Bütün varlıkları Allah yarattı. Öyleyse Allah'ı kim yarattı?

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, körpe dimağları ifsat etmek için ortaya atılan sorulardan biri de "Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusudur.

Aynı soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as.), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir. Bu sûre ile şirkin bütün nevileri kökünden kesip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Resûl-i Ekrem (asm.) Efendimiz de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır.(1)

Biz de Resûlulluh’a (asm.) ittiba ederek bu soruya İhlâs Sûresi ile cevap vereceğiz. Cenâb-ı Hak İhlâs suresinde kendisini kullarına şöylece bildirmektedir:


"De 'ki O Allah'dır, bir tektir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Tevlid etmediği gibi, tevellüd de etmemiştir. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."
Bu sûre Allah'ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en güzel, en cami, en güzel bir ifadesidir ve Kur'ân-ı Kerîm'in tevhid noktasında bir özeti gibidir. Bu konudaki diğer âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hükmündedirler.

“De ki: O Allah'tır, Ehad'dir.”

Âyet-i kerîmedeki Allah lâfzı Cenâb-ı Hakk'ın zâtına işaret etmekte, Ehad ise, O'nun birliğini ifade etmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki, Ehad ism-i şerifi "adet olarak" bir demek olmayıp, "yegâne birdir", "tek birdir", "şeriksiz birdir", "kendinden başkası hep mahlûk olan bir" manasına gelir. Yâni O'ndan başka bütün birler adet olarak birdirler, mahlûkturlar, mümkindirler.

Cenâb-ı Hakkın zâtının bir olduğunu, kudsî mahiyetinin hiçbir mahiyete benzemediğini, mekândan ve zamandan, cisimden ve cisme ait bütün özelliklerden münezzeh olduğunu ifade eder.

Cenâb-ı Hakk'ı "Ehad" olarak bilen bir insan O’nu kimin yarattığı gibi bir sorunun ne kadar saçma olduğunu hemen anlar. Böyle bir mü'mini hiçbir vehim ve vesvese şüpheye ve tereddüde düşüremez.

"Allah Samed'dir."

Yâni, O hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O’na muhtaçtır. Bütün istek ve arzulara cevap veren, bütün ihtiyaçları gideren yegâne merci O'dur.

"Lem yelid”

Yani, Ehad ve Samed olan Allahü Teâlâ, evlâd sahibi olmaktan, doğurmaktan ve bölünüp - parçalanmaktan münezzehtir.

"Allahü Teâlâ, Ehad, Samed olduğu için tecezzi etmez, O'ndan ne bir cüz, ne bir cevher, ne bir madde kopup ayrılmaz, çıkmaz ve O'nun cinsi, nev'i, benzeri olmaz, hiçbir ihtiyacı eksiği, gediği bulunmaz. Ancak O'nun ilminde bulunan mümkinattan dilediği O'nun yaratmasıyla husule gelir. 'Ol' demesiyle olur."(2)

O Vahid-i Ehad bölünme ve parçalanmadan münezzeh olduğu için, kendi zâtından bir ilâh sudur etmesi muhaldir. Mahlûkatını ilmi, iradesi, kudreti ile yaratır. Yarattığı mahlûkatın O'na denk yahut O'ndan güçlü olması muhaldir.

Ve lemyuled

Yâni, bir başkasından doğmamıştır, sonradan olmamıştır; evveli yoktur, ezelîdir. O'nun olmadığı bir zaman tasavvur edilemez.

Bu ayet, Allahü Teâlâ hakkında babalığı, analığı, başkasından doğmuş olmayı reddetmekle, başta Hıristiyanların "teslis" akidesi olmak üzere her türlü velediyet fikrini reddeder.

Ve lemyekün lehu küfüven ehad.”

Yâni, hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir. Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu âyetin tefsirinde şöyle buyurur:


"Ne evvelinde doğuran bir sabıkı, mafevki, ne de âhirinde doğmuş, doğacak bir lâhiki, matahtı olmadığı gibi, O'na kadr ü şânında beraber olacak hiçbir vech ile hiçbir denk, ne zâtta, ne sıfatta hiçbir müsavi, hiçbir mümasil; ne zıtlaşacak, ne birleşecek hiçbir eş, ne arkadaş, ne rakip hiçbir şerik ü nazır olmamıştır ve olamaz. Yâni, ezelde olmamıştır. Ondan başka bir Vâcib-ül Vücûd daha yoktur, ezelde olmayınca sonradan lâyezelde olması muhal bulunduğunu da ihtara hacet yoktur. Çünkü sonradan olanda ne kadar kemâl farzedilse mümkün, hadis, mahlûk olacağı için O'na müsavi, O'na beraber olamaz." (3)
Sûrenin önceki âyetleri tevhidin bütün mertebelerini özet olarak ifade ettiği gibi, bu âyet-i kerîme de Cenâb-ı Hakk'ın Zâtında benzeri, fiillerinde ortağı ve sıfatında benzeri bulunmadığını beyan ile şirkin akla gelebilecek bütün türlerini reddetmektedir.

İhlas suresinin kısa bir açıklamasını verdirten sonra söz konusu soru hakında şunları da ifade etmekte fayda görüyoruz:

Şu varlık aleminin yaratıcısı ancak ve ancak vücudu vâcib, ezelî ve ebedî, zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah'dır. Elbette, O Zât-ı Akdes hakkında böyle bir soru sorulamaz. Çünkü kim yarattı sorusu ancak mahlûkat için sorulabilir.

Allahü Teâlâ Ehad’dir; birdir, zatında şeriki yoktur.
Allahü Teâlâ Samed'dir. Bütün mahlûkat yaratılmalarında, devam ve bekalarında, idare ve tedbirlerinde her an O'na muhtaçtır. Hiçbir şeye muhtaç olmayan O Ehad ve Samed hakkında böyle bir soru sormak O'nu tanımamanın, bilmemenin bir ifadesidir.

Allahü Azîmüşşân doğmadan ve doğurulmadan münezzehtir. Ezelî ve ebedî olan ve kendisinden üstün bir varlık tasavvur edilmeyen O Zât-ı Zülcelâl'in, bir başkasının tesiri ile, vücuda gelmesi nasıl tevehhüm edilebilir?

Allahü Teâlâ'nın eşi, benzeri, dengi ve küfüvvü yoktur. Ne ulûhiyyetinde, ne rubûbiyetinde, ne mabudiyetinde, ne hallâkiyetinde ve ne de hâkimiyetinde O'na denk ve misil olacak hiçbir varlık düşünülemez. Zerre kadar aklı olan bir insan böyle bir Zât hakkında bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.
Evet, "Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusunda açık bir çelişki vardır. Şöyle ki: Allahü Teâlâ Hazretleri'nin vücudu zâtidir. Ezelî ve ebedîdir. Eşi ve benzeri yoktur. Herşeyi yaratan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir Zata yaratılma izafe edilirse çelişki ortaya çıkar. Hakikatlerin zıddına dönüşmesi gerekir.


"İnkılâb-ı hakâik, ittifaken muhaldir ve inkılâb-ı hakâik içinde muhal-ender muhal, bir zıddın kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun."(4)
Soru bu hakikatin ışığında incelendiğinde şu tezatlar ortaya çıkar:
Allahü Teâlâ'nın -hâşâ- yaratıldığı vehmedilirse o halde, O Zât-ı Mukaddes'in hem ezelî, hem hadis (sonradan yaratılmış), hem Hâlık, hem mahlûk, hem sonsuz kadir, hem sonsuz âciz, kısacası, hem ulûhiyetin sonsuz kemâl sıfatlarına, hem de mahlûkiyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lâzım gelir.

Soru böyle sonsuz çelişki ve zıtlıklar taşıdığı gibi, birçok imkansızlıkları da içine almaktadır. Bunlardan sadece birisi olan "Teselsülün muhaliyeti"ni nazara vermekle yetineceğiz.

Bir an için O Vâcib-ül Vücud hakkında böyle bir soru sorulduğu farzedilse, o zaman bu soru o noktada kalmaz. Yâni Cenâb-ı Hakk'ı yarattığı vehmedilen o halikın da bir halikı, onun da halikı... sorulur. Böylece soru silsile haline sonsuza kadar gider. O hâlde bu sorunun mahiyeti muhale, imkânsızlığa dayanır ve böyle bir soru sorulamaz.

Teselsülün muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:

On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim çekiyor?" diye bir soru sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasmdaki âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları gösterilecektir. Sonunda mes'ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve teselsüle gidilecektir.

Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir.

Bir nefer emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir.

Bu misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir.

"Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" diye firavunâne soru soranlar “teselsülün muhal oduğunu” bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını açığa vurmuş olurlar.

--------------------------
Dipnotlar:
(1) Hak Dini Kuran Dili, 9/6272; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 23/554-555.; Suyûtî, Lübâbun-Nukûl, 11,199-211; Alusi, XXX, 27O-27I
(2) Elmalılı Hamdi Yazır H.D.K.D., Cilt 9, s. 6321
(3) Elmalılı Hamdi Yazır a.g.e., s. 6333
(4) Said Nursî, Sözler s. 65
 

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Geçen akşam birkaç gençle sohbet imkânı buldum.

Hayli soru geldi. Beni “bir bilen” kişi olarak karşılarında gördüklerinden değil. İlk sorularına cevap verildiğini görünce “acaba bu sorumuzu da cevaplayabilir mi?” psikolojisi ile birçok soru sordular sanırım.

Bir anda 30-40 sene önceye, gençlik yıllarıma ve solcu talebelerle tartıştığımız günlere gittim.

Soruların hiç değişmediğini görmek beni biraz şaşırtmıştı doğrusu… Zira bu sorulara en mantıklı cevaplar Risale-i Nur’larda yıllar önce zaten verilmişti.
Demek ki, bu cevaplar henüz herkese ulaşmamış. Özellikle gençlere… Şeytan da boş durmuyor. Cevaplardan habersiz bulunan yeni nesilleri bu sorularla yoldan çıkarmaya hızla devam ediyor.

Soruların bir kaçını burada ifade edersem siz de bana hak vereceksiniz. Veya en azından benim yaştakiler hak verecektir.

İşte birkaç soru:

-Her şeyi Allah (CC) yarattı diyorsunuz, peki Allah’ı kim yarattı?

-Bu dünyada kısa sayılacak bir hayatta yapılan birkaç küçük (!) günahtan dolayı ebedi cehennem adalet midir?

-Madem kaderimizde var ve her şeyi Allah (CC) yaratıyor o halde neden bizi cezalandırıyor?

İlk bakışta bu sualler mantıklı sorularmış gibi geliyor. Ama cevapları verilince pek de mantıklı olmadığı ortaya çıkıyor. İlmi ve bilimsel gibi görünüyor. Ama gerçekte şaşırtmacadan öteye gitmediği açıktır.

Mesela ilk soru aslında kendi içinde tezat teşkil ediyor. Allah’ı kim yarattı diye sorduğunuz zaman otomatikman Allah (CC) yaratıcı olmaktan çıkıveriyor. “Yaratılan” konumuna geçiyor. O durumda da zaten “yaratılanın” da “yaratıcı” olması mümkün değil… Yani vagonları lokomotif çekiyor peki lokomotifi kim çekiyor sorusu gibi bir soru. Lokomotif “çeken” değil de “çekilen” olsa zaten lokomotif olmaktan çıkar vagon olur. Dolayısıyla bu soru karakter olarak mantıksız veya ancak böyle bir soruyu hayatı tanımaya çalışan çocuklar sorar.

Şeytanın bir hilesi de, yüz kapılı bir sarayın 99 kapısı açık bir kapısı kapalı ise seni onun önüne götürür ve cerbeze ile “bak bu saraya girilmez” diyerek yanıltmasıdır.

Bir zaman 2X2’nin eşittir 5 ettiğini bilimsel yollarla ispat etmeye çalışan birine şahit olmuştum. Bunu nasıl yapıyor? Aynen illüzyonistler gibi işlemleri peş peşe yazıyor. Sen yazılanları takip etmeye çalışırken işlemin bir yerinde senin fark edemediğin bir hile yapıyor ve sonuç 5 çıkıyor. “Gördün mü? 2X2=5 etti” diye de efeleniyor.

Buna aklın ifrat mertebesi deniyor. Akı- kara, karayı-ak gösteren bir zeka… Cerbeze ile beyazı kara gösteriyor. Ve sen geçici de olsa inanıyorsun.
Bu tür yanıltmayı en çok esnaflar yapıyor. Mesela, etiketlere 99,00 TL yazmak gibi. Psikolojik olarak yanıltmak için. Hatta bu günlerde 99,99 TL yazanlar da var. Dalga geçer gibi…

İşte, imani meselelerde de bu tür cerbeze ve yanıltma her zaman en geçerli akçedir. İnsanın nefsi de imtihana tabi tutulmayı ve cezalandırılmayı istemiyorsa bu durum o insanın en zayıf anıdır. O anını yakalayan şeytan bir şekilde yanıltarak o kişiye her türlü mukaddesatını inkâr ettiriyor.

“Uyanık olmak lazım” diyeceğim ama nasıl? Genç nesillere ulaşmak kolay mı? Onlara ulaşıp bu sorulara mantıklı cevaplar vermek ve uyanık olmalarını sağlamak…

Bu durumda konuşma fırsatı bulduğum gençler biraz şanslı sayılır. Ama bir şartla ilgi duyar da arkasını getirirlerse, çünkü bir seferle bu iş bitmiyor. Hem şeytan da öyle hemen peşini bırakmıyor. O da yeni taktikler geliştirerek farklı yaklaşımlarla tekrar yoldan çıkarmaya çalışıyor.

Mücadele ölene kadar devam ettiğinden anti mücadelenin de bitmemesi lazım… O nedenle bu gençleri bir şekilde tekrar bu tür derslere getirmek ve Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinde kalmalarını sağlamak gerekir.
Gelelim o soruyu nasıl cevaplandırdığıma:

Önce Allah’ı ispattan başladım. Arkasından akıllarına birçok soruyu da ben getirdim. Daha sonra bütün insanlığın merakla cevabını aradığı “Necisin? Nereden geldin? Nereye gidiyorsun?” gibi en önemli üç müşkül sualin cevabını vermeye çalıştım.

Kendi ürettiğim suallere cevap verdikten sonra ancak onların suallerini cevaplayabildim. Zira bu gibi soruların cevabı bulunursa ve bilinirse sanırım diğerlerini cevaplandırmak daha kolay oluyor.

Nitekim öyle de oldu bir saatten fazla süren bu soru cevap faslından sonra gençler hayli rahatlamış olarak kalkıp gitti.

Beni en çok sevindiren, sohbet sonrası yaşı nedeniyle soru sormaktan çekinen ve dinleyici pozisyonunda olan birinin açıklaması olmuştu. “Abi, ben hep bu soruların cevabını düşünürdüm, biri bana sorarsa nasıl cevap vereceğim diye de endişe ederdim. Allah razı olsun bütün sorularıma cevap aldım” demişti.

“Kime niyet kime kısmet” denir ya öyle bir durum. Demek ki, asıl ihtiyaç sahibi o imiş…

Nurettin HUYUT
 

þifaa

Well-known member
Bütün varlıkları Allah yarattı; öyleyse -haşa- Allah'ı kim yarattı?

2we342.jpg


Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, körpe dimağları ifsat etmek için ortaya atılan sorulardan biri de "Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusudur.

Aynı soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (asm.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (as.), Allahü Azîmüşşân'dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir. Bu sûre ile şirkin bütün nev’ileri kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Resûl-i Ekrem (asm.) Efendimiz de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır.(1)

Biz de Resûlulluh’a (asm.) ittiba ederek bu soruya İhlâs Sûresi ile cevap vereceğiz. Cenâb-ı Hak İhlâs suresinde kendisini kullarına şöylece bildirmektedir:

"De 'ki O Allah'dır, Ehad’dir. (O) Allah'tır, Samed'dir. Doğurmadığı gibi, doğmamıştır da. Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."

Bu sûre Allah'ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en güzel, en cami bir ifadesidir ve Kur'ân-ı Kerîm'in tevhid noktasında bir özeti gibidir. Bu konudaki diğer âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hükmündedirler.



“De ki: O Allah'dır, Ehad'dir.”
Âyet-i kerîmedeki Allah lâfzı Cenâb-ı Hakk'ın zâtına işaret etmekte, Ehad ise, O'nun birliğini ifade etmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir, Ehad ism-i şerifi "adet olarak" bir demek olmayıp, "yegâne birdir", "tek birdir", "şeriksiz birdir", "kendinden başkası hep mahlûk olan " manasına gelir. Yâni O'ndan başka bütün birler adet olarak birdirler, mahlûkturlar, mümkindirler.

Cenâb-ı Hakkın zâtının bir olduğunu, kudsî mahiyetinin hiçbir mahiyete benzemediğini, mekândan ve zamandan, cisimden ve cisme ait bütün özelliklerden münezzeh olduğunu ifade eder.

Cenâb-ı Hakk'ı "Ehad" olarak bilen bir insan O’nu kimin yarattığı gibi bir sorunun ne kadar saçma olduğunu hemen anlar. Böyle bir mü'mini hiçbir vehim ve vesvese şüpheye ve tereddüde düşüremez.



(O) Allah'tır, Samed'dir.
Yâni, O hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O’na muhtaçtır. Bütün istek ve arzulara cevap veren, bütün ihtiyaçları gideren yegâne merci O'dur.



Doğurmadığı gibi…
Yani, Ehad ve Samed olan Allahü Teâlâ, evlâd sahibi olmaktan, doğurmaktan ve bölünüp - parçalanmaktan münezzehtir.

"Allahü Teâlâ, Ehad, Samed olduğu için tecezzi etmez, O'ndan ne bir cüz, ne bir cevher, ne bir madde kopup ayrılmaz, çıkmaz. O'nun cinsi, nev'i, benzeri olmaz. Hiçbir ihtiyacı ve eksiği bulunmaz. Ancak O'nun ilminde bulunan herşey, yine O'nun yaratmayı dilemesiyle vücuda gelir. 'Ol' demesiyle olur."(2)

O Vahid-i Ehad bölünme ve parçalanmadan münezzeh olduğu için, kendi zâtından bir ilâh sudur etmesi muhaldir. Mahlûkatını ilmi, iradesi, kudreti ile yaratır. Yarattığı mahlûkatın O'na denk yahut O'ndan güçlü olması muhaldir.



… doğmamıştır da.
Yâni, bir başkasından doğmamıştır, sonradan olmamıştır; evveli yoktur, ezelîdir. O'nun olmadığı bir zaman tasavvur edilemez.

Bu ayet, Allahü Teâlâ hakkında babalığı, analığı, başkasından doğmuş olmayı reddetmekle, başta Hıristiyanların "teslis" akidesi olmak üzere her türlü velediyet fikrini reddeder.



Hiçbir şey O'nun dengi (ve benzeri) değildir."
Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu âyetin tefsirinde şöyle buyurur:

Ne öncesinde doğuran bir sabıkı ve üstünü, ne de sonrasında doğmuş ve doğacak bir astı ve eki yoktur. Şan ve değer bakımından da O'na eşdeğer olacak hiçbir şekilde hiçbir denk mevcut değildir. Ne zatında, ne sıfatında hiçbir eşiti, hiçbir benzeri, ne zıtlaşacak, ne birleşek şekilde hiçbir eş, arkadaş, ortak veya rakip olmamıştır ve olamaz. Yani ezelde olmadığı gibi, bundan sonra da olmayacaktır. O'ndan başka bir "Vacibu'l-vücud" yoktur. Ezelde olmayınca sonradan olması da muhaldir. Bunu ihtara hacet yoktur. Çünkü sonradan olanlar hâdis ve mahluk olacağı için zaten O'na denk ve eşit olması mümkün değildir. Çünkü sonradan olanda ne kadar kemal farz edilirse edilsin yine de mahluktur. (3)

Sûrenin önceki âyetleri tevhidin bütün mertebelerini özet olarak ifade ettiği gibi, bu âyet-i kerîme de Cenâb-ı Hakk'ın Zâtında benzeri, fiillerinde ortağı ve sıfatında misli bulunmadığını beyan ile şirkin akla gelebilecek bütün türlerini reddetmektedir.

İhlas suresinin kısa bir açıklamasını verdikten sonra söz konusu soru hakkında şunları da ifade etmekte fayda görüyoruz:

Şu varlık aleminin yaratıcısı ancak ve ancak vücudu vâcib, ezelî ve ebedî, zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah'dır. Elbette, O Zât-ı Akdes hakkında böyle bir soru sorulamaz. Çünkü kim yarattı sorusu ancak mahlûkat için sorulabilir.

Allahü Teâlâ Ehad’dir; birdir, zatında şeriki yoktur.

Allahü Teâlâ Samed'dir. Bütün mahlûkat yaratılmalarında, devam ve bekalarında, idare ve tedbirlerinde her an O'na muhtaçtır. Hiçbir şeye muhtaç olmayan O Ehad ve Samed hakkında böyle bir soru sormak O'nu tanımamanın, bilmemenin bir ifadesidir.

Allahü Azîmüşşân doğmadan ve doğurulmadan münezzehtir. Ezelî ve ebedî olan ve kendisinden üstün bir varlık tasavvur edilmeyen O Zât-ı Zülcelâl'in, bir başkasının tesiri ile, vücuda gelmesi nasıl tevehhüm edilebilir?

Allahü Teâlâ'nın eşi, benzeri, dengi ve misli yoktur. Ne ulûhiyyetinde, ne rubûbiyetinde, ne mabudiyetinde, ne hallâkiyetinde ve ne de hâkimiyetinde O'na denk ve misil olacak hiçbir varlık düşünülemez. Zerre kadar aklı olan bir insan böyle bir Zât hakkında bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.

Evet, "Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" sorusunda açık bir çelişki vardır. Şöyle ki: Allahü Teâlâ Hazretleri'nin vücudu zâtidir. Ezelî ve ebedîdir. Eşi ve benzeri yoktur. Herşeyi yaratan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir Zata yaratılma izafe edilirse çelişki ortaya çıkar. Hakikatlerin zıddına dönüşmesi gerekir.

"İnkılâb-ı hakâik, ittifaken muhaldir ve inkılâb-ı hakâik içinde muhal-ender muhal, bir zıddın kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun."(4)

Soru bu hakikatin ışığında incelendiğinde şu tezatlar ortaya çıkar:

Allahü Teâlâ'nın -hâşâ- yaratıldığı vehmedilirse o halde, O Zât-ı Mukaddes'in hem ezelî, hem hadis (sonradan yaratılmış), hem Hâlık, hem mahlûk, hem sonsuz kadir, hem sonsuz âciz, kısacası, hem ulûhiyetin sonsuz kemâl sıfatlarına, hem de mahlûkiyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lâzım gelir.

Soru böyle sonsuz çelişki ve zıtlıklar taşıdığı gibi, birçok imkansızlıkları da içine almaktadır. Bunlardan sadece birisi olan "Teselsülün muhaliyeti"ni nazara vermekle yetineceğiz.

Bir an için O Vâcib-ül Vücud hakkında böyle bir soru sorulduğu farzedilse, o zaman bu soru o noktada kalmaz. Yâni Cenâb-ı Hakk'ı yarattığı vehmedilen o halikın da bir halikı, onun da halikı... sorulur. Böylece soru silsile haline sonsuza kadar gider. O hâlde bu sorunun mahiyeti muhale, imkânsızlığa dayanır ve böyle bir soru sorulamaz.

Teselsülün muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:

On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık "lokomotifi kim çekiyor?" diye bir soru sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları gösterilecektir. Sonunda mes'ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve teselsüle gidilecektir.

Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir.

Bir asker emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. "Ya padişah kimden emir alıyor?" şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da asker derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: "Padişah kimden emir alıyor?" diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir.

Bu misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir.

"Cenâb-ı Hakk'ı -hâşâ- kim yarattı?" diye firavunâne soru soranlar “teselsülün muhal oduğunu” bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını açığa vurmuş olurlar.
 

rizvan

Yeni Üye
Selamün Aleykum,

Değerli dostlar, yazılarınız ve örnekleriniz yerinde ve çok güzel olmuş. Bu konuya ait cevapların İngilizcesini nereden bulabilirim?
Önceden teşekkürler!
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Selamün Aleykum,

Değerli dostlar, yazılarınız ve örnekleriniz yerinde ve çok güzel olmuş. Bu konuya ait cevapların İngilizcesini nereden bulabilirim?
Önceden teşekkürler!

ingilizceniz var ise şu sitemizden arama yapabilir misiniz : Questions on Islam

burada da bulamazsanız Diğer diller ile ilgili sorumlumuza konuyu aktracağız kendisi ya tercüme eder ya da ilgili kaynakları aktarır..
 
Üst