Konuya cevap cer

Birinci Kısım - Sayfa 45


Evet, bir fende ve bir san’atta mütehassıs bir iki zâtın o fen ve o san’ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, hattâ başka fenlerde âlim veehl-i ihtisas da olsalar, muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir meselede, mesela, Ramazan hilâlini yevm-i şekte ispat etmek ve “Süt konservelerine benzeyenceviz-i hindî bahçesi rû-yi zeminde var” diye dâvâ etmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip dâvâyı kazanıyorlar. Çünkü ispat eden yalnız birceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse kolayca dâvâyı kazanır. Onu nefiy ve inkâr eden bütün rû-yi zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekledâvâsını ispat edebildiği gibi; Cenneti ve dâr-ı saadeti ihbar ve ispat eden, yalnız bir izini sinemada gibi keşfen, bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle dâvâyı kazandığı halde; onu nefiy ve inkâr eden, bütün kâinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini ispat ile dâvâyı kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki, “Hususi bir yere bakmayan ve imanîhakikatler gibi umum kâinata bakan nefiyler, inkârlar—zâtında muhâl olmamak şartıyla—ispat edilmez” diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabul etmişler.


İşte bu kat’î hakikate binaen, binler feylesofların muhalif fikirleri, böyle imanî meselelerde birtek muhbir-i sâdıka karşı hiçbir şüphe, hattâ vesvese vermemek lâzımken, yüz yirmi bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sâdıkın ve hadsiz venihayetsiz müsbit ve mütehassıs ehl-i hakikat ve ashab-ı tahkikin ittifak ettikleri erkân-ı imaniyede, aklı gözüne inmiş, kalbsiz, mâneviyattan uzaklaşmış, körleşmiş birkaçfeylesofun inkârlarıyla şüpheye düşmenin ne kadar ahmaklık ve divanelik olduğunu kıyas ediniz.


Hem madem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde, hem etrafımızda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i şâmile ve bir inâyet-i daime müşahede ediyoruz ve dehşetli birsaltanat-ı rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ı celâliyenin âsârını vecilvelerini görüyoruz. Hattâ bir ağacın meyveleri ve çiçekleri




adalet-i âliye: yüksek adaletashâb-ı tahkik: gerçeği delilleriyle araştıran kimseler
binaen: -dayanarakceviz-i hindî: Hindistan cevizi
cilve: görüntü, yansımadar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiret
dehşetli: korkunçdivanelik: delilik, akılsızlık
dâvâ: iddiadüstur-u esasî: temel prensip, kaide
ebed: sonu olmayan, sonsuzlukehemmiyetli: önemli
ehl-i hakikat: hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlarehl-i ihtisas: sahasında uzman olan kimseler
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimlererkân-ı imaniye: imanın rükünleri, şartları
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzlukfen: ilim
feylesof: filozof, felsefecihadsiz: sayısız, sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhikmet-i şâmile: kapsamlı, kuşatıcı hikmet
hilâl: ay; yay şeklinde görülen ayicraat-ı celâliye: Allah’ın celâl sıfatıyla ilgili işleri, faaliyetleri
ihbar: haber vermeihtisas: uzmanlık
inayet-i daime: daimî özen, itina, ilgi ve destekiskat etmek: düşürmek, ehemmiyetsiz kılmak
ittifak etmek: birleşmekkeşfen: keşf ederek
kâinat: evren, yaratılan herşeymuhalif: aykırı, karşıt
muhbir-i sadık: doğru sözlü haber verici, peygambermuhâl olmak: imkânsız olmak
mâneviyat: mânevî âleme ait olan şeylermüsbit: ispat edici
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzmanmüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
nefis: kişinin kendisinefiy: inkâr, kabul etmeme
nefyetmek: inkâr etmek, reddetmeknihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet-i âmme: her şeyi kaplayan rahmetrû-yi zemin: yeryüzü
saltanat-ı Rububiyet: rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasıtereşşuh: sızıntı
umum: bütünvesvese: kuruntu, şüphe
yevm-i şek: Şaban ayının otuzuncu günü; ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasip olmayan günâsâr: eserler, varlıklar


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst