Başını Kaldır, Kendini Tanıttırmak İsteyen Fa’al ve Kudretli Bir Zât’ın Harika İşlerine Bak!
Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar.
Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar.
Kudreti Heşeyi Kuşatan Cenab-ı Hak Tarafından İstihdam Olunuyorlar.
Bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir Güzelden geliyor ki, bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcudatıyla ayinedarlık dilleriyle o Güzelin cemâlini tavsif ve tarif eder.
Evet her bir bitki, pek çok lisan ile Sâni'lerini öyle gösteriyorlar ki; ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara "Sübhanallah! Ne kadar güzel şehadet ediyor!" dedirtirler.
Demek herbir şeyde, husûsan zîhayatlarda öyle hârika bir nakış, öyle mu’cizekâr bir san’at var ki:
Onu öyle yapan ve öyle mânidar nakşeden, bütün eşyayı yapabilir ve bütün eşyayı yapan, elbette O olacaktır.
Demek bütün eşyayı yapamayan, birtek şey’i icad edemez.
Kâinatı halk edemeyen, bir zerreyi halk edemez.
Bir zerreyi tam yerinde halk edip muntazam vazifeleriyle çalıştıran,
yalnız kainatı halk eden zat olabilir.
Bu sergilere bak ve şu ilânlara dikkat et ve bu dellâllara kulak ver
mu'ciznümâ bir padişahın antika san'atlarını teşkil ve teşhir ediyorlar, kemâlâtını gösteriyorlar, misilsiz cemâl-i mânevîsini beyân ediyorlar, hüsn-ü mahfîsinin letâifinden bahsediyorlar.
Şimdi kuşlara bak,
Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları bir Sâni-i Hakîmin intak ve söylemesi olduğuna delil-i kat'i ise, hayretverir bir tarzda birbirine o seslerle müdavele-i hissiyat ve ifade-i maksat etmeleridir.
Bak, bu işler içinde, görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır.
Çünkü, her musîbetzedenin imdadına koşturuyor, her suâle ve matlûba cevap veriyor.
Her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî-i Mücîb perde arkasında var, bakar ki; en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevab verir, memnun eder.
Hayvânâtın en âciz ve en zayıfı, yavrulardır.
Halbuki, rahmetin en şirin ve en güzel cilvesine mazhar, yine onlardır.
Yuvadaki bir yavrunun aczi, en ağır şartlarda dahi annesini mutî bir nefer gibi, rahmetin cilvesi istihdam ediyor.
Demek bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler.
Belki birer dellâl, birer ilâHem, meselâ, nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve maharetli bir makinisti tanıttırır.
Öyle de, küre-i arz (yeryüzü) denilen yüz binler başlı, her başında yüz binler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbâniye, ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede, okuduğunuz fenn-i makine mikyâsıyla, küre-i arzın Ustasını ve Sahibini bildirir, ve tanıttırır.nname hükmündedirler.
Bir arının küçük kafasında kâinat bahçesindeki çiçekleri tanıyacak ve ekser enva'ıyla münasebetdar olacak ve bal gibi bir hediye-i rahmeti getirecek ve dünyaya geldiği günde şerait-i hayatı bilecek derecede bir istidadı, bir kabiliyeti, bir cihazı derceden zât; elbette bütün kâinatın Hâlıkı olabilir.
Tabiatın perdesiyle Allah'ın nurunu göremeyen insan, herşeye bir rububiyet verip kendi başına musallat eder.
Herbir çiçeğin güzelliği ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam,
bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir.
Ve o mîzan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir.
Ve o nakş-ı san'at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir.
Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir.
Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder,
hem evsafıyla tavsif eder,
hem cilve-i esmâsını tefsir eder,
hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.
Lisan-ı halleriyle derler ki:
“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki: Bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve sühuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zâttır.
Herbir çiçeğin güzelliği ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam,
bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir.
Ve o mîzan ise, maharet-i san'atı gösteren bir nakş-ı san'at içindedir.
Ve o nakş-ı san'at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir.
Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir.
Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder,
hem evsafıyla tavsif eder,
hem cilve-i esmâsını tefsir eder,
hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder.
Çünkü, hikmetle iş görmek, ilimle olur.
Hem bütün inâyetler, tezyinatlar, o ilme işaret eder.
İnâyetkârâne, lütufkârâne iş gören, elbette bilir ve bilerek yapar.
Hem bütün zîhayata, herbirisine lâyık bir tarzda, münasip vakitte, ummadığı yerde rızıklarını vermek, bir ilm-i muhitle olur.
Çünkü rızkı gönderen, rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını idrak edecek;
sonra rızkını lâyık bir tarzda verebilir.
Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et.
Ve bütün bu şehrin zînetlerine bak.
Ve bütün bu memleketin tanzimâtını gör.
Ve bütün bu âlemin san'atlarını tefekkür et...
Dünyada en ziyade hayret edilecek bir şey varsa, o da bu inkârdır.
Çünkü kâinatın mevcudatındaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle vücut ve vahdetine şahitler bulunduğu halde
Onu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduğunu, en kör cahil de anlar.
Hiç mümkün müdür ki, semâvat ve arzı hâlk eden bir Sâni-i Hakîm, semâvat ve arzın en mühim neticesi ve kâinatın en mükemmel meyvesi olan insanları başıboş bıraksın, esbab ve tesadüfe havale etsin, hikmet-i bâhiresini abesiyete kalb etsin?
Hâşâ!
Madem dünyada hayat var, elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû'-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekada ve Cennet-i bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır.