Çocuğu anadan ayırmayın
Ashab–ı Kiramın hayatı, yaşantıları, uygulamaları doğru olarak alındığında insana ve insanlığa ışık olup yol gösterir. Onların hayatlarını hikâye gibi dinler, masal muamelesi yaparsak, duygusal bir dinleme ve hazdan öteye geçemeyiz.
Her bir sahâbenin hayatından bize ulaşan çok sayıda ibretlik ve ders mahiyetinde hâdise vardır. Bunlardan biri de Ebû Eyyûb el–Ensârî Radıyallahu Anh'ın başından geçen şu hâdisedir.
Abdullah bin Kays kumandasındaki bir ordu denizde sefere çıkmıştı. Kazanılan deniz zaferinden sonra mücahitler arasında ganimetlerin taksimi yapılıyordu. Ebû Eyyûb el–Ensârî ganimetlerin taksimi ile ilgilenen görevlinin yanına gelir. Bakar ki; esirler arasında bulunan bir kadın şiddetli bir şekilde ağlamaktadır. Ebû Eyyûb el–Ensârî o kadına sordurur:
"Niçin ağlıyorsun?" Tercüman kadına bu soruyu sorar ve aldığı cevabı getirir.
"Bu kadının bir çocuğu vardı, o çocuğu ondan ayırdılar, çocuğu için ağlıyor." Bu haberi alan Ebû Eyyûb el–Ensârî derhal kadının çocuğunun bulunmasını ister, kısa sürede çocuk bulunur, kadına teslim edilerek kadının gözyaşı diner.
Bu hâdiseden ordu kumandanı Abdullah bin Kays'ın haberi olur ve Ebû Eyyûb el–Ensârî'ye sorar:
"Niçin bu şekilde hareket ettiniz?"
"Benim bu şekilde hareket etmemin sebebi Kâinatın Efendisidir. Resûlullah'tan şu sözü duymuştum: "Bir ana ile çocuğunu ayıran, kıyamet gününde sevdiklerinden ayrı kalır."
ondan daha hayırlı
bir esir görmedim
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in güzîde arkadaşlarından biri Hubeyb bin Adiy Radıyallahu Anh'dır. O hayatının en güzel şekilde sonlandırarak, sonra geleceklere çok güzel örnek olmuştur. Hem kendini kurtarmış hem de çok güzel örnek olmuştur.
Hicretin 3. yılında keşif için yola çıkan heyette bulunuyordu. Saldırıya uğradılar ve Habbab esir düştü. Habbab'ı esir alanlar onu Mekkeli müşriklere sattılar. Habbab, Bedir savaşında Haris bin Amr'ı öldürmüştü. Bu sebeple onu Haris'in oğullarına sattılar. Babalarını öldüreni satın alan aile bayram ediyordu. Babalarının intikamını alacaklardı.
Habbab'ı teslim aldıklarında Haram aya girilmiş olduğundan, haram ay bitene kadar Habbab'a dokunamayacaklardı. Onun için Habbab'ı evlerinin bir yerine hapsettiler. Kaçmaması için de kollarından ve ayaklarından zincire vurmuşlardı.
Aile onun ölüm kararını almış, haram ayın bitiminde karar infaz edilecekti. Habbab'ı bu karardan Haris'in kızı haberdar etti. Habbab başına geleceği öğrenmesine rağmen onda en küçük bir değişiklik olmamıştı. İnfaz günü yaklaştıkça mutluluğu artıyordu. İnfaza az bir zaman kala Habbab, Haris'in ailesinden, temizlik yapabilmek için bir şeyler istemişti. İstedikleri arasında ustura da vardı. Ustura ile temizlik yapacaktı.
O temizliğini yapmış, hapsedildiği odanın kapısı önünde oturuyordu. O sırada Haris ailesinin küçük fertlerinden bir çocuk Habbab'ın yanına gitmişti. Bunu gören çocuğun annesi feryadı bastı:
"Çocuğumu öldürecek." Annenin bağırmasını duyan Habbab:
"Siz benim bu çocuğu öldüreceğimi mi zannettiniz. Ben böyle bir şey yapmam, rahat olun." demişti. Kadın çocuğunu alarak oradan uzaklaşmış, aynı kadın yıllar sonra şöyle demişti:
"Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim."
Bu kadın Habbab ile ilgili şunu da anlatmıştı:
"Bir gün onu taze üzüm yerken gördüm. Elleri ayakları zincirlere vurulduğu için üzümü kendisinin alması mümkün değildi. Bunun yanında mevsim de üzüm mevsimi değildi." Yılar sonra bu kadın Müslüman olmuş ve o gün gördüğü üzümün cevabını veriyordu. "Üzüm ona Allah'ın ikram ettiği bir rızıktı."
Haram aylar geçmiş, Habbab'ın infaz günü gelip çatmıştı. Habbab'ı Ten'im mevkiine götürdüler. Mekke eşrafı orada hazır bulunuyordu. Bir noktada Bedir'in intikamıydı bu. Oraya seyirci olarak gelenler Habbab'dan daha çok heyecanlıydılar. Habbab sakindi, hatta yıllar sonra o günü anlatanlar derler ki: "Habbab'ın yüzünde gizli bir memnuniyet görünüyordu." Habbab'a son bir isteğinin olup olmadığı soruldu. Habbab hiçbir talepte bulunmadı. Sadece:
"Bana müsaade edin, iki rekât namaz kılayım." dedi. Habbab'ın bu talebi yerine getirildi. Namazı bitiren Habbab, başında yalın kılıç bekleyen cellâtlarına der ki:
"Vallahi ölümden korktuğu için namazı uzattı demeyeceğinizi bilseydim, namazımı daha da uzatacaktım."
İnfazı gerçekleştirirler. Yıllar sonra orada bulunanlardan biri de Habbab'ın son sözlerinin şunlar olduğunu nakletmiştir:
"Ben Müslümanım, mü'-min olarak ölmekten başka bir gayemiz yoktur. Şimdi burada mü'min olarak ruhumu teslim edeceğim. Bütün bu yaşadıklarım zat–ı kibriyanın muhabbeti uğruna yapılmıştır. Rabbim istedikten sonra şu tarumar olan vücudumun her bir parçasını Allah ne nice ikramlara mazhar kılar."
resûlullah’tan hadis rivayet etmek büyük iştir
Resûlullah'ın arkadaşları, ondan hadis rivayetinde o kadar hassas davranmışlardır ki; zaman zaman onun sağlığında o kadar hassas davranmadıkları olmuştur. Bunlardan biri de Zeyd bin Erkam Radıyallahu Anh'dır. Bir gün yakın akrabaları Zeyd'e gelerek ona şöyle derler:
"Sen ne büyük bir insansın! Sen o güzeller güzelini gördün, onu dinledin, ondan feyiz aldın, onunla birlikte savaştın, onunla birlikte namaz kıldın. Bari gördüklerinden bize bir şeyler anlat…" Yakınlarını dinleyen Zeyd onlara der ki:
"Ey kardeşimin oğulları! Yaşlandım, yoruldum ve eskidim. Resûlullah'tan öğrendiğim şeylerin bir kısmını unuttum, size söylediklerimi kabul ediniz, söylemediğim şeyleri bana yüklemeyiniz."
Bir başka zaman Resûlullah'ın yakın arkadaşı olması sebebiyle ona müracaat ederek ondan hadis rivayet etmesini isterler. O bu taleplere şu cevabı verir:
"Biz yaşlandık, dolayısıyla da unutkanlık meydana geldi. Resûlullah'tan hadis haber vermek çok büyük bir iştir, biz o yükü kaldıracak durumda değiliz."
ben resûlullah’ın yapmadığı işi yapmam
Efendimizin ebedî âleme irtihalinden sonra meydana gelen karışıklıklara zamanında yapılan müdahaleler de sahabe–i kiramdan kayıplar oldu. Özellikle sahte peygamber Müseyleme ile yapılan savaşta; Kur'an hafızlarından yetmiş sahâbî şehit olmuştu. Bu durum Hazreti Ömer Radıyallahu Anh'ı rahatsız etmişti. Böyle giderse yakın zamanda Kur'an hafızları ortadan kalkacak, gün gelecek Kur'an'ı bilen kimse kalmayacaktı. Buna bir tedbir alınması zamanı gelmişti. Hazreti Ömer çareyi buldu. Kur'an âyetleri bir kitap hâlinde toplanmalıydı. Bunu ilk olarak Halife Ebû Bekir'e açtı.
Sahâbe, Resûlullah'a o kadar bağlı ki; onun yapmadığı bir şeyi yapmayı akıllarından dahi geçirmezlerdi. İşte Ebû Bekir, Ömer'in bu teklifine şiddetle karşı çıktı:
"Ben Resûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparım?!"
Ömer, yakın arkadaşı ve dostu halifeye bu işin önemini anlattı. Böyle giderse, yakında Kur'an'ı tam bilenler tek tek dünyadan ayrılacak, o zaman ne olacaktı? Sonuç olarak, hafızların beyinlerinde bulunan Kur'an âyetlerini bir araya toplama kararı alındı. Bu iş için ehil olan sahâbîler aranmaya başlandı. Akla ilk gelen Zeyd bin Sabit'ti. Ebû Bekir; Zeyd'i çağırdı ve ona durumu anlattı:
"Ey Zeyd! Sen genç ve akıllı birisin. Resûlullah'ın vahiy kâtipliğini yaptın, bu işi en iyi yapacak olan sensin, Kur'an'ı bir araya toplayacak çalışmaya başla."
Zeyd halifeyi dinler ancak bu işe evet demez. Onun da ilk tepkisi şöyle olur:
"Ey Mü'minlerin emiri! Sen Resûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparsın?!"
Ebû Bekir ve Ömer ona durumun vahametini anlattılar, bu işin bir an önce yapılmasının lüzumu hususunda onu ikna ettiler ve Zeyd bu görevi kabul etti. Görevi kabul etti ve iki arkadaşa şöyle dedi:
"Yemin ederim ki; bana bir dağı yerinden kaldırmayı teklif etmiş olsaydınız, o bana Kur'an'ı bir araya toplamaktan ağır gelmezdi."
bu sizin isteğiniz mi yoksa Allah’ın emri mi?
Hendek savaşı yapılmaktadır. Savaş uzadıkça sıkıntılar artmaya başlamıştır. Bu duruma bir çare aranmaktadır. Kâinatın Efendisi bu duruma bir çare bulmuştur. Arap kabilelerinden Mekkeli müşrik ordusuna katılanlar vardı. Bu kabilelerden bir ikisini müşrik ordusuna sokabilirlerse, müşrik ordusunda gedik açıldı demekti ki, o gedik genişler ve zafer gelirdi. Bu planın uygulanması için müşrik ordusunda bulunan Arap kabilelerinin reislerine şöyle bir teklif sunarlar:
"Müşrik ordusundan ayrılın, size Medine yemişlerinin dörtte biri verilecektir." Arap kabile reisleri bu teklifi kabul ettiler. Resûlullah da bu işi ashabı ile görüştükten sonra onlara son sözü söyleyeceğini haber verir. Kâinatın Efendisi bu durumu istişare etmek üzere, ensarın ileri gelenlerini davet eder. Bu davet edilenlerden biri Sa'd bin Muaz'dır.
Kâinatın Efendisini dinleyen bu güzîde insanlardan Sa'd bin Muaz der ki:
"Ya Resûlallah! Bu sizin yapmak istediğiniz bir iş mi? Yoksa Allah'ın emri midir?"
"Hayır, bu benim fikrimdir. Arapların karşımızda birlik olduğunu gördüm ve onların bu birliğini yıkmak için böyle bir yol seçtim." Efendimizin bu sözü üzerine Sa'd bin Muaz der ki:
"Ya Resûlallah! Biz İslâm ile şereflenmezden önce, onlar gibiyken, onlardan bir tanesi dahi şehrimizin yemişlerinden almaya yanaşamazlardı. Biz onlara bir şey ikram etmedikçe onlar bizden bir şey alamazlardı. Bugün Allah bizi İslâm ile aziz kılmış, bizi iman nimeti ile yükseltmişken onlara herhangi bir şey vermeyiz. Onlarla sonuna kadar mücadele edeceğiz, mukadderatımız Allah'ın kudret elindedir."
Kâinatın Efendisi Sa'd bin Muaz'dan bu cevabı alınca, yapılan teşebbüsten vazgeçti.
Ashab–ı Kiramın hayatı, yaşantıları, uygulamaları doğru olarak alındığında insana ve insanlığa ışık olup yol gösterir. Onların hayatlarını hikâye gibi dinler, masal muamelesi yaparsak, duygusal bir dinleme ve hazdan öteye geçemeyiz.
Her bir sahâbenin hayatından bize ulaşan çok sayıda ibretlik ve ders mahiyetinde hâdise vardır. Bunlardan biri de Ebû Eyyûb el–Ensârî Radıyallahu Anh'ın başından geçen şu hâdisedir.
Abdullah bin Kays kumandasındaki bir ordu denizde sefere çıkmıştı. Kazanılan deniz zaferinden sonra mücahitler arasında ganimetlerin taksimi yapılıyordu. Ebû Eyyûb el–Ensârî ganimetlerin taksimi ile ilgilenen görevlinin yanına gelir. Bakar ki; esirler arasında bulunan bir kadın şiddetli bir şekilde ağlamaktadır. Ebû Eyyûb el–Ensârî o kadına sordurur:
"Niçin ağlıyorsun?" Tercüman kadına bu soruyu sorar ve aldığı cevabı getirir.
"Bu kadının bir çocuğu vardı, o çocuğu ondan ayırdılar, çocuğu için ağlıyor." Bu haberi alan Ebû Eyyûb el–Ensârî derhal kadının çocuğunun bulunmasını ister, kısa sürede çocuk bulunur, kadına teslim edilerek kadının gözyaşı diner.
Bu hâdiseden ordu kumandanı Abdullah bin Kays'ın haberi olur ve Ebû Eyyûb el–Ensârî'ye sorar:
"Niçin bu şekilde hareket ettiniz?"
"Benim bu şekilde hareket etmemin sebebi Kâinatın Efendisidir. Resûlullah'tan şu sözü duymuştum: "Bir ana ile çocuğunu ayıran, kıyamet gününde sevdiklerinden ayrı kalır."
ondan daha hayırlı
bir esir görmedim
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in güzîde arkadaşlarından biri Hubeyb bin Adiy Radıyallahu Anh'dır. O hayatının en güzel şekilde sonlandırarak, sonra geleceklere çok güzel örnek olmuştur. Hem kendini kurtarmış hem de çok güzel örnek olmuştur.
Hicretin 3. yılında keşif için yola çıkan heyette bulunuyordu. Saldırıya uğradılar ve Habbab esir düştü. Habbab'ı esir alanlar onu Mekkeli müşriklere sattılar. Habbab, Bedir savaşında Haris bin Amr'ı öldürmüştü. Bu sebeple onu Haris'in oğullarına sattılar. Babalarını öldüreni satın alan aile bayram ediyordu. Babalarının intikamını alacaklardı.
Habbab'ı teslim aldıklarında Haram aya girilmiş olduğundan, haram ay bitene kadar Habbab'a dokunamayacaklardı. Onun için Habbab'ı evlerinin bir yerine hapsettiler. Kaçmaması için de kollarından ve ayaklarından zincire vurmuşlardı.
Aile onun ölüm kararını almış, haram ayın bitiminde karar infaz edilecekti. Habbab'ı bu karardan Haris'in kızı haberdar etti. Habbab başına geleceği öğrenmesine rağmen onda en küçük bir değişiklik olmamıştı. İnfaz günü yaklaştıkça mutluluğu artıyordu. İnfaza az bir zaman kala Habbab, Haris'in ailesinden, temizlik yapabilmek için bir şeyler istemişti. İstedikleri arasında ustura da vardı. Ustura ile temizlik yapacaktı.
O temizliğini yapmış, hapsedildiği odanın kapısı önünde oturuyordu. O sırada Haris ailesinin küçük fertlerinden bir çocuk Habbab'ın yanına gitmişti. Bunu gören çocuğun annesi feryadı bastı:
"Çocuğumu öldürecek." Annenin bağırmasını duyan Habbab:
"Siz benim bu çocuğu öldüreceğimi mi zannettiniz. Ben böyle bir şey yapmam, rahat olun." demişti. Kadın çocuğunu alarak oradan uzaklaşmış, aynı kadın yıllar sonra şöyle demişti:
"Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim."
Bu kadın Habbab ile ilgili şunu da anlatmıştı:
"Bir gün onu taze üzüm yerken gördüm. Elleri ayakları zincirlere vurulduğu için üzümü kendisinin alması mümkün değildi. Bunun yanında mevsim de üzüm mevsimi değildi." Yılar sonra bu kadın Müslüman olmuş ve o gün gördüğü üzümün cevabını veriyordu. "Üzüm ona Allah'ın ikram ettiği bir rızıktı."
Haram aylar geçmiş, Habbab'ın infaz günü gelip çatmıştı. Habbab'ı Ten'im mevkiine götürdüler. Mekke eşrafı orada hazır bulunuyordu. Bir noktada Bedir'in intikamıydı bu. Oraya seyirci olarak gelenler Habbab'dan daha çok heyecanlıydılar. Habbab sakindi, hatta yıllar sonra o günü anlatanlar derler ki: "Habbab'ın yüzünde gizli bir memnuniyet görünüyordu." Habbab'a son bir isteğinin olup olmadığı soruldu. Habbab hiçbir talepte bulunmadı. Sadece:
"Bana müsaade edin, iki rekât namaz kılayım." dedi. Habbab'ın bu talebi yerine getirildi. Namazı bitiren Habbab, başında yalın kılıç bekleyen cellâtlarına der ki:
"Vallahi ölümden korktuğu için namazı uzattı demeyeceğinizi bilseydim, namazımı daha da uzatacaktım."
İnfazı gerçekleştirirler. Yıllar sonra orada bulunanlardan biri de Habbab'ın son sözlerinin şunlar olduğunu nakletmiştir:
"Ben Müslümanım, mü'-min olarak ölmekten başka bir gayemiz yoktur. Şimdi burada mü'min olarak ruhumu teslim edeceğim. Bütün bu yaşadıklarım zat–ı kibriyanın muhabbeti uğruna yapılmıştır. Rabbim istedikten sonra şu tarumar olan vücudumun her bir parçasını Allah ne nice ikramlara mazhar kılar."
resûlullah’tan hadis rivayet etmek büyük iştir
Resûlullah'ın arkadaşları, ondan hadis rivayetinde o kadar hassas davranmışlardır ki; zaman zaman onun sağlığında o kadar hassas davranmadıkları olmuştur. Bunlardan biri de Zeyd bin Erkam Radıyallahu Anh'dır. Bir gün yakın akrabaları Zeyd'e gelerek ona şöyle derler:
"Sen ne büyük bir insansın! Sen o güzeller güzelini gördün, onu dinledin, ondan feyiz aldın, onunla birlikte savaştın, onunla birlikte namaz kıldın. Bari gördüklerinden bize bir şeyler anlat…" Yakınlarını dinleyen Zeyd onlara der ki:
"Ey kardeşimin oğulları! Yaşlandım, yoruldum ve eskidim. Resûlullah'tan öğrendiğim şeylerin bir kısmını unuttum, size söylediklerimi kabul ediniz, söylemediğim şeyleri bana yüklemeyiniz."
Bir başka zaman Resûlullah'ın yakın arkadaşı olması sebebiyle ona müracaat ederek ondan hadis rivayet etmesini isterler. O bu taleplere şu cevabı verir:
"Biz yaşlandık, dolayısıyla da unutkanlık meydana geldi. Resûlullah'tan hadis haber vermek çok büyük bir iştir, biz o yükü kaldıracak durumda değiliz."
ben resûlullah’ın yapmadığı işi yapmam
Efendimizin ebedî âleme irtihalinden sonra meydana gelen karışıklıklara zamanında yapılan müdahaleler de sahabe–i kiramdan kayıplar oldu. Özellikle sahte peygamber Müseyleme ile yapılan savaşta; Kur'an hafızlarından yetmiş sahâbî şehit olmuştu. Bu durum Hazreti Ömer Radıyallahu Anh'ı rahatsız etmişti. Böyle giderse yakın zamanda Kur'an hafızları ortadan kalkacak, gün gelecek Kur'an'ı bilen kimse kalmayacaktı. Buna bir tedbir alınması zamanı gelmişti. Hazreti Ömer çareyi buldu. Kur'an âyetleri bir kitap hâlinde toplanmalıydı. Bunu ilk olarak Halife Ebû Bekir'e açtı.
Sahâbe, Resûlullah'a o kadar bağlı ki; onun yapmadığı bir şeyi yapmayı akıllarından dahi geçirmezlerdi. İşte Ebû Bekir, Ömer'in bu teklifine şiddetle karşı çıktı:
"Ben Resûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparım?!"
Ömer, yakın arkadaşı ve dostu halifeye bu işin önemini anlattı. Böyle giderse, yakında Kur'an'ı tam bilenler tek tek dünyadan ayrılacak, o zaman ne olacaktı? Sonuç olarak, hafızların beyinlerinde bulunan Kur'an âyetlerini bir araya toplama kararı alındı. Bu iş için ehil olan sahâbîler aranmaya başlandı. Akla ilk gelen Zeyd bin Sabit'ti. Ebû Bekir; Zeyd'i çağırdı ve ona durumu anlattı:
"Ey Zeyd! Sen genç ve akıllı birisin. Resûlullah'ın vahiy kâtipliğini yaptın, bu işi en iyi yapacak olan sensin, Kur'an'ı bir araya toplayacak çalışmaya başla."
Zeyd halifeyi dinler ancak bu işe evet demez. Onun da ilk tepkisi şöyle olur:
"Ey Mü'minlerin emiri! Sen Resûlullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yaparsın?!"
Ebû Bekir ve Ömer ona durumun vahametini anlattılar, bu işin bir an önce yapılmasının lüzumu hususunda onu ikna ettiler ve Zeyd bu görevi kabul etti. Görevi kabul etti ve iki arkadaşa şöyle dedi:
"Yemin ederim ki; bana bir dağı yerinden kaldırmayı teklif etmiş olsaydınız, o bana Kur'an'ı bir araya toplamaktan ağır gelmezdi."
bu sizin isteğiniz mi yoksa Allah’ın emri mi?
Hendek savaşı yapılmaktadır. Savaş uzadıkça sıkıntılar artmaya başlamıştır. Bu duruma bir çare aranmaktadır. Kâinatın Efendisi bu duruma bir çare bulmuştur. Arap kabilelerinden Mekkeli müşrik ordusuna katılanlar vardı. Bu kabilelerden bir ikisini müşrik ordusuna sokabilirlerse, müşrik ordusunda gedik açıldı demekti ki, o gedik genişler ve zafer gelirdi. Bu planın uygulanması için müşrik ordusunda bulunan Arap kabilelerinin reislerine şöyle bir teklif sunarlar:
"Müşrik ordusundan ayrılın, size Medine yemişlerinin dörtte biri verilecektir." Arap kabile reisleri bu teklifi kabul ettiler. Resûlullah da bu işi ashabı ile görüştükten sonra onlara son sözü söyleyeceğini haber verir. Kâinatın Efendisi bu durumu istişare etmek üzere, ensarın ileri gelenlerini davet eder. Bu davet edilenlerden biri Sa'd bin Muaz'dır.
Kâinatın Efendisini dinleyen bu güzîde insanlardan Sa'd bin Muaz der ki:
"Ya Resûlallah! Bu sizin yapmak istediğiniz bir iş mi? Yoksa Allah'ın emri midir?"
"Hayır, bu benim fikrimdir. Arapların karşımızda birlik olduğunu gördüm ve onların bu birliğini yıkmak için böyle bir yol seçtim." Efendimizin bu sözü üzerine Sa'd bin Muaz der ki:
"Ya Resûlallah! Biz İslâm ile şereflenmezden önce, onlar gibiyken, onlardan bir tanesi dahi şehrimizin yemişlerinden almaya yanaşamazlardı. Biz onlara bir şey ikram etmedikçe onlar bizden bir şey alamazlardı. Bugün Allah bizi İslâm ile aziz kılmış, bizi iman nimeti ile yükseltmişken onlara herhangi bir şey vermeyiz. Onlarla sonuna kadar mücadele edeceğiz, mukadderatımız Allah'ın kudret elindedir."
Kâinatın Efendisi Sa'd bin Muaz'dan bu cevabı alınca, yapılan teşebbüsten vazgeçti.