Konuya cevap cer

Cenâb-ı Allah, Vehhab’tır. 

Yani kullarına cömertçe veren, 

mahlûkâtının her ihtiyâcını umulmadık yerlerden bedelsiz ihsan eden, 

her  isteyene karşılıksız, bol, bereketle 

ve cömertçe ikrâm edendir. 

Cenâb-ı  Hak hastaya şifâ, dertliye devâ verir, 

musîbete düşene âfiyet hîbe  eder, 

dalâlette olana hidâyet lütfeder, 

her duâ edenin dileklerini,  hikmeti mûcibince yerine getirir. 



Cenâb-ı Hak Kur’ân’da: “Yoksa Azîz ve Vehhâb olan Rabb’inin  rahmet hazîneleri onların yanında mıdır?”1 buyurur. 

Bir diğer âyette  Hazret-i Süleyman’ın (as) şu dileği nakledilir: “Rabb’im, bana mağfiret  et. Bana benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümrânlık hîbe et  (ver). Şüphesiz Sen Vehhâb’sın’ demişti.”2 

Şu âyette, duâ lâfzı içinde  Vehhâb ismi de zikredilir: “Rabbimiz! Bize hidâyet lütfettikten sonra  kalplerimizi eğriltme. Katından bize rahmet hîbe et (ver). Muhakkak Sen  Vehhâb’sın.”



Üstad Bedîüzzaman Hazretlerine göre, 

insan kendisine hayatı veren  Allah’ı tanımalı, 

O’nun bütün kâinâtın hâkimi olduğunu bilmeli,

  varlığına ve birliğine şehâdette bulunmalı, 

isimlerinin bütün kâinâttaki  cilvelerini tefekkür etmeli,

 ubûdiyetini hiçbir zaman eksik  etmemelidir. 

Bunlar insan hayatının en mühim gâyeleridir. 

Bu gâyeleri  insan, kendi hayatına verilen cüz’î ilim,

 küçücük kudret ve azıcık irâde  gibi mikro ölçüdeki sıfat ve hallerini, 

Cenâb-ı Hakk’ın mutlak, 

nihâyetsiz ve kâmil sıfatlarına 

ve mukaddes şuûnâtına birebir ölçü 

ve  mukâyese yapmak sûretiyle kavrayabilir. 



Meselâ küçücük gücüyle,  irâdesiyle ve bilgisiyle evini binâ eden adam, kâinâtı halk eden Cenâb-ı  Allah’ın nihâyetsiz kudretini, küllî irâdesini ve sonsuz ilmini  kolaylıkla idrâk eder. 



Başkalarına cömertçe vermeyi ve ihsân etmeyi  seven insan, Cenâb-ı Hakk’ın bütün kâinâtın üstündeki Vehhâb ismini  anlamakta güçlük çekmez.4 



Üstad Saîd Nursî’ye göre, 

maddî-mânevî lezîz nîmetlerini ihsân  eden, 

her istediğini ikrâm eden, 

her dilediğini hîbe eden Cenâb-ı Hakk’a  karşı insan; 

fiiliyle, hâliyle, sözüyle ve 

hattâ bütün duygularıyla  şükür ve hamd ü senasını eksik etmemelidir. 



Gani-i Mutlak olan Cenâb-ı  Allah’ın, sonsuz bir cömertlikle nihâyetsiz servetini ve hazînelerini  insanın önüne serdiğinde şüphe yoktur. Öyleyse insan tazim ve senâ  içinde, fakrını ve aczini tam hissederek Cenâb-ı Hak’tan hem istemeli,  hem de O’na şükretmelidir.5 



Yeryüzünün bütün sâkinleriyle, 

Hâlık’ının Vâcib’ül-Vücud ve  Vehhâb-ı Rezzâk olduğuna şehâdet ettiğini 

beyan eden Üstad Hazretleri, 

dört yüz bin muhtelif bitki ve hayvan türlerine 

hayatî önemi hâiz  bulunan ayrı ayrı cihâzların 

ve duyguların verilmesinin ve hiçbirinin  hiçbir zaman ihmal edilmemesinin, 

Cenâb-ı Hakk’ın Rubûbiyetinin  haşmetine 

ve kudretinin her şeye yetiştiğine delâlet ettiğini kaydeder. 



Bedîüzzaman’a göre, hadsiz canlıların rızıklarının, vakti vaktine  kuru ve basit bir topraktan rahîmâne ve kerîmâne verilmesi, Allah  Teâlâ’nın rahmetinin her şeye şümûlünü ve hâkimiyetinin her şeye  ihâtasını gösterir.6 Öyle ki, biz fakîriz, Cenâb-ı Hak ise Ganî-i  Mutlak’tır. 



Fakrımızın eline, elimizin yetişmediği bir gınâ ve zenginlik  verilmektedir. Veren, Ganî olan, sonsuz zengin olan Cenâb-ı Hak’tan  başkası değildir. Nîmetlerini ihsân eden, arzû ettiklerimizi hîbe eden  ve duâlarımıza cevap veren Cenâb-ı Hak’tır. Çünkü biz istiyoruz;  istedikçe arzûlarımızın yerine geldiğini görüyoruz.7 



Biz duâ ediyoruz,  mağfiret talep ediyoruz; Vehhâb olan Cenâb-ı Hak günahlarımızı  bağışlıyor; günahlarımızın yerine bize hidâyet, sevap, fazîlet ve feyiz  lütfediyor.8



Dipnotlar:

 

 1- Sâd Sûresi: 9. 

2- Sâd Sûresi: 35. 

3- Âl-i İmrân Sûresi: 8. 

4- Sözler, s. 118. 

5- Sözler, s. 298. 

6- Lem’alar, s. 353. 

7- Mektûbât, s. 234. 

8- Mesnevî-i Nûriye, s. 113.

        



Süleyman KÖSMENE

05.08.2010

YeniAsya



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst