Çiçeksiz AŞK

topraktoprak

Well-known member
4623.jpg

Kadın, taburcu olmak istiyordu ama kocası bunu istemiyordu
Hastaneye yattığım ilk günden beri karşı yataktaki karı kocanın tartışması bitmek bilmiyordu.
Kadın, taburcu olmak istiyordu ama kocası bunu istemiyordu, hemşirelerin kendi aralarında konuşurken kadının aslında çok kötü durumda olduğunu ve vücudundaki tümörün her an onu öldürebileceğini duydum.
Çiftin konuşmalarından az çok durumlarını anladım.Kırsal bir köyde yaşayan iki çocuklu oldukça temiz ve sade bir aileydiler, üniversiteye yeni giren bir kızları ve lisede okuyan bir oğullar vardı. Tüm varlıkları ise köydeki küçük bir tarla, bir inek ve altı koyundu.
Adam, her akşam hastane koridorundaki telefonla köydeki evlerini arıyordu, hep yüksek sesle konuşurdu, odanın kapısı kapalı olmasına rağmen açık açık sesini duyabiliyordum, hep aynı şeyleri söylüyordu: “hayvanları otlattın mı? Derslerine baktın mı? Akşam kapıyı kapatmayı unutmayın, bizi merak etmeyin, annenin durumu gittikçe iyileşiyor, yakında eve döneceğiz …” gibi sözler.
Birkaç gün sonra kadını ameliyata aldılar. Hiç unutmuyorum, ameliyat odasına girmeden önce kocasının elini tuttuğunu, gözyaşlarını silerken “geri dönmezsem çocuklarıma iyi bak” dediğini, adamın titrek bir sesle “neler saçmalıyorsun” dediğini.
Kadın ameliyat odasındayken adamın oturduğunu hiç görmedim, hastane koridorunda bir o tarafa bir bu tarafa gitti geldi. Tam tamına on saat sonra hemşireler kadının hareketsiz bedenini odaya getirdiler, başarılı bir operasyon geçirmişti, adam, sevinçten ne yapacağını bilmiyordu, o gece sabaha kadar eşinin yanında oturdu ve sadece onun yüzüne baktı, o gece evlerini bile aramadı.
Kadın, sabah erken uyandı ama konuşamıyordu, birkaç gün böyle geçti, birkaç gün sonra hemşireler, oksijen maskesini kaldırır kaldırmaz yine aynı tartışmalar başladı, kadın taburcu olmak istiyordu ama erkek bunu istemiyordu.
Günler aynı şekilde geçiyordu, her akşam adam köydeki evlerini arıyordu, aynı yükse sesle aynı sözleri tekrarlıyordu.
Bir akşam adam telefonla konuşurken ben de koridorda yürüyordum, yine aynı şeyleri söylüyordu “hayvanların durumu nasıl? Yakında eve döneceğiz” filan, ama adamın yanından geçerken bir de ne görsem, telefonda kart yoktu, Adam kendi kendine konuşuyordu.
Şaşkın şaşkın birazda sinirli, adama bakınca, adam bir şey söylememem için eliyle beni uyardı, telefonla konuşuyor gibi yapmaya devam etti, konuşması bitince beni koridorun sonuna götürdü ve yavaşça neden böyle yaptığını bana anlattı.
“Lütfen eşime bir şey söylemeyin, eşimin ameliyat masrafını karşılamak için hayvanları sattım ama o bilmesin diye, işte her akşam böyle telefonla konuşuyor gibi yapıyorum.”
İşte o zaman, yüksek sesli telefon konuşmaların sebebini anladım, daha doğrusu bu çiftin birbirine olan sevgisini anladım, romantik oyunlardan uzak, yeminlere gerek duymayan çiçeksiz temiz bir aşk, iki kalbin gerçek bağlılığı işte budur dedim.

Alıntı...
 

akna

Well-known member
Allah razı olsun gerçekten çok güzeldi. Benimde aklıma başka bir hasta olayını getirdi :


-Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra...
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum.
-"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!..
 
Üst