Cennet ve cennet nimetleri üzerine....

ARİF

Well-known member
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de Cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.

Ruhânî ve hissî bütün nimetleri içinde barındıran Cennet, aynı zamanda bedenî ve cismânî umum lezzetleri de ihtivâ eder. Yemek, içmek ve evlenmek Cennetin en yüksek nimetleri sırasında gösterilmiştir. Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerin beyânına göre; dünya hayatında kurulan âile hayatları, eşlerin her ikisi de Cennete liyakat kazanmaları halinde ebediyen beraber olacak ve karı-koca münasebetleri sonsuza kadar Cennette devam edecektir. Ancak, imandan nasibi olmayan ve inkâr üzerine ölen eş, Hazret-i Nuh ve Lût Aleyhisselâmların hanımları ve Âsiye’nin kocası olan Firavun da olsa ebediyen eşinden ayrı kalacak ve inkârının karşılığını dâimi olarak Cehennemde çekeceklerdir.

İman ve salih amellerinden dolayı Cennete giden mü’min kadınları, Cenâb-ı Hak rahmet ve kudretiyle her türlü dünyevî ârızalardan arındırarak, tertemiz eşler sûretinde kocalarına iâde edecektir. Hûrilerden daha güzel olarak yaratılan o dünyalı kadınlar, eşlerine ebedî bir hayat arkadaşı olacak ve hûrilere sultan yapılacaktır. Hiçbir kıskançlık ve rekâbet duygusu olmaksızın sonsuza kadar sevdikleriyle birlikte Cennetten istifâde edeceklerdir.

Dünya hayatındayken evlenemeden âhiret âlemine göçen iman etmiş erkek ve kadınlar, Cennette evlendirilecek ve orada evlenmemiş kimse kalmayacaktır. Fakat, çocuk olarak vefât edenler bu kayıttan âzâdedir. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Vildânün muhalledun” tâbirinden anlaşıldığına göre, mü’minlerin bulûğ çağından önce vefât eden çocukları doğrudan Cennete gidecek, lâkin dâimî çocuk olarak kalmak sûretiyle, çocuk sevmek ve okşamak zevkini anne ve babalarına tattıracaklardır. Ancak, bulûğ çağından önce ebeveynin teşvikiyle, mecbur olmadığı halde namaz kılan ve oruç tutan çocukları Cenâb-ı Hak büyükler gibi yaratacak ve amellerinin karşılığı bu farkı onlara ihsan edecektir. Kâfirlerin ölen çocukları da Cennete gidecek, fakat, hizmetçi olarak istihdam edileceklerdir. Akıl dengesi yerinde olmayanlarla hak dinden hâberdar olmayan Fetret Devri insanları da mükellef olmadıkları için Cennete gidecek ve kusurlarından muâheze olunmayacaklardır.

– Dünyada iken başından birkaç nikah geçen bir hanım Cennette bu beylerinden hangisiyle birlikte olacak?

– Efendim, önce Cennetin özelliğini hiç unutmamak gerekir. Bu özellik unutulursa bir çok sorunun cevabı da verilemez. O özellik şudur:

Cennet eksiksiz mutlululuk yeridir. Cennete giren insan artık orada mutluluğunu gölgeleyecek en küçük şeyle karşılaşmayacaktır. Tam aksine, kendisini ne mutlu edecekse onların hepsine de orada hem de istediği şekilde kavuşacak, mahrumiyet asla söz konusu olmayacaktır.

Bu temel ölçüden hareketle denebilir ki, hangi kocasıyla mutlu olacaksa, Cennette onunla olacaktır. Diğer bir ifadeyle dünyada hangi kocası kendisini memnun etmiş, mutlu kılmışsa Cennette de onunla olmayı tercih edecek; dünyadaki mutluluğuna ahirette daha da ileri safhada mutluluk katacaktır. Çünkü sevmediği, memnun olmadığı kimseyle birlikte olmak mutluluk yeri olan Cennette söz konusu olmayacaktır. Öyle ise sevenler Cennette de sevdikleriyle birlikte olacaklar, dünyadaki fani mutluluklarını Cennette ebedi mutluluğa çevireceklerdir. Bu konuda farklı manalara geldiği sanılan hadislerin verdiği özet hüküm budur.

Nitekim halk dilinde ata sözü halinde söylenen meşhur hadis de bunu ifade etmektedir:

– Kişi sevdiğiyle beraberdir!

Ne yazık ki dünya öyle her arzuyu yerine getirmeye müsait bir mekan değildir. İnsan bütün isteklerine rağmen dünyada sevdiğiyle beraber olmayabiliyor. Şu kesin ki, dünyada beraber olamasa da ahirette olacaktır.

Hatta içine hapsettiği aşkının icabını burada yaşayamayarak gidenler, orada sevdiklerine kavuşacaklardır.

Buraya şöyle bir nükte de ilave edebiliriz.

Madem kişi sevdiğiyle beraber olacaktır ahirette. Aman dikkat! Cennetlikleri sevin ki Cennette beraber olasınız. Allah korusun, Cehennemlikleri severseniz bu defa da sevdiğinizle birlikte olmak için Cehenneme girmek hiç de ihtimal dışı değildir. – Olur mu öyle şey demeyin? Olabilir. Sevginin gözü kördür derler. Kişi, kalkar Allahın sevmediğini sever. Onun gideceği yere de gider. Çünkü kişi sevdiğiyle beraberdir.

Öyle ise Allahın sevdiklerini sevin ki, onunla birlikte olasınız ahirette. Bir yersiz sevgi kurbanı, hissine mağlup duygu insanı haline gelmeyesiniz.

Burada hatırlanmasına ihtiyaç olan mühim bir başka husus ta şudur.

Maneviyat büyükleri diyorlar ki:

– Sakın dünyadaki evliliğinizde sevginizi kısa zamanda yok olacak suret ve dış güzelliğine bağlamayasınız. Tezden yok olacak olan yüz güzelliğini yegane sevgi sebebi saymayın. Çünkü bu dış güzellik kısa zamanda yok olur, sevmenizi gerektiren şey de yok olacağından aranızda sevgi sebebi kalmamış sayılır. Bu anlayış aileyi kısa zamanda sevgisiz bırakır. Halbuki sevgiyi kısa zamanda yok olacak dış güzelliğe değil de yaşlandıkça daha da artacak olan iman, ahlak, ihlas ve sadakat gibi güzel vasıflar üzerine inşa etme halinde, ailenin geleceği garanti altına alınır. Aradığı sevgi sebebinin ömür boyu sürdüğünü gören taraflar, aile bağını bir ömür boyu zayıflatmadan sürdürürler. Çünkü dindarlıktan kaynaklanan güzel ahlak, hanımla beyi cennette de birlikte kılar, dünyadan sonra ebedi hayatta da birlikte olmalarını sağlar, sevgilerini sanki ebedileştirmiş olurlar böylece. Bu yüzden de ebedi hayat arkadaşını kırmamaya, incitmemeye burada daha çok dikkat ederler.

Bu hususta şu nokta hatırdan hiç çıkarılmamalıdır:

– Cennette birlikte olacak hanımla bey, dünyadaki zaafların sahibi hanımla beyin aynısı olmayacaktır. İkisi de ayetin tabiriyle (tathir) olmuş, yani her türlü maddi manevi kirlerden kusur ve çirkinliklerden tümüyle temizlenmiş olarak Cennette birlikte olacaklardır. Hatta hayallerinde olan hanım ve bey nasıl idiyse, ikisi de aynen öyle duruma çıkacaklar, birbirlerini mutlu edecek cennet genciyle Cennet hurisi görüntüsüne gireceklerdir. Dünyada var olan bazı sevgiyi gölgeleyici görüntülerden de tümüyle arınmış halde buluşacaklardır Cennette..

Böylece beyin dünyadaki hanımı her manasıyla hayran kalacağı bir Cennet hurisi haline geleceği gibi, hanımın dünyadaki beyi de her manada hayran kalacağı bir Cennet genci haline gelecek; dünyadaki gölgeli mutluluklarını Cennette gölgesiz şekilde daha ileri safhada yaşama imkanı bulacaklardır.

Bu sebeple dünyadaki sevgilerini yalnız gençlik devresine ait geçici dış güzelliğe bağlamamalılar. Yaşlandıkça gelişen, Cennette ebedi hayat arkadaşlığını kazandıracak olan iman ve ahlak güzelliğine kilitlenmeliler ki, aile sevgisi ömür boyu sürmekle almasın, ebedi hayat arkadaşlığına dönüşme özellik ve güzelliği kazansın..


AHMET ŞAHİN
 

Leyli_Efruz

Well-known member
Cennette ebedi hayat arkadaşlığını kazandıracak olan iman ve ahlak güzelliğine kilitlenmeliler ki, aile sevgisi ömür boyu sürmekle almasın, ebedi hayat arkadaşlığına dönüşme özellik ve güzelliği kazansın..

Allah razı olsun abi Cennete herkes layık olamaz;)
 

ARİF

Well-known member
gul_5.gif
Ahirette hergün nimetler artacak, iki gün eşit olmayacaktır. İnsan, bilmediği şeyleri, bildiği şeylerle mukâyese eder. Hâlbuki bilinmeyen şey, bilinen şeye kıyas edilmez. Hadîs-i şerîfte; “Dünya, ana rahmine göre Cennet, Cennete göre ise çöplük gibidir.” buyuruluyor. Çöplükle Cennet mukâyese edilir mi? Ana rahmindeki bir çocuğun, nasıl ki dünyaya gelip, çeşitli hâdiselerle karşılaşacağını bilmesi mümkün değilse, Cennete gidecek müminin de, orada kavuşacağı nimetleri bilmesi mümkün değildir. Cennet nimetleri olarak bildirilen bal, ipek, altın, üzüm, ırmak gibi şeylerin, dünyadakilerle hiçbir benzerliği yoktur. Asla birbiriyle mukâyese edilemez. Sadece isim benzerliği vardır. Cehennemdeki ateş de, dünyadaki ateşten çok farklıdır. Bir kıvılcımı dünyaya gelse, dağları eritir, bütün denizleri kurutur.
Rüyâ ile dünya hayatı bile mukâyese edilmez. Rüyâda gözlerimiz kapalı olduğu hâlde çok yerleri görürüz. Dilimiz oynamadığı hâlde konuşuruz. Rüyâda hükümdar olsak ne çıkar? Az sonra uyanınca, hayal olduğu görülür. İşte dünya hayatı da, rüyâ gibidir. Asıl hayat olan ahirette hükümdar olmak gerekir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Nasıl ki, rüyâdaki şeyleri bile dünyadaki nimetlerle mukâyese etmek uygun değilse, dünyadaki şeyler de, Cennetteki nimetlerle mukâyese edilmez.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Cennette hiç kimsenin görmediği, işitmediği ve hayal bile edemediği nimetler vardır.”
“Cennetinki hariç, her nimet yok olur. Cehenneminki hariç, her kaygı kesilir.”
“Cennette bulunan şeylerle, dünyadakiler arasında yalnız isim benzerliği vardır.”
huzur pınarı
 

makes

Well-known member
Mükemmeliyetin ve güzelliğin her türlüsüne meyilli ve en yüksek derecesini aşk derecesinde arzulayan insan için, Kur’ân-ı Kerim’de Cennet nimetleri açısından detaylı bilgiler verilmiş ve onun da ötesinde Allah’ın rızâsı vaâd edilmiştir.

meşhur hadis de bunu ifade etmektedir:

– Kişi sevdiğiyle beraberdir!

İnsan bütün isteklerine rağmen dünyada sevdiğiyle beraber olmayabiliyor. Şu kesin ki, dünyada beraber olamasa da ahirette olacaktır.

Hatta içine hapsettiği aşkının icabını burada yaşayamayarak gidenler, orada sevdiklerine kavuşacaklardır.

Buraya şöyle bir nükte de ilave edebiliriz.

Madem kişi sevdiğiyle beraber olacaktır ahirette. Aman dikkat! Cennetlikleri sevin ki Cennette beraber olasınız. Allah korusun, Cehennemlikleri severseniz bu defa da sevdiğinizle birlikte olmak için Cehenneme girmek hiç de ihtimal dışı değildir. – Olur mu öyle şey demeyin? Olabilir. Sevginin gözü kördür derler. Kişi, kalkar Allahın sevmediğini sever. Onun gideceği yere de gider. Çünkü kişi sevdiğiyle beraberdir.


emeginize saglik
 

ARİF

Well-known member
Üzüm Çekirdeğine Gizlenen Şifa
...........................................

Barınma, giyinme ve beslenme insanoğlunun temel ihtiyaçları arasındadır. Vücudun ihtiyaç duyduğu besin maddelerinin vücuda alınması şeklinde tarif edilen beslenme, diğer iki temel ihtiyacın önünde yer alır. İnsanın hareket edebilmesini sebepler dairesinde bünyesine almak zorunda olduğu enerjiye bağlayan Zât-ı Zülcelâl, enerji ihtiyacının giderilmesi için de, dünyayı leziz nimetlerle donatmıştır. Bünyelerine yerleştirilen karbonhidrat, yağ ve protein gibi bileşikler vasıtasıyla gıdalara temel enerji kaynağı olma vazifesi yüklenmiştir. Gıdalarda bulunan birçok bileşiğe çeşitli hastalıkların önlemesinde vazife verildiği, ilmî çalışmalarla da ispat edilmiştir.

Üzümün çekirdeği de ayrı bir şifa deposu olarak bir ilâç kapsülü mahiyetine büründürülmüştür. Zât-ı Zülcelâl’in bu küçücük yapılara dercettiği tabiî kimyevî bileşikler, birçok hastalığa şifa vesilesi olma özelliği taşımaktadır. İlmî çalışmalarda üzüm çekirdeğinin birçok patojen bakteri üzerinde antimikrobiyal tesir gösterdiği ortaya konmuştur. Buna ilâveten antioksidan ve antikanserojen tesirleriyle de adından söz edilen bu gıda maddesine ilgi son yıllarda artmıştır.

Klinik araştırmalar, üzüm çekirdeğinin toplardamar yetersizliğinin, retina hasarlarının ve bazı cilt hastalıklarının tedavisinde olumlu neticeler verdiğini ortaya koymuştur. Üzümden elde edilen preparatların kan dolaşımıyla ilgili rahatsızlıklara, baş ağrısına, cilt problemlerine ve bulantıya karşı kullanılabileceği belirtilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de birden fazla yerde adı geçen bu harika nimetin sayısız derde deva olduğu, ilmî çalışmalarla ortaya konmuştur. Rabb’imizin insanoğluna sunmuş olduğu tatlı ve besleyici bir meyve olan üzümün içerisine kapsül şeklinde bir şifa deposunu yerleştirerek hem beslenmemizi hem de hastalıklardan korunmamızı sağlaması, O’nun gücünün nelere kâdir olduğunun bir göstergesi olsa gerektir.

sızıntı dergisinden kısaltılmış olarak alınmıştır.haziran 2008 /30.sayı dan daha geniş bilgi edilinebilir.
 

mihrimah

Well-known member
Bana Seni Gerek Seni
Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni;
Ben yanarım dünü, günü,
Bana seni gerek seni,..

Aşkın, âşıklar öldürür.
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni.

Sofilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leylâ gerek
Bana seni, gerek seni.

Yunus durur benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni...
Yunus Emre
 

ARİF

Well-known member
madem öle bi soru sorayım :

Cennetten daha güzel ve meyvelerinden daha leziz olan nedir ?


cemalullahı müşahade etmekten daha güzel birşey olamaz...

bir saat hayatı dünyanın bin sene mesudane hayatından daha üstün cennetin ve yine o cennetin bin sene hayatı bir saatine mukabil gelmeyen cemalullahı görmenin kapısı olamayacağını bildiren üstadımızdır.

buda onun rızasyıla mümkündür.o razı olmuşsa cennetide cennetin nimetlerinide geçiverir insan.ama o razı değilse cennette olsa ne işe yarar zaten olmasıda mümkün olmaz.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
cemalullahı müşahade etmekten daha güzel birşey olamaz...

bir saat hayatı dünyanın bin sene mesudane hayatından daha üstün cennetin ve yine o cennetin bin sene hayatı bir saatine mukabil gelmeyen cemalullahı görmenin kapısı olamayacağını bildiren üstadımızdır.

buda onun rızasyıla mümkündür.o razı olmuşsa cennetide cennetin nimetlerinide geçiverir insan.ama o razı değilse cennette olsa ne işe yarar zaten olmasıda mümkün olmaz.


Cevap bu olabilir ama aradığım cevap bu değil..
 

Garib

Well-known member
madem öle bi soru sorayım :

Cennetten daha güzel ve meyvelerinden daha leziz olan nedir ?
rızkın en ekmeli, me'lûf olan kısımdır ki, derece-i kıymeti bilinsin. Meyvelerin lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir; lezzetin en sâfisi, hazır ve yakın olanıdır; ve en lezizi, amelinin ücreti olduğunu bilmektir. Kur'ân-ı Kerim, bu kısma da "Küllema ruzigu minhe min semeratin rızgan gâlû hezellezi ruzigna min gabl" cümlesiyle işaret etmiştir.

Yani, "Bundan önce yediğimiz meyvelerdir veya dünyada yediğimiz meyvelerdir." Çünkü Cennetin meyveleri, birbirine benzediği gibi, dünya meyvelerine de zahiren benzerler.

Yani, "Rızıkları birbirine müteşabih olarak getirilir." Hadiste de vârit olduğuna göre, Cennetin meyveleri suretçe birdir, ama tatları, taamları bir değildir. Bu cümlede meçhul sigasıyla zikredilen kelimesinden anlaşıldığı gibi, rızkın insana götürülmesi, büyük bir şeref ve keramete delâlet ettiğinden, büyük bir lezzeti intac ediyor.

......."hezellezi ruzigna min gabl" Bu cümlede mübhem bırakılıp beyan edilmeyen rızık kelimesinin dört mânâya ihtimali vardır.

Birincisi: Rızıktan maksat, amel-i sâlihtir. Yani, "Bu dâr-ı dünyada rızık olarak bize nasip kılınan, amel-i salih, yani, şimdi yediğimiz rızıklar dünyada yaptığımız amel-i salihin neticesidir." Yani amel ile ceza arasında o kadar ittisal (bağlılık) vardır ki, sanki dünyadaki amel, âhirette tecessüm edip sevap kesilmiştir. Onların sevinçleri, bu noktadan hasıl olmuştur.

İkincisi: Rızıktan maksat, dünyanın taam ve yemekleridir. Yani, "Dünyada rızık olarak bize verilen taamlar, bunlardır. Amma zevkleri, tatları arasında dağlar kadar fark vardır." İşte onların istiğrapları bu noktadandır.

Üçüncüsü: Bu semereler, biraz evvel yediğimiz semereler gibidir, ama suretleri bir, mânâları, tatları ayrıdır. Demek sureten, şeklen bir olduklarından ülfet lezzetini veriyor, tatlarının ayrı olmasıyla de teceddüd lezzeti hâsıl oluyor. İşte sevinçleri bu noktadandır.

Dördüncüsü: Hemen şimdi yediğimiz meyveler, bu dallardaki meyvelerdir. Demek bir meyve koparıldığı zaman, yeri boş kalmıyor, derhal yerine bir meyve peyda oluyor. İşte bundandır ki, Cennetin meyvelerinde noksaniyet olmuyor.

Said Nursi, İşârâtü'l-İ'câz, s. 135

Bilgi için tıklayınız...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör
.................................................................................
İnsanoğlu her zaman huzur içinde, müreffeh, kaliteli bir hayat sürdürmek arzusu içindedir. Bu arzusunun gerçekleşmesi için de maddi-manevi elinden gelen her türlü gayreti sarf eder.

İnsanlığın elde edebilmek için çok şeyleri feda ettiği, bir yerde en önemli gayesi olan bu mutluluk nedir, nasıl elde edilebilir?

Her şeyden önce mutluluk kavramı izafi ve değişken bir konudur. İnsan, duygu, düşünce, bakış perspektifi ve içinde bulunduğu şartlar muvacehesinde mutlu olmanın yollarını arar. Karnı aç birinin mutlu olması bir kuru lokma ile sınırlı iken yığın yığın mal mülk sahibi mutlu olamayabilmektedir. Hastane köşelerinde mutluluk şifada aranırken, hapishanelerde hürriyette aranmaktadır. ‘Yunanlı’ya göre o, aşk ve sevda; Sezar’a göre nâm ve şöhret; Firavun’a göre iktidar ve mevki; Kârun’a göre de yığın yığın servet ve hazinelere sahip bulunmaktır. Gerçek mutluluk ‘insan zihninin dağınıklık ve perîşâniyetden kurtarılması, insan kalbinin itmînan ve istirahata ermesinden ibarettir. Evet, mes’ûd olabilmek için, önce rûhun iyice techîz edilmesi, gönlün pâk ve temiz fikirlerle donatılması, sonra geçmişin kanatlandırıcı hatıralarıyla, geleceğin isabetli ve makûl ümitlerinin yan yana mütalâa edilmesi lâzımdır.1’

Bu konuda her ne kadar farklı da görülse kastedilen şeyler arasında ince de olsa ortak bir paydanın olduğunu söylememiz mümkündür. O da mutluluğun doğrudan maddî yönle değil, kalb ve ruhla alakalı olduğu gerçeğidir. Yani mutluluk öyle uzaklarda aranan bir şey olmamalıdır. O, istendiğinde o kadar yakındır ki; künhü elde edildiğinde ancak anlaşılabilir. Bunun içindir ki ‘Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’ denmiştir. Belki madde burada yardımcı, destekleyici vazife yapabilir. Mutluluğu sadece maddî yollarla arayanlar, hep aldanmış ve hüsrâna uğramışlardır.

Bediüzzaman bu konuyu maddî ve manevi olmak üzere iki kısımda değerlendirmektedir. Ona göre mutluluğun manevi kısmının olmazsa olmaz nevinden temel şartı, Allah rızasına, lütfuna, tecellisine ve kurbiyetine mazhar olmakla gerçekleşebilir. Yani ferd olarak, ferdlerin teşkil ettiği cemaatler, topluluklar, şehirler, cemiyetler olarak mutlu olmanın Bediüzzaman’ın diliyle ‘birinci ve en birinci şartı’ Allah’a iman, imanın vazgeçilmez rüknu salih amel ile O’nun rızasına ermek, neticesinde sağanak sağanak lütuflarla tecelli ve O’na kurbiyettir. Zikri geçen bu vasıflar silsile halinde birbirini takip eden zincirin halkaları mesabesindedir.

Allah’a iman şerefine nâil olma ve neticesinde salih amel işleyebilme saadetlerin en büyüğü, lütufların en azamıdır. Bir ayrıcalık, bir seçilmişliktir. Bu hayallerin dahi ulaşamayacağı erişilmez bir heyecan, kelimelerin vasfında aciz kaldığı saadettir. Bu ruh sahibi kainatta yer alan canlı cansız her şeyle alaka kesbeder, onların dilini anlar, dolar dolar boşalır ünsiyet edinir. Bu meleklerin karşısında şaha kalkıp selam durduğu bir nasipliliktir. ‘Bütün mevcudat, o mü’minin nazarında, Seyyid-i Kerim’inin ve Mâlik-i Rahîm’ inin birer munis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecelli eder, tezahür eder.2’

‘Rûhu kanatlandırıp pervâz ettirecek ve kalbi dâima canlı tutacak tek şey, Yaratıcı’nın hoşnutluğu düşüncesidir. Fazilet düşüncesi olmadan mutluluktan bahis açmak abestir ve manasızdır. Nasıl ki suyu, saf ve temiz tutmanın tek çâresi, onun içine bir şey atmamak ve bulandırıcı şeylerden uzak bulundurmaktır. Öyle de rûhun huzur ve mutluluğu, bir an olsun onu, fazîletten mahrum bırakmamaya bağlıdır.’3

Bediüzzaman bu manevi boyutun detayına girmeyerek; ‘tafsilattan müstagnidir veya gayr-i kâbildir’ der

Bediüzzaman’a göre mutluluğun ikinci kısmı maddî kısım olup, cismanî zevklere hitap eder. Onun esasları da mesken, yemek ve evlilik olmak üzere üçe ayrılır. Bunların derecelerine göre mutluluk artar eksilir. Bu mutluluğun kemâl noktası da bu esasların devamlı ve kalıcı olmasıyla gerçekleşir.

Bu sebepten olsa gerek cennet hayatının en önemli özelliği ebedî oluşudur. Nitekim birçok ayet-i kerime bu hususu takrir etmektedir. “Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.5” “(Onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız Cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.6” “Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır.7”

Bediüzzaman da konuyla ilgili olarak şöyle der: Bu kısım âdeti ikmal ve itmam eden, hulûd ve devamdır. Çünkü saadet devam etmezse zıddına inkilâb eder.8 ‘Lezzetin hakikî lezzet olması, zeval görmeyip devam etmesindendir. Zira elemin zevali lezzet olduğu gibi, lezzetin zevali de elemdir; hattâ zevalinin tasavvuru bile elemdir. Evet bütün mecazî âşıkların enînleri, bağırıp çağırmaları, bu kısım elemdendir ve bütün divanlarıyla yaptıkları ağlamalar, vaveylâlar, hep mahbubların firak ve zevallerinin tasavvurundan neş’et eden elemdendir. Evet pek çok muvakkat lezzetler var ki, zevalleri daimî elemleri intac ettiği gibi; çok elemlerin zevali de, leziz lezzetlere bâis olur. Lezzet ve nimet ise, devam etmek şartıyla lezzet ve nimet sayılabilir.’9
Cismâni saadetin vesileleri şunlardır:

a- Mesken

Ferdin kendisi ve ailesi için barınacağı bir meskeni olması en tabii ihtiyacı olup dünyadaki cismâni mutlulu- ğunun da en birinci şartıdır. Bediüzzaman’a göre meskenin ideal olanı etrafı çeşitli nebatatla çevrili yeşillikler içinde, kenarından suların aktığı bir yerdir. Bu meyanda: ‘Evet, meskenin en latifi, en câzibedar şekli; etraf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhat, altında sular, nehirler akan kasr ve köşklerdir. Evet camid kalbleri aşk u şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şâd eden, şâirlere sermaye olarak şâirane teşbihleri, temsilleri, üslûbları ilham eden; sular ile hazravat ve nebatattır.10’ der.

Mesken cennet hayatının da önemli bir yerini oluşturmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de cennet meskenleri ve onun mahiyeti hakkında aşağıda bazı örneklerini göreceğiniz birçok ayette bildirilmiştir. “İman edip güzel amelde bulunanlar; onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (Cennet) odalarında güven içindedirler.11” “Fakat Rablerinden sakınanlara, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır.12” “İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemininden Cennetlere, Adn Cennetlerindeki güzel meskenlere koyar.13”

Cennet ırmakları da ideal meskenin tamamlayıcı unsuru olarak karşımıza çıkar. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan Cennet tasvirleri içinde kelimenin çoğul olarak kullanıldığı ayetlerin ekserisinde altlarından ırmaklar aktığı ifade edilmiştir. “İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri!14” “…Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokar.15” “..İman edip iyi davranışlarda bulunanlara, içinden ırmaklar akan Cennetler olduğunu müjdele!16” “Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır.17” “Muttakilere vaat olunan Cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır.18”

b- Yemek

Yeme-içme Kur’ân-ı Kerîm’de cennet ehlinin de vazgeçilmez nimet unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır: “Canlarının çektiği çeşit çeşit meyveler arasındadırlar. (Kendilerine:) “İstediklerinizin karşılığı olarak şimdi afiyetle yiyin için” (denir).19 “Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.”20 “Kendilerine mühürlü halis bir içecek sunulur.” 21 “Onlar koltuklara yaslanıp kurularak orada birçok meyve ve içecekler isterler.22”

Bediüzzaman’a göre yemek cismâni mutluluğun bir diğer şartıdır. Bu yemeğin alışılagelmiş türden olması, yenilenmesi, kendi amelinin karşılığında bir mükafat olarak hak ediyor olması ve bu yemeğin gözünün önünde hazır bulunuyor olması da yemeğin en ideal olmasının şartları arasında zikredilir.

‘Saadetin ikinci esası olan “ekl” ise, me’kulat (yiyecek) kuvvet verdiği cihetle, en iyisi, en lezizi, me’luf olan kısımdır. Yani insana garib gelen, alışık olmayan şeylerdir. Çünki ülfetle, o nimetin derece-i kıymeti bilinir; lezzet verdiği cihetle de lezzetin en büyük lezzeti, teceddüd ve tebeddülündedir. Ve keza ekl lezzetini ikmal eden esbabdan biri de, o rızkın kendi amelinin ücreti olduğunu bilmektir; ikinci bir sebeb de o rızkın menbaının daima gözönünde hazır bulunmasıdır ki, kalbi mutmain olsun, rızk için telaş etmesin.23’

c- Evlilik

Evlenmek de cennette tamamlayıcı nimet unsuru olarak zikredilmektedir. Konuyla ilgili referans olacak çok ayet bulunmaktadır. Örnek olarak bir kaçını zikredelim: “Onlar için Cennette tertemiz eşler de vardır. Ve onlar orada ebedi kalacaklardır.”24 “İşte böyle. Bunun yanı sıra Biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.”25 “(Onlara) beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri, iri gözlü huriler, saklı inciler gibi. Yaptıklarına karşılık olarak (verilir).”26

Bediüzzaman’a göre de cismâni mutluluğun üçüncü vesilesi evliliktir. İdeal evliliğin de kendi içinde bazı hususiyetleri vardır. Öncelikle bu evliliğin, eşler arasında gerçek sevginin tahakkuk ettiği türden olması şarttır.

Arapça’da müennes ifadeler müzekker olanlardan bazı kurallarla ayrılmaktadır. Bunların en yaygın olanı müennes kelimelerin sonuna eklenen ‘tâ-i merbûta’dır. Kur’ân eş anlamına gelen ‘zevc’ kelimesini, evlilikten murad edilen gerçek birlikteliği ifade için bu anlama katkı sağlamak adına bu kelimeyi değiştirmeden irâd etmiştir. Bundan olsa gerek Kur’ân’ın hiçbir yerinde ‘zevce’ kelimesi geçmez. Yani Kur’ânî evliliklerde referans verilen eş kavramı birbirleriyle kelime bazında bile ayrılık kabul etmeyen eş şeklinde anlaşılabilir. Bu eşler karşılıklı aşk ve sevgilerini, sıkıntı ve hüzünlerini tamamen birlikte paylaşır, birlikte dağıtır, duygu ve düşünceleri birlikte paylaşırlar. ‘Evet insan bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn aralarında, hayatlarına lâzım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah u sürura tebdil edebilsinler. Zâten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.27’

Bediüzzaman’a göre bu değerleri ikmal eden, kalbî ünsiyeti perçinleştiren en önemli unsur da kadının iffetli olması, kötü denilebilecek ahlaktan ve çirkin arızalardan beri olmasıdır.

Bediüzzaman konuyla ilgili buna ilaveten şöyle der: ‘

Saadetin esaslarından “nikâh” ise: Evet insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sânî ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.
DR.CÜNEYT CEREN.
:022:



 

Garib

Well-known member
Garib özetlersek ne diyeceksin onu merak ediyorum :)
Allahım yha anladım o kadr okudum demi Kuranı ve islamı dogru anlamak ve yasamak zaten ole olunca cennette oluo dunya cennet ee karsılıgı Allahın ins rızası onu kazanınca zate cennet Allah korusun biz musluman deilde kafir olarakda dogabilirdik demi musluman olarak dogmak kuran bize en buyuk nimettt ....toparlayamadımmm yha:dft001:walla anladım ama anltamıom :029::dft001:
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Allahım yha anladım o kadr okudum demi Kuranı ve islamı dogru anlamak ve yasamak zaten ole olunca cennette oluo dunya cennet ee karsılıgı Allahın ins rızası onu kazanınca zate cennet Allah korusun biz musluman deilde kafir olarakda dogabilirdik demi musluman olarak dogmak kuran bize en buyuk nimettt ....toparlayamadımmm yha:dft001:walla anladım ama anltamıom :029::dft001:


O zaman cıkarmayı dene :)
 

Garib

Well-known member
O zaman cıkarmayı dene :)
illa zorlucan demi tmm :p

amel-i sâlihtir. Yani, "Bu dâr-ı dünyada rızık olarak bize nasip kılınan, amel-i salih, yani, şimdi yediğimiz rızıklar dünyada yaptığımız amel-i salihin neticesidir.
Allah’a iman, imanın vazgeçilmez rüknu salih amel ile O’nun rızasına ermek, neticesinde sağanak sağanak lütuflarla tecelli ve O’na kurbiyettir
Allah’a iman şerefine nâil olma ve neticesinde salih amel işleyebilme saadetlerin en büyüğü, lütufların en azamıdır. Bir ayrıcalık, bir seçilmişliktir. Bu hayallerin dahi ulaşamayacağı erişilmez bir heyecan, kelimelerin vasfında aciz kaldığı saadettir:022::009:

 

Garib

Well-known member
Allah razı olsun Garib

Peki ameli salih nedir?
Allah senden razı olsun iki gndur sade bu konuya bakıyom :)



Amel-i salih; “iyi, güzel ve faydalı iş,” “Allah’ın rızasına uygun amel” demektir.

“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi, 1-3)

Kuran-ı Kerimde, imandan sonra hemen amel-i salihin zikredildiği pek çok âyet vardır. Bu bir irşattır, bir dikkat çekmedir. Allah’a iman eden bir insanın, bu imanını, kulluk şuuruyla ve ibadet hayatıyla desteklemesi gerektiği konusunda bir İlâhî ikazdır.

İmanla salih amelin birlikte zikredildiği bir başka âyet:

“İman eden ve salih amel işleyen mü’minleri müjdele ki, altından nehirler akan cennetler onlarındır.” (Bakara Sûresi, 25)

Amelin salih olması büyük önem taşır. Amelin salih olmasının en önemli şartı, ihlastır, yani o işten, o ibadetten, o hayırdan sadece Allah rızasının beklenmesi, başka bir gaye gözetilmemesidir.

Nur Müellifi, “salih amelin ruhunun ihlas olduğunu” beyan etmekle ihlas şartından yoksun amelleri ruhsuz varlıklara, heykellere benzetmiş oluyor. Yüzlerce insan heykelini bir araya getirseniz bir insan etmezler, çünkü hayatları yoktur, ruhları yoktur. Riya için, maddî menfaat için, desinler yahut demesinler için yapılan bütün ibadetler bu guruba girer.

Şu var ki, salih amel için, ruh yanında bedenin de ayrı bir önemi vardır. İhlas ile yapılan ibadetlerde, şekil şartı beden vazifesi görür.

Akşam namazının farzı üç rekattır ve bunun dört kılınması halinde, şekil yönünden, amel batıl olur. O dört rekatlık namazın şekillendiğini, tecessüm ettiğini düşününüz; ona kimse akşam namazı demez. Aynı şekilde, ramazan orucunun şekil şartı, imsakla başlayıp, güneşin batışıyla son bulmasıdır. İmsaktan sonra başlayıp, yatsıya kadar devam eden bir açlığa “oruç” denmez. Şekil yönünden o, oruçtan başka bir şeydir. Demek ki, amellerde şekil şartı da önemle dikkate alınacak, Allah’ın razı olduğu tarz nasılsa ameller ona uygun olarak yapılacaktır.

Şekil şartının yerine getirildiği ibadetlerde, kişi sorumluluktan kurtulabilir. Ancak o ibadetten alacağı feyz ve onunla kazanacağı manevî kemal, amelin ruhu olan ihlas nispetindedir.

Salih amel için Nur Külliyatında yapılan çok önemli bir tarif şöyledir:

İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a’mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir.” Mesnevî-i Nuriye

İnsanların maddî ve manevî hukuklarına tecavüz etmemek “salih amel” tarifi içine girmiştir. İlk bakışta bunun, daha çok, takva mânâsına geldiği sanılırsa da, takva ile salih amel arasında kuvvetli bir ilgi olduğu düşünüldüğünde, bu ifadelerin salih amel için de geçerli olduğu hemen anlaşılır. İnsanların ne maddî ne de manevî hukuklarına tecavüz etmeden geçen bir ömür, salih bir ömürdür.

Yalan söylememek takva, doğru söylemek salih ameldir. İbadet etmemeyi büyük bir suç görmek takva, ibadet etmek ise salih ameldir.

İnsanlar Allah’ın kullarıdırlar. Onların haklarını çiğnemekten Hakkın razı olmadığı açıktır. Kafire bile zulüm edilmesine Rabbimiz razı değildir. O halde, Hakkın kullarını incitmemek, onların gıybetlerini yapmamak, onlara iftirada bulunmamak, haset etmemek, canlarına, mallarına kıymamak Hakkın razı olduğu fiiller ve haller olup, salih amelin tarifi içinde yer alırlar.

Hukukullah” denilince, daha çok kişinin itikat ve ibadet hayatı anlaşılır. İtikadı yanlış olan bir insan, Hakkın hukukuna tecavüz etmiş olacağı gibi, inancına göre yaşamayan ve Hakkın emirlerine uymayan bir insan da hukukullaha riayet etmemiş olur.

Yaptığı isyanlarla başkalarına kötü örnek olmak ise hem hukukullaha riayetsizliktir, hem de kul hakkına tecavüzdür.
sorularla islamiyet
:021:
 
Üst