adalet-i âliye: yüksek adalet | ashâb-ı tahkik: gerçeği delilleriyle araştıran kimseler |
binaen: -dayanarak | ceviz-i hindî: Hindistan cevizi |
cilve: görüntü, yansıma | dar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiret |
dehşetli: korkunç | divanelik: delilik, akılsızlık |
dâvâ: iddia | düstur-u esasî: temel prensip, kaide |
ebed: sonu olmayan, sonsuzluk | ehemmiyetli: önemli |
ehl-i hakikat: hakikat ehli, doğru ve hak yolda olanlar | ehl-i ihtisas: sahasında uzman olan kimseler |
ehl-i tahkik: gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler | erkân-ı imaniye: imanın rükünleri, şartları |
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk | fen: ilim |
feylesof: filozof, felsefeci | hadsiz: sayısız, sınırsız |
hakikat: doğru, gerçek | hikmet-i şâmile: kapsamlı, kuşatıcı hikmet |
hilâl: ay; yay şeklinde görülen ay | icraat-ı celâliye: Allah’ın celâl sıfatıyla ilgili işleri, faaliyetleri |
ihbar: haber verme | ihtisas: uzmanlık |
inayet-i daime: daimî özen, itina, ilgi ve destek | iskat etmek: düşürmek, ehemmiyetsiz kılmak |
ittifak etmek: birleşmek | keşfen: keşf ederek |
kâinat: evren, yaratılan herşey | muhalif: aykırı, karşıt |
muhbir-i sadık: doğru sözlü haber verici, peygamber | muhâl olmak: imkânsız olmak |
mâneviyat: mânevî âleme ait olan şeyler | müsbit: ispat edici |
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman | müşahede etmek: görmek, gözlemlemek |
nefis: kişinin kendisi | nefiy: inkâr, kabul etmeme |
nefyetmek: inkâr etmek, reddetmek | nihayetsiz: sınırsız, sonsuz |
rahmet-i âmme: her şeyi kaplayan rahmet | rû-yi zemin: yeryüzü |
saltanat-ı Rububiyet: rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | tereşşuh: sızıntı |
umum: bütün | vesvese: kuruntu, şüphe |
yevm-i şek: Şaban ayının otuzuncu günü; ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasip olmayan gün | âsâr: eserler, varlıklar |