Bugün Kur’ân Okudun mu?

uður1

Well-known member
Bugün Kur’ân Okudun mu?
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Saf saf dizilmiş duranlara, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir. O, hem göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi, hem de doğuların Rabbidir.” (Sâffât, 1-5)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“…Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitâbını okur ve onu aralarında müzâkere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekînet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar. Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder…” (Müslim, Zikir, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)
Ashâb-ı kirâm, Kur’ân tâlimini büyük bir tâzimle îfâ ederlerdi. Abdullah bin Mes’ûd (ra) birisine bir âyet okutur (öğretir) ve:
“–Bu âyet, üzerine Güneş’in doğduğu veya yeryüzünde bulunan her şeyden daha hayırlıdır” derdi. Sonra da bu sözünü Kur’ân’ın her âyeti için tekrar ederdi. (Heysemî, VII, 166)
Yine Abdullah bin Mes’ûd (ra) şöyle demiştir:
“Sahâbeden biri evine girdiğinde hanımı ona derhal şu iki suali tevcih ederdi:
1) Bugün Kur’ân’dan kaç âyet nâzil oldu?
2) Allah Rasûlü’nün hadislerinden ne kadar ezberledin?” (Abdülhamîd Keşk, Fî rihâbi’t-tefsîr, I, 26)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Vâhid: Tek olan, zatında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde ve hükümlerinde asla şeriki, ortağı, benzeri, dengi olmayan.
Kısa Günün Kârı
Her gün Kur’an-ı Kerim okuyalım.
Lügatçe
sekînet: Huzur, gönül rahatlığı.
tâzim: Saygı gösterme.
nâzil: İnen.
 

uður1

Well-known member
DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ 8.2.HÜRRİYETE HİTAP(DEVAMI)
Yeni hükûmet-i meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşaallah bir seneye kadar, [SUP]1[/SUP]تَكَلَّمَ فِى الْمَهْدِ صَبِيّاً sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilâne, sabûrâne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlâli olan kanun-u şer’î hâzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zira davete icabet vâciptir.

Bu inkılâb-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki:

Bu inkılâp, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidâd-ı terakkiye karşı setleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevahir-i insaniyeti izhar ve âzâde olarak kâbe-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi, hatimesi de, yani otuz sene kadar rengârenk sefahet ve isrâfat ve hevesat ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, hükûmet-i müstebide gibi inkıraza sevk eden umurlar maddeten zararını ihsas edeceğinden, o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i şeriat ve mâkesi olan kamer-i medeniyet, berrak ve saf ve esâsatta Asya’yı ve Rumelini tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemâlin tohumları hürriyetin yağmuru ile neşvünemâ bularak rengârenk elvan ile tezyin edeceğini, bu fâl-i hayır bize müjde veriyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Beşikte çocuk iken konuştu.

Lügatler :
arzu-yu umumî : genel arzu; herkesin istediği
âzâde : bağlardan kurtulmuş, serbest, kayıtsız, özgür
beraat-i istihlâl : güzel başlangıç, iyi alâmet
cennet-i terakki : yükselme, kalkınma cenneti
cevahir-i insaniyet : insanlığın cevherleri, yetenekleri
devlet-i medeniyet : medeniyet devleti; medeniyet nimeti
duhul : girme, dahil olma
esâsat : esaslar, temeller
fâl-i hayır : iyi alâmet ve işaret
fikr-i beşer : insanlığın düşüncesi
hâkimiyet-i milliye : millî egemenlik (İslâm dini, şeriatı ve inancının egemenliği)
hâtime : son, sonuç
havale etmek : bırakma, ısmarlama
hâzin-i cennet : Cennet bekçisi
hevesat : gelip geçici, nefsin hoşuna giden istek ve arzular
hükûmet-i müstebid : baskıcı, diktatör hükûmet
icabet : cevap verme
ihsas etmek : hissettirmek
ihvan-ı vatan : vatan kardeşleri, vatandaşlar
inkılâb-ı azîm : büyük köklü değişim, devrim
inkılâp : köklü değişim, devrim
inkıraz : dağılıp yok olma, son bulma
isrâfat : israflar, savurganlıklar
istidad-ı kemâl : mükemmellik ve olgunluk yeteneği
istidâd-ı terakki : ilerleme, kalkınma yeteneği
ittihad-ı kulub : kalplerin birleşmesi, kalp birliği
izhar : açığa çıkarma
kâbe-i kemâlât : mükemmelliklerin kâbesi, olgunlukların merkezi
kamer-i medeniyet : medeniyet ayı
kanun-u şer'î : şer’î kanun, İslâm dinine ait kanun
kesif : katı, yoğun
lezaiz-i nâmeşrua : İslâmın izin vermediği lezzetler
maarif : ilim, bilgi, eğitim
maddeten : maddî olarak
mâkes : ayna
mazhar olmak : erişmek, nail olmak
millet-i mazlume : mazlum millet
mu’cize : insanların benzerini yapmakta âciz kaldıkları olağanüstü olay
muhabbet-i milliye : millî muhabbet; İslâm dinine, şeriatına ve inancına ait sevgi
mutazammın : içine alan, kapsayan
muzlim : karanlıklı
münkeşif : açılmış, meydana çıkarılmış
mütevekkilâne : Allah’a güvenerek; elimizden geleni yapıp sonucu Ona bırakarak
Ramazan-ı sükût : sessizlik ramazanı, sessizlik orucu
sabûrâne : çok sabredici olarak
sa'y-i insanî : insanın çalışması
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, budalalık
sehab : bulut
sevk eden : yönlendiren, gönderen
seyyiat-ı medeniyet : medeniyetin kötülükleri
şems-i şeriat : şeriat güneşi
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi; İslâmiyet
tahlis : kurtarmak
tenvir : aydınlatma
terk-i sefahet : gayrı meşru zevk ve eğlenceleri bırakma
umur : işler
vâcip : dinî bakımdan yapılması şart ve kesin olan şey
varta-yı mevt : ölüm tehlikesi
zîr ü zeber etmek : alt üst etmek



--
 

uður1

Well-known member
Said Nursi tezahürattan taksi ile kurtuldu
31 Ekim 2011 / 06:57
Birbirlerine, 'Bediüzzaman' diye yüksek sesle ve büyük neşe içinde haber veriyorlardı

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitlerden Mustafa Ramazanoğlu anlatıyor:
Sene 1952. Üstad Fatih'te Reşadiye Otelinde kalıyordu. Günlerden Cuma idi. Üstad Bediüzzaman Said Nursi'yi ziyarete gittim. Cuma namazı da yakındı.
Fatih Camiine Cuma namazını kılmak üzere girdik. Ben artık Üstadın peşini hiç bırakmıyordum. Cuma namazından sonra beraber camiden çıktık. Camiden çıkan cemaat bir anda Üstadın etrafını sardılar. Birbirlerine, 'Bediüzzaman' diye yüksek sesle ve büyük neşe içinde haber veriyorlardı.
Cemaat Üstadın elini öpmek için itişmeye başladı. Orada büyük bir izdiham oldu. Camii otele çok yakındı. Üstad camiye yaya olarak gelmişti. Üstad bu tezahürattan kurtulmak için orada bulunan bir taksiye "Taksi!" diye seslendi ve taksiye hemen atlayıverdi. "Beni otele götür" dedi. Bunu yapmasaydı camiden çıkan Müslümanlar Üstadın otele gitmesini en az iki saat tehir ettirebilirlerdi. Üstadın bu müdakkik hali beni hayran bıraktı.
(Son Şahitler)


Resim: http://www.dinibilgiler.gen.tr/resim/kelam/besmele.jpg


*İlahî! Sen fazl u kerem ve izzet ü ikram sahibisin; benimse tek sermayem hatalarım ve günahlarım; ne olur kulunu affet!

*
*İsyankar isem de affına olan ümidim hiç sarsılmadı; diliyor ve dileniyorum; kapıkulunu umduklarına nâil et!**İşte huzurundayım ve suçlarımı itiraf ediyorum; merhametinle muamelede bulun ve bu âciz bendeni azaba dûçar kılma!

*
*Halk hep sâlih bir insan olduğumu düşünüyor; halbuki ben onların en kötüsüyüm; merhametine iltica ediyorum; beni bana bırakma!

*
*İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar,

*
*Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen’in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen’den başka kim affedebilir?!

*
*İlâhî! Gönlümde nedâmet hisleri, bütün masiyetlerime “tevbe!” diyor ve kurtuluş fermanımı bekliyorum.**Hesabın pek ince olduğu o şedîd günde, ey yardım talebinde bulunanların biricik yardımcısı, nâçâr, Sen’in yardımını istiyorum.


AMİN.. AMİN .. AMİN!..*
 

uður1

Well-known member
Kenan Evren'i Nurcu müftü için ikna ettim
31 Ekim 2011 / 08:28
Diyanet İşleri eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, 12 Eylül ihtilali dönemindeki atamalarla ilgili bir olayı anlattı

Risale Haber-Haber Merkezi
Diyanet İşleri eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, 12 Eylül ihtilali dönemindeki atamalarla ilgili bir olayı anlattı. Kenan Evren'le anlaşabildiklerini ifade eden Altıkulaç, Nurcu müftü hikayesini anlattı.
Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan Altıkulaç'ın ilgili soruya verdiği cevabı şöyle:
Cemaat ve tarikatlere karşı genel tutumunuzu anlamak için soruyorum. Örneğin Nur cemaatiyle de sıkıntılar yaşamış mıydınız?
Nur veya başka bir cemaatin devlete karşı bir yanlışı var idiyse bunu tespit etmek emniyetin görevidir. Ben devletin polisi filan değilim. Ama fazla miktarda Süleymancı din görevlileri o dönemde Diyanet teşkilatında çalışıyordu.
Risale-i Nur hareketine sempati duyanlar yok denecek kadar azdı. Hem onlar sadece benim teşkilatımda değil, diğer bakanlıklarda da vardı. Örneğin Nurcu bir müftümüz vardı, onu Isparta gibi önemli bir yere tayin etmek istemiştik. Evren Paşa kararnameyi imzalamış, ama sonra "İyi ama bu kişi Nurcu, onu önemli bir yere alıyorlar" diye çekincesini belirtmiş. Ben de "Görevinde başarılı biridir. Nur cemaatine olan sempatisi bizi ilgilendirmez" demiştim. Böylece atandı.
Sadece Nurcu değil, Süleymancı il müftüleri de vardı. Bilecik ve Sinop müftüleri öyleydi örneğin. Süleymancıdır diye biz onlar hakkında hiçbir işlem yapmayı aklımızdan bile geçirmedik.


Soma yeni Nur dersanesi açıldı-FOTO

31 Ekim 2011 / 12:23
Manisa’nın Soma ilçesinde yapımı ve tefrişatı tamamlanan Dersane-i Nûriye hizmete açıldı


Ömer Özcan’ın haberi:
RİSALEHABER-Manisa’nın Soma ilçesinde yapımı ve tefrişatı tamamlanan Dersane-i Nûriye hizmete açıldı.
30 Ekim Pazar günü Mehmed Serim, Şerafeddin Kartal, Çantacı Necmi İlgen ve Hilaliye Vakfı Başkanı Hafız Abdullah Yılmaz’ın da iştirakiyle açılışı yapılan dersaneye Somalılar, çevre il ve ilçelerden gelen misafirler de büyük alâka gösterdiği.
Kur’an-ı Kerim okunmasıyla başlayan programda, Risale-i Nur dersi ve dualar yapıldı.
Somalılar bu sevinçli günlerinde misafirlerine çay ve yemek ikramında bulundular.
Fotoğraflar için TIKLAYINIZ
 

uður1

Well-known member
'Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın'
31 Ekim 2011 / 04:26
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Sûresi 191. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabındankoru!


Bitirmeyelim; konuşalım!

31 Ekim 2011 Pazartesi 07:34
Devlet ve toplum düzleminde varolan yaklaşım, usul ve üslup sorunlarının bir benzerinin ‘cemaatî’ düzeyde de yaşanıyor olduğu, zaman zaman dile getirilen bir husustur.
Nasıl bu ülkede kendisini ‘eşitler arasında birinci’ gören Kemalistler belli durumlarda belli refleksler gösteriyorlarsa, İslâmî camia içinde kendisini ‘kardeşler arasında birinci’ görenlerin de benzer refleksler sergilediğine sıkça rastlanır.
Öyle ki, ironik şekilde, “Türkiye’de ‘ideolojik olarak Kemalist’ olanlardan daha fazla ‘davranış olarak Kemalist’ var” diye düşündüren bir tablodur karşımıza çıkan.
Bu ülkenin ‘eşitler arasında birinci’ Kemalist elitinin bir ‘resmî ideolojisi’ olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin ‘kardeşler arasında birinci’lerinin de bir ‘resmî ideolojisi’ vardır.
Kemalist elitin ‘resmî ideoloji’ dışındaki her türlü görüşü ‘tehlike’ olarak algılayıp bertaraf etmeye çalışmasına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘resmî söylem’ dışındaki görüşler hep bir ‘tehlike’ işaretidir.
Kemalist elitin bir ‘millî şef’inin varlığına benzer şekilde, İslâmî cemaatlerin içinde de ‘cemaatî şef’ konumuna oturtulmuş isimler vardır.
Kemalist elit halkı özgür bırakıldığında ilk fırsatta ‘ya davulcuya, ya zurnacıya varır’ diye görüp vesayet altında tutmaya meyyal olduğu gibi, İslâmî cemaatlerin önderleri de cemaat mensubu mü’minleri ‘ya davulcuya ya zurnacıya varmasın’ diye ‘düşünce denetimi’ne tâbi tutmaya kendilerini mecbur bilir.
Ve nasıl Kemalist elitin bu ‘demokrasi-dışı’ düşünüş ve eylemlerinin gerekçesi ‘millî birlik ve bütünlük’ ise, bu cemaatî denetimin de gerekçesi ‘cemaatin birlik ve bütünlüğü’dür.
Kemalist elitin gözünde ‘memleketimizi bölmek için fırsat kollayan’ dış güçlerin varlığına benzer şekilde, cemaatleri bölmek için ‘dış güçler’ fırsat kollayıp durur.
Ve her farklı düşünce, bilerek bilmeyerek ‘bu oyuna âlet olmakta’dır.
Ülkeyi seksen yıl böylesi bir ruh haliyle yönetmeye girişen Kemalist elitin seksen yıl sonra önümüze getirdiği tablo ortadadır: Bu ülke, bu zihniyetle yönetilmeye devam etse, gerçekten bölünecektir. Türk-Kürt, laik-antilaik gerilimi başta olmak üzere, ancak ‘farklılığa tahammül,’ ‘adalet,’ ‘özgürlük,’ ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ zemininde izale olması muhtemel bir dizi fay hattı aktif olarak mevcuttur.
Benzer şekilde, İslâmî cemaatler, ‘bölünmemek’ için sergilenen yanlış refleksler yüzünden bölünegelmişlerdir.
Risale câmiası için de durum budur.
Birinin oyunun A’ya, berikinin oyunun B’ye gitmesine tahammül son derece kolay iken; aynı Risale metninin birden fazla yorumuna tahammül son derece kolay iken; Risale câmiasında bir ‘Risale-i Nur adına üretilen farklı düşünceler ortak pazarı’na açık olmak hiç de zor değilken, “tek cemaat = tek düşünce = tek uygulama” mantığı her biri farklı ‘resmî ideoloji’ler ve ‘resmî doğru’lar barındıran bölünmüş cemaatler sonucunu getirmiş haldedir.
Susmamız istenir; çünkü ‘konuşma’nın getireceği farklılığın birliğimizi böleceğinden endişe edilir.
Birlik ve beraberlik için ‘kol kırılsa da yen içinde’ kalması istenir; bedeli, yen içindeki kırık kol sayısında artış şeklinde gerçekleşir.
Birisi A der, cemaat bölünmez; ötekisi B der, ‘cemaati bölmek mi istiyorsun?’ diye itiraz edilir.
Üstelik bütün bunlar, ‘farklılığın ontolojisi’ne dair “İkinci Dal” adlı o nefis bahsi yazan Bediüzzaman’ın sergilediği ‘akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz’ tutuma rağmen gerçekleştirilir.
İşte şimdi bir örnek durum ile daha karşı karşıyayız.
Birileri A derken, biz ‘hayır, ben B diyorum’ dedik diye, ‘kendini bilmez’ olduk, ‘ne idüğü belirsiz’ olduk, ‘hain’ olduk, ‘mahşer günü yakamıza yapışılması’nı hakettik, daha neler neler olduk.
Bazı kardeşler de üzülüyor; ‘birlik ve beraberlik’ adına artık bu meseleyi kapatmanın, susmanın, konuşmamanın uygun olacağını söylüyorlar.
Oysa dönüp bakıyorum da, susmanın deva olabildiği bir durum göremiyorum ortalıkta.
Susmak, muktedirleri hatada ısrar ve iktidarını tahkim durumuna getirmiş her defasında.
Muktedire de yaramamış, mağdura da.
Ve en kötüsü, olan Risale-i Nur’a olmuş.
Risale-i Nur gibi devâsa bir eser, dar akılların, cüce düşüncelerin elinde kalkan olmuş.
Birlik ve beraberliğe gelince; ben bilinen anlamda ‘cemaat’lerden kopup kendimi “Risale-i Nur câmiası” dediğim o geniş ummanın içinde bir fert olarak algılayalı beri, onyedi yıl oldu. Bu zaman zarfında, ‘bölünme’ yaşamayan bir ‘cemaat’ görmedim.
Bırakalım, konuşulsun.
Bitirmeyelim, devam etsin.
Sustuk, bölündük.
Konuşursak, belki buluşuruz.
Ne de olsa insanlar susa susa ayrışır, konuşa konuşa anlaşırlar.
 
Üst