Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah |
Hayy: gerçek hayat sahibi olan Allah | Hâlık: her şeyi yaratan Allah |
Kadîr: herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah | Kayyûm: herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah |
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah | Mümît: ölümü yaratan, can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah |
ahd ve vaad etmek: söz vermek | bekà-i uhreviye: âhiretteki devamlılık, kalıcılık |
dar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiret | divane: deli, akılsız |
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları | emanet-i kübra: benlik duygusu; büyük emanet; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî görevler, yükümlülükler |
ferman: buyruk, emir | fevkalâde: olağanüstü |
hadsiz: sayısız, sınırsız | hakikat: doğru gerçek |
halife-i zemin: yeryüzünün halifesi | hane: ev |
haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması | haşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma |
haşiye: dipnot, açıklayıcı not | haşr-i cismânî: âhirette insanların bedenleriyle birlikte diriltilmesi |
hitâbât-ı Sübhâniye: her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah’ın kendine has hitap ve konuşmaları | icad etmek: var etmek, yaratmak |
ihya: hayat verme, diriltme | istinaden: dayanarak |
ittifak: birleşme, birlik | keşf: açığa çıkarma; mânevî âlemlere ait bazı hakikatleri kalb gözüyle görme |
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı | misal: benzer, örnek |
misillü: gibi, benzeri | musahhar etmek: emrine vermek, boyun eğdirmek |
mu’cize: peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve iş | mükerrem: ikram edilen, saygı gösterilen |
müzeyyen: süslenmiş, süslü | müşerref eylemek: şereflendirmek |
nebâtî: bitkisel | nev-i beşer: insanlar |
nevi: tür | saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk |
sair: diğer, başka | semâvî: İlâhî, Allah tarafından gönderilen |
tahammül: yüklenme | tefriş etmek: döşemek |
zabit: gözetici, subay | zâhir olmak: görünmek, ortaya çıkmak |
zîhayat: canlı, hayat sahibi |
|