MAHMUT ÖZ
Evlilik benzersiz bir heyecandır. Fakat yalnız tatlı heyecanla sınırlı değil ne yazık ki. Evlilik, yaygın ifadeyle ‘toplumsal yapının çekirdeği' olan ailenin doğumudur. O toplumsal yapının hayat telakkisi, günahları ve sevapları bu yeni çekirdeğin filizlenip boy atmasında ya da solup gitmesinde büyük pay sahibidir.
Aile kurmaya hazırlanan gelin ve damat adayları, aslında ne mühim bir oluşum içerisine girdiklerinin farkında olmazlar. Onlar mutluluk sarhoşu iken bu benzersiz heyecan gelir geçer. Çiçeği burnunda evliler kendilerine geldiklerinde ise çoğunlukla önlerinde dağ gibi sorunlar yumağı bulurlar. Tüm karmaşıklığı ve acımasızlığıyla var olma savaşıdır bu. Baş başa kalmış iki yoldaş, kurtlar sofrasına yem olmamak için bu savaştan galip çıkmak zorundadırlar.
İki ailenin etkinlik savaşı
Hangisini söylemek lazım; en başta, tuhaf bir şekilde, emniyet hissinin beşiği olması gereken yeni bir yuva henüz kurulmaya çalışılırken, dünürlerin birbirlerini karşı taraf olarak görmeleri ile aileler arası savaş alanına dönüşür. Kız tarafı yangından mal kaçırırcasına nikahtan önce yapılan alışverişe yüklenirken; erkek tarafı da bu vartayı ne kadar ucuza atlatabileceğinin hesabını yapmaktadır. Dayanışma kelimesi neden akla gelsin? Kaderin iki yabancı aileyi olağanüstü, mübarek bir noktada birleştirdiği görülmez bile; bir etkinlik savaşının tozu-dumanı iki tarafı çoktan sarhoş etmiştir.
İstatistikler, evliliklerin büyük çoğunlukla ilk bir yılda bozulduğunu söylüyor. Bunda, kadın ve erkek arasında icat edilen tuhaf rekabetin sürekli körüklenmesinin payı çok büyük. Temenniler işe yarar mı bilinmez ama her iki taraf kendileri yerine müstakbel hayat arkadaşını düşünse, taleplerini menfaatlerini bir potada eritse… Erkek “aldığımı kendime alıyorum”; kız da “gösterdiğim kolaylık her ikimiz içindir” dese… Aileler yavrularını birbirlerinden soğutacak bir rekabet yerine, esaslı dostlukların yolunu arayan ilişkiler geliştirse…
Dönüşüm mü bozulma mı?
Gidişatın bizden çok şeyler götüren seyrinin ailedeki yansımalarını anlayabilmek için kitaplara “ailenin dönüşümü” olarak geçen hali kurcalamak gerekiyor. Fiyakalı tahliller bir yana, vaziyetin hülasası şu: Bir tarafta bir Frankeştaynvâri bir şekilde kendi kendini imha eden “modern çekirdek aile”, diğer tarafta özgürlükler adına yok edilen “geleneksel geniş aile”… Dikkat edin, netice aynı: Ailenin yok oluşu. Niyesine gelince, modern kültür, atomize olmuş tüketici bireylerin bir arada bulunduğu bir toplumsal yapılan(ma)mayı dikte eder.
Bu dikte ediş öyle yaygın bir propaganda ile olur ki, ders kitaplarında çizilen tabloya göre “normal” bir aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan modern çekirdek ailedir. Büyükanne, büyükbaba ve diğerleri aileye adeta sonradan ve mecburiyetten eklenmiştir. Bu mantık, çekirdek aileyi önerirken, nine ve dedeleri huzurevi adını verdiği tecrit kamplarına gönderir. Amca-hala zaten aileden sayılmaz!
Halbuki geniş ailenin esas karakteri nüfus değil, gelenektir. “Aile meclisi” ve “aile reisi” kavramları hakiki manada yerini bulur ve bir sistem oluşturur. Kararlar aile meclisinde istişare edilerek büyüklerin ve en son aile reisinin tecrübesi ile yoğrularak alınır. Problemler, değil küçüklere, çoğu zaman yeni evli çiftlere bile yansımadan çözüme kavuşur. Ailenin yeni fertleri ve çocuklar, ihtiyaç duydukları şefkati hisseder, sosyalleşmeyi kendi ailesinin sıcaklığında ve verimli bir ortamda yaşar. Büyüklerin örnekliği, başlı başına bir eğitim mekanizması olarak şiirsel akışın temelidir. “Kör gözüne parmağım” misali doğru davranış dikte edilmez. Çok söylemenin arsızlaştıracağı bilinir. Her tavır ve davranış gerçek, anlamlı, dolayısıyla etkilidir. İlişkilerin omurgası sevgidir.
Geniş ailede çağı gelen ertelenmeden evlenir. Eşler birbirini tam manası ile algılayabilme imkanı bulur, farklılıklarını fark ederler. Ortam, insan zihnine hitap eder çeşitlilikte ve zenginliktedir. Artık geleneğin nimetlerinden istifade edecek ve bu mirası devralacak yeni bir nesil beklenmektedir. Onlar da aynı tatminkâr ortamı yaşayacaktır.
Şundan hiç şüpheniz olmasın, modern anlayışın büyük aile modeliyle savaşı, aslında bu gelenekle savaşıdır.
Ailenin çekirdek hali
Bir kere tarafların evlenmeden önce birkaç ton engeli ortadan kaldırması; mesela evini kurması, işini bulması, sorunlarla savaşacak kadar güç kazanması şarttır. Bütün bunlar evliliğin ertelenme nedenidir. Bu arada gençlik gayrimeşru arayışlara yönelir. Zamanla bu yöneliş kanıksanır, gençliğin bir gereği olarak kabul edilmeye başlanır. Hayâ, ahlâk filan derseniz, modern kültür size hemen vaziyete uygun yeni kabullenişler sunar. Mesela zinayı suç olarak görmeyiverirsiniz, hatta zina kelimesini tamamen unutabilirsiniz. Lûtîlik gibi arzı ve arşı titreten bir cürüme “cinsel tercih” filan deyiverirsiniz.
Her neyse, bütün bu engelleri aşarak evini, işini edinenler, askerlik gibi sosyal vazifeleri de yapmışsa dünya evine girer. Artık “özgür irade”ler kullanılmıştır. İlk heyecanın verdiği zihin sarhoşluğu dağılıncaya kadar, ölünceye kadar yıldönümleri hatırlanmak zorunda olunan iyi vakitler geçirilir. Yıllar geçtikçe o vakitlerin “ikinci balayı” gibi yapay tekrarı ve sene-i devriye törenleri ile avunulacaktır.
İlginçtir, zannedildiğinin aksine, çekirdek aile ortamı, her ne kadar baş başa kalsalar da, eşlere birbirini yeterince algılama ve tanıma fırsatı vermez. Bir kendi vardır, bir de eşi. Ana, bacı gibi “başka”larıyla fark hissedilmez. Oysa insan zihni mukayese ile algılar ve tanır. Burada ise tanımadan ziyade kendini merkeze koyma ve “aynılaştırma” talebi vardır. Çekirdek ailede eşler birbirini o denli kendi gibi görmeye başlar ki, farklılıkları fark edemez. Bu durumda zamanla açığa çıkan ayırım noktaları yadırganır ve çatışma zemini oluşturur. Kaynağı tespit edilemeyen bu sorun, farklı arayışlarla beslenerek aldatmaya varan sapmaları beraberinde getirebilir.
Bu arada yaşama savaşı tüm şiddeti ile sürmektedir. Karşı karşıya kalınan sorunlarla boğuşan genç evliler için çocuk edinmek, yeni bir yük ve sorun edinmek demektir. Ev, iş, araba derken evliliğin gecikmesiyle geciken nesil, arabayı düze çıkarma kaygısıyla daha bir öteye itilir. Sonuçta dede, hatta büyük dede olabilecek yaşta baba olmak normal hale gelir.
Çocukların cevr ü cefası
Çekirdek ailede dünyaya gelen çocuklar ise çetin bir mücadelenin yorduğu anne-babasından ihtiyaç duyduğu ilgiyi göremeyecek, yeterli özgüveni geliştiremeyecek, kreş ve anaokullarında da aradığını bulamayacaktır. Her biri bir devâsâ sorun olan çocukların sayısı da az olmalıdır! Böylece yalnız ve sosyalleşme imkanı kısıtlı, problemli bireyler ortaya çıkar. Neyse, modern toplumda “profesyonel danışmanlık” diye bir can simidi vardır. Daha 5-6 yaşında bile olsalar, çocuklar da psikoloğa götürülebilir. Hatta götürülmelidir. Bunda da modernlik adına bir prestij görülebilir...
Bu yeni jenerasyon sonuçta anne-babalarından modern çekirdek aileyi miras alacak da değillerdir. Öyle ya, kültür mirası almak geleneksel geniş ailenin bir özelliğidir. Zaten miras dediğin banka hesabı, tapu filan şeklinde olmalıdır! Toplumun gitgide bireyselleşen bencil insanların oluşturduğu bir kalabalığa dönüşmesi ise, çağdaş kültür açısından şikayet edilecek bir hal değildir.
Geleneğin ihyası, geleceğin inşası
Meseleyi iki farklı aile yapısının zıtlığı düzleminde ele alınca, konuya yanlış yaklaşmakla suçlanabiliriz. “Babaanne ve dedeleri aileye dahil edip, aile yönetimini de büyüklere teslim edince sorunların çözüleceğini mi iddia ediyorsunuz?” denebilir. Asla! Böyle bir öneri ancak modern bir yaklaşımın ürünü olabilir. Daha önce belirttiğimiz gibi geniş ailenin temeli genişliği değil, gelenekselliğidir. Geleneği oluşmamış geniş aile ise, değil dede-nine, amca ve halalar bile dahil edilse, yalnızca “genişletilmiş” aile olacaktır.
Önerilere gelmeden yapılmakta olan bir eleştiriyi daha cevaplamakta fayda var. Nine ve dedeleriyle birlikte yaşayan ailelerde öne çıkan bu eleştiri, geleneksel aileye yönelmekte ve büyüklerin çocuk eğitiminde disipline engel olacak kadar duygusal davrandıkları söylenmekte. Halbuki bu aksaklığın nedeni de aynı noktada düğümlenmektedir. Söz konusu aileler bir yaşama biçimine yani bir geleneğe yaslanan bir yapı ortaya koymamakta, genişletilmiş aile olmaktan öteye geçememektedir.
Bugün çözüm sadedinde dile getirilebilecek öneri, şüphesiz apar-topar aileleri genişletmek olamaz. Tedrici olarak gerçekleştirilebilecek, ayakları yere basan çözüm önerisi de zaten buradan başlayamaz. Ailenin problemlerini kendi tabi akışı içinde çözecek gelişme, temelini materyalizmden alan modern yaklaşımların insanı tasarlanabilir bir meta olmaya mahkum bırakan cenderesinden kurtulmak olacaktır. Bu ise bir toplumun başlı başına ve yeniden inşa edilmesidir. Kalabalık olarak kalmanın kabul edilemez oluşu, bir an önce bu inşa faaliyetinin başlamasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bir toplumsal dönüşüm anlamına gelecek bu değişim hiç şüphesiz kolay değil. En azından iki kuşağın değişimi anlamına da gelse, bunun mümkün olmadığı iddiası en azından mevcut kötü gidişatı kabullenmek demektir. Sorunun nerede olduğunu görmek, neyi kaybettiğimizin, yerine neyi bulduğumuzun farkına varmak çok büyük bir adımdır.
Kendi kendini yok eden kanserli bir bünye yerine, toplumsal dönüşüm için geleneği ihya ile geleceği inşa etmek kurtuluşumuz olacaktır.
Kaynak: Semerkand dergisi,
Evlilik benzersiz bir heyecandır. Fakat yalnız tatlı heyecanla sınırlı değil ne yazık ki. Evlilik, yaygın ifadeyle ‘toplumsal yapının çekirdeği' olan ailenin doğumudur. O toplumsal yapının hayat telakkisi, günahları ve sevapları bu yeni çekirdeğin filizlenip boy atmasında ya da solup gitmesinde büyük pay sahibidir.
Aile kurmaya hazırlanan gelin ve damat adayları, aslında ne mühim bir oluşum içerisine girdiklerinin farkında olmazlar. Onlar mutluluk sarhoşu iken bu benzersiz heyecan gelir geçer. Çiçeği burnunda evliler kendilerine geldiklerinde ise çoğunlukla önlerinde dağ gibi sorunlar yumağı bulurlar. Tüm karmaşıklığı ve acımasızlığıyla var olma savaşıdır bu. Baş başa kalmış iki yoldaş, kurtlar sofrasına yem olmamak için bu savaştan galip çıkmak zorundadırlar.
İki ailenin etkinlik savaşı
Hangisini söylemek lazım; en başta, tuhaf bir şekilde, emniyet hissinin beşiği olması gereken yeni bir yuva henüz kurulmaya çalışılırken, dünürlerin birbirlerini karşı taraf olarak görmeleri ile aileler arası savaş alanına dönüşür. Kız tarafı yangından mal kaçırırcasına nikahtan önce yapılan alışverişe yüklenirken; erkek tarafı da bu vartayı ne kadar ucuza atlatabileceğinin hesabını yapmaktadır. Dayanışma kelimesi neden akla gelsin? Kaderin iki yabancı aileyi olağanüstü, mübarek bir noktada birleştirdiği görülmez bile; bir etkinlik savaşının tozu-dumanı iki tarafı çoktan sarhoş etmiştir.
İstatistikler, evliliklerin büyük çoğunlukla ilk bir yılda bozulduğunu söylüyor. Bunda, kadın ve erkek arasında icat edilen tuhaf rekabetin sürekli körüklenmesinin payı çok büyük. Temenniler işe yarar mı bilinmez ama her iki taraf kendileri yerine müstakbel hayat arkadaşını düşünse, taleplerini menfaatlerini bir potada eritse… Erkek “aldığımı kendime alıyorum”; kız da “gösterdiğim kolaylık her ikimiz içindir” dese… Aileler yavrularını birbirlerinden soğutacak bir rekabet yerine, esaslı dostlukların yolunu arayan ilişkiler geliştirse…
Dönüşüm mü bozulma mı?
Gidişatın bizden çok şeyler götüren seyrinin ailedeki yansımalarını anlayabilmek için kitaplara “ailenin dönüşümü” olarak geçen hali kurcalamak gerekiyor. Fiyakalı tahliller bir yana, vaziyetin hülasası şu: Bir tarafta bir Frankeştaynvâri bir şekilde kendi kendini imha eden “modern çekirdek aile”, diğer tarafta özgürlükler adına yok edilen “geleneksel geniş aile”… Dikkat edin, netice aynı: Ailenin yok oluşu. Niyesine gelince, modern kültür, atomize olmuş tüketici bireylerin bir arada bulunduğu bir toplumsal yapılan(ma)mayı dikte eder.
Bu dikte ediş öyle yaygın bir propaganda ile olur ki, ders kitaplarında çizilen tabloya göre “normal” bir aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan modern çekirdek ailedir. Büyükanne, büyükbaba ve diğerleri aileye adeta sonradan ve mecburiyetten eklenmiştir. Bu mantık, çekirdek aileyi önerirken, nine ve dedeleri huzurevi adını verdiği tecrit kamplarına gönderir. Amca-hala zaten aileden sayılmaz!
Halbuki geniş ailenin esas karakteri nüfus değil, gelenektir. “Aile meclisi” ve “aile reisi” kavramları hakiki manada yerini bulur ve bir sistem oluşturur. Kararlar aile meclisinde istişare edilerek büyüklerin ve en son aile reisinin tecrübesi ile yoğrularak alınır. Problemler, değil küçüklere, çoğu zaman yeni evli çiftlere bile yansımadan çözüme kavuşur. Ailenin yeni fertleri ve çocuklar, ihtiyaç duydukları şefkati hisseder, sosyalleşmeyi kendi ailesinin sıcaklığında ve verimli bir ortamda yaşar. Büyüklerin örnekliği, başlı başına bir eğitim mekanizması olarak şiirsel akışın temelidir. “Kör gözüne parmağım” misali doğru davranış dikte edilmez. Çok söylemenin arsızlaştıracağı bilinir. Her tavır ve davranış gerçek, anlamlı, dolayısıyla etkilidir. İlişkilerin omurgası sevgidir.
Geniş ailede çağı gelen ertelenmeden evlenir. Eşler birbirini tam manası ile algılayabilme imkanı bulur, farklılıklarını fark ederler. Ortam, insan zihnine hitap eder çeşitlilikte ve zenginliktedir. Artık geleneğin nimetlerinden istifade edecek ve bu mirası devralacak yeni bir nesil beklenmektedir. Onlar da aynı tatminkâr ortamı yaşayacaktır.
Şundan hiç şüpheniz olmasın, modern anlayışın büyük aile modeliyle savaşı, aslında bu gelenekle savaşıdır.
Ailenin çekirdek hali
Bir kere tarafların evlenmeden önce birkaç ton engeli ortadan kaldırması; mesela evini kurması, işini bulması, sorunlarla savaşacak kadar güç kazanması şarttır. Bütün bunlar evliliğin ertelenme nedenidir. Bu arada gençlik gayrimeşru arayışlara yönelir. Zamanla bu yöneliş kanıksanır, gençliğin bir gereği olarak kabul edilmeye başlanır. Hayâ, ahlâk filan derseniz, modern kültür size hemen vaziyete uygun yeni kabullenişler sunar. Mesela zinayı suç olarak görmeyiverirsiniz, hatta zina kelimesini tamamen unutabilirsiniz. Lûtîlik gibi arzı ve arşı titreten bir cürüme “cinsel tercih” filan deyiverirsiniz.
Her neyse, bütün bu engelleri aşarak evini, işini edinenler, askerlik gibi sosyal vazifeleri de yapmışsa dünya evine girer. Artık “özgür irade”ler kullanılmıştır. İlk heyecanın verdiği zihin sarhoşluğu dağılıncaya kadar, ölünceye kadar yıldönümleri hatırlanmak zorunda olunan iyi vakitler geçirilir. Yıllar geçtikçe o vakitlerin “ikinci balayı” gibi yapay tekrarı ve sene-i devriye törenleri ile avunulacaktır.
İlginçtir, zannedildiğinin aksine, çekirdek aile ortamı, her ne kadar baş başa kalsalar da, eşlere birbirini yeterince algılama ve tanıma fırsatı vermez. Bir kendi vardır, bir de eşi. Ana, bacı gibi “başka”larıyla fark hissedilmez. Oysa insan zihni mukayese ile algılar ve tanır. Burada ise tanımadan ziyade kendini merkeze koyma ve “aynılaştırma” talebi vardır. Çekirdek ailede eşler birbirini o denli kendi gibi görmeye başlar ki, farklılıkları fark edemez. Bu durumda zamanla açığa çıkan ayırım noktaları yadırganır ve çatışma zemini oluşturur. Kaynağı tespit edilemeyen bu sorun, farklı arayışlarla beslenerek aldatmaya varan sapmaları beraberinde getirebilir.
Bu arada yaşama savaşı tüm şiddeti ile sürmektedir. Karşı karşıya kalınan sorunlarla boğuşan genç evliler için çocuk edinmek, yeni bir yük ve sorun edinmek demektir. Ev, iş, araba derken evliliğin gecikmesiyle geciken nesil, arabayı düze çıkarma kaygısıyla daha bir öteye itilir. Sonuçta dede, hatta büyük dede olabilecek yaşta baba olmak normal hale gelir.
Çocukların cevr ü cefası
Çekirdek ailede dünyaya gelen çocuklar ise çetin bir mücadelenin yorduğu anne-babasından ihtiyaç duyduğu ilgiyi göremeyecek, yeterli özgüveni geliştiremeyecek, kreş ve anaokullarında da aradığını bulamayacaktır. Her biri bir devâsâ sorun olan çocukların sayısı da az olmalıdır! Böylece yalnız ve sosyalleşme imkanı kısıtlı, problemli bireyler ortaya çıkar. Neyse, modern toplumda “profesyonel danışmanlık” diye bir can simidi vardır. Daha 5-6 yaşında bile olsalar, çocuklar da psikoloğa götürülebilir. Hatta götürülmelidir. Bunda da modernlik adına bir prestij görülebilir...
Bu yeni jenerasyon sonuçta anne-babalarından modern çekirdek aileyi miras alacak da değillerdir. Öyle ya, kültür mirası almak geleneksel geniş ailenin bir özelliğidir. Zaten miras dediğin banka hesabı, tapu filan şeklinde olmalıdır! Toplumun gitgide bireyselleşen bencil insanların oluşturduğu bir kalabalığa dönüşmesi ise, çağdaş kültür açısından şikayet edilecek bir hal değildir.
Geleneğin ihyası, geleceğin inşası
Meseleyi iki farklı aile yapısının zıtlığı düzleminde ele alınca, konuya yanlış yaklaşmakla suçlanabiliriz. “Babaanne ve dedeleri aileye dahil edip, aile yönetimini de büyüklere teslim edince sorunların çözüleceğini mi iddia ediyorsunuz?” denebilir. Asla! Böyle bir öneri ancak modern bir yaklaşımın ürünü olabilir. Daha önce belirttiğimiz gibi geniş ailenin temeli genişliği değil, gelenekselliğidir. Geleneği oluşmamış geniş aile ise, değil dede-nine, amca ve halalar bile dahil edilse, yalnızca “genişletilmiş” aile olacaktır.
Önerilere gelmeden yapılmakta olan bir eleştiriyi daha cevaplamakta fayda var. Nine ve dedeleriyle birlikte yaşayan ailelerde öne çıkan bu eleştiri, geleneksel aileye yönelmekte ve büyüklerin çocuk eğitiminde disipline engel olacak kadar duygusal davrandıkları söylenmekte. Halbuki bu aksaklığın nedeni de aynı noktada düğümlenmektedir. Söz konusu aileler bir yaşama biçimine yani bir geleneğe yaslanan bir yapı ortaya koymamakta, genişletilmiş aile olmaktan öteye geçememektedir.
Bugün çözüm sadedinde dile getirilebilecek öneri, şüphesiz apar-topar aileleri genişletmek olamaz. Tedrici olarak gerçekleştirilebilecek, ayakları yere basan çözüm önerisi de zaten buradan başlayamaz. Ailenin problemlerini kendi tabi akışı içinde çözecek gelişme, temelini materyalizmden alan modern yaklaşımların insanı tasarlanabilir bir meta olmaya mahkum bırakan cenderesinden kurtulmak olacaktır. Bu ise bir toplumun başlı başına ve yeniden inşa edilmesidir. Kalabalık olarak kalmanın kabul edilemez oluşu, bir an önce bu inşa faaliyetinin başlamasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Bir toplumsal dönüşüm anlamına gelecek bu değişim hiç şüphesiz kolay değil. En azından iki kuşağın değişimi anlamına da gelse, bunun mümkün olmadığı iddiası en azından mevcut kötü gidişatı kabullenmek demektir. Sorunun nerede olduğunu görmek, neyi kaybettiğimizin, yerine neyi bulduğumuzun farkına varmak çok büyük bir adımdır.
Kendi kendini yok eden kanserli bir bünye yerine, toplumsal dönüşüm için geleneği ihya ile geleceği inşa etmek kurtuluşumuz olacaktır.
Kaynak: Semerkand dergisi,