imported_habib
New member
Bizi herkes sevsin mi?
RABBİMİZİN KUR’ÂN-I HAKÎM’DE en ziyade övdüğü insanların başında, adı ‘övülme liyakati’ni zaten ifade eder biçimde ‘Muhammed’ ve ‘Ahmed’ olan Peygamber Efendimiz gelir. O, ‘âlemler için rahmet’tir, insanlar için ‘en güzel örnek’tir, ‘şahit, müjdeleyici ve uyarıcı, Allah’ın izniyle O’nun yoluna çağırıcı ve aydınlatıcı bir lamba’dır Kur’ân’ın tarifiyle. Yine Kur’ân, ‘gözü kaymayan ve şaşmayan’ bir kudsî nebi olarak, “O asla hevasından konuşmaz” diye tasdik eder onu. Yine Kur’ân’ın bildirdiği üzere, ‘habibullah’tır o: Allah’ın sevgisini kazanmamız, ‘O’nun sevdiğine ittiba,’ yani Hz. Peygamber’i kılavuz ve rehber edinme şartına bağlanmıştır. Rabbimizin bizden istediği, ‘Resûl bize neyi emrediyorsa yapmamız, bizi neden sakındırıyorsa ondan sakınmamız’dır.
Baştan sona Kur’ân, böylesi nice âyetiyle, Hz. Peygamber’in Allah indindeki makamını ve değerini bildirir.
Kur’ân’da Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselama yönelik bütün bu övgülere karşılık, yine Kur’ân’dan biliriz ki, onun için ağza alınmadık sözler söyleyenler vardır. Onu yalancılıkla, sihirbazlıkla, mecnunlukla itham edenler, ona gelen vahiy karşısında hasedinden çatlar duruma gelip neredeyse gözleriyle onu devirmek isteyenler, Hz. Peygamber’i yüreğini daraltır derecede ra-hatsız edenler vardır. Bu insanlara karşı Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e hitabı ise son derece müşfik ve teselli edicidir. İlgili âyetler, Rabbi katındaki değerini ona bildirerek, “Sen o cahillerden yüz çevir!” ilâhî tavsiyesini getirmektedir.
Velhasıl, kâinatın sebeb-i vücudu olan, Allah katında ne kadar da sevgili olduğu bizatihî Kur’ân’da bildirilen Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselam, ‘Allah’ın ve meleklerin kendisine salât u selam ettiği’ derecede değerli olduğu halde, bazı-larının gözünde son derece sevimsiz ve değersizdir. Allah’ın sevdiği o en güzel kulu hiç sevmeyen, bir numaralı düşman ilan eden, kanına susayan dünyalılar vardır.
Demek ki, Allah katında en sevgili olmak, ‘herkes tarafından sevilme’ sonucunu garanti etmemektedir.
Nitekim, bir Ebu Cehil’in hayatı, Habibullah’ı ve getirdiği daveti inkâr etmek, onu taciz etmek, onun elçiliğini engellemek üzerine kurulmuş haldedir.
Bir Ebu Leheb, üstelik amcası olduğu halde, Kur’ân’da adıyla anılıp beddua edilmesine yol açacak derecede çirkin davranışları yeğeninden esirgememiştir.
Bir Ukbe b. Ebi Muayt, Habibullah ve ‘rahmeten li’l-âlemîn’ olan o kudsî nebîye karşı namazda sırtına pislik koyacak derecede şedit bir öfke ve kin doludur.
Bir Ümeyye b. Ebi’s-Salt, tevhide dair şiirler de yazan biri olduğu halde, beklediği risaletin ‘yetim-i Ebu Talib’e ihsan edilmesinden dolayı hasedinden çatlar haldedir.
Bir Velid b. Muğire, bir Âs b. Vâil, bir Ahnes b. Şurayk, bir Ümeyye b. Halef ve daha niceleri için en birinci mesele, o güzelim statükolarını bozan, hayatlarının o bildik ve yanlış akışını dumura uğratan, hakikat-ı halde sonu cehennem çukuruna gi-den bir yoldan kurtulup cennete müteveccih bir yolculuğa onları çağıran Hz. Peygamber’i safdışı bırakmak, hatta mümkünse ortadan kaldırmaktır.
Az bir kısmı hariç, Arabistan Yahudilerinin çoğuna hâkim olan duygu da budur.
Akıl hocaları Abdullah b. Ubeyy başta olmak üzere münafıkların yahut Ebu Âmir Fâsık’ın peşine takılanların da en ziyade nefret ettiği kişi Ahmed-i Mahmud-u Muhammed aleyhissalâtu vesselâmdır.
Sözün kısası, Allah katında en sevgili olan Nebiyy-i Zîşan’ı bile sevmeyenler vardır. Allah’ın ve meleklerinin sevgisine mazhar olmak, her dünyalının da illâ ki onu sevmesi sonucunu sağlamamıştır. Bilakis, İblis-misal ruhanîler de, İblis’in yeryüzü şubesi hükmündeki dünyevîler de, Allah katında sevgisi nisbetinde ona düşmandırlar. İnsanların ona sevgisi arttıkça da, nefretleri ve husumetleri katlanmaktadır.
Gelin görün ki, ‘Habibullah’ı dahi herkesin sevmediği şu dünyada, bugünün ehl-i dininde bir ‘herkes tarafından sevilme’ telaşı gözlemleniyor. Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşama yolundaki gayretimiz ölçüsünde bizi sevenlerin de, bizi sevmeyenlerin de beraberce var olması olgusu, bizi endişeye sevkediyor.
İstiyoruz ki, bizi herkes sevsin.
İstiyoruz ki, kimse bizden sevgisini esirgemesin, kimse bize düşmanlık göstermesin.
İyi bir kul olduğumuzun teyidinin herkes tarafından sevilmemiz olduğu zehabına kapılmış gibiyiz. Herkes tarafından sevildiğimiz ölçüde O’nun sevgisini kazanacağımızı düşünür bir haldeyiz.
Öyle ya da böyle, “Bizi herkes sevsin” endişesi ölçülerimize ilişiyor: Salâbetimiz buharlaşıyor, söylemimiz bulanıklaşıyor, yaşantılarımız ‘light’laşıyor.
Sözümona herkesin sevgisini kazanarak herkese tebliğde bulunma sevdasıyla, tebliğin gerçek muhatapları nezdinde bir derece sevimsizleşmeye, onların bizden bir derece soğumasına, iç dünyalarımızda bir uzaklaşmaya da sebebiyet veriyoruz.
Herkes tarafından sevilme çabamız, bizi sevmeye gerçekten açık mü’min kalbler ve hakikati arayan dimağlar nezdinde bir sevgi ve itibar aşınması getiriyor açıkçası...
Öte yandan, sevgilerini kazanma uğruna dilimizi, tebliğimizi ve hayatımızı ‘light’laştırdığımız insanlar nezdinde bir ilerleme de gerçekleşmiyor. Bilakis, bugün dilleri bizi takdir ediyor gözükse bile, ‘olmamız gereken yer’e yöneldiğimiz ilk anda bizi ayıplayıp yüzüstü bırakmaya hazır gözüküyor kalbleri...
Oysa Hz. Peygamber’in şahsında Rabbimizin bize gösterdiği apaçık bir gerçek var: Bizi aynı anda herkes sevemez. Bilakis, herkes tarafından sevilme isteği, sevgisi halis olanlar nezdinde bir sevgi kaybını beraberinde getirir.
Kaderimizin tercihlerimiz doğrultusunda tayin olunduğu şu dünyada, bir sevgi tercihi yapmamız da gerekiyor velhasıl.
Bizi herkes mi sevsin?
Peygamberler tarihi ve Asr-ı Saadet şahit ki, bu mümkün değil.
Öyleyse bir karar vermemiz gerek:
Bizi kimler sevsin?
01.11.2005
© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
RABBİMİZİN KUR’ÂN-I HAKÎM’DE en ziyade övdüğü insanların başında, adı ‘övülme liyakati’ni zaten ifade eder biçimde ‘Muhammed’ ve ‘Ahmed’ olan Peygamber Efendimiz gelir. O, ‘âlemler için rahmet’tir, insanlar için ‘en güzel örnek’tir, ‘şahit, müjdeleyici ve uyarıcı, Allah’ın izniyle O’nun yoluna çağırıcı ve aydınlatıcı bir lamba’dır Kur’ân’ın tarifiyle. Yine Kur’ân, ‘gözü kaymayan ve şaşmayan’ bir kudsî nebi olarak, “O asla hevasından konuşmaz” diye tasdik eder onu. Yine Kur’ân’ın bildirdiği üzere, ‘habibullah’tır o: Allah’ın sevgisini kazanmamız, ‘O’nun sevdiğine ittiba,’ yani Hz. Peygamber’i kılavuz ve rehber edinme şartına bağlanmıştır. Rabbimizin bizden istediği, ‘Resûl bize neyi emrediyorsa yapmamız, bizi neden sakındırıyorsa ondan sakınmamız’dır.
Baştan sona Kur’ân, böylesi nice âyetiyle, Hz. Peygamber’in Allah indindeki makamını ve değerini bildirir.
Kur’ân’da Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselama yönelik bütün bu övgülere karşılık, yine Kur’ân’dan biliriz ki, onun için ağza alınmadık sözler söyleyenler vardır. Onu yalancılıkla, sihirbazlıkla, mecnunlukla itham edenler, ona gelen vahiy karşısında hasedinden çatlar duruma gelip neredeyse gözleriyle onu devirmek isteyenler, Hz. Peygamber’i yüreğini daraltır derecede ra-hatsız edenler vardır. Bu insanlara karşı Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e hitabı ise son derece müşfik ve teselli edicidir. İlgili âyetler, Rabbi katındaki değerini ona bildirerek, “Sen o cahillerden yüz çevir!” ilâhî tavsiyesini getirmektedir.
Velhasıl, kâinatın sebeb-i vücudu olan, Allah katında ne kadar da sevgili olduğu bizatihî Kur’ân’da bildirilen Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselam, ‘Allah’ın ve meleklerin kendisine salât u selam ettiği’ derecede değerli olduğu halde, bazı-larının gözünde son derece sevimsiz ve değersizdir. Allah’ın sevdiği o en güzel kulu hiç sevmeyen, bir numaralı düşman ilan eden, kanına susayan dünyalılar vardır.
Demek ki, Allah katında en sevgili olmak, ‘herkes tarafından sevilme’ sonucunu garanti etmemektedir.
Nitekim, bir Ebu Cehil’in hayatı, Habibullah’ı ve getirdiği daveti inkâr etmek, onu taciz etmek, onun elçiliğini engellemek üzerine kurulmuş haldedir.
Bir Ebu Leheb, üstelik amcası olduğu halde, Kur’ân’da adıyla anılıp beddua edilmesine yol açacak derecede çirkin davranışları yeğeninden esirgememiştir.
Bir Ukbe b. Ebi Muayt, Habibullah ve ‘rahmeten li’l-âlemîn’ olan o kudsî nebîye karşı namazda sırtına pislik koyacak derecede şedit bir öfke ve kin doludur.
Bir Ümeyye b. Ebi’s-Salt, tevhide dair şiirler de yazan biri olduğu halde, beklediği risaletin ‘yetim-i Ebu Talib’e ihsan edilmesinden dolayı hasedinden çatlar haldedir.
Bir Velid b. Muğire, bir Âs b. Vâil, bir Ahnes b. Şurayk, bir Ümeyye b. Halef ve daha niceleri için en birinci mesele, o güzelim statükolarını bozan, hayatlarının o bildik ve yanlış akışını dumura uğratan, hakikat-ı halde sonu cehennem çukuruna gi-den bir yoldan kurtulup cennete müteveccih bir yolculuğa onları çağıran Hz. Peygamber’i safdışı bırakmak, hatta mümkünse ortadan kaldırmaktır.
Az bir kısmı hariç, Arabistan Yahudilerinin çoğuna hâkim olan duygu da budur.
Akıl hocaları Abdullah b. Ubeyy başta olmak üzere münafıkların yahut Ebu Âmir Fâsık’ın peşine takılanların da en ziyade nefret ettiği kişi Ahmed-i Mahmud-u Muhammed aleyhissalâtu vesselâmdır.
Sözün kısası, Allah katında en sevgili olan Nebiyy-i Zîşan’ı bile sevmeyenler vardır. Allah’ın ve meleklerinin sevgisine mazhar olmak, her dünyalının da illâ ki onu sevmesi sonucunu sağlamamıştır. Bilakis, İblis-misal ruhanîler de, İblis’in yeryüzü şubesi hükmündeki dünyevîler de, Allah katında sevgisi nisbetinde ona düşmandırlar. İnsanların ona sevgisi arttıkça da, nefretleri ve husumetleri katlanmaktadır.
Gelin görün ki, ‘Habibullah’ı dahi herkesin sevmediği şu dünyada, bugünün ehl-i dininde bir ‘herkes tarafından sevilme’ telaşı gözlemleniyor. Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşama yolundaki gayretimiz ölçüsünde bizi sevenlerin de, bizi sevmeyenlerin de beraberce var olması olgusu, bizi endişeye sevkediyor.
İstiyoruz ki, bizi herkes sevsin.
İstiyoruz ki, kimse bizden sevgisini esirgemesin, kimse bize düşmanlık göstermesin.
İyi bir kul olduğumuzun teyidinin herkes tarafından sevilmemiz olduğu zehabına kapılmış gibiyiz. Herkes tarafından sevildiğimiz ölçüde O’nun sevgisini kazanacağımızı düşünür bir haldeyiz.
Öyle ya da böyle, “Bizi herkes sevsin” endişesi ölçülerimize ilişiyor: Salâbetimiz buharlaşıyor, söylemimiz bulanıklaşıyor, yaşantılarımız ‘light’laşıyor.
Sözümona herkesin sevgisini kazanarak herkese tebliğde bulunma sevdasıyla, tebliğin gerçek muhatapları nezdinde bir derece sevimsizleşmeye, onların bizden bir derece soğumasına, iç dünyalarımızda bir uzaklaşmaya da sebebiyet veriyoruz.
Herkes tarafından sevilme çabamız, bizi sevmeye gerçekten açık mü’min kalbler ve hakikati arayan dimağlar nezdinde bir sevgi ve itibar aşınması getiriyor açıkçası...
Öte yandan, sevgilerini kazanma uğruna dilimizi, tebliğimizi ve hayatımızı ‘light’laştırdığımız insanlar nezdinde bir ilerleme de gerçekleşmiyor. Bilakis, bugün dilleri bizi takdir ediyor gözükse bile, ‘olmamız gereken yer’e yöneldiğimiz ilk anda bizi ayıplayıp yüzüstü bırakmaya hazır gözüküyor kalbleri...
Oysa Hz. Peygamber’in şahsında Rabbimizin bize gösterdiği apaçık bir gerçek var: Bizi aynı anda herkes sevemez. Bilakis, herkes tarafından sevilme isteği, sevgisi halis olanlar nezdinde bir sevgi kaybını beraberinde getirir.
Kaderimizin tercihlerimiz doğrultusunda tayin olunduğu şu dünyada, bir sevgi tercihi yapmamız da gerekiyor velhasıl.
Bizi herkes mi sevsin?
Peygamberler tarihi ve Asr-ı Saadet şahit ki, bu mümkün değil.
Öyleyse bir karar vermemiz gerek:
Bizi kimler sevsin?
01.11.2005
© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu