Çocuk eğitiminde disiplinin ölçüsü ve sınırları

topraktoprak

Well-known member
ÇOCUĞUMUZ kendisine ve çevresine zarar verecek hatalı bir davranışta bulunduğu, bize karşı saygısızlık yaptığı, verdiği sözü yerine getirmediği veya görevini ih­mal ettiği zaman anne baba olarak onun bu davranışını onaylamadığımızı belli ederiz. Anne baba olarak bu bizim sorumluluğumuz ve hakkımızdır.

Ancak burada önemli olan ve üzerinde durmamız gereken şey, çocuğun olum­suz davranışını onaylamadığımızı gösterirken kullandığı­mız araçlardır. Kimi anne babalar onaylamadıkları bir söz ve davranışı durdurmak için ceza yolunu seçer. Ceza, en hafifıyle, sözle aşağılamadır.

Ancak çocuğun davranışı bazen anne ve babayı o kadar kızdırır ki; aşağılayıcı ve suç­layıcı sözler yetmez; buna fiziki ceza yani dayak da eşlik eder. Anne babaların büyük çoğunluğu cezanın caydırıcı bir etkisi olduğuna inanıyor.

Çünkü onların anne ve ba­baları da onlar küçükken onaylanmayan davranışları ceza ile düzeltmeye çalışıyorlardı.

Peki, bir çocuk ceza aldıktan sonra, cezaya sebep olan olumsuz davranışı terk ediyor mu? Belki geçici olarak evet, ama kalıcı olarak hayır. Ceza vermeye alışık olan anne babalar burada itiraz edecek, "ceza vermeden ço­cuklarımızın olumsuz davranışlarını nasıl önleyeceğiz?" diyeceklerdir.

Bizim karşı olduğumuz ceza, onur kırıcı, aşağılayıcı, ruhsal ve fiziksel yönden inciten, sebep sonuç ilişkisine dayanmayan, içerisinde sevgi olmayan cezadır. Aslında çocuk için İncitici olan cezanın kendisi değildir; ceza sırasında anne babanın takındığı saldırgan tutum ve kullandığı aşağılayıcı sözlerdir.

OLAY 1: Üç yaşındaki küçük kızını evin kedisini kuy­ruğundan tutmuş çekiştirirken gören bir anne, çocuğun üzerine yürüse. "Bu yaptığından utanmalısın, zavallı ke­dinin canını acıtmaya hakkın yok!" diye bağırsa. Kedinin kuyruğunu çocuğun elinden kurtarsa ve "canın acısın
da zavallı hayvanın canını acıtmak neymiş anla" diyerek çocuğun poposuna iki şaplak indirse.

Çocuk yaptığı bu olumsuz davranıştan dolayı eleştirildiği, küçük düşürül­düğü ve poposuna iki şaplak yediği için "bu bana ders olsun, bir daha kedinin kuyruğunu çekmeyeceğim" diye kendi kendine söz verir ve sözünde durur mu?

OLAY 2: On yaşında bir erkek çocuğu, yalan söylediği için, iki gün bisiklete binmeme cezası almış olsun. Çocuk, bisiklete iki gün binemediği için, "bu bana ders olsun, bir daha yalan söylemeyeceğim" diye kendi kendine söz verip' yalan söyleme huyunu bırakır mı?

OLAY 3: Kalabalık bir aile akşam yemeğine davetli gel­se. Yemekten sonra evin hanımı lise birinci sınıfa giden kızından bulaşıkları yıkamada kendisine yardım etmesi­ni istese. Kızı da:

"Bulaşık yıkamayı sevmiyorum. Ders çalışacağım. Bulaşık yıkamak benim görevim değil!" diye homurdanarak mutfaktan çıkıp odasına gitse. Kendisine yardım etmek istemeyen ve saygısızca homurdanan kızı­na çok sinirlenen anne, arkasından gitse; misafirler duy­masın diye odanın kapısını kapatsa. "Benimle bu şekilde konuşmana izin veremem küçük hanım! Bir hafta tele­vizyon izlemeni yasaklıyorum. Umarım bu ceza yeniden düşünmeni ve annene karşı daha saygılı olmanı sağlar!" dese. Genç kız, televizyonsuz geçen bir hafta sonra, yap­tığından pişmanlık duyup annesine karşı daha saygılı ve ev işlerinde hamarat bir kız olur mu?

Çocuk sahibi olup da yukarıdaki üç soruya "evet" di­yecek anne baba sayısı çok azdır. Ancak çoğu anne baba çocukların cezayı hak ettiğini söyleyeceklerdir. Çünkü hemen her çocuklu evde bu tür davranışlara rastlamak, mümkündür. Verilen cezalar belki kısa süre için işe yara­sa da uzun vadede hatalı davranışların düzelmesine katkı sağlamaz. Katkı sağlamadığı gibi, sık tekrarlanan cezalar çocukla anne baba arasında bir gerilim ve çatışma zemini oluşturur.

Ceza alan çocuk yaptığı yanlışın bedelini öde­miş ve aklanmış olduğunu düşünür. Yanlışla doğruyu bir­birinden ayırt etmeyi öğrenmiş ve bir iç disiplin kazan­mış olmaz. Bunun böyle olduğunu fark eden anne babalar dahi, başka yol ve yöntem bilmedikleri için, ceza vermeye devam ederler.

♦ Ceza, çocuktan ziyade, anne babayı rahatlatır. Çocu­ğun hatalı söz ve davranışına sinirlenen anne ve babanın vücudunda adrenalin seviyesi yükselir. Elinde, olmayarak
fiziksel cezaya yönelir. Çocuğun poposuna iki tokat in­dirdikten sonra vücudunda birikmiş olan negatif enerjiyi boşaltır ve kendisini rahatlamış hisseder.

♦ Zamanla ceza hem veren hem de alan için alışkan­lık haline gelir, caydırıcılık özelliği kalmaz. Çocuk aldı­ğı cezanın şoku ve acısıyla, geçici olarak, o an için hatalı davranışını bırakabilir. Ancak bir süre sonra, dayağın acısı geçince, aynı gün içinde aynı davranışı tekrarlayabilir.

* Şiddet öğrenilen bir davranıştır. Şiddet ve fiziksel acı içeren cezalar, zamanla çocuğu şiddete yönlendirir; o da kendinden zayıf çocuklara şiddet uygulamaya başlar.

* Dayak medeni ve insani bir davranış değildir. Daya­ğın çocuğu disipline soktuğuna inanan anne babalar ken­dilerini savunurken şöyle derler: "Kızını dövmeyen dizini döver."

"Dayak cennetten çıkmadır." Deney ve gözleme dayanan araştırmalar asıl kızını döven babaların dizini dövdüğünü göstermektedir. Evet, kızını döven, onu bir gün kaybedeceği için pişmanlık duyup dizini dövecektir. Kötünün cennette yeri yoktur. Şeytan kötü olduğu için cennetten çıkarıldı. Dayak da kötü bir eğitim aracı oldu­ğu için cennetten çıkarılmıştır.


Cezanın, özellikle dayak ve fiziksel şiddet içeren ce­zaların, disiplin sağlamada ve olumsuz davranışı düzelt­mede bir işe yaramadığını söylediğimizde anne babalar haklı olarak "peki çözüm nedir" sorusunu yöneltecekler­dir. Ceza vermeye gerek kalmadan olumsuz davranışları engellemek mümkündür ve bunun denenmiş yöntemleri vardır.

Doğru davranışlar kazandırmada ceza yerine sınır koyma yöntemi

ARABANIZLA büyük ve kalabalık bir şehrin sokakla­rında seyahat ettiğinizi, daha önce hiç gitmediğiniz bir adresi bulmaya çalıştığınızı, ancak kavşaklarda ve döne­meçlerde hiç levha bulunmadığı düşünün. Aradığınız ad­resi bulmak için kim bilir kaç kez yanlış yola girer, kaç kez kaza atlatırsınız.

Doğru ve kabul edilebilir davranışları öğrenmeye çalışan çocuklar için de durum aynıdır. Koy­duğunuz sınırlar yol gösteren levhalar gibidir. Sınırlar, sa­nıldığı gibi, çocukların haklarını kısıtlamak, onlara baskı uygulamak değildir. Sınırlar, çocuklara korundukları, gü­vende oldukları ve değer verildikleri duygusu kazandırır.

Aile içi kurallara uymalarını, iş birliği yapmalarını, oto­riteye saygı duymalarını sağlar. Sorumluluk kazandırır. Sınırlar, onaylanan davranışları tanımlayan, çocuğa hatalı davranışlarını düzeltme fırsatı veren eğitici ve öğretici bir etkiye sahiptir.

Sınırlar basit, anlaşılır ve tutarlı olduğu sürece çocuklar için anlamak, izlemek ve uyum sağlamak daha kolay olur. Çocuklar iyi birer gözlemci, dikkatli birer deneycidirler.

Gözledikleri davranışları taklit etmekte, olaylar arasında­ki sebep-sonuç ilişkisini bulmakta, topladıkları bilgilere dayanarak yetişkinlerin dünyasını ve koydukları kuralla­rı anlamaya çalışmaktadırlar. Çocukların edindiği bilgi, çoğu zaman anne babanın beklentilerine uymaz. Neden? Çünkü çocuklar üzerinde sözlerden çok davranışlar etki­lidir. Onlar ne söylediğinize değil, ne yaptığınıza dikkat ederler. Sözlerinizi değil, davranışlarınızı hafızaya alırlar.

OLAY 1: Dört yaşındaki Cenk, yap-boz kutusundaki parçaları odanın her tarafına dağıtmıştı.

Annesi: "Yap-bozlarla işin bitti mi?" diye sordu. Cenk, elindeki yarış arabasının pilini takmaya çalışıyordu; anne­sini duymazdan geldi. Anne, sesini yükselterek, sorusunu tekrarladı.

"Evet" dedi çocuk, arabadan gözünü ayırmadan. — işin bittiğine göre yap-bozları toplayıp kutusuna koyman gerekmiyor mu?"
Cenk, yine duymazdan geldi. Buna psikolojide "sağır dinleme" diyoruz.

— Neden beni dinlemiyorsun; beni üzmek hoşuna mı gidiyor?
"Hayır" dedi Cenk, yarış arabasını çalıştırırken.

— Eğer beni gerçekten üzmek istemiyorsan, o arabayı bırakır, yap-bozlarım toplar, kutusuna koyarsın.
— Sen topla, benim işim var.
— Yaa, demek öyle küçük bey! Senin dağıttığın oyun­cakları ben toplayacağım, öyle mi?
Anne, yerinden fırladığı gibi, yarış arabasını çocuğun elinden aldı.
— Ya hemen şimdi yap-bozlarını toplar kutusuna ko­yarsın, ya da bir hafta süreyle yarış arabasıyla oynayamaz­sın. Seçimini yap, hangisini istiyorsun?
— Tamam anne, kızma, yap-bozları toplayacağım.
Annenin kararlı son tutumu işe yaradı. Neden? Çün­kü, ancak o zaman, Cenk annesinin gerçekten ne demek istediğini tam olarak kavrayabildi. Çocuk için ondan ön­ceki konuşmalar, ikna çabaları, "ben gerçekten ne istedi­ğimi söyleyinceye kadar onaylamadığım davranışa devam edebilirsin" anlamına geliyordu.

OLAY 2: Mahmut Bey ve eşi, bir kitapta anne babala­rın çocuklarını dinlemeleri ve sorularına cevap vermeleri gerektiğini okumuştu. Onlar da bu tavsiyeye uyarak, her durumda, işlerini bırakıp üç yaşındaki oğulları Bekir'i dinlemeye çalışıyorlardı.

Anne baba ne zaman bir işe başlasa veya sohbet etse, çocuk olmadık bahanelerle gelip araya giriyor, lafa karışı­yor, sorular soruyordu.

Anne baba, bundan hoşlanmadıkları halde, işini ve sohbetini kesip onu dinliyorlardı. Bunun geçici bir dö­nem olduğunu düşünüyorlardı. Ancak Bekir beş yaşına geldiği halde bu huyundan vazgeçmedi. Çünkü, anne baba başkalarının sözünü kesmenin doğru bir davranış olmadığını, konuşmak için ya izin alması ya da sözlerinin bitmesini beklemesi gerektiğini öğretmedikleri için çocuk yaptıkları işi ve sohbeti bölmenin bir sakıncası olmadığını zannediyordu.

Bekir ancak anaokuluna başladığı zaman başkalarının işini ve konuşmasını bölmenin doğru olmadığını anlaya-bildi. Anaokulu öğretmenleri ve yardımcıları başkalarının sözünü ve işini bölmenin doğru olmadığını söylüyor, ko­nuşmak veya bir şey sormak için izin istemesi gerektiğini hatırlatıyorlardı. Bekir, konan bu yeni sınıra uyum sağla­makta ve sebebini anlamakta güçlük yaşıyordu.

OLAY 3: Üç çocuk, parkta kaydıraktan kayarak oynuyor­lardı. Aşağı kaydıktan sonra, sıra ile merdivenden yukarı çıkıyor, tekrar kayıyorlardı. Bu arada anneleri de sohbet ediyordu. Kaydırağın tepesinde sıra tartışması çıkıncaya kadar her şey yolunda gidiyordu. Tartışmakla kalmayıp birbirini itmeye başlamışlardı. Çocuklardan birinin anne­si durumu fark edip oğluna seslendi:

— Hakan, yaptığın işin tehlikeli olduğunu biliyorsun sanırım. Daha dikkatli olmanı istiyorum yavrucuğum!

— Tamam anne, dikkatli olurum! dedi Hakan; ama itişmeye devam etti.
ikinci çocuğun annesi de duruma müdahale etme gereği duydu: "Bahadır, Hakan'ın annesinin dediklerini duymadın mı? Eğer canın dayak yemek istemiyorsa, ar­kadaşlarını itmeye son verirsin!"

— Ben itmiyorum, onlar beni itiyor! dedi Bahadır. Üçüncü çocuğun annesi çocuğunu yanına çağırdı:
— Fatih, lütfen yanıma kadar gelir misin, seninle ko­nuşmam gerekiyor!
— Geliyorum, anne! dedi çocuk. Gelince annesi:
— Ya arkadaşlarınla itişmeden kaydıraktan kayarsın, ya da başka bir yerde, mesela salıncakta, oynarsın. Hangi­sini yapmak istersin?
— Arkadaşlarımla itişmeden kaydıraktan kaymak isti-
yorum, dedi Fatih.

— Teşekkür ederim, gidebilirsin, dedi annesi.

Fatih, annesine söz verdiği gibi, merdivenden yuka­rı çıktı, sırasını bekledi, arkadaşlarıyla itişmeden kayma­ya devam etti.

Birkaç dakika sonra bir çığlık işitildi. Hakan, Bahadır'ı itmiş, o da kafasını kaydırağın kenarına çarp­mıştı. Bahadır'ın annesi yerinden fırladığı gibi, oğlunun poposuna birkaç tokat attı: "Bunlar belki kavga etmeden oynaman gerektiğini öğretir!" dedi. "Ama o beni itti" dedi

Bahadır kızgın bir ses tonuyla. Hakan'ın annesi oğlunu yanına çağırdı: "Derhal buraya gel ve arkadaşından özür dile!" dedi. Hakan gelip Bahadır'dan özür diledi. Çocuk­lar oyunlarına geri döndüler.

Bir süre sonra ikinci bir çığlık daha duyuldu. Bu se­ferki çifte çığlıktı. Hakan'la başka bir çocuk kaydırağın tepesinde sıra kavgası yaparken birbirini itmiş, ikisi bir­likte aşağı düşmüşlerdi. Hakan'ın annesi oğlunun yanına koştu. Hakan ayağa kalkarken kendini savundu: "Yemin ederim anne, önce o beni itti" dedi. Anne, Hakan'ın ko­lundan tuttu:
— Yürü eve gidiyoruz, sözümü dinlemediğin için oyun hakkını kaybettin! dedi.
— Özür dilerim anne, lütfen, biraz daha oynamak isti-yorum. Kimseyle kavga etmeyeceğim"
— Söz mü?
— Söz.
— Peki, göreceğiz bakalım.

Burada en doğru yaklaşımı, oğluna seçme hakkı ta­nıyarak ve ona güvendiğini belli ederek
Fatih'in annesi gösterdi. Bahadır'ın annesi, cezacı bir yaklaşım, Hakan'ın annesi ise tutarsız bir yaklaşım sergilediler.

Çocuk düşe kalka yürümeyi, deneye yanıla doğruyu öğrenir

ÇOCUKLARIN hata yapabileceklerini önceden kabul­lenip buna hazırlıklı olmamız gerekir.

Çocuklarda "deneme-yanılma " çok etkili bir öğrenme aracıdır. Atalarımız, "hatasız kul olmaz" demişler. Hatasız insan olmayacağı­na göre, hatasız çocuk da olmayacaktır. Bunu kabullen­diğimiz zaman çocuğun hata yapmasını normal karşılar; "deneme yanılma" yoluyla bundan ders çıkarmasına fırsat tanımış oluruz. Çocuğun hata yapmasına izin vermez, devamlı koruyup kollar, onun adına sorumluluk alırsak; hatalı davranışın sebep ve sonuçlarını düşünmesine ve bundan ders çıkarmasına fırsat vermemiş oluruz.

Çocuklar yaratılışta sorumluluk almaya ve kendi işle­rini kendileri görmeye yatkındır. Yeni yürümeye başlayan çocukları gözlemleyerek bunu fark edebilirsiniz. Yürür­ken elinden tuttuğunuz zaman, yardımınızı istemez. Elini elinizden kurtarmaya, sizin desteğiniz olmadan yürüme­ye çalışır.

Atalarımız "çocuk düşe kalka yürümeyi öğrenir" demişler. Dikkatsiz yürüdüğünde düşüp bir yeri incinen çocuk, deneme-yanılma yoluyla düşmemek için daha dik­katli yürümesi gerektiğini öğrenmiş olur.

Düşecek (hata yapacak) endişesiyle elini bırakmadığınız veya düştüğü zaman, bir yeri incinip incinmediğini bilmeden koşup kaldırdığımız zaman, çocuk kendi başına dikkatli yürü­meyi ve düştüğü zaman kendi çabasıyla kalkmayı öğre­nemez.

Yeni emeklemeye başlayan bir çocuğa, yanan sobaya veya sıcak ütüye doğru giderken on kere "Cıs! Cıs!" de­meniz bir anlam ifade etmez. Ancak sobaya veya ütüye yaklaşıp elini değdirdiği zaman, deneme-yanılma yoluyla sıcak sobanın ve ütünün el yaktığını, "Cıs! Cıs!" uyarısının el yakmak anlamına geldiğini öğrenmiş olur.

Okula yeni başlayan bir çocuğa "sınıfta öğretmeni­ni dinlemezsen, ders çalışmazsan, verilen ödevleri yap­mazsan, kurallara uymazsan tembel bir öğrenci olursun, sonunda zayıflarla dolu bir karne alırsın, sınıfta kalırsın" diye nasihat etmenin bir anlamı yoktur. Bunları ancak ya­şayarak öğrenecektir. Ders çalışmadan ve ödevini yapma­dan okula gittiği zaman öğretmeninden ikaz alacak veya azar işitecek, mahcup olacak, üzülecek, deneme-yanılma sonucu, dersini çalışmadan ve ödevini yapmadan okula gitmenin iyi bir şey olmadığını yaşayarak öğrenmiş ola­caktır.

Okula başlayan bir çocuk okuma yazma öğrenmeye çok heveslidir. Öğretmenini dikkatle dinler, verilen ödevleri özene bezene, zevkle yapar. Çocuğun gözünde öğretmen çok bilgili, önemli ve büyük bir insandır. Öğretmenin an­lattıkları mutlak doğrudur. Öğretmen, anne ve babadan daha bilgilidir. Neyin nasıl yapılacağını öğretmen daha iyi bilir. Anne baba profesör de olsalar, ders ve ödev konu­sunda onların söyledikleri değil, öğretmenin söyledikleri doğrudur ve önemlidir. Anne baba yardımcı olmaya çalı­şırken öğretmenden farklı bir şey söylediğinde, kabul et­mez. "Hayır, öğretmenim böyle yapmamızı söyledi" der.

Her şey yolunda giderken, çocuk yardım istemediği halde, anne baba çocuğun derslerine ve ödevlerine yar­dım etmeye başlar. Bazı anne babalara bu da yetmez, ço­cuk okuldan gelince başına dikilir, ders çalıştırır, ödevle­rini yaptırır. Öyle ki, çocuk bir şekilde ödevini yapmadan veya bitirmeden yatsa; öğretmenine mahcup olmasın diye ödevini yapan anne babalar var.

Çocuk anne ve babanın çalıştırdığı dersten ve yaptırdığı ödevden, aferin alınca sevinemez. Neden? Çünkü aldığı aferin kendi emeğinin karşılığı olan bir aferin değildir.

Okulun başladığı günden itibaren anne ve babadan de­vamlı yardım alan bir çocuk şöyle düşünecektir:
"Demek günlük derslerimle ilgilenmek ve ödevlerimi yaptırmak anne ve babamın görevi." Eğer ödevini yapmadığında anne baba endişelenir, zayıf aldığında anne baba üzülürse çocukta sorumluluk ve iç denetim duygusu gelişmeyecek; kendi başına ders çalışma alışkanlığı kazanamayacaktır.

Alabama Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan bir ar­kadaşımız, konumuzla ilgili yaşadığı bir olayı bizimle paylaştı. "Bir oyuncakçı mağazasının önünden geçerken bir anne-kız diyalogu dikkatimi çekti. Vitrine bakma ba­hanesiyle onlara yaklaştım, konuşmalarını dinlemeye baş­ladım. Dinleme sırasında adının Emma olduğunu duy­duğum üç-dört yaşlarındaki kız çocuğunun elinde, yeni alınmış, onların "teddy bear" dedikleri bir oyuncak ayıcık var. Emma vitrinden gözünü ayırmadan:

— Anneciğim, şu tavşan da pek cici görünüyor. Onu da alabilir miyiz?

— Hayır, şimdi olmaz. Eğer o tavşanı da alırsak, ayıcık çok üzülür. 'Emma beni sevmedi, onun için tavşan istiyor' diye düşünür. Bu ayıcıkla bir süre oyna, kendisini sevdi­ğinden emin olsun, ondan sonra düşünürüz.
— Tamam anneciğim. Ben ayıcığı seviyorum. Ona iyi bir isim bulmamız lazım.
— Babandan da yardım isteyelim, umarım ayıcığa gü­zel bir isim buluruz.
— Anneciğim biraz daha oyuncaklara bakabilir mi­yim? Hepsi çok güzel...
— Sana iki dakika daha izin; ondan sonra gidiyoruz.
— Teşekkür ederim, anneciğim.

Anne, iki dakika dolduktan sonra çocuğu uyarmaya bile gerek görmeden yürümeye başladı. Emma, oyuncak­ları izlemeye daldığı için, bir süre annesinin gittiğini fark edemedi. Farkına vardığında anne on beş-yirmi metre kadar uzaklaşmış durumdaydı. Çocuk annesine yetişmek için koşmaya başladı. Üç dört adım atmıştı ki, ayağı takı­lıp düştü. Ben hemen koşup çocuğu yerinden kaldırdım. Anne geriye döndü, bir bana bir çocuğa baktı. Yüz ifadesi pek hoş değildi. Ben çocuğun düşmesine kızdığını düşü­nürken; "Bayım, çocuğu neden kaldırdınız!" dedi. Meğer kızgınlığı banaymış. Teşekkür beklerken, azar işitmiştim.

Yabancı olduğumu anlayınca yüzü biraz yumuşadı.

"Yabancısınız galiba..."dedi.
"Evet, Türküm" dedim.

Kadın, ders veren bir ses tonuyla:
"Yaptığınız doğru değil!" dedi ve anlatmaya başladı.
"Çocuk eğitiminde, sözlerden çok davranışlar etkilidir. Ben, kızıma iki dakika izin verdim.

Haber vermeden ay­rılarak iki dakikanın ne kadar süre olduğunu ve zamanı doğru kullanmayı öğretmek istedim, bu bir. ikincisi, za­manı doğru kullanmayıp gecikerek paniğe kapıldı, böy­lece düşmeye kendisi sebep oldu. Emma düştüğü yerden kimsenin yardımı olmadan kalkabilecek yaşta ve yetenek­te bir çocuk. Sizin yardımınıza ihtiyacı yoktu. Eğer ken­disi kalkabileceği halde biz kaldırır, hazıra alıştırırsak; her düştüğünde kendisini kaldıracak birini arar."

Annenin anlattıkları yukarıda açıkladığımız "birey olma" ihtiyacını karşılamaya yönelik bir eğitim anlayışını ifade ediyordu.

"izninizle eğitim anlayışınız konusunda birkaç söz et­mek istiyorum" dedim.

"Lütfen devam edin, sizi dinliyorum (Please, go ahead, I am listenning you)" dedi.

"Zamanı doğru yönetme, söz yerine davranış dilini kullanma konusundaki görüşlerinizde haklısınız; size ka­tılıyorum. Ancak, bizim kültürümüzde ve eğitim anlayı-şımızda düşen küçük bir çocuğu yerden kaldırmak vardır. Bunu kendi çabasıyla kalkamadığı için değil, ihtiyaç duy­duğunda yardım etmeye hazır olduğumuzu hatırlatmak ve "biz bilincini" geliştirmek için yaparız.

Bu yaklaşımınız bizim eski Hıristiyan kültüründe var. Ama zamanımız rekabet zamanı. Başarılı olmak için güç­lü olmak ve çok çalışmak zorundayız. Amerika ancak bu anlayış ve yaklaşımla süper güç olabildi."

Anneyi daha fazla bekletmemek ve siyasi polemiğe girmemek için teşekkür edip oradan ayrıldım. Küçük Emma, annesiyle birlikte giderken, döndü bana el salladı. Sanırım, bu el sallama, onu yerden kaldırdığım için teşek­kür anlamına geliyordu...

Çocuk hatalı davranışlar ve kurallar konusunda sabrınızı zorlar

ÇOCUKLAR, hangi davranışların hatalı olduğunu, bü­yükler tarafından onaylanmadığını, hoş karşılanmadığını bilmek ister. Ancak bilmesi de yetmez. Bir davranışın ha­talı olduğunu bildiği halde bu davranışını tekrarlayabi­lir.

Çocuk, aslında, "yapma" dediğiniz şeyi yaparken veya koyduğunuz kuralı çiğnerken niyeti sizi kızdırmak ve çi­leden çıkarmak değildir. Yapma dediğiniz davranışın veya uymasını istediğiniz kuralın sizin için ne kadar önemli olduğunu, bu konuda taviz verip veremeyeceğinizi test etmektedir.
Her anne baba çocuğunun çalışkan, dürüst, büyükle­rine karşı saygılı, sorumluluk sahibi, başarılı, yardımsever, vefalı, kısacası mükemmel bir çocuk olmasını ister. Bu­nun için kurallar koyar, neyin doğru neyin yanlış olduğu­nu öğretmeye çalışır.

Çocuklarımız, onaylamadığımız davranışları sık tek­rarladıkları zaman bundan hoşlanmadığımızı, devam etmesi halinde bazı yaptırımlar uygulayacağımızı belli etmemiz gerekir. Bunun da en kolay ve en etkili yolu, ha­talı davranışların bir listesini yapıp herkesin göreceği bir yere, mesela buzdolabının kapağına, yapıştırmaktır.

Lis­te hazırlamadan önce aile toplantısı yapılmalı; olumsuz davranışların neden istenmediği açıklanmalı, yasakların ve kuralların herkesin faydasına olduğu açıklanmalı; bu konuda çocukların görüşü alınmalıdır.

İstenmeyen olumsuz davranışlar

  • Kavga etmek, birbirinin canını acıtmak
  • Ödevini zamanında yapmamak
  • Yatağa zamanında gitmemek
  • Sabah yataktan zamanında kalkmamak
  • Kahvaltıya zamanında gelmemek
  • Okul servisine zamanında yetişmemek
  • Yalan söylemek
  • Verdiği sözde durmamak
  • Başkasının malına zarar vermek
  • Anneye, babaya, aile büyüklerine saygısızlık ve küs­tahlık yapmak.
Liste hazırlandıktan sonra, olumsuz davranışlardan kaçınmak ve çözüm üretmek için neler yapılması gerek­tiği örnekleriyle anlatılmalıdır. Toplantıyı yöneten anne veya baba kavga etmenin olumsuz bir davranış olduğunu söyledikten sonra bir anlaşmazlığı çözmek için kavga et­mek yerine konuşarak anlaşma yolu bulmanın daha uy­gun olacağını söylemelidir.

Dikkat edilirse; kavgayı takip eden beş olumsuz dav­ranış "zamanı doğru yönetmek" ile ilgilidir. Çocuklara başarının en önemli kurallarından birinin zamanı doğru yönetmek olduğu anlatılmalıdır. Zamanı doğru yönete­meyenlerin işlerini devamlı ertelediklerini, zamanında yapılmayan işlerin kişiyi zor durumda bıraktığını, erte­lenen işlerin (derslerin ve ödevlerin) birikerek altından kalkılamayacak kadar ağırlaştığı açıklanmalıdır.

Başarılı ve ünlü insanların en büyük özelliklerinin çalışkanlık, dürüstlük ve doğruluk olduğu, verdiği sözde durmayan ve yalan söyleyen çocukların hem büyükleri hem de arkadaşları tarafından sevilmediği anlatılmalıdır. Başkalarının malına ve canına zarar vermek hem kabalık hem de suçtur.

Anne, baba ve aile büyüklerinin üzerimizde hakla­rı vardır. Bizi doğuran, doyuran, koruyan, hastalanınca doktora götüren, bizim için geceleri uykusuz kalan anne­mizin hakkını ne yapsak ödeyemeyiz. Evimizin ihtiyaçla­rını karşılamak için çalışan, bizi her türlü tehlikeye karşı koruyan babamızın da üzerimizde çok hakkı vardır.

Anne ve babamıza saygı göstermek, isteklerini yerine getirmek, onları üzmemek; bize yaptıkları iyiliklere ve fedakarlık­lara karşı vefa borcumuzdur. Bizde emeği olan ve iyilik­te bulunan aile büyüklerimize, öğretmenlerimize, akra­balarımıza ve komşularımıza karşı da saygılı olmalıyız. Buna vefakârlık denir. Anneye, babaya, aile büyüklerine, öğretmenlere, kısaca kendisinde emeği ve iyiliği bulunan insanlara karşı saygı göstermeyen, onlara kaba davranan çocuklar ve gençler "vefasızlık, nankörlük ve küstahlık" yapmış olurlar.

Bu konularda kitapçılarda çocuklara okutulacak veya çocuklarla birlikte okunacak hikayeler ve izlenecek çizgi filmler bulmak mümkündür.


Davranış-kural ilişkisi

ÇOCUKLARI yapmasını istemediğiniz olumsuz dav­ranışlarını kurala dönüştürerek onlardan ne istediğinizi belli edebilirsiniz. Çocuklar anne babaların ve aile büyük­lerinin kendilerinden ne beklediklerini, evde ve ev dışında nasıl davranmaları gerektiğini bilmek ister. Anne baba­ların bu konuda tutarlı olmaları, aynı davranışlara aynı tepkide bulunmaları, çok önemlidir.

Babanın onaylama­dığı ve kızdığı bir davranışa, anne "çocuğun üzerine çok gidiyorsun, bırak yapsın" diye arka çıkarsa, kural bozulur; çocuğun kafası karışır; neyin doğru neyin yanlış olduğu­nu öğrenemez. Büyük anne ve büyük babanın birlikte ya­şadığı evlerde bu tür müdahalelere sık rastlıyoruz. Anne baba çocuğa olumsuz bir davranışından dolayı kızdığı veya ceza vermeye kalktığı zaman, büyük baba veya bü­yük anne hemen çocuğa arka çıkarak koruması altına alır. Aile büyüklerinin çocuk terbiyesine ve eğitimine müda­hale ettiği evlerde disiplini sağlamak ve kural oluşturmak zordur.

Davranışları kurala dönüştürme konusunda örnek ola­rak yukarıda sıraladığımız olumsuz davranışları kullana­biliriz.

Uyulması gereken kurallar
* Kavga etmek, birbirinin canını acıtmak yok
* Ödevler zamanında yapılacak
* Yatağa zamanında gidilecek
* Sabah yataktan zamanında kalkılacak
* Kahvaltıya zamanında gelinecek
* Okul servisine zamanında yetişilecek
* Yalan söylemek yok
* Verilen sözde durulacak
* Başkasının malına zarar verilmeyecek
* Anneye, babaya, aile büyüklerine saygısızlık ve küs­tahlık yapılmayacak

Kuralı bozan sonucuna katlanır

İNSAN HAYATI ve dünyanın düzeni kanunlara ve ku­rallara bağlıdır. Bu kurallara uymayan, kuralın şekline ve ciddiyetine uygun bir sonuçla karşılaşır. Yağmurlu havada şemsiyesini almadan dışarı çıkan bir insan bunun sonucu olarak ıslanır. Soğuk ve karlı havada paltosunu giymeden sokağa çıkan bir çocuk üşür, hastalanır. Kırmızı ışıkta durmayan ve trafik kurallarına uymayan bir sürücü kaza yapar veya para cezası öder. Dikkat edildiğinde bütün bu olaylarda bir sebep sonuç ilişkisi olduğu görülecektir.

Aile toplantısında, çocukların da katılımıyla, belirlenen ve listesi yapılan kurallardan biri bozulduğunda ortaya bir sonuç çıkacaktır.

Çocuğun ders alması ve davranışını düzeltmesi bakı­mından, sonuç, olumsuz davranışla ilişkili olmalıdır. Kar­deşine vuran ve canını acıtan bir çocuğa iki gün bisiklete binmeme cezası vermenin can acıtma davranışı ile bir ilişkisi yoktur. Böyle bir ceza hem çocuğa haksızlık yapıl­dığı kanaati verecek hem de ceza almasına sebep olduğu için kardeşine kin duyacaktır, iki gün bisiklete binmeme cezası, ancak devamlı olarak bisikletini sokakta bırakan çocuğa verilebilir. Bu ceza, bisikletini sokakta bırakmanın bedeli olduğu için çocuğu incitmez.

Kardeşinin oyuncağını kıran bir çocuğa iki gün sokağa çıkmama cezası vermek, sebep-sonuç ilişkisine aykırı ol­duğu için mantıklı ve âdil değildir. Harçlığından biriktir­diği para ile kırdığı oyuncağın yenisini alma cezası daha öğretici ve daha etkili olacaktır.

Kurallar yazılı hale getirildikten sonra, her kuralın karşısına buna uymamanın sonucu da yazılırsa çocuklara mazeret uydurma ve itiraz fırsatı verilmemiş olur. Kural­lar ve kuralın bozulması durumunda ortaya çıkacak sonuç aileden aileye değişiklik gösterebilir. Önemli olan, sonu­cun olumsuz davranışla ilişkili olması, çocuğun yerine ge­tirebileceği ve katlanabileceği cinsten olması.

Çoğu anne babalar çocuklarının zorluk yaşamasını ve sıkıntı çekmesini istemez; zorlukların ve sıkıntıların on­ları mutsuz ettiğini düşünür, onları zor işlerden ve sıkıntı­lardan kurtarır, bunu da anne ve baba olmanın gereği zan­nederler. Halbuki, çocukların zorluk ve sıkıntı yaşamasına izin vermeyerek, zorlandıklarında öğrenebilecekleri-çok önemli bir dersten onları mahrum etmektedirler.

Tecrübe iyi bir öğretmendir. Çocukların yaptığı her hatalı davranış ve her yanlış onlara bir şey öğretir. Gö­rünürde hatalı davranış yüzünden bir şey kaybederler. Ancak gerçekte, bu kayıptan ders alır, tecrübe kazanır, yeni kayıplar yaşamamak için daha dikkatli davranmayı ve yeni çözümler bulmayı öğrenirler.
Yazar: Ali ÇANKIRILI.
 
Üst