genc_kalem
Okumak,Yaþamaktýr
NEBEVÎ EĞİTİM YOLLARI
Giriş:
I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:
A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:
B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:
C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:
D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:
E. Çocuklara Duâ Etmek:
F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:
G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:
H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:
II. Çocuğun Aklını Etkileyecek Fikrî Esaslar:
A. Çocuğa Kıssa Anlatmak:
B. Çocuğa Doğrudan Hitab Etmek:
C. Çocuğa Anlayacağı Şekilde Konuşmak:
D. Karşılıklı Sakin Konuşmak.
E. Pratik Tecrübe Ve Uygulamalarla Çocuğun Duyu Ve Yeteneklerini Geliştirmek.
F. Çocuğu Rasulüllah'ın (s.a.v.) Örnek Şahsına Bağlamak:
III. Çocuğun Ruhunu Etkileyecek/Okşayacak Psikolojik Esaslar
A. Çocuğa Arkadaşlık Yapmak Ve Onunla Sohbet Etmek:
B. Çocuğu Sevindirmek:
C. Çocuklar Arasında Faydalı Yarışlar Düzenlemek Ve Kazananları Ödüllendirmek:
D. Çocuğa Cesaret Kazandırmak:
E. Çocuğu Takdir Etmek:
F. Çocukla Oynaşmak:
G. Çocuğun Kendine Olan Güvenini Geliştirmek:
H. Teşvik Ve Korkutmak:
I. Çocuğun Arzusunu Yerine Getirmek Ve Onun Gönlünü Hoş Etmek:
J. Tekrarın Çocuk Ruhunda Etkisi:
K. Kademeli Eğitim:
L. Güzel Hitap Tarzı:
NEBEVÎ EĞİTİM YOLLARI
"Birçok insan, çocuğun ümmet ricalinden birisi olduğunu düşünemez. Oysaki o, çocukluk elbisesiyle örtülü ve saklıdır. Eğer onu örten perde kaldırılarak altındaki gizli cevher açığa çıkarılacak olsa, biz onu aklı başında büyük rical saflarında görürüz. Ne var ki, sünnetullah o perdenin yavaş yavaş sağlam bir eğitim siyaseti ile tedricen kaldırılması yönünde cereyan etmektedir."[1]
Giriş:
Bu bölümde yer alan Nebevî eğitim yollarını Peygamberimizin (s.a.v.) doğrudan çocuklara yaptığı konuşmalarının yanısıra, O'nun hadislerinden ve çocuklara yaptığı muamelelerden esinlenerek çıkarmış oluyoruz. Zikredeceğimiz hadis ve sünnetle ilgili malzemelerin, doğu ve batının eğitim sistemlerini taklit etmeye mahal bırakmayacak şekilde bol miktarda olduğunu biliyoruz. Bol miktardaki bu malzemelerle ana baba ve eğitimciler, çocuğun akıl ve ruh dünyasına nüfuz edebilirler. Çünkü bu malzemeler, çocuğun şahsiyet yapısında, eğitim ve gelişminde onlara ışık tutacak ve başarılı çözümler önerecek niteliktedir. Bölüm içinde bazı hadisler tekrar edilmiştir. Ancak bu, bıktırıcı ve usandırıcı bir tekrar değil, hadisin işaret ettiği yeni bir bilgi ve düşünceyi yansıtmaktan ibaret olmaktadır. Sözkonusu eğitim yolları gözden geçirildikten sonra bunların üç temel esasa ayrıldığı, bu üç temel esasın da birtakım kaideler ihtiva eden alt başlıkları olduğu görülecektir.
Birinci esas, ana baba ve eğitimcilere yöneliktir. Çocukların düşünce ve davranışlarını kontrol edebilmek için onların yapmaları gereken vazifeleri ihtiva etmektedir.
İkinci esas, ana baba ve eğitimcilere, çocuğun akıl ve fikir dünyasına nüfuz ederek onu etkileyip yönlendirebilecekleri fikri esasları içine almaktadır.
Üçüncü esas ise, yine ana baba ve eğitimcilerin, çocuğun ruh ve gönül dünyasına girerek onu etkileyip olgunlaştırabilecekleri psikolojik esasları bahis mevzuu etmektedir.
Bu, mütevazi bir denemedir. Bu konuda Rabbimden muvaffakiyet diliyorum, Doğrular, O'nun lütfü kereminden, yanlışlar ise kendimdendir. O'nun affim umuyor ve doğruya iletmesini niyaz ediyorum.
Yeri gelmişken bir hususa işaret etmeden geçemeyeceğim. Eğitim problemlerinin çözümünde, doğrudan hadislerden hüküm çıkarma metodu sağlıklı bir yoldur. Bazı çevreler bu konuda önce doğu veya batının eğitim sistemini etüde tabi tutmakta sonra ona payanda olmak üzere İslâm'dan delil aramaktadır. Kanaatimce bu, derleme-toplama esasına, dayanan montaj vâri bir metoddur. Çok geçmeden zaman bu metodun çarpıklığını gösterecektir. Yeter ki, biz nazarî ve amelî planda, iki temel kaynağı; kitap ve sünneti hareket noktası kabul eden selef-i sâlihin izinden gidelim.[2]
I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:
Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Öğretiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sizden birisi öfkelendiği zaman sükut etsin. "[3]
A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:
Eğitim safhasında model şahsiyetin, çocuk psikolojisi üzerinde büyük tesiri vardır. Çünkü çocuk genellikle ana babasını taklit eder. Hatta "...Ana babası çocuğu yahudî, mecusi veya hıristiyan yapar" hadisinden, onların bu hususta en etkili faktör oldukları anlaşılmaktadır. Bu yüzden Allah'ın Rasûlü, çocuklara muamele esnasında ana babanın, doğruluk ahlâkı konusunda güzel örnek olmalarını teşvik etmiştir.
Ebû Hüryere'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir çocuğa, gel sana birşey vereceğim der de sonra vermezse, bu yaptığı bir yalandır."[4]
Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün beni anam çağırdı. Rasûlüllah (s.a.v.) da evimizde oturuyordu. Anam:
"Gel de sana birşey vereyim!" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) anama:
"Ona ne vermeyi düşünmüştün? " diye sorunca, anam:
"Ona bir hurma vermek istemiştim, " cevabını verdi. Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.):
"Bil ki, eğer sen ona birşey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı, " buyurdu,[5]
Çocuklar, büyüklerin tavır ve davranışlarını yakından izlemek suretiyle onları taklit ederler. Mesela, ana babalarının doğru ve dürüst olduklarını gören çocuklar, aynı ahlâkî yapı ve olgunluk içinde büyüyüp gelişeceklerdir.
Daha önce de örnek olarak verildiği üzere, daha bir çocuk olan Abdullah b. Abbas önünde gece namazı kılan yüce Rasûlü gördüğünde hemen onu taklit etmeye başlamıştır. Kendisi anlatıyor: Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. Gece bir ara Rasûlüllah (s.a.v.) kalkarak asılı bulunan su tulumundan çabucak bir abdest aldı ve sonra namaza durdu. Ben de derhal kalkarak O'nun gibi abdest aldım. Sonra yanına gelerek soluna durdum. Hemen beni sağ taraftna aldı. Sonra Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı.
Burada açıkça belirtildiği gibi, çocuk gördüğü şekilde abdest almış ve sonra model aldığı şahısla birlikte namaza durmuştur, işte güzel örnek çocukta bu kadar etkili olmaktadır.
Ana babanın güzel örnek olmaları durumunda çocuk, onların söz ve hareketlerini kontrol ve denetime tabi tutacak, neden ve nasıl sorusuna cevap isteyecektir. Bu aşamada çocuğa verilecek cevap hayırlı olursa sonuç da hayırlı olacak ve onun üzerinde olumlu iz bırakacaktır. İşte henüz bir çocuk olan Ebû Bekre'nin oğlu Abdullah... Babasının yaptığı duâları dikkatle takip ediyor ve mahiyetini sorması üzerine babası ona delil ve mesnedini söylüyordu. Abdullah anlatıyor: Dedim ki babama:
"Babacığım, her sabah senin "Allahım! Kulağıma sıhhat ve afiyet ver, Allah'ım! Gözüme sıhhat ve afiyet ver. Senden başka ilah yoktur!" dediğini işitiyor ve bunu sabah-akşam üçer defa tekrarladığını görüyorum!" Bunun üzerine babam:
"Yavrucuğum! Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu şekilde duâ yaptığını duydum. Onun sünnetini tatbik etmeyi ben seviyorum, " cevabını verdi.[6]
O halde ana baba, Allah ye Rasûlünün emir ve tavsiyelerini hayata geçirmek suretiyle güçleri nisbetinde bunları arttırmak durumundadır. Çocukların onlardan beklentisi budur. Çünkü onlar ana babalarını sabah-akşam her zaman sürekli kontrol altında tutmaktadır. Böyle olunca, bilinçli veya bilinçsiz çocuğun algılama gücü, bizim normalde zannettiğimizin çok daha üstündedir. Oysa biz ona, kavramayan-anlamayan küçük bir varlık gözüyle bakıyoruz.[7]
B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:
Çocuklarını arzu ettikleri istikamete yönlendirmek isteyen ana baba, bunun için uygun bir zaman kollamalıdır. Yapılan nasihatin meyvesini vermesi hususunda bu, önemli ve aktif rol oynar. Çocuğu etkileyecek uygun bir zamanın seçilmesi, eğitim faaliyetini kolaylaştırır ve meşakatini azaltır. Çünkü akıl ve zihin bazan açık olmaz ve yapılan nasihat karşısında kayıtsız kalır, işte ana baba nasihat için mümkün olduğu kadar çocuğun kalp, akıl ve zihin itibariyle müsait olduğu zamanı yakalayabilirlerde, eğitim işinde büyük bir başarı göstermiş olacaklardır.
Çocuk eğitiminde sözkonusu başarıyı gerçekleştirebilmek için, uygun zamanın gözlenmesi konusunda Peygamberin (s.a.v.) çok dikkatli olduğunu görmekteyiz. O, bu hususta önümüze üç uygun zaman veya mekan koymuştur:
1. Gezinti, yol ve binit:
İbn Abbâs başta olmak üzere bazı sahâbîlerin "Birgün ben Peygamber'in (8.a.v.) arkasında idim. O bana "Yavrum..." diyerek başlarından geçen hadiseyi anlatması, bu nebevi talimatın yolda yaya yürürken veya binek üzerinde giderken yapıldğını göstermektedir. Böyle bir ifade tarzı ve talimat, belli bir odada değil, açık havada çocuk psikolojisinin algılamaya daha müsait ve öğütleri benimsemeye daha yatkın olduğu mekanda sözkonusu edilebilir.
Şu rivayet, talimatın binek üzerinde verildiğini desteklemektedir: İbn Abbâs anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) bir katır hediye edilmişti. Onu Kisrâ hediye etmişti. Birgün Peygamber (s.a.v.), kıldan örülmüş bir iple/yularla ona bindi. Sonra beni arkasında aldı. Bir süre beni götürdükten sonra bana yönelerek:
"Yavrum, " dedi. Ben:
"Buyur, ya Rasûlallah! " dedim. O:
"Allah'ı gözet ki O da seni gözetsin, " buyurdu.[8] Peygamber'in (s.a.v.) bazan yolda, saklamak üzere çocuğa sır verdiği de olmuştur. Şüphesiz bu, o vakitte çocuğun algılama gücünün fazla olması ile izah edilebilir.
Abdullah b. Ca'fer anlatıyor: Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi. Ben onu hiçbir kimseye söylemek istemem. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) def-i hacet için siper olarak kullanmayı en çok sevdiği şey hurmalık veya tümsek bir yer/tepecik idi.[9]
2. Yemek vakti:
Yemek vaktinde çocuk, huy ve tabiatına göre hareket etmeye çalışır. Yemek iştihâsı karşısında zayıf kalarak âdap ve görgü kurallarına aykırı davranışta bulunabilir. Yemek esnasında ana baba devamlı çocukla beraber oturmaz ve yanlışlarını düzeltmezse, çocuk ilerde insanı nefret ettiren kötü alışkanlıkların pençesinden kurtulamaz. Yemek yerken çocukla beraber oturmamakla ana baba, eğitim açısından uygun bir zamanı kaybetmiş olur. Büyük önder Peygamber (s.a.v.) çocuklarla beraber yemek yemiş, onlan seyretmiş, onların akıl ve ruh dünyalarını harekete geçirecek şekilde canlı bir üslupla yanlışlarını düzeltmiştir.
Ömer b. Ebî Seleme anlatıyor: Ben, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana:
"Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!" buyurdu. Artık ondan sonra ben hep öyle yedim.[10]
Başka bir sahih rivayette sofrada "yaklaş, yavrucuğum!..."[11] diyerek bütün yumuşaklığıyla çocuğa yemek usûl ve âdabını göstermiştir.
Sahabe nesli, yanlarına çocuklarını alarak özellikle Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bulunduğu ziyafet ve düğün yemeklerine iştirak ederdi. Oralarda çocuklar genel âdap ve faydalı bilgiler öğrenirler ve böylece yavaş yavaş olgunlaşırlardı.
3. Hastalık vakti:
Hastalık hali, katı yürekli yaşlıları yumuşatır ve kalplerini rikkate yetirir. Kalpleri devamlı yumuşak ve yufka yürekli çocukların hastalık halini artık siz düşünün! Çocuk hastalandığı zaman, amelî hattâ itikadî hatalarının düzeltilmesini kolaylaştıracak iki önemli seciyeyi aynı anda taşımış olur. iki seciyeden birisi çocukluk fıtratı, diğeri ise hastalık esnasındaki ruh ve kalbin rikkatidir. Bu nazik zamanın değerlendirilmesi konusunda Rasûlüllah (s.a.v.) bize rehberlik etmiş, hasta yahudi bir çocuğu ziyaret ederek onu İslâm'a davet etmiştir. Gerçekten bu ziyaret o çocuğa aydınlık yolu açan bir anahtar olmuştu. Enes (r.a) anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) hizmet eden yahudi bir çocuk vardı. Derken birgün hastalandı. Ziyaret etmek üzere Peygamber (s.a.v.) ona gitti. Başucunda oturan Peygamber (s.a.v.) ona:
"Müslüman ol! " dedi. Çocuk hemen yanındaki babasına baktı ve babası:
"Ebû'l-Kâsım'a itaat et!" dedi. Çocuk derhal İslâm'ı kabul etti. Peygamber (s.a.v.) de çıkarken:
"Onu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun! " diyordu.[12]
Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v.) kendisine hizmet eden çocuğu hemen İslâm'a davet etmemiş, bunun için uygun zaman gözlemiş ve nihayet ziyaretine giderek ona İslâm'ı telkin etmiştir. Bugün de müslümanlar olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) davet metodunu uygulamak; semerisini görebilmek için sabır ve yumuşaklıkla uygun zaman, mekan ve ortam gözleyerek iman tohumunu atmak durumundayız.
Üç madde halinde sıraladığımız sözkonusu uygun zaman, mekan ve ortamın dışında, çocukları için ana babanın münasip gördüğü başka platform ve şartlar da değerlendirilmelidir.[13]
C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:
Herşeyin istedikleri gibi olabilmesi için ana babanın dikkat etmesi gereken esaslardan birisi de, çocuklar arasında âdil ve eşit muamelede bulunmaktır. Çünkü çocukların iyilik ve tâata süratle yönelmelerinde ana babanın büyük tesiri olduğu gibi, yanlış davranmaları sonucu çocukların huysuz yetişmelerine de sebep olabilirler. Bu hususta şu kadarını bilmek yeterlidir: Çocuğun, ana veya babasının kardeşine daha çok ilgi ve ihtimam gösterdiğinin farkına varması -Allah göstermesin- kendisinde artık, ana babanın önüne geçemeyeceği bir hırçınlık ve bir kıskançlık meydana getirecektir. İşte Hz. Yûsufun kardeşleri... Onlar, babalarının Yûsuf u daha çok sevdiğini hissedince, onun yanlış yaptığını söylediler: "Onlar dediler ki: Yûsuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir topluluğuz. Gerçekten babamız apaçık bir yanlışlık içindedir."[14]
Bu kanaatleri neticesinde onlar, babalık ve kardeşlik hukukunu çiğneyerek onlar hakkında çirkin bir eyleme teşebbüs ettiler: "Yûsuf u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccüh ve sevgisi yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih insanlar olursunuz! İçlerinden biri: Yûsufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan birisi onu alsın, dedi."[15] İşte onlar, henüz buluğa ermemiş küçük kardeşlerine bu şekilde bir komplo kurmuşlardı. Bu olayda, Yûsufun tek suçu (!), babasının onu diğer kardeşlerinden daha çok sevmesiydi. Sonunda işte bilinen kıskançlık, tuzak ve komplo meydana geldi. İşte bundan dolayı ana baba, çocuklarına yaptıkları her bağışta, onlara karşı takındıkları her tavırda, maddi-manevi olarak eşitlik ve adalet ölçülerine göre hareket etmek durumundadır. Bu konuda Peygamber'in (s.a.v.) uyarıcı nitelikte açık beyanları bulunmaktadır.
Numan b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Babam beni Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürerek:
"Ben şu oğluma bir kölemi bağışladım, " dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Her çocuğuna aynı bağışı yaptın mı? " diye sordu. Babam:
"Hayır, cevabım verince, " Rasûlüllah (s.a.v.):
"Beni zulüm ve adaletsizliğe şahit tutma! iyilik konusunda çocuklarının sana eşit ye âdil davranmalarına sevinmez misin? " dedi. Babam:
"Evet, orası öyle! " cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
"O halde olmaz, " buyurdu.[16]
Bu hadis üzerine Abdulğanî Nâblusî şu açıklamayı yapmaktadır: "Bu ve benzeri hadisler, çocuklar arasında eşit ve âdil davranmamanın haram olduğunu gösterir. Onlar arasında fark gözetmek, düşmanlık, kin ve buğuz doğurur, sıla-i rahmin inkitâa uğramasına sebep olur."[17]
Çocuklar arasında adaleti gözetme hattâ onları öpme konusunda selef-i sâlih büyük bir hassasiyet göstermiş, kız-oğlan ayırımı yapmadan hepsine eşit davranma hususunda Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerini hayata geçirerek pratize etmişlerdir.
Enes (r.a) anlatıyor: Bir adam Peygamber ile beraber oturuyordu. Derken adamın küçük oğlu geldi. Adam onu öptü ve kucağına oturttu. Sonra adamın küçük kızı geldi. Onu da alarak yanına oturttu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "Sen kız çocuğu ile oğlan arasında adaleti gözetmedin!" buyurdu.[18]
Tavus diyor ki: "Yanmış bir simitle da olsa çocuklar arasında eşitsizlik caiz değildir. "
Urve, Mücahid ve Îbnu'l-Mübarek gibi büyük alimlerden da aynı manada sözler nakledilmiştir.[19] Acaba yeryüzünde hangi eğitim sistemi çocuklar arasında bu ölçüde adalet ve eşitliğe dikkat edebilir? Bu, ancak nübüvvet nurunun aydınlattığı eğitim nizamında mümkündür.
Çok defa çocuklar arasında anlaşmazlık ve kavga olur. Böyle durumlarda aralarını ayırmak, haklı ve haksızı ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de adalet ve eşitlik esaslarına riâyet etmek gerekir. Rasûlüllah (s.a.v.) kavga etmekte olan iki çocuğun arasını ayırmış, onların yanlışlarını düzeltmiş ve büyükleri her halükarda zulmü bertaraf etmeye çağırmıştır. Çünkü zulüm ortadan kaldırıldığında yerine adalet gelir.
Câbir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Biri muhacirlerden, diğeri (Medine'nin yerli halkı) ensardan iki çocuk kavga etmişti. Bunun üzerine muhacir çocuk veya muhacirler:
"Yetişin ey muhacirler! " diye, ensarî çocuk da:
"Yetişin ey ensar! " diye bağırdı. Derken Rasûlüllah (s.a.v.) çıkarak:
"Ne bu cahiliyye insanlarının dâvası? " diye sordu. Sahabe:
"Hayır, birşey yok, ya Rasûlallah! Yalnız iki çocuk kavga etmiş, biri ötekinin kıçına vurmuştu, " dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):
"O halde birşey yok. Kişi, zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım etsin. Eğer zalim ise onu engellesin. Çünkü bu onun için bir yardımdır. Şayet mazlum ise, ona destek ve yardımda bulunsun! " buyurdu.[20]
Kavga yapmakta olan çocukları ayırmak, bir adalet gereğidir. Çünkü bu durumda zalim ve mazlum olan ortaya çıkar. Bundan dolayı meşhur hadis âlimi Tirmizî diyor ki: "Ben, Ahmed b. Hanbel'in kavga yapmakta olan mektep çocuklarına uğradığım ve onların arasını ayırdığını gördüm."[21]
Bu konuyu bitirirken, adaletle davranan ana baba ve eğitimcileri müjdeleyen
bir hadisi hatırlatmak istiyoruz. Böylece, dünyadaki semeresinin yanısıra ahirette verilecek mükâfat da görülmüş olacaktır.
Abdullah b. Amr'dan (r.a.), rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz adaletle hareket edenler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Bunlar, hükümlerinde ve aile fertleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında âdil davrananlardır."[22]
Çocuklardan birisini diğerine üstün tutmak ne zaman caiz olur? Ana baba için önemi olan bu suale verilecek cevap şudur: "İmam Ahmed b. Hanbel, zaruri bir sebep olmadıkça çocuklardan birisini diğerine üstün tutmayı haram saymıştır. Zaruri bir sebep ve gerekçenin olması halinde ise buna bir mani yoktur.
Hanbelî fukahasından İbn Kudâme[23] diyor ki: Fakirlik, yatalak/kronik hastalık, körlük, aile nüfusunun kalabalık olması, ilimle meşgul olmak gibi normal sebeplerle, çocuklardan birine özel muamele yapılarak ona fazla bağışta bulunmak caizdir. Aynı şekilde İslâm'ın amel ve ahlâkından uzak olan ve aldığını gayr-i meşru yollarda harcayacak olan bir çocuğa bağış konusunda ambargo uygulamak (kısıtlama getirmek) da sözkonusudur. Bütün bunların yapılabileceği hususunda, Ahmed b. Hanbel'den rivayetler bulunmaktadır. O, zaruri bir ihtiyaçtan dolayı bağışta farklı muamele yapılmasında bir sakınca görmediğini fakat böyle bir mazeret yokken ayırım yapılmasını kerih gördüğünü ifade etmektedir."[24]
D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:
Kuşkusuz çocuğa hakkını vermek ve hakkı ondan kabul etmek, onun ruhunda hayata doğru olumlu bir duygu ve şuur meydana getirir. Bu münasebetle çocuk, hayatın karşılıklı alış-verişten ibaret olduğunu öğrenir. Ayrıca çocuk sosyal ilişkilerde, karşısında hak-hukuk gözeten iyi bir örnek görmekle hak ve doğruya boyun eğme alışkanlığı kazanır. Böylece hak ve adalet duygusuyla yetişen bir çocuğun güç ve cesareti artar, kendini isbatlama ve hakkını arama konusunda müstakil bir şahsiyet olarak varlık gösterir. Aksi halde çocuk, olup bitenleri içine atar ve psikolojik zaafa uğrar, işte bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) yudumladığı suyu sol tarafında bulunan yaşlıya vermek için sağ yanında oturan çocuktan hakkından vazgeçmesi için izin istemişti. Fakat çocuk, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) artığı konusunda hiçbir kimseyi kesinlikle kendisine tercih etmeyeceğini söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.), hakkından faydalanmak üzere su kabını çocuğa vermişti.
Sehl b. Sa'd (r.a.), anlatıyor: Rasûlüllah'a (s.a.v.) bir içecek getirilmişti, o da ondan içti. Sağında bir çocuk solunda da yaşlılar bulunuyordu.
Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa:
"Bunlara vermeme bana müsade eder misin? " dedi. Çocuk:
"Hayır, vallahi ya Rasûlallah! Senden gelen nasibime hiçbir kimseyi tercih edemem! " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) suyu ona verdi.[25]
Zaman zaman çocukları Allah'ın elçisine mâruzâtını arzederler, o da kabul ederdi. Mesela, Uhud savaşından önce bir çocuk "Yâ Rasûlallah! Sen amcamın oğlunu savaşa kabul ettin, oysa beni küçük gördün ve almadın. Güreş tutuşacak olsak ben onu yıkarım!" diyerek durumunu arzedince, Rasûlüllah (s.a.v.) hemen önünde güreş yapmalarına izin vermiş, gerçekten de çocuk amcasının oğlunu yıkarak İslam ordusunda müslüman asker olma hakkını elde etmişti.
Yeryüzünde Rasûlüllah'tan (s.a.v.) daha çok orduya sahip bir komutan ve ondan daha üstün bir şahsiyet yoktur. Bu büyüklüğüne rağmen o, küçük çocuğun dilekçesini kabul etmiş ve hakkını vermiştir. Bu örnek davraraşıyla o bize, hiç gurur ve kibire kapılmadan çocukların hukukum gözetmemiz ve mâruzâtını kabul etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Hal böyle iken, çocukların meşru ve makul haklarını kabul etmekten kaçan, onlara karşı hile ve çifte standart uygulayan büyüklere neden böyle yaptıklarını sormalıyız? Aşağıdaki hadisi bu tipler için ithaf ediyoruz:
İbn Mes'ud (r.a.), diyor ki: Peygamber'e (s.a.v.):
"Yâ Rasûlallah! Bana birkaç faydalı ve hikmetli söz öğret! " dedim. Bunun üzerine o:
"Allah'a kulluk yap ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Kur'an'ın yolunu izle. Hoşuna gitmese de küçük veya yaşlının arzettiği hak ve doğru olan şeyi kabul et. Hoşuna gitse de küçük veya yaşlının arzettiği haksız ve bâtıl olan şeyi kabul etme!"[26]
Kur'an'ı güzel okuyan, ilim ve irfanı olan ergen bir çocuk, kendisinden yaşça büyük olanlara imam ve önder olma hakkına sahiptir.
Muhacir b. Habib anlatıyor: Ebû Seleme ile Saîd b. Cübeyr bir arada bulunuyordu. Derken Saîd b. Cübeyr, Ebû Seleme'ye:
"Konuş/hadis rivayet et, çünkü biz sana tabi olacağız! " dedi. Bunun üzerine Ebû Seleme:
"Rasûlüllah (s.a.v.) "Üç kişi yolculuğa çıktığında, yaşça en küçükleri de olsa içlerinden Kur'an'ı en güzel okuyan (ve namazın ahkâmını en iyi bilen) kimse onlara imam olsun, imam olduğu vakit, artık onların emiri demektir, dedi ve devam etti: "İşte bu, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tayin ettiği emirdir/başkandır."[27]
Ebû Mûsâ, Hz. Ömer'den üç defa için istemişti. Herhalde onu meşgul sanarak geri gönmüştü. Bunun üzerine Ömer:
"Sen Abdullah b. Kays (Ebû Mûsâ)nın sesini duymadın mı? Ona izin verin! " dedi. Hemen Ebû Mûsâ 'yi çağırdılar. Ömer:
"Bu davranışının sebebi nedir? " diye sordu. Ebû Mûsâ :
"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " cevabını verdi. Ömer:
"Ya buna bir beyyine/delil getirirsin ya da ben yapacağımı bilirim, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ çıkarak bir grup ensarın meclisine gitti. Onlar:
"Bu hususta sana ancak en küçüğümüz şahitlik eder, "[28] dediler. Ve Ebû Sâid kalkarak:
"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " dedi. Bunun üzerine Ömer:
"Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emir ve tatbikatından demek ki bu bana gizli kalmış. Beni ondan çarşı ve pazarda alış-veriş yapmak alıkoymuş, dedi.[29]
Görüldüğü üzere, devlet başkanı emiru'l-mü'minin Hz. Ömer henüz bir çocuk olan Ebû Saîd el-Hudri'ye değer vererek onun şahitliğini kabul etmiştir. Bize düşen vazife de bu büyük önderin izinden gitmektir.
Selef-i sâlih, türü ne olursa olsun hak ve doğruyu çocuktan kabul etmiştir.
Mesela imam Ebû Hanife (r.a.), küçük bir çocuğun sözünden etkilenmiş ve onu bir öğüt kabul etmiştir. İmam, çamurla oynamakta olan bir çocuğu görünce:
"Yavrum, dikkat et çamura düşersin! " demişti. Bunun üzerine çocuk büyük İmam’a:
"Asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! Çünkü âlimin düşmesi (ilmî tesbitinde yanılarak ayağı kayması), âlemin düşmesi (ve dünyanın karışması) demektir, " cevabını yetiştirmişti. İmam Ebû Hanife bu sözden çok etkilenmiş ve çok sarsılmıştı. Artık o günden sonra, öğrencileriyle birlikte tam bir ay müzakere ettikten sonra ancak bir fetva verirdi.[30]
Mis'ar diyor ki: Ebû Hanife ile beraber yürüyordum. Derken o, görmediği bir çocuğun ayağına bastı. Çocuk Ebû Hanife'ye:
"Ey yaşlı! Kıyamet günü kısastan korkmuyor musun? " dedi. Bunun üzerine Ebû Hanife hemen bayıldı. Ben de yanında durdum ve nihayet ayıldı. Ben ona:
"Ey Ebû Hanife! Galiba şu çocuğun sözü kalbini çok sarstı! " dedim. Ebû Hanife:
"Ben onun bu hususta telkine maruz kalmasından ve yarım kıyamet gününde bana davacı olmasından korkuyorum, " cevabım verdi.[31]
İbn Zafer el-Mekki[32]anlatıyor: Bana ulaşan habere göre, birgün Seriyyü's-Sekatî hocasına "Suçluları yaya ve susuz olarak cehenneme süreriz"[33] âyetini okuyarak:
"Hocam, âyette geçen "vird" nedir? " diye sordu. Hocası:
"Bilmiyorum, " cevabını verdi. O:
"Rahman nezdinde söz ve izin almış olanlardan başkaları şefaat edemezler"[34] âyetini okuyarak: "Peki hocam, bu âyette geçen "ahd" nedir? diye sordu. Hocası yine:
"Bilmiyorum, " cevabım verince, Seriyyü's-Sekatî okumayı kesti ve hocasına:
"Madem bilmiyorsun, o halde niçin insanları altadıp tehlikeye atıyorsun? " dedi. Bunun üzerine hocası onu dövdü. Sonra Seriyyü's-Sekatî:
"Hocam, cehalet ve gurur sana yetmedi de bunlara zulüm ve eziyet ilave etme ihtiyacı mı duydun? " dedi.
Bu anlamlı ve uyarıcı sözden sonra, hocası ondan hakkını helal etmesini istedi ve verdiği cezadan ötürü Allah'a tevbe ederek ilim tahsiline yöneldi. Zaman zaman hocası şöyle derdi: "Cehalet köleliğinden beni âzad eden Seriyyü's-Sekatî olmuştur. Bu tür kıssaları çokça zikretmek, yolumuzu aydınlatacak ve bizi çocukların konuşmalarını dinlemeye alıştıracaklar. Birgün, daha bir çocuk olan Hüseyin b. el-Fadl bir halifenin yanına girmişti. Halifenin huzurunda da birçok alim vardı. Çocuk konuşmak istedi. Fakat halife onu azarladı ve:
"Bu makamda bir çocuk konuşur mu? " dedi. Bunun üzerine çocuk halifeye:
"Eğer ben bir çocuk isem, Süleyman Peygamberin Hüdhüd'ünden daha küçük değilim. Sen de Süleyman Peygamberden daha büyük değilsin. Çünkü Hüdhüd, Süleyman Peygambere:
"Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim/görmediğin bir şeyi gördüm"[35] demişti. Ayrıca bilmiyor musun, ziraatla ilgili bir davada[36] Süleyman Peygamber doğru hüküm ve ictihadda bulunmuştu. Eğer iş, yaşça büyüklükte olsaydı, sözkonusu davada babası Dâvud Peygamber daha uygun olurdu. (Halbuki o davada Dâvud (a.s.), oğlu Süleyman'ın içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.[37]
Ömer b. Abdilaziz hilafet makamına geçince, yeni görevini tebrik etmek için heyetler onu ziyaret etmeye geliyordu. Gelen heyetlerden birisi, grup adına konuşmak üzere küçük bir çocuğu sözcü olarak seçmişti. Halife Ömer çocuğa:
"Konuşmak için bunlar, yaşça senden daha büyük birisini bulamadı mı? " diye sordu. Çocuk:
"Ey mü'minlerin emiri! Eğer iş yaşın büyüklüğünde olsaydı, o zaman şu makamında senden daha yaşlı birisi olurdu. Ey mü'minlerin emiri! Bilmiyor musun, insan iki küçük uzvuyla; dili ve kalbiyle insandır, " cevabını verdi.
Bunun üzerine halife Ömer:
"Bana nasihat et, yavrum! " dedi. Çocuk vaaz ve nasihat etti, nihayet halifeyi ağlattı.[38]
Görüldüğü gibi, büyük gönül adamları, ilim ve irfan dolu yüce şahsiyetler, çocukların nasihat ve irşadını kabul etmekte, tevazu ile onları dinlemekte ve onların fikirlerinden istifade ederek kendi görüş ve düşüncelerini düzeltebilmektedir. Allah Teâlâ'dan duâ ve niyazımız, bizleri de onlar gibi kılmasıdır.[39]
E. Çocuklara Duâ Etmek:
Duâ, ana babanın dikkat etmesi ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) açıkladığı icabet anlarım gözetlemesi gereken temel esaslardan birisidir. Çünkü ana babanın duası, Allah Teâlâ katında makbuldür. Duâ sayesinde gönülleri şefkat ve merhamet dolu olan ana baba, bu duygularla çocuklarının ıslâhı ve istikbâli için Allah'a yalvarır. Aynı zamanda bu, bütün nebi ve rasüllerin sünnetidir. Bu bakımdan çocuklara beddua etmek gerçekten çok tehlikelidir. Çünkü bu, çocukların hattâ ana babanın helak olması demektir. Peygamber (s.a.v.) ana babaların çocuklarına beddua etmesini yasaklamıştır. Zira bu, İslâm ahlâk ve âdâbıyla bağdaşmaz. Ayrıca bu, İslâm'a davet metoduna aykirı
olduğundan Rasûlüllah (s.a.v.) Tâif müşriklerine beddua etmemiş, aksine "Allah Teâlâ'dan niyazım, onlardan Allah'a ibadet edecek nesiller çıkarmasıdır" diyerek duâ etmiştir. Hakikaten Allah, Rasûlünün bu güzel duâ ve niyazım gerçekleştirmiştir.
Peygamber (s.a.v.), Câbir b. Abdillah'dan rivayet edilen şu hadisiyle beddua etmeyi yasaklamıştır:
"Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Olur ki, Allah'tan istediğiniz şeyin verildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dileğinizi kabul edîverir."[40]
Bir adam Abdullah b. el-Mübarek'e gelerek ona çocuğunun isyanından şikâyet ediyordu. Abdullah b. el-Mübarek adama: .
"Çocuğa beddua ettin mi? " diye sordu. Adam:
"Evet, " cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. el-Mübarek:
"Çocuğun bozulmasına sen sebep olmuşsun! " dedi.[41]
Bu yüzden, beddua etmekle çocuğun bozulmasına vesile olma yerine, onun düzelmesine sebep olmalı, Peygamberin (s.a.v.) yaptığı gibi ona duâ etmelidir. Peygamber (s.a.v.) çocuklara duâ etmiş, gelecekte amel, mal ve çocuk konusunda onlar için bereket niyazında bulunmuştur.
İbn Abbâs (r.a.), diyor ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) beni bağrına bastı ve "Allahım, bu çocuğa hikmet öğret!" diye duâ etti."[42]Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yaptığı duanın bereket ve faziletiyle Ibn Abbâs, büyüdüğünde "Hıbru'1-Ümme" (Ümmetin âlimi) ve "Tercümânu'l-Kur'an" (Kur'an'ın tercüman ve müfessiri) unvanlarının sahibi olmuştur.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.), takip ettiği duâ üslubu ile bir çocuğun, hıristiyan anasını değil müslüman babasını tercih etmesine ve onun kurtulmasına vesile olmuştur. Bu, nebevi üslûbun ve eğitim tarzının önemini göstermesi bakımından gerçekten ibretli bir olaydır.
Abdulhumeyd el-Ensârî'nin dedesi müslüman olmuştu. Karısı ise İslâm'a girmemekte diretiyordu. Kocası, henüz buluğa ermemiş küçük oğlunu Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna getirmişti. Peygamber (s.a.v.) bir tarafa çocuğun babasını, öbür tarafada anasını oturttu. Sonra ikisinden birisine gitmek üzere çocuğu muhayyer bıraktı ve "Allah'ım, yavruya hidâyet eyle; ona doğru yolu göster!" diye duâ etti. Çocuk hemen babasının yanına gitti.[43]
Şüphesiz ana babaya isyanın günahı, küfürden çok daha azdır. Buna rağmen küfür için bile Peygamber'in (s.a.v.) tedavi usulü duâ olmuştur. Bu münasebetle şunu söylemek mümkündür: Ana babanın ihlas ve samimiyetle, yolculuk halinde dahi olsa ısrarla yaptıkları duâ, çocuğundaki isyan duygusunu temelden söküp atacaktır.
İbn Ömer anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) yolculuğa çıkarken devesinin üzerine oturduğu vakit üç defa tekbir getirdikten sonra şöyle derdi:
"Bu bineği bizim hizmetimize veren Allah'ı teşbih ve takdis ederiz, yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.[44]
Allahım! bu yolculuğumuzda senden iyilik, takva ve senin râzî olacağın amel işlemeyi isteriz. Allahım! Bu yolculuğumuzu bize kolay eyle. Onun uzaklığını bize yalan eyle. Allahım! Yolculukta dost ve ailede vekil sensin. Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, fena sonuçtan, mal ve aile fertlerinde kötü şeyler görmekten sana sığınırım.[45]
Sahabe hanımları, çocuklarının dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmeleri için Rasûlüllah'ın (s.a.v.) duasını almaya pek düşkündü. Mesela Enes'in (r.a.), validesi Ümmü Süleym... Bu hanım Rasûlüllah'tan (s.a.v.) Enes'e duâ etmesine istemiş, Rasûlüllah da (s.a.v.) hemen ona duâ ve bereket
niyazında bulunmuştur.
Enes anlatıyor: Ümmü Süleym gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Enes hizmetçindir. Onun için Allah'a duâ et, " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Allah'ım, bunun mal ve evladını çoğalt. Verdiklerinde ona bereket kıl! " buyurdu.[46]
Hadisin başka bir varyantında Enes diyor ki: "Vallahi malım gerçekten çoktur. Bugün torunlarımla birlikte çocuklarımın sayısı yüze yakındır."[47]
Ebû Halde diyorki: Ebû'l-Âliye'ye:
"Enes, Peygamber'den (s.a.v.) hadis dinlemiş midir? " diye sordum. O:
"On sene Rasûlüllah'a (s.a.v.) hizmet etmiş ve onun duasına mazhar olmuştur. Enes'in bir bahçesi vardı. Yılda iki defa meyve verirdi. O bahçede bir de reyhan vardı ki, ondan misk kokusu alırdı.[48] Abdullah b Hişam küçük bir çocuk iken, anası tarafından Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürülmüş, Rasûlüllah (s.a.v.) onun başını sıvazlamış ve duâ etmiştir.[49]
Ebü Hamza b. Abdillah diyor ki: Ebû Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ud'a:
"Rasûlüllah'tan (s;a.v.) neler hatırlıyorsun? " diye sordum. O bana:
"Beş veya altı yaşımda iken, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) beni alarak kucağına oturttuğunu, başımı sıvazlayarak bana ve neslime bereket duasında bulunduğunu hatırlıyorum, " cevabını verdi.[50]
Bazan "Çocuk âsidir, ana babasının sesine kulak asmamaktadır. Bu durumda ne yapılabilir? suali sorulmaktadır. Bu suale verilecek cevap, Yakub efendimizin "Ben sizin için Rabbimden af dileyeceğim"[51] diyerek çocuklarına gösterdiği müsamahadır.[52]
F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Hz. Âişe'nin oynadığı oyuncakları kabul buyurup onaylaması, çocuğun oyuncak sevgisini ve ihtiyacını gösterir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Enes'in kardeşi Ebû Umeyr'in oynadığı kuşu görmesi ve çocukla şaka yapması da bu konuda başka bir delildir.
Ana baba oyuncak satın alırken, çocuğun yaşını, güç ve yapısını dikkâte alarak uygun bir oyuncak seçmeli ve oyuncağı çocuğun önüne veya ulaşabileceği yere koymalıdır. Böylece çocuk, alınan oyuncaklarla kafasını çalıştırmaya, duyu organlarını kullanmaya ve yavaş yavaş gelişmeye başlar.
Nihayet oyuncaklar çocuk için verimli ve faydalı araçlar haline gelir. Bu yüzden, ana baba oyuncak satın almak isterken kendi kendine aşağıdaki sualleri sormak zorundadır:
1- Alıp eve götürmek istediğin şu oyuncak, beden eğitimi ve sağlık açısından çocuk için faydalı bir hareket sağlar mı?
2- Bu oyuncak, eşyaya hükmedebilme ve onu keşfedebilme açısından çocuğa katkıda bulunur mu?
3- Bu oyuncak, bozup takmayı, dolayısıyla düşünce ve mantığı geliştiren bir yapıda mıdır?
4- Acaba bu oyuncak, büyük şahsiyetlerin düşünce ve davranışlarını örnek kabul etme noktasında çocuğu özendiren ve ona cesaret veren bir özelliğe sahip midir?
Eğer bu sorulara cevap "evet" ise, eğitim açısından oyuncak faydalı ve uygundur.[53]
G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:
Ana babasına iyilik ve Allah'ın emirlerine itaat etmesi için çocuğa zemin hazırlamak, büyük ölçüde ona destek verir. Çünkü uygun ortam ve şartları hazırlamak, çocuğun kendiliğinden güzel hareket ve davranış göstermesini sağlar. Dolayısıyla ana baba, başarısına yardımcı olmakla çocuğa en büyük hediyeyi takdim etmiş olurlar. Bundan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.), bu önemli noktaya dikkat eden babalar hakkında "Allah, iyiliği için çocuğuna destek veren bamaya rahmet etsin!"[54] buyurarak, onlar için rahmet niyazında bulunmuştur.
Ebû Hüreyre'den (r.a.), rivayet edilen hadiste de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İyilik yapması için çocuklarınıza yardım edin. Dileyen kimse, (yardımcı olmak suretiyle) çocuğundan isyan duygusunu çıkarabilir."[55]
Görüldüğü gibi, bu konuda ana babanın omuzlarında büyük bir sorumluluk bulunmaktadır. Onlar, hikmet, güzel öğüt ve zamanla çocuklardan isyan duygusunu atabilmektedir.[56]
H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:
Çocukların iş ve tasarrufları karşısında Rasûlüllah'ın (s.a.v.), onları sık azarlamadığını ve pek serzenişte bulunmadığını görüyoruz. Mesela, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) on sene hizmet eden Enes (r.a.), bu hususta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim metodunu şöyle anlatır: "Peygamber (s.a.v.) yaptığım birşey için bana "Niçin yaptın?" ve yapmadığım birşey içinde "Neden yapmadın?" demedi.
Ahmed'in rivayetinde ise şöyle der: Rasûlüllah'a (s.a.v.) on sene hizmette bulundum. Bana emredip de gevşeklik gösterdiğim veya yapmadığım bir işten dolayı beni kınamamıştır. Ehl-i beytinden birisi beni kınadığı zaman da şöyle derdi: "Bırakın onu! Eğer olması takdir edilseydi, o iş mutlaka olurdu."
işte Rasûlüllah'm (s.a.v.) bu eğitim metodu, Enes'de haya ruhunu, tefekkür ve mülahaza özelliğini geliştirmiş ve ona şahsiyet kazandırmıştır.
Şu rivayet de, çocukları çok ayıplamaktan uzak durulmasını ifade etmektedir: Urve'nin babasından rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), veya Ebû Bekir (r.a.), yahut Ömer (r.a.), yaptığı birşeyden dolayı oğlunu ayıplayan bir adam için "Ancak oğlun, senin ok kuburundan bir oktur" buyurdu.[57]
Gerçekten de oğlunu ayıplayan baba, temelde kendini ayıplamaktadır. Çünkü çocuğu o duruma getiren odur. Halbuki ona düşen vazife çocuğun eğitimini hiç ihmal etmemekti.
Şemsüddin el-İnbâbî "Riyâzatü's-Sıbyan ve Ta'lîmühüm ve Te'dîbühüm" adlı risalesinde bu düşünceyi açıklamakta ve şöyle demektedir: "Çocuk her zaman sıkça kınanmaz. Çünkü bu, onun, kınamayı küçümsemesine ve kabahatları umursamadan işlemesine götürür."[58]
1.Bölümün Sonu
Giriş:
I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:
A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:
B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:
C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:
D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:
E. Çocuklara Duâ Etmek:
F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:
G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:
H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:
II. Çocuğun Aklını Etkileyecek Fikrî Esaslar:
A. Çocuğa Kıssa Anlatmak:
B. Çocuğa Doğrudan Hitab Etmek:
C. Çocuğa Anlayacağı Şekilde Konuşmak:
D. Karşılıklı Sakin Konuşmak.
E. Pratik Tecrübe Ve Uygulamalarla Çocuğun Duyu Ve Yeteneklerini Geliştirmek.
F. Çocuğu Rasulüllah'ın (s.a.v.) Örnek Şahsına Bağlamak:
III. Çocuğun Ruhunu Etkileyecek/Okşayacak Psikolojik Esaslar
A. Çocuğa Arkadaşlık Yapmak Ve Onunla Sohbet Etmek:
B. Çocuğu Sevindirmek:
C. Çocuklar Arasında Faydalı Yarışlar Düzenlemek Ve Kazananları Ödüllendirmek:
D. Çocuğa Cesaret Kazandırmak:
E. Çocuğu Takdir Etmek:
F. Çocukla Oynaşmak:
G. Çocuğun Kendine Olan Güvenini Geliştirmek:
H. Teşvik Ve Korkutmak:
I. Çocuğun Arzusunu Yerine Getirmek Ve Onun Gönlünü Hoş Etmek:
J. Tekrarın Çocuk Ruhunda Etkisi:
K. Kademeli Eğitim:
L. Güzel Hitap Tarzı:
NEBEVÎ EĞİTİM YOLLARI
"Birçok insan, çocuğun ümmet ricalinden birisi olduğunu düşünemez. Oysaki o, çocukluk elbisesiyle örtülü ve saklıdır. Eğer onu örten perde kaldırılarak altındaki gizli cevher açığa çıkarılacak olsa, biz onu aklı başında büyük rical saflarında görürüz. Ne var ki, sünnetullah o perdenin yavaş yavaş sağlam bir eğitim siyaseti ile tedricen kaldırılması yönünde cereyan etmektedir."[1]
Giriş:
Bu bölümde yer alan Nebevî eğitim yollarını Peygamberimizin (s.a.v.) doğrudan çocuklara yaptığı konuşmalarının yanısıra, O'nun hadislerinden ve çocuklara yaptığı muamelelerden esinlenerek çıkarmış oluyoruz. Zikredeceğimiz hadis ve sünnetle ilgili malzemelerin, doğu ve batının eğitim sistemlerini taklit etmeye mahal bırakmayacak şekilde bol miktarda olduğunu biliyoruz. Bol miktardaki bu malzemelerle ana baba ve eğitimciler, çocuğun akıl ve ruh dünyasına nüfuz edebilirler. Çünkü bu malzemeler, çocuğun şahsiyet yapısında, eğitim ve gelişminde onlara ışık tutacak ve başarılı çözümler önerecek niteliktedir. Bölüm içinde bazı hadisler tekrar edilmiştir. Ancak bu, bıktırıcı ve usandırıcı bir tekrar değil, hadisin işaret ettiği yeni bir bilgi ve düşünceyi yansıtmaktan ibaret olmaktadır. Sözkonusu eğitim yolları gözden geçirildikten sonra bunların üç temel esasa ayrıldığı, bu üç temel esasın da birtakım kaideler ihtiva eden alt başlıkları olduğu görülecektir.
Birinci esas, ana baba ve eğitimcilere yöneliktir. Çocukların düşünce ve davranışlarını kontrol edebilmek için onların yapmaları gereken vazifeleri ihtiva etmektedir.
İkinci esas, ana baba ve eğitimcilere, çocuğun akıl ve fikir dünyasına nüfuz ederek onu etkileyip yönlendirebilecekleri fikri esasları içine almaktadır.
Üçüncü esas ise, yine ana baba ve eğitimcilerin, çocuğun ruh ve gönül dünyasına girerek onu etkileyip olgunlaştırabilecekleri psikolojik esasları bahis mevzuu etmektedir.
Bu, mütevazi bir denemedir. Bu konuda Rabbimden muvaffakiyet diliyorum, Doğrular, O'nun lütfü kereminden, yanlışlar ise kendimdendir. O'nun affim umuyor ve doğruya iletmesini niyaz ediyorum.
Yeri gelmişken bir hususa işaret etmeden geçemeyeceğim. Eğitim problemlerinin çözümünde, doğrudan hadislerden hüküm çıkarma metodu sağlıklı bir yoldur. Bazı çevreler bu konuda önce doğu veya batının eğitim sistemini etüde tabi tutmakta sonra ona payanda olmak üzere İslâm'dan delil aramaktadır. Kanaatimce bu, derleme-toplama esasına, dayanan montaj vâri bir metoddur. Çok geçmeden zaman bu metodun çarpıklığını gösterecektir. Yeter ki, biz nazarî ve amelî planda, iki temel kaynağı; kitap ve sünneti hareket noktası kabul eden selef-i sâlihin izinden gidelim.[2]
I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:
Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Öğretiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sizden birisi öfkelendiği zaman sükut etsin. "[3]
A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:
Eğitim safhasında model şahsiyetin, çocuk psikolojisi üzerinde büyük tesiri vardır. Çünkü çocuk genellikle ana babasını taklit eder. Hatta "...Ana babası çocuğu yahudî, mecusi veya hıristiyan yapar" hadisinden, onların bu hususta en etkili faktör oldukları anlaşılmaktadır. Bu yüzden Allah'ın Rasûlü, çocuklara muamele esnasında ana babanın, doğruluk ahlâkı konusunda güzel örnek olmalarını teşvik etmiştir.
Ebû Hüryere'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir çocuğa, gel sana birşey vereceğim der de sonra vermezse, bu yaptığı bir yalandır."[4]
Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün beni anam çağırdı. Rasûlüllah (s.a.v.) da evimizde oturuyordu. Anam:
"Gel de sana birşey vereyim!" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) anama:
"Ona ne vermeyi düşünmüştün? " diye sorunca, anam:
"Ona bir hurma vermek istemiştim, " cevabını verdi. Bunun üzerine
Rasûlüllah (s.a.v.):
"Bil ki, eğer sen ona birşey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı, " buyurdu,[5]
Çocuklar, büyüklerin tavır ve davranışlarını yakından izlemek suretiyle onları taklit ederler. Mesela, ana babalarının doğru ve dürüst olduklarını gören çocuklar, aynı ahlâkî yapı ve olgunluk içinde büyüyüp gelişeceklerdir.
Daha önce de örnek olarak verildiği üzere, daha bir çocuk olan Abdullah b. Abbas önünde gece namazı kılan yüce Rasûlü gördüğünde hemen onu taklit etmeye başlamıştır. Kendisi anlatıyor: Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kalmıştım. Gece bir ara Rasûlüllah (s.a.v.) kalkarak asılı bulunan su tulumundan çabucak bir abdest aldı ve sonra namaza durdu. Ben de derhal kalkarak O'nun gibi abdest aldım. Sonra yanına gelerek soluna durdum. Hemen beni sağ taraftna aldı. Sonra Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı.
Burada açıkça belirtildiği gibi, çocuk gördüğü şekilde abdest almış ve sonra model aldığı şahısla birlikte namaza durmuştur, işte güzel örnek çocukta bu kadar etkili olmaktadır.
Ana babanın güzel örnek olmaları durumunda çocuk, onların söz ve hareketlerini kontrol ve denetime tabi tutacak, neden ve nasıl sorusuna cevap isteyecektir. Bu aşamada çocuğa verilecek cevap hayırlı olursa sonuç da hayırlı olacak ve onun üzerinde olumlu iz bırakacaktır. İşte henüz bir çocuk olan Ebû Bekre'nin oğlu Abdullah... Babasının yaptığı duâları dikkatle takip ediyor ve mahiyetini sorması üzerine babası ona delil ve mesnedini söylüyordu. Abdullah anlatıyor: Dedim ki babama:
"Babacığım, her sabah senin "Allahım! Kulağıma sıhhat ve afiyet ver, Allah'ım! Gözüme sıhhat ve afiyet ver. Senden başka ilah yoktur!" dediğini işitiyor ve bunu sabah-akşam üçer defa tekrarladığını görüyorum!" Bunun üzerine babam:
"Yavrucuğum! Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu şekilde duâ yaptığını duydum. Onun sünnetini tatbik etmeyi ben seviyorum, " cevabını verdi.[6]
O halde ana baba, Allah ye Rasûlünün emir ve tavsiyelerini hayata geçirmek suretiyle güçleri nisbetinde bunları arttırmak durumundadır. Çocukların onlardan beklentisi budur. Çünkü onlar ana babalarını sabah-akşam her zaman sürekli kontrol altında tutmaktadır. Böyle olunca, bilinçli veya bilinçsiz çocuğun algılama gücü, bizim normalde zannettiğimizin çok daha üstündedir. Oysa biz ona, kavramayan-anlamayan küçük bir varlık gözüyle bakıyoruz.[7]
B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:
Çocuklarını arzu ettikleri istikamete yönlendirmek isteyen ana baba, bunun için uygun bir zaman kollamalıdır. Yapılan nasihatin meyvesini vermesi hususunda bu, önemli ve aktif rol oynar. Çocuğu etkileyecek uygun bir zamanın seçilmesi, eğitim faaliyetini kolaylaştırır ve meşakatini azaltır. Çünkü akıl ve zihin bazan açık olmaz ve yapılan nasihat karşısında kayıtsız kalır, işte ana baba nasihat için mümkün olduğu kadar çocuğun kalp, akıl ve zihin itibariyle müsait olduğu zamanı yakalayabilirlerde, eğitim işinde büyük bir başarı göstermiş olacaklardır.
Çocuk eğitiminde sözkonusu başarıyı gerçekleştirebilmek için, uygun zamanın gözlenmesi konusunda Peygamberin (s.a.v.) çok dikkatli olduğunu görmekteyiz. O, bu hususta önümüze üç uygun zaman veya mekan koymuştur:
1. Gezinti, yol ve binit:
İbn Abbâs başta olmak üzere bazı sahâbîlerin "Birgün ben Peygamber'in (8.a.v.) arkasında idim. O bana "Yavrum..." diyerek başlarından geçen hadiseyi anlatması, bu nebevi talimatın yolda yaya yürürken veya binek üzerinde giderken yapıldğını göstermektedir. Böyle bir ifade tarzı ve talimat, belli bir odada değil, açık havada çocuk psikolojisinin algılamaya daha müsait ve öğütleri benimsemeye daha yatkın olduğu mekanda sözkonusu edilebilir.
Şu rivayet, talimatın binek üzerinde verildiğini desteklemektedir: İbn Abbâs anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) bir katır hediye edilmişti. Onu Kisrâ hediye etmişti. Birgün Peygamber (s.a.v.), kıldan örülmüş bir iple/yularla ona bindi. Sonra beni arkasında aldı. Bir süre beni götürdükten sonra bana yönelerek:
"Yavrum, " dedi. Ben:
"Buyur, ya Rasûlallah! " dedim. O:
"Allah'ı gözet ki O da seni gözetsin, " buyurdu.[8] Peygamber'in (s.a.v.) bazan yolda, saklamak üzere çocuğa sır verdiği de olmuştur. Şüphesiz bu, o vakitte çocuğun algılama gücünün fazla olması ile izah edilebilir.
Abdullah b. Ca'fer anlatıyor: Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi. Ben onu hiçbir kimseye söylemek istemem. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) def-i hacet için siper olarak kullanmayı en çok sevdiği şey hurmalık veya tümsek bir yer/tepecik idi.[9]
2. Yemek vakti:
Yemek vaktinde çocuk, huy ve tabiatına göre hareket etmeye çalışır. Yemek iştihâsı karşısında zayıf kalarak âdap ve görgü kurallarına aykırı davranışta bulunabilir. Yemek esnasında ana baba devamlı çocukla beraber oturmaz ve yanlışlarını düzeltmezse, çocuk ilerde insanı nefret ettiren kötü alışkanlıkların pençesinden kurtulamaz. Yemek yerken çocukla beraber oturmamakla ana baba, eğitim açısından uygun bir zamanı kaybetmiş olur. Büyük önder Peygamber (s.a.v.) çocuklarla beraber yemek yemiş, onlan seyretmiş, onların akıl ve ruh dünyalarını harekete geçirecek şekilde canlı bir üslupla yanlışlarını düzeltmiştir.
Ömer b. Ebî Seleme anlatıyor: Ben, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana:
"Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!" buyurdu. Artık ondan sonra ben hep öyle yedim.[10]
Başka bir sahih rivayette sofrada "yaklaş, yavrucuğum!..."[11] diyerek bütün yumuşaklığıyla çocuğa yemek usûl ve âdabını göstermiştir.
Sahabe nesli, yanlarına çocuklarını alarak özellikle Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bulunduğu ziyafet ve düğün yemeklerine iştirak ederdi. Oralarda çocuklar genel âdap ve faydalı bilgiler öğrenirler ve böylece yavaş yavaş olgunlaşırlardı.
3. Hastalık vakti:
Hastalık hali, katı yürekli yaşlıları yumuşatır ve kalplerini rikkate yetirir. Kalpleri devamlı yumuşak ve yufka yürekli çocukların hastalık halini artık siz düşünün! Çocuk hastalandığı zaman, amelî hattâ itikadî hatalarının düzeltilmesini kolaylaştıracak iki önemli seciyeyi aynı anda taşımış olur. iki seciyeden birisi çocukluk fıtratı, diğeri ise hastalık esnasındaki ruh ve kalbin rikkatidir. Bu nazik zamanın değerlendirilmesi konusunda Rasûlüllah (s.a.v.) bize rehberlik etmiş, hasta yahudi bir çocuğu ziyaret ederek onu İslâm'a davet etmiştir. Gerçekten bu ziyaret o çocuğa aydınlık yolu açan bir anahtar olmuştu. Enes (r.a) anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) hizmet eden yahudi bir çocuk vardı. Derken birgün hastalandı. Ziyaret etmek üzere Peygamber (s.a.v.) ona gitti. Başucunda oturan Peygamber (s.a.v.) ona:
"Müslüman ol! " dedi. Çocuk hemen yanındaki babasına baktı ve babası:
"Ebû'l-Kâsım'a itaat et!" dedi. Çocuk derhal İslâm'ı kabul etti. Peygamber (s.a.v.) de çıkarken:
"Onu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun! " diyordu.[12]
Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v.) kendisine hizmet eden çocuğu hemen İslâm'a davet etmemiş, bunun için uygun zaman gözlemiş ve nihayet ziyaretine giderek ona İslâm'ı telkin etmiştir. Bugün de müslümanlar olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) davet metodunu uygulamak; semerisini görebilmek için sabır ve yumuşaklıkla uygun zaman, mekan ve ortam gözleyerek iman tohumunu atmak durumundayız.
Üç madde halinde sıraladığımız sözkonusu uygun zaman, mekan ve ortamın dışında, çocukları için ana babanın münasip gördüğü başka platform ve şartlar da değerlendirilmelidir.[13]
C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:
Herşeyin istedikleri gibi olabilmesi için ana babanın dikkat etmesi gereken esaslardan birisi de, çocuklar arasında âdil ve eşit muamelede bulunmaktır. Çünkü çocukların iyilik ve tâata süratle yönelmelerinde ana babanın büyük tesiri olduğu gibi, yanlış davranmaları sonucu çocukların huysuz yetişmelerine de sebep olabilirler. Bu hususta şu kadarını bilmek yeterlidir: Çocuğun, ana veya babasının kardeşine daha çok ilgi ve ihtimam gösterdiğinin farkına varması -Allah göstermesin- kendisinde artık, ana babanın önüne geçemeyeceği bir hırçınlık ve bir kıskançlık meydana getirecektir. İşte Hz. Yûsufun kardeşleri... Onlar, babalarının Yûsuf u daha çok sevdiğini hissedince, onun yanlış yaptığını söylediler: "Onlar dediler ki: Yûsuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir topluluğuz. Gerçekten babamız apaçık bir yanlışlık içindedir."[14]
Bu kanaatleri neticesinde onlar, babalık ve kardeşlik hukukunu çiğneyerek onlar hakkında çirkin bir eyleme teşebbüs ettiler: "Yûsuf u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccüh ve sevgisi yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih insanlar olursunuz! İçlerinden biri: Yûsufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan birisi onu alsın, dedi."[15] İşte onlar, henüz buluğa ermemiş küçük kardeşlerine bu şekilde bir komplo kurmuşlardı. Bu olayda, Yûsufun tek suçu (!), babasının onu diğer kardeşlerinden daha çok sevmesiydi. Sonunda işte bilinen kıskançlık, tuzak ve komplo meydana geldi. İşte bundan dolayı ana baba, çocuklarına yaptıkları her bağışta, onlara karşı takındıkları her tavırda, maddi-manevi olarak eşitlik ve adalet ölçülerine göre hareket etmek durumundadır. Bu konuda Peygamber'in (s.a.v.) uyarıcı nitelikte açık beyanları bulunmaktadır.
Numan b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Babam beni Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürerek:
"Ben şu oğluma bir kölemi bağışladım, " dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Her çocuğuna aynı bağışı yaptın mı? " diye sordu. Babam:
"Hayır, cevabım verince, " Rasûlüllah (s.a.v.):
"Beni zulüm ve adaletsizliğe şahit tutma! iyilik konusunda çocuklarının sana eşit ye âdil davranmalarına sevinmez misin? " dedi. Babam:
"Evet, orası öyle! " cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
"O halde olmaz, " buyurdu.[16]
Bu hadis üzerine Abdulğanî Nâblusî şu açıklamayı yapmaktadır: "Bu ve benzeri hadisler, çocuklar arasında eşit ve âdil davranmamanın haram olduğunu gösterir. Onlar arasında fark gözetmek, düşmanlık, kin ve buğuz doğurur, sıla-i rahmin inkitâa uğramasına sebep olur."[17]
Çocuklar arasında adaleti gözetme hattâ onları öpme konusunda selef-i sâlih büyük bir hassasiyet göstermiş, kız-oğlan ayırımı yapmadan hepsine eşit davranma hususunda Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerini hayata geçirerek pratize etmişlerdir.
Enes (r.a) anlatıyor: Bir adam Peygamber ile beraber oturuyordu. Derken adamın küçük oğlu geldi. Adam onu öptü ve kucağına oturttu. Sonra adamın küçük kızı geldi. Onu da alarak yanına oturttu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "Sen kız çocuğu ile oğlan arasında adaleti gözetmedin!" buyurdu.[18]
Tavus diyor ki: "Yanmış bir simitle da olsa çocuklar arasında eşitsizlik caiz değildir. "
Urve, Mücahid ve Îbnu'l-Mübarek gibi büyük alimlerden da aynı manada sözler nakledilmiştir.[19] Acaba yeryüzünde hangi eğitim sistemi çocuklar arasında bu ölçüde adalet ve eşitliğe dikkat edebilir? Bu, ancak nübüvvet nurunun aydınlattığı eğitim nizamında mümkündür.
Çok defa çocuklar arasında anlaşmazlık ve kavga olur. Böyle durumlarda aralarını ayırmak, haklı ve haksızı ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de adalet ve eşitlik esaslarına riâyet etmek gerekir. Rasûlüllah (s.a.v.) kavga etmekte olan iki çocuğun arasını ayırmış, onların yanlışlarını düzeltmiş ve büyükleri her halükarda zulmü bertaraf etmeye çağırmıştır. Çünkü zulüm ortadan kaldırıldığında yerine adalet gelir.
Câbir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Biri muhacirlerden, diğeri (Medine'nin yerli halkı) ensardan iki çocuk kavga etmişti. Bunun üzerine muhacir çocuk veya muhacirler:
"Yetişin ey muhacirler! " diye, ensarî çocuk da:
"Yetişin ey ensar! " diye bağırdı. Derken Rasûlüllah (s.a.v.) çıkarak:
"Ne bu cahiliyye insanlarının dâvası? " diye sordu. Sahabe:
"Hayır, birşey yok, ya Rasûlallah! Yalnız iki çocuk kavga etmiş, biri ötekinin kıçına vurmuştu, " dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):
"O halde birşey yok. Kişi, zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım etsin. Eğer zalim ise onu engellesin. Çünkü bu onun için bir yardımdır. Şayet mazlum ise, ona destek ve yardımda bulunsun! " buyurdu.[20]
Kavga yapmakta olan çocukları ayırmak, bir adalet gereğidir. Çünkü bu durumda zalim ve mazlum olan ortaya çıkar. Bundan dolayı meşhur hadis âlimi Tirmizî diyor ki: "Ben, Ahmed b. Hanbel'in kavga yapmakta olan mektep çocuklarına uğradığım ve onların arasını ayırdığını gördüm."[21]
Bu konuyu bitirirken, adaletle davranan ana baba ve eğitimcileri müjdeleyen
bir hadisi hatırlatmak istiyoruz. Böylece, dünyadaki semeresinin yanısıra ahirette verilecek mükâfat da görülmüş olacaktır.
Abdullah b. Amr'dan (r.a.), rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz adaletle hareket edenler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Bunlar, hükümlerinde ve aile fertleri ile mütevellisi oldukları kimseler hakkında âdil davrananlardır."[22]
Çocuklardan birisini diğerine üstün tutmak ne zaman caiz olur? Ana baba için önemi olan bu suale verilecek cevap şudur: "İmam Ahmed b. Hanbel, zaruri bir sebep olmadıkça çocuklardan birisini diğerine üstün tutmayı haram saymıştır. Zaruri bir sebep ve gerekçenin olması halinde ise buna bir mani yoktur.
Hanbelî fukahasından İbn Kudâme[23] diyor ki: Fakirlik, yatalak/kronik hastalık, körlük, aile nüfusunun kalabalık olması, ilimle meşgul olmak gibi normal sebeplerle, çocuklardan birine özel muamele yapılarak ona fazla bağışta bulunmak caizdir. Aynı şekilde İslâm'ın amel ve ahlâkından uzak olan ve aldığını gayr-i meşru yollarda harcayacak olan bir çocuğa bağış konusunda ambargo uygulamak (kısıtlama getirmek) da sözkonusudur. Bütün bunların yapılabileceği hususunda, Ahmed b. Hanbel'den rivayetler bulunmaktadır. O, zaruri bir ihtiyaçtan dolayı bağışta farklı muamele yapılmasında bir sakınca görmediğini fakat böyle bir mazeret yokken ayırım yapılmasını kerih gördüğünü ifade etmektedir."[24]
D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:
Kuşkusuz çocuğa hakkını vermek ve hakkı ondan kabul etmek, onun ruhunda hayata doğru olumlu bir duygu ve şuur meydana getirir. Bu münasebetle çocuk, hayatın karşılıklı alış-verişten ibaret olduğunu öğrenir. Ayrıca çocuk sosyal ilişkilerde, karşısında hak-hukuk gözeten iyi bir örnek görmekle hak ve doğruya boyun eğme alışkanlığı kazanır. Böylece hak ve adalet duygusuyla yetişen bir çocuğun güç ve cesareti artar, kendini isbatlama ve hakkını arama konusunda müstakil bir şahsiyet olarak varlık gösterir. Aksi halde çocuk, olup bitenleri içine atar ve psikolojik zaafa uğrar, işte bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) yudumladığı suyu sol tarafında bulunan yaşlıya vermek için sağ yanında oturan çocuktan hakkından vazgeçmesi için izin istemişti. Fakat çocuk, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) artığı konusunda hiçbir kimseyi kesinlikle kendisine tercih etmeyeceğini söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.), hakkından faydalanmak üzere su kabını çocuğa vermişti.
Sehl b. Sa'd (r.a.), anlatıyor: Rasûlüllah'a (s.a.v.) bir içecek getirilmişti, o da ondan içti. Sağında bir çocuk solunda da yaşlılar bulunuyordu.
Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa:
"Bunlara vermeme bana müsade eder misin? " dedi. Çocuk:
"Hayır, vallahi ya Rasûlallah! Senden gelen nasibime hiçbir kimseyi tercih edemem! " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) suyu ona verdi.[25]
Zaman zaman çocukları Allah'ın elçisine mâruzâtını arzederler, o da kabul ederdi. Mesela, Uhud savaşından önce bir çocuk "Yâ Rasûlallah! Sen amcamın oğlunu savaşa kabul ettin, oysa beni küçük gördün ve almadın. Güreş tutuşacak olsak ben onu yıkarım!" diyerek durumunu arzedince, Rasûlüllah (s.a.v.) hemen önünde güreş yapmalarına izin vermiş, gerçekten de çocuk amcasının oğlunu yıkarak İslam ordusunda müslüman asker olma hakkını elde etmişti.
Yeryüzünde Rasûlüllah'tan (s.a.v.) daha çok orduya sahip bir komutan ve ondan daha üstün bir şahsiyet yoktur. Bu büyüklüğüne rağmen o, küçük çocuğun dilekçesini kabul etmiş ve hakkını vermiştir. Bu örnek davraraşıyla o bize, hiç gurur ve kibire kapılmadan çocukların hukukum gözetmemiz ve mâruzâtını kabul etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Hal böyle iken, çocukların meşru ve makul haklarını kabul etmekten kaçan, onlara karşı hile ve çifte standart uygulayan büyüklere neden böyle yaptıklarını sormalıyız? Aşağıdaki hadisi bu tipler için ithaf ediyoruz:
İbn Mes'ud (r.a.), diyor ki: Peygamber'e (s.a.v.):
"Yâ Rasûlallah! Bana birkaç faydalı ve hikmetli söz öğret! " dedim. Bunun üzerine o:
"Allah'a kulluk yap ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Kur'an'ın yolunu izle. Hoşuna gitmese de küçük veya yaşlının arzettiği hak ve doğru olan şeyi kabul et. Hoşuna gitse de küçük veya yaşlının arzettiği haksız ve bâtıl olan şeyi kabul etme!"[26]
Kur'an'ı güzel okuyan, ilim ve irfanı olan ergen bir çocuk, kendisinden yaşça büyük olanlara imam ve önder olma hakkına sahiptir.
Muhacir b. Habib anlatıyor: Ebû Seleme ile Saîd b. Cübeyr bir arada bulunuyordu. Derken Saîd b. Cübeyr, Ebû Seleme'ye:
"Konuş/hadis rivayet et, çünkü biz sana tabi olacağız! " dedi. Bunun üzerine Ebû Seleme:
"Rasûlüllah (s.a.v.) "Üç kişi yolculuğa çıktığında, yaşça en küçükleri de olsa içlerinden Kur'an'ı en güzel okuyan (ve namazın ahkâmını en iyi bilen) kimse onlara imam olsun, imam olduğu vakit, artık onların emiri demektir, dedi ve devam etti: "İşte bu, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tayin ettiği emirdir/başkandır."[27]
Ebû Mûsâ, Hz. Ömer'den üç defa için istemişti. Herhalde onu meşgul sanarak geri gönmüştü. Bunun üzerine Ömer:
"Sen Abdullah b. Kays (Ebû Mûsâ)nın sesini duymadın mı? Ona izin verin! " dedi. Hemen Ebû Mûsâ 'yi çağırdılar. Ömer:
"Bu davranışının sebebi nedir? " diye sordu. Ebû Mûsâ :
"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " cevabını verdi. Ömer:
"Ya buna bir beyyine/delil getirirsin ya da ben yapacağımı bilirim, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ çıkarak bir grup ensarın meclisine gitti. Onlar:
"Bu hususta sana ancak en küçüğümüz şahitlik eder, "[28] dediler. Ve Ebû Sâid kalkarak:
"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " dedi. Bunun üzerine Ömer:
"Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emir ve tatbikatından demek ki bu bana gizli kalmış. Beni ondan çarşı ve pazarda alış-veriş yapmak alıkoymuş, dedi.[29]
Görüldüğü üzere, devlet başkanı emiru'l-mü'minin Hz. Ömer henüz bir çocuk olan Ebû Saîd el-Hudri'ye değer vererek onun şahitliğini kabul etmiştir. Bize düşen vazife de bu büyük önderin izinden gitmektir.
Selef-i sâlih, türü ne olursa olsun hak ve doğruyu çocuktan kabul etmiştir.
Mesela imam Ebû Hanife (r.a.), küçük bir çocuğun sözünden etkilenmiş ve onu bir öğüt kabul etmiştir. İmam, çamurla oynamakta olan bir çocuğu görünce:
"Yavrum, dikkat et çamura düşersin! " demişti. Bunun üzerine çocuk büyük İmam’a:
"Asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! Çünkü âlimin düşmesi (ilmî tesbitinde yanılarak ayağı kayması), âlemin düşmesi (ve dünyanın karışması) demektir, " cevabını yetiştirmişti. İmam Ebû Hanife bu sözden çok etkilenmiş ve çok sarsılmıştı. Artık o günden sonra, öğrencileriyle birlikte tam bir ay müzakere ettikten sonra ancak bir fetva verirdi.[30]
Mis'ar diyor ki: Ebû Hanife ile beraber yürüyordum. Derken o, görmediği bir çocuğun ayağına bastı. Çocuk Ebû Hanife'ye:
"Ey yaşlı! Kıyamet günü kısastan korkmuyor musun? " dedi. Bunun üzerine Ebû Hanife hemen bayıldı. Ben de yanında durdum ve nihayet ayıldı. Ben ona:
"Ey Ebû Hanife! Galiba şu çocuğun sözü kalbini çok sarstı! " dedim. Ebû Hanife:
"Ben onun bu hususta telkine maruz kalmasından ve yarım kıyamet gününde bana davacı olmasından korkuyorum, " cevabım verdi.[31]
İbn Zafer el-Mekki[32]anlatıyor: Bana ulaşan habere göre, birgün Seriyyü's-Sekatî hocasına "Suçluları yaya ve susuz olarak cehenneme süreriz"[33] âyetini okuyarak:
"Hocam, âyette geçen "vird" nedir? " diye sordu. Hocası:
"Bilmiyorum, " cevabını verdi. O:
"Rahman nezdinde söz ve izin almış olanlardan başkaları şefaat edemezler"[34] âyetini okuyarak: "Peki hocam, bu âyette geçen "ahd" nedir? diye sordu. Hocası yine:
"Bilmiyorum, " cevabım verince, Seriyyü's-Sekatî okumayı kesti ve hocasına:
"Madem bilmiyorsun, o halde niçin insanları altadıp tehlikeye atıyorsun? " dedi. Bunun üzerine hocası onu dövdü. Sonra Seriyyü's-Sekatî:
"Hocam, cehalet ve gurur sana yetmedi de bunlara zulüm ve eziyet ilave etme ihtiyacı mı duydun? " dedi.
Bu anlamlı ve uyarıcı sözden sonra, hocası ondan hakkını helal etmesini istedi ve verdiği cezadan ötürü Allah'a tevbe ederek ilim tahsiline yöneldi. Zaman zaman hocası şöyle derdi: "Cehalet köleliğinden beni âzad eden Seriyyü's-Sekatî olmuştur. Bu tür kıssaları çokça zikretmek, yolumuzu aydınlatacak ve bizi çocukların konuşmalarını dinlemeye alıştıracaklar. Birgün, daha bir çocuk olan Hüseyin b. el-Fadl bir halifenin yanına girmişti. Halifenin huzurunda da birçok alim vardı. Çocuk konuşmak istedi. Fakat halife onu azarladı ve:
"Bu makamda bir çocuk konuşur mu? " dedi. Bunun üzerine çocuk halifeye:
"Eğer ben bir çocuk isem, Süleyman Peygamberin Hüdhüd'ünden daha küçük değilim. Sen de Süleyman Peygamberden daha büyük değilsin. Çünkü Hüdhüd, Süleyman Peygambere:
"Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim/görmediğin bir şeyi gördüm"[35] demişti. Ayrıca bilmiyor musun, ziraatla ilgili bir davada[36] Süleyman Peygamber doğru hüküm ve ictihadda bulunmuştu. Eğer iş, yaşça büyüklükte olsaydı, sözkonusu davada babası Dâvud Peygamber daha uygun olurdu. (Halbuki o davada Dâvud (a.s.), oğlu Süleyman'ın içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.[37]
Ömer b. Abdilaziz hilafet makamına geçince, yeni görevini tebrik etmek için heyetler onu ziyaret etmeye geliyordu. Gelen heyetlerden birisi, grup adına konuşmak üzere küçük bir çocuğu sözcü olarak seçmişti. Halife Ömer çocuğa:
"Konuşmak için bunlar, yaşça senden daha büyük birisini bulamadı mı? " diye sordu. Çocuk:
"Ey mü'minlerin emiri! Eğer iş yaşın büyüklüğünde olsaydı, o zaman şu makamında senden daha yaşlı birisi olurdu. Ey mü'minlerin emiri! Bilmiyor musun, insan iki küçük uzvuyla; dili ve kalbiyle insandır, " cevabını verdi.
Bunun üzerine halife Ömer:
"Bana nasihat et, yavrum! " dedi. Çocuk vaaz ve nasihat etti, nihayet halifeyi ağlattı.[38]
Görüldüğü gibi, büyük gönül adamları, ilim ve irfan dolu yüce şahsiyetler, çocukların nasihat ve irşadını kabul etmekte, tevazu ile onları dinlemekte ve onların fikirlerinden istifade ederek kendi görüş ve düşüncelerini düzeltebilmektedir. Allah Teâlâ'dan duâ ve niyazımız, bizleri de onlar gibi kılmasıdır.[39]
E. Çocuklara Duâ Etmek:
Duâ, ana babanın dikkat etmesi ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) açıkladığı icabet anlarım gözetlemesi gereken temel esaslardan birisidir. Çünkü ana babanın duası, Allah Teâlâ katında makbuldür. Duâ sayesinde gönülleri şefkat ve merhamet dolu olan ana baba, bu duygularla çocuklarının ıslâhı ve istikbâli için Allah'a yalvarır. Aynı zamanda bu, bütün nebi ve rasüllerin sünnetidir. Bu bakımdan çocuklara beddua etmek gerçekten çok tehlikelidir. Çünkü bu, çocukların hattâ ana babanın helak olması demektir. Peygamber (s.a.v.) ana babaların çocuklarına beddua etmesini yasaklamıştır. Zira bu, İslâm ahlâk ve âdâbıyla bağdaşmaz. Ayrıca bu, İslâm'a davet metoduna aykirı
olduğundan Rasûlüllah (s.a.v.) Tâif müşriklerine beddua etmemiş, aksine "Allah Teâlâ'dan niyazım, onlardan Allah'a ibadet edecek nesiller çıkarmasıdır" diyerek duâ etmiştir. Hakikaten Allah, Rasûlünün bu güzel duâ ve niyazım gerçekleştirmiştir.
Peygamber (s.a.v.), Câbir b. Abdillah'dan rivayet edilen şu hadisiyle beddua etmeyi yasaklamıştır:
"Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Olur ki, Allah'tan istediğiniz şeyin verildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dileğinizi kabul edîverir."[40]
Bir adam Abdullah b. el-Mübarek'e gelerek ona çocuğunun isyanından şikâyet ediyordu. Abdullah b. el-Mübarek adama: .
"Çocuğa beddua ettin mi? " diye sordu. Adam:
"Evet, " cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. el-Mübarek:
"Çocuğun bozulmasına sen sebep olmuşsun! " dedi.[41]
Bu yüzden, beddua etmekle çocuğun bozulmasına vesile olma yerine, onun düzelmesine sebep olmalı, Peygamberin (s.a.v.) yaptığı gibi ona duâ etmelidir. Peygamber (s.a.v.) çocuklara duâ etmiş, gelecekte amel, mal ve çocuk konusunda onlar için bereket niyazında bulunmuştur.
İbn Abbâs (r.a.), diyor ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) beni bağrına bastı ve "Allahım, bu çocuğa hikmet öğret!" diye duâ etti."[42]Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yaptığı duanın bereket ve faziletiyle Ibn Abbâs, büyüdüğünde "Hıbru'1-Ümme" (Ümmetin âlimi) ve "Tercümânu'l-Kur'an" (Kur'an'ın tercüman ve müfessiri) unvanlarının sahibi olmuştur.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.), takip ettiği duâ üslubu ile bir çocuğun, hıristiyan anasını değil müslüman babasını tercih etmesine ve onun kurtulmasına vesile olmuştur. Bu, nebevi üslûbun ve eğitim tarzının önemini göstermesi bakımından gerçekten ibretli bir olaydır.
Abdulhumeyd el-Ensârî'nin dedesi müslüman olmuştu. Karısı ise İslâm'a girmemekte diretiyordu. Kocası, henüz buluğa ermemiş küçük oğlunu Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna getirmişti. Peygamber (s.a.v.) bir tarafa çocuğun babasını, öbür tarafada anasını oturttu. Sonra ikisinden birisine gitmek üzere çocuğu muhayyer bıraktı ve "Allah'ım, yavruya hidâyet eyle; ona doğru yolu göster!" diye duâ etti. Çocuk hemen babasının yanına gitti.[43]
Şüphesiz ana babaya isyanın günahı, küfürden çok daha azdır. Buna rağmen küfür için bile Peygamber'in (s.a.v.) tedavi usulü duâ olmuştur. Bu münasebetle şunu söylemek mümkündür: Ana babanın ihlas ve samimiyetle, yolculuk halinde dahi olsa ısrarla yaptıkları duâ, çocuğundaki isyan duygusunu temelden söküp atacaktır.
İbn Ömer anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) yolculuğa çıkarken devesinin üzerine oturduğu vakit üç defa tekbir getirdikten sonra şöyle derdi:
"Bu bineği bizim hizmetimize veren Allah'ı teşbih ve takdis ederiz, yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.[44]
Allahım! bu yolculuğumuzda senden iyilik, takva ve senin râzî olacağın amel işlemeyi isteriz. Allahım! Bu yolculuğumuzu bize kolay eyle. Onun uzaklığını bize yalan eyle. Allahım! Yolculukta dost ve ailede vekil sensin. Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, fena sonuçtan, mal ve aile fertlerinde kötü şeyler görmekten sana sığınırım.[45]
Sahabe hanımları, çocuklarının dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmeleri için Rasûlüllah'ın (s.a.v.) duasını almaya pek düşkündü. Mesela Enes'in (r.a.), validesi Ümmü Süleym... Bu hanım Rasûlüllah'tan (s.a.v.) Enes'e duâ etmesine istemiş, Rasûlüllah da (s.a.v.) hemen ona duâ ve bereket
niyazında bulunmuştur.
Enes anlatıyor: Ümmü Süleym gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Enes hizmetçindir. Onun için Allah'a duâ et, " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
"Allah'ım, bunun mal ve evladını çoğalt. Verdiklerinde ona bereket kıl! " buyurdu.[46]
Hadisin başka bir varyantında Enes diyor ki: "Vallahi malım gerçekten çoktur. Bugün torunlarımla birlikte çocuklarımın sayısı yüze yakındır."[47]
Ebû Halde diyorki: Ebû'l-Âliye'ye:
"Enes, Peygamber'den (s.a.v.) hadis dinlemiş midir? " diye sordum. O:
"On sene Rasûlüllah'a (s.a.v.) hizmet etmiş ve onun duasına mazhar olmuştur. Enes'in bir bahçesi vardı. Yılda iki defa meyve verirdi. O bahçede bir de reyhan vardı ki, ondan misk kokusu alırdı.[48] Abdullah b Hişam küçük bir çocuk iken, anası tarafından Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürülmüş, Rasûlüllah (s.a.v.) onun başını sıvazlamış ve duâ etmiştir.[49]
Ebü Hamza b. Abdillah diyor ki: Ebû Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ud'a:
"Rasûlüllah'tan (s;a.v.) neler hatırlıyorsun? " diye sordum. O bana:
"Beş veya altı yaşımda iken, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) beni alarak kucağına oturttuğunu, başımı sıvazlayarak bana ve neslime bereket duasında bulunduğunu hatırlıyorum, " cevabını verdi.[50]
Bazan "Çocuk âsidir, ana babasının sesine kulak asmamaktadır. Bu durumda ne yapılabilir? suali sorulmaktadır. Bu suale verilecek cevap, Yakub efendimizin "Ben sizin için Rabbimden af dileyeceğim"[51] diyerek çocuklarına gösterdiği müsamahadır.[52]
F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Hz. Âişe'nin oynadığı oyuncakları kabul buyurup onaylaması, çocuğun oyuncak sevgisini ve ihtiyacını gösterir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Enes'in kardeşi Ebû Umeyr'in oynadığı kuşu görmesi ve çocukla şaka yapması da bu konuda başka bir delildir.
Ana baba oyuncak satın alırken, çocuğun yaşını, güç ve yapısını dikkâte alarak uygun bir oyuncak seçmeli ve oyuncağı çocuğun önüne veya ulaşabileceği yere koymalıdır. Böylece çocuk, alınan oyuncaklarla kafasını çalıştırmaya, duyu organlarını kullanmaya ve yavaş yavaş gelişmeye başlar.
Nihayet oyuncaklar çocuk için verimli ve faydalı araçlar haline gelir. Bu yüzden, ana baba oyuncak satın almak isterken kendi kendine aşağıdaki sualleri sormak zorundadır:
1- Alıp eve götürmek istediğin şu oyuncak, beden eğitimi ve sağlık açısından çocuk için faydalı bir hareket sağlar mı?
2- Bu oyuncak, eşyaya hükmedebilme ve onu keşfedebilme açısından çocuğa katkıda bulunur mu?
3- Bu oyuncak, bozup takmayı, dolayısıyla düşünce ve mantığı geliştiren bir yapıda mıdır?
4- Acaba bu oyuncak, büyük şahsiyetlerin düşünce ve davranışlarını örnek kabul etme noktasında çocuğu özendiren ve ona cesaret veren bir özelliğe sahip midir?
Eğer bu sorulara cevap "evet" ise, eğitim açısından oyuncak faydalı ve uygundur.[53]
G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:
Ana babasına iyilik ve Allah'ın emirlerine itaat etmesi için çocuğa zemin hazırlamak, büyük ölçüde ona destek verir. Çünkü uygun ortam ve şartları hazırlamak, çocuğun kendiliğinden güzel hareket ve davranış göstermesini sağlar. Dolayısıyla ana baba, başarısına yardımcı olmakla çocuğa en büyük hediyeyi takdim etmiş olurlar. Bundan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.), bu önemli noktaya dikkat eden babalar hakkında "Allah, iyiliği için çocuğuna destek veren bamaya rahmet etsin!"[54] buyurarak, onlar için rahmet niyazında bulunmuştur.
Ebû Hüreyre'den (r.a.), rivayet edilen hadiste de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İyilik yapması için çocuklarınıza yardım edin. Dileyen kimse, (yardımcı olmak suretiyle) çocuğundan isyan duygusunu çıkarabilir."[55]
Görüldüğü gibi, bu konuda ana babanın omuzlarında büyük bir sorumluluk bulunmaktadır. Onlar, hikmet, güzel öğüt ve zamanla çocuklardan isyan duygusunu atabilmektedir.[56]
H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:
Çocukların iş ve tasarrufları karşısında Rasûlüllah'ın (s.a.v.), onları sık azarlamadığını ve pek serzenişte bulunmadığını görüyoruz. Mesela, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) on sene hizmet eden Enes (r.a.), bu hususta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim metodunu şöyle anlatır: "Peygamber (s.a.v.) yaptığım birşey için bana "Niçin yaptın?" ve yapmadığım birşey içinde "Neden yapmadın?" demedi.
Ahmed'in rivayetinde ise şöyle der: Rasûlüllah'a (s.a.v.) on sene hizmette bulundum. Bana emredip de gevşeklik gösterdiğim veya yapmadığım bir işten dolayı beni kınamamıştır. Ehl-i beytinden birisi beni kınadığı zaman da şöyle derdi: "Bırakın onu! Eğer olması takdir edilseydi, o iş mutlaka olurdu."
işte Rasûlüllah'm (s.a.v.) bu eğitim metodu, Enes'de haya ruhunu, tefekkür ve mülahaza özelliğini geliştirmiş ve ona şahsiyet kazandırmıştır.
Şu rivayet de, çocukları çok ayıplamaktan uzak durulmasını ifade etmektedir: Urve'nin babasından rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), veya Ebû Bekir (r.a.), yahut Ömer (r.a.), yaptığı birşeyden dolayı oğlunu ayıplayan bir adam için "Ancak oğlun, senin ok kuburundan bir oktur" buyurdu.[57]
Gerçekten de oğlunu ayıplayan baba, temelde kendini ayıplamaktadır. Çünkü çocuğu o duruma getiren odur. Halbuki ona düşen vazife çocuğun eğitimini hiç ihmal etmemekti.
Şemsüddin el-İnbâbî "Riyâzatü's-Sıbyan ve Ta'lîmühüm ve Te'dîbühüm" adlı risalesinde bu düşünceyi açıklamakta ve şöyle demektedir: "Çocuk her zaman sıkça kınanmaz. Çünkü bu, onun, kınamayı küçümsemesine ve kabahatları umursamadan işlemesine götürür."[58]
1.Bölümün Sonu