ankara hükûmetini öven Said Nursi" diyorsunuz. Bediüzzaman, İngilizlerin baskısı altında çıkarıldığı için "Dürrizade'nin fetvası mualleldir" diyor. Ancak "ekpekü'l küpekâ" sözünü Dürrizade'ye değil, o zaman ki İngiliz hükûmetine söylüyor.
Eee, bilemiyorum onun şeyini. Zannediyorum, onun kaynağı Çetin Özek'tir, bana göre. Sanıyorum, ordan bir yerden bir alıntı yapmışım.
Akabinde, "Van'da Risâle-i Nur'ları yazmaya başlayan" diyorsunuz. Bediüzzaman Risâle-i Nur'ları Isparta'da yazmaya başlamıştır.
"..."
"Topluca oturup Risâle-i Nur okumak ve zikretmek biçimindeki Nurculuk uygulaması, Türk Ceza Yasasına göre suç sayılmaktadır ve takibata uğramaktadır. Lâikliğe karşıtlık, İttihad-ı Muhammedî peşinde koşmak biçiminde özetlenebilecek olan Nurculuk" derken de bazı hususlar yanlış aksettiriliyor. Risâle-i Nur okumanın suç olmadığına dair binlerce mahkeme kararı var, biliyorsunuz. Nurculukta topluca oturup zikretmek esası da yok. Bunu bilmeniz gerekirdi. Lâikliğe karşıtlık ise, bilâkis Bediüzzaman dinsizlik mânâsında tatbik edilmek istenen lâikliğin yerine Avrupaî mânâda bir lâikliğin tarifini getirmiş, lâkliğin dindarlara baskı unsuru olarak kullanılmaması gerektiğini ifade etmiştir.
Bunu nerde diyor? Ben buna rastlamadım hiç.
Makalenizde Risâle-i Nur'ların içinde bulunmayan bazı yorum ve düşünceleri ileri sürüyorsunuz. Bunların gerçek yönlerini görürseniz ne yapmayı düşünürsünüz? Yani gerçek bilgileri elde edince, Bunları kulaktan dolma bilgilerle yazmışsınız. Mâhkemelerin verdiği bini aşkın beraat ve takipsizlik kararları ile, Diyanet İşleri Başkanlığının müsbet raporları hakkında ne diyeceksiniz?
Onlar hakkında politika diyeceğim. Bakın, birşey söyleyeceğim. Politika derken de şunu kastediyorum. Diyanet İşlerinin yayınlarını ben elimden geldiğince takip ediyorum, diyemem. Tarafsız olarak. Diyanet işlerinin Nurculuğa karşı tavrı zaman zaman değişiklikler göstermiştir.
Bir tane menfi karar çıkmıştır. Sonra müsbetler var. Pekçok var. Yani bire karşı on, yirmi, otuz müsbet karar. Bunlar yine yüksek inceleme kurulunun kararları.
Tabiî, tabiî.. Bütün bunlar politik atmosferin değişmesine göre şöyle veya böyle kararlar çıktığını gösteriyor. Yani sade bu konuda değil aslında politika. Yani Diyanet İşleri Başkanlığının din kurulu vesaire de zaman zaman havaya göre fetvalar veriyor.
Menfi raporlar daha ziyâde 1960 ihtilâlinden sonra ve Halk Partisinin iktidarda, İnönü'nün başbakan olduğu devirde verilmiştir.
Yâni, siz bunu nasıl kabul ediyorsunuz? Din adamlarından, din bilginlerinden oluşmuş-din adamı lafı da yanlış ya zaten-bir kurul, falan politik iktidar geldiği zaman şöyle fetva verecek, yahut da hüküm verecek; filân geldiği zaman da böyle verecek. O zaman din bilginliği nerede kalıyor? Ha, demek ki, kabahat ben de değil, birtakım din bilgini geçinen kimselerde.
Ama siz sadece menfi olanını almışsınız. Tarafsız olmanız gerekmez miydi?
Valla, ben kendime göre tarafsızım.
Topluma göre?
Topluma göre derken, ben kendime göre derken, ben kendimi toplumun bir ferdi olarak saydığım için, toplumun genel çizgisine göre şey yapıyorum. Nurculuk akımı Türkiye'de bir istisnadır. Yani, zaten gene Said Nursi'nin sözlerine göre, o zaman yarım milyon kişi var diyordu.
1950'den önce Afyon savcısı söylüyordu onu.
Kendisi de ona yakın laflar söylüyordu. Eğer elli milyonluk Türkiye'de yarım milyon insan böyle düşünmüşse bu, toplumun genel kanısı değildir.
Fakat Risâle-i Nur'larda topluma ters düşen şeylerin olmadığını sayısız ehl-i vukuf raporu ve mahkeme kararları ortaya koymuştur. Dolayısıyla, İslâma ters düşen şeyler yok.
Ben din bilgini değilim. O konuda çok kesin birşey söyleyemem. Ansiklopedilerde zaten, yahut da gazetelerde yazılan yazılarda genellikle bir tür derleyicilik yapılır. Birtakım şeyler, efkâr-ı umumiyenin belirlediği genel çizgilerdeki bilgiler aktarılır. Yani ben yüzde yüz telif, bilmem a'sından z'sine kadar Said Nursi'nin herşeyini çok iyi okudum, değerlendirdim de şey yaptım demiyorum yani. Böyle bir iddiam yok. Ben genel çizgisiyle bir gazeteci gözüyle baktım meseleye. Benim gördüğüm bu. Bunda yanlışlıklar olabilir mi? Olabilir. Yani ben yanlış yapmam diye bir iddiada falan değilim.
"SAİD NURSÎ'NİN HERŞEYİNİ ÇOK İYİ OKUYUP DA YAZDIM, DEMİYORUM"
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi'nde tarikat ve mezheplerle alâkalı bölümde, bir mezhep veya tarikat olmadığını daha ötede belirttiğiniz, "Demokratların azdırdığı Nurculuk"tan bahsediyorsunuz. Ve bu bahsin girişinde, "Nurculuğun belirli bir sistemi ve doktrini yoktur. Hissi ve hurafeleşmiş esaslara dayanmakta, kaderci karakteri ile geri ve cahil kitleleri kendisine bağlamaktadır" diyorsunuz. "Hissi ve hurafeleşmiş esaslar" nelerdir ve bunları nerede buldunuz?
Bir defa, bu yargılar bana ait değil. Sanıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının, şimdi tam hatırlayamıyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının 1962'lerde yaptığı bir yayın var. Sanıyorum, o cümle oradan alınmıştır. Ama ben de benimsiyorum o cümleyi. Hurafeden kastım şu: Biliyorsunuz, Said Kürdî cahil bir insan değil. Bir kültür birikimi var. Fakat ifadesi günümüzün diliyle bakarsak, Said Nursi'nin risalelerini okursanız anlamak pek kolay değildir. Son derece karmaşık bir üslûp var. O karmaşık üslüp içinde benim görebildiğime göre birtakım hurafeler var.
Gördüğünüz hurafelerden birkaç misal verir misiniz?
Hurafe olan şeyin daha canlısını söyleyeyim. Ben Bediüzzaman'la yüz yüze görüşmek imkânına sahip oldum. Bana söylediği sözlerden bir tanesi şudur ki, hiç unutmam bunu: Türkiye'nin başında üç tane belâ vardır: Birisi komünizm, birisi Halk Fırkası. Bir tane daha vardı, şimdi çıkaramadım. Yani üç şey saydı.
Bunu Risâle-i Nur'da da söylüyor ve komünizmin ancak Halk Partisinin himayesinde Türkiye'ye girebileceğini, milletin ise kendi reyleriyle hiçbir zaman o partiyi iktidara getirmeyeceğini ifade ediyor.
Ve işte bunlardan bir tanesiyle, masonlukla uğraşmayı belki bir ölçüde yapıyorum. Ama Halk Fırkasıyla uğraşmak bence hurafe, yani yanlış birşey.
Siz buna hurafe mi diyorsunuz?
Tabiî, tabii. Nurculuğun asıl görüşüne göre, "Dünya saadetleri insana haramdır" diyorsunuz. Halbuki eserlerinde "Dünyanın saadetini, lezzetini rahatını isterseniz, meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-i meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu... elbette anladınız" deniliyor. Valla, ben belki bütününden çıkardım, ama şimdi hemen şunu söyleyeyim: Siz bana böyle birtakım kitaplardan okur da söylerseniz, ben bunu birbuçuk iki yıl önce yazmıştım, hemen cevabını pat diye bulamam. Yani, bunu bir araştırsaydı, size "Efendi Hazretlerinin falan kitabındaki falan cümle şöyleydi" derdim. Şu anda o kadar hazırlıklı değilim.
Bediüzzaman'ı devamlı olarak "Kürdî" şeklinde vasıflandırıyorsunuz.
Benim vasıflandırmam değil o. Efkâr-ı umumiyede genel olarak kullanılmıştır. Bilâkis efkâr-ı umuıniyede bugün "Nursi" olarak biliniyor. Kimse Said Kürdî demiyor. Kendisi de soyadını değiştirmesinin sebeplerini izah ediyor. Bilâhare o soyadını hiç kullanmıyor. Siz ise sonraki hayatından bahsederken de ırkçı bir intiba uyandırıyorsunuz. Yok, İslâmiyette ırkçılık söz konusu olmadığına göre, ırkçılığı falan kullanmadım. Yalnız ben Said Nursî'nin ırkçılık yaptığı iddiaları duymuşumdur ve dinlemişimdir. Ama kendim onun bir belgesini gördüm mü derseniz, hayır.
Yâni duyduklarınıza göre mi yorumluyorsunuz?
Bir defa ben Said Kürdî olduğu sıfatlandırmasını doğrudan İsmet Paşa'dan dinledim. Yani ben Said Nursî ile mülâkat yapmaya gideceğim zaman Akis gazetesinde çalışıyordum. Benim gitmeme engel olmak istediler. "Gitme, başına türlü işler açılır" dediler. Ben "Giderim" dedim. O zaman İsmet Paşa çağırttı beni yanına. Avni Doğan bir aralık Kastamonu valisi iken Said Nursi ile birtakım temasları olmuş. O bana birtakım bilgiler aktardı. O da sürekli olarak Said Kürdi diye söylerdi.
Yazınızda 27 Mayıs'tan sonra İnönü başbakan iken Diyanet İşleri tarafından bir kitaptan aleyhte bir paragraf almışsınız. Ondan bir sene evvel Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Kurulunun 29.6.1963 tarihli kararında, "İşaret olunduğu veçhile, Nurculuk bir tarikat ve mezhep olmayıp, Said Nursi adındaki şahsın son zamanlarda yayılma istidadı gösteren dinsizlik cereyanına karşı Kur'ân-ı Kerim âyetlerini eline alarak Risâle-i Nur namıyla yazdığı eserlere izafe edilen bir cereyandır" deniliyor. Ve buna mümasil Diyanet İşleri Müşavere Kurulunun pekçok müsbet kararı var.
Eğer bunu haber verseydiniz, daha evvelden hazırlanırdım. Şimdi ben sadece bir sohbet diye şey yaptım. Bunun bir mülâkat olduğunu bilseydim, ben size gelirdim. Daha rahat şey yapardık. Kendi kaynaklarımı ortaya koyardım.
Yine de gelirsiniz. Ansiklopediye yazdığınız makalede, "Nurculuk Ortaçağ karanlığına özlem duyan bir akım olarak Isparta ve göller bölgesi, Kastamonu, İstanbul ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaygındır" diyorsunuz. Biliyorsunuz, Risâle-i Nur bugün Amerika'da, Almanya'da, İngiltere'de de yaygın. Zaten aynı makalede Almanya'da yaygın olduğundan bahsediyorsunuz. Ayrıca, "Said Nursi öldüğü zaman yerine birçok halife çıkmıştır. Bunlardan biri Konya ilinin Ilgın kazası Reis Köyünden Ali Osman'dır" diyorsunuz. Hiç duyulmamış bu mâlûmatı nereden aldınız.
Valla, bunu nereden edindiği mi şu an da pat diye söyleyemem. Buna bakmam lazım. Bazı notlara, bilmem neye. Herhalde onu kendi kendime uydurmadığıma göre, bir kaynağım var. Ama ezbere bunu çıkaramam.
Bir önemli yanlış daha var makalenizde. "Ankara'daki Ulusal Kurtuluş Savaşı yöneticileri aleyhine fetvâ veren Dürrizade ve takımını "ekpekü'l-küpekâ" diye niteleyen ve Halifeyi kurtaracak diye gördüğü Ankara hükûmetini öven Said Nursi" diyorsunuz. Bediüzzaman, İngilizlerin baskısı altında çıkarıldığı için "Dürrizade'nin fetvası mualleldir" diyor. Ancak "ekpekü'l küpekâ" sözünü Dürrizade'ye değil, o zaman ki İngiliz hükûmetine söylüyor.
Eee, bilemiyorum onun şeyini. Zannediyorum, onun kaynağı Çetin Özek'tir, bana göre. Sanıyorum, ordan bir yerden bir alıntı yapmışım.
Akabinde, "Van'da Risâle-i Nur'ları yazmaya başlayan" diyorsunuz. Bediüzzaman Risâle-i Nur'ları Isparta'da yazmaya başlamıştır.
"..."
"Topluca oturup Risâle-i Nur okumak ve zikretmek biçimindeki Nurculuk uygulaması, Türk Ceza Yasasına göre suç sayılmaktadır ve takibata uğramaktadır. Lâikliğe karşıtlık, İttihad-ı Muhammedî peşinde koşmak biçiminde özetlenebilecek olan Nurculuk" derken de bazı hususlar yanlış aksettiriliyor. Risâle-i Nur okumanın suç olmadığına dair binlerce mahkeme kararı var, biliyorsunuz. Nurculukta topluca oturup zikretmek esası da yok. Bunu bilmeniz gerekirdi. Lâikliğe karşıtlık ise, bilâkis Bediüzzaman dinsizlik mânâsında tatbik edilmek istenen lâikliğin yerine Avrupaî mânâda bir lâikliğin tarifini getirmiş, lâkliğin dindarlara baskı unsuru olarak kullanılmaması gerektiğini ifade etmiştir.
Bunu nerde diyor? Ben buna rastlamadım hiç.
Makalenizde Risâle-i Nur'ların içinde bulunmayan bazı yorum ve düşünceleri ileri sürüyorsunuz. Bunların gerçek yönlerini görürseniz ne yapmayı düşünürsünüz? Yani gerçek bilgileri elde edince, Bunları kulaktan dolma bilgilerle yazmışsınız. Mâhkemelerin verdiği bini aşkın beraat ve takipsizlik kararları ile, Diyanet İşleri Başkanlığının müsbet raporları hakkında ne diyeceksiniz?
Onlar hakkında politika diyeceğim. Bakın, birşey söyleyeceğim. Politika derken de şunu kastediyorum. Diyanet İşlerinin yayınlarını ben elimden geldiğince takip ediyorum, diyemem. Tarafsız olarak. Diyanet işlerinin Nurculuğa karşı tavrı zaman zaman değişiklikler göstermiştir.
Bir tane menfi karar çıkmıştır. Sonra müsbetler var. Pekçok var. Yani bire karşı on, yirmi, otuz müsbet karar. Bunlar yine yüksek inceleme kurulunun kararları.
Tabiî, tabiî.. Bütün bunlar politik atmosferin değişmesine göre şöyle veya böyle kararlar çıktığını gösteriyor. Yani sade bu konuda değil aslında politika. Yani Diyanet İşleri Başkanlığının din kurulu vesaire de zaman zaman havaya göre fetvalar veriyor.
Menfi raporlar daha ziyâde 1960 ihtilâlinden sonra ve Halk Partisinin iktidarda, İnönü'nün başbakan olduğu devirde verilmiştir.
Yâni, siz bunu nasıl kabul ediyorsunuz? Din adamlarından, din bilginlerinden oluşmuş-din adamı lafı da yanlış ya zaten-bir kurul, falan politik iktidar geldiği zaman şöyle fetva verecek, yahut da hüküm verecek; filân geldiği zaman da böyle verecek. O zaman din bilginliği nerede kalıyor? Ha, demek ki, kabahat ben de değil, birtakım din bilgini geçinen kimselerde.
Ama siz sadece menfi olanını almışsınız. Tarafsız olmanız gerekmez miydi?
Valla, ben kendime göre tarafsızım.
Topluma göre?
Topluma göre derken, ben kendime göre derken, ben kendimi toplumun bir ferdi olarak saydığım için, toplumun genel çizgisine göre şey yapıyorum. Nurculuk akımı Türkiye'de bir istisnadır. Yani, zaten gene Said Nursi'nin sözlerine göre, o zaman yarım milyon kişi var diyordu.
1950'den önce Afyon savcısı söylüyordu onu.
Kendisi de ona yakın laflar söylüyordu. Eğer elli milyonluk Türkiye'de yarım milyon insan böyle düşünmüşse bu, toplumun genel kanısı değildir.
Fakat Risâle-i Nur'larda topluma ters düşen şeylerin olmadığını sayısız ehl-i vukuf raporu ve mahkeme kararları ortaya koymuştur. Dolayısıyla, İslâma ters düşen şeyler yok.
Ben din bilgini değilim. O konuda çok kesin birşey söyleyemem. Ansiklopedilerde zaten, yahut da gazetelerde yazılan yazılarda genellikle bir tür derleyicilik yapılır. Birtakım şeyler, efkâr-ı umumiyenin belirlediği genel çizgilerdeki bilgiler aktarılır. Yani ben yüzde yüz telif, bilmem a'sından z'sine kadar Said Nursi'nin herşeyini çok iyi okudum, değerlendirdim de şey yaptım demiyorum yani. Böyle bir iddiam yok. Ben genel çizgisiyle bir gazeteci gözüyle baktım meseleye. Benim gördüğüm bu. Bunda yanlışlıklar olabilir mi? Olabilir. Yani ben yanlış yapmam diye bir iddiada falan değilim.
Köprü'95 (Kış sayısı)
koprudergisi.com
koprudergisi.com