Birinci Kısım - Sayfa 96
Birden, hakikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) getirdiği nur imdada yetişti. O hadsizhüzünleri gamları, sürurlara çevirdi. Hattâ o nurun, herkes ve her ehl-i iman gibi benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte o vaziyete temas eden imdat ve tesellîsi için, zât-ı Muhammediyeye (a.s.m.) karşı ebediyen minnettar oldum. Şöyle ki:
Ol nazar-ı gaflet, o mübarek nâzeninleri vazifesiz, neticesiz bir mevsimde görünüp, hareketleri neş’eden değil, belki güya ademden ve firaktan titreyerek hiçliğe düştüklerini göstermekle, herkes gibi bendeki aşk-ı bekà ve hubb-u mehâsin ve muhabbet-i vücût ve şefkat-i cinsiye ve alâka-i hayatiyeye medar olan damarlarıma o derece dokundu ki, böyle dünyayı bir mânevî cehenneme ve aklı bir tâzip âletine çevirdiği sırada, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın beşere hediye getirdiği nur perdeyi kaldırdı; idam, adem, hiçlik, vazifesizlik, abes, firak, fanilik yerinde, o kavakların herbirinin yaprakları adedince hikmetleri mânâları ve Risale-i Nur’da ispat edildiği gibi, üç kısma ayrılan neticeleri ve vazifeleri var diye gösterdi.
Birinci kısım: Sâni-i Zülcelâlin esmâsına bakar. Meselâ, nasılki bir usta, harika bir makineyi yapsa, onu takdir eden herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de, o makine dahi, ondan maksut neticeleri tam tamına göstermesiyle,lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve herşey böyle bir makinedir; ustasını tebriklerle alkışlar.
İkinci kısım hikmetleri ise, zîhayatın ve zîşuurun nazarlarına bakar. Onlara şirin birmütalâagâh, birer kitab-ı marifet olur. Mânâlarını zîşuurun zihinlerinde ve suretlerinikuvve-i hafızalarında ve elvâh-ı misâliyede ve âlem-i gaybın defterlerinde daire-i vücutta bırakıp, sonra âlem-i şehadeti terk eder, âlem-i gayba çekilir. Demek, surî birvücudu bırakır, mânevî ve gaybî ve ilmî çok vücutları kazanır.
Evet madem Allah var ve ilmi ihâta eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv,
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun | Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan büyüklük ve haşmet sahibi Allah |
abes: anlamsız, boş | adem: hiçlik, yokluk |
aşk-ı bekà: devamlı olarak var olma, kalıcı olma aşkı | bârekâllah: “Allah ne mübarek yaratmış” |
daire-i vücut: varlık dairesi | ebediyen: sonsuza dek |
ehl-i iman: iman edenler, mü’minler | elvâh-ı misâli: misâlî levhalar, mânevî kopyalama tabloları |
esmâ: Allah’ın isimleri | feyz: bereket, nimet |
firak: ayrılık | gam: sıkıntı, üzüntü |
gaybî: bilinmeyen, gayb âlemine ait | hadsiz: sayısız, sınırsız |
hakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in hakikati, mânevî şahsiyeti | hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması |
hubb-u mehâsin: güzellik sevgisi | ihâta etmek: içine almak, kapsamak |
imdad: yardım | kitab-ı marifet: Allah’ı tanıtan kitap |
kuvve-i hafıza: bellek, hafıza duyusu | lisan-ı hâl: hal dili |
mahv: yok olma | medar: dayanak noktası, eksen |
mâşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış | mübarek: bereketli, hayırlı |
mütalâagâh: dikkatlice okuma ve inceleme yeri | nazar: bakış, dikkat |
nazar-ı gaflet: hakikatten habersiz şekilde bakış | nâzenin: ince, narin, duyarlı |
suret: biçim, şekil | surî: dış görünüşe ait, görünüşte |
sürur: mutluluk, sevinç | tâzip: azap verme, cezalandırma |
vücud: varlık, var oluş | zât-ı Muhammediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti |
zîhayat: canlı, hayat sahibi | zîşuur: şuur sahibi, bilinçli |
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlem | âlem-i şehadet: görünen âlem, dünya |
şefkat-i cinsiye: kendi cinsine olan şefkat |
|