Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah | beyan: açıklama |
bâki: kalıcı, devamlı, sürekli | daimî: devamlı, sürekli, zaman üstü |
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu | ebedî: sonu olmayan, sonsuz |
ekser: pek çok | erkân-ı imaniye: iman rükünleri, temel esasları |
ezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz | fezleke: hülasa, öz |
gayet: son derece | hadsiz: sınırsız |
haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması | hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması |
hâkimiyet-i ulûhiyet: Allah’ın sınırsız egemenliği | hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil |
hüccet: kesin delil | hülâsa: öz, özet |
iman-ı billâh: Allah’a iman | iman-ı bil’âhiret: âhirete iman |
inayet: yardım | insaniyet: insanlık |
intizam: düzen, tertip | kutb-u imanî: imanın kutbu, esası |
kâinat: evren, yaratılan herşey | küfr-ü mutlak: kesin ve tam bir inkâr, hiçbir dinî değere inanmamak |
levazım: ihtiyaçlar | makarr: karargâh, merkez, payitaht |
mazhar: ayna, görünme yeri | medar: dayanak noktası, eksen |
mizan: ölçü | muhtasar: kısa, özet |
muntazam: düzenli, intizamlı | mücmel: kısa, özet |
mütemadiyen: sürekli olarak | nokta-i istinad: dayanak noktası |
nükte-i âzam: büyük nükte; ince ve derin anlamlı söz | resm-i küşat: açılış merasimi |
rükün: esas, şart | sair: diğer, başka |
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | sermedî: daimi, sürekli |
seyr ü cevelân: dolaşma, gezinme | seyyarat: gezegenler |
talim: eğitmek, öğretmek | tavzifat: vazifelendirmeler |
techiz etmek: donatmak, cihazlandırmak | ubûdiyetkârâne: kulluk ederek |
ulvî: yüce, yüksek | vücub-u vücud: Allah’ın varlığının zorunlu oluşu, var olmak için bir sebebe muhtaç olmaması |
zerrât: atomlar, en küçük madde parçaları | şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
|