
Dünyaperestlik esâsâtı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fânî ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakiki yolunda fedâ et. Mevcudâtın ademnümâ âkıbetlerini gör. Çünkü, şu dünyadan bekâya giden yol, fenâdan gidiyor.

Esbâb içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp me'yusâne fîzâr ediyor. Vücud-u hakiki isteyen vicdan, İbrahimvârî, Lâ ühıbbü'l-âfilîn enîniyle mahbubât-ı mecâziyeden ve mevcudât-ı zâileden kat-ı alâka edip, Mevcud-u Hakîkîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

Ey nâdan nefsim, bil ki; çendan dünya ve mevcudât fânîdir, fakat her fânî şeyde, bâkîye îsâl eden iki yol bulabilirsin ve can ve cânan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i Cemâlinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, sûret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen.

Evet, nimet içinde, in'âm görünür, Rahmân'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'âma geçsen, Mün'imi bulursun. Hem, her eser-i Sâmedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla müsemmâyı bulursun. Mâdem şu masnuât-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını, acımadan fenâ seyline atabilirsin.

Evet, masnuâtta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Mâdem şu masnuât elfâzdır, kelimât-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy. Mânâsız kalan elfâzı, bilâpervâ zevâlin havasına at, arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.