Çocuk Eğitiminde Nebevi Yöntemler

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
NEBEVÎ EĞİTİM YOLLARI

Giriş:
I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:

A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:
B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:
C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:
D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:
E. Çocuklara Duâ Etmek:
F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:
G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:
H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:

II. Çocuğun Aklını Etkileyecek Fikrî Esaslar:

A. Çocuğa Kıssa Anlatmak:
B. Çocuğa Doğrudan Hitab Etmek:
C. Çocuğa Anlayacağı Şekilde Konuşmak:
D. Karşılıklı Sakin Konuşmak.
E. Pratik Tecrübe Ve Uygulamalarla Çocuğun Duyu Ve Yeteneklerini Geliştirmek.
F. Çocuğu Rasulüllah'ın (s.a.v.) Örnek Şahsına Bağlamak:

III. Çocuğun Ruhunu Etkileyecek/Okşayacak Psikolojik Esaslar

A. Çocuğa Arkadaşlık Yapmak Ve Onunla Sohbet Etmek:
B. Çocuğu Sevindirmek:
C. Çocuklar Arasında Faydalı Yarışlar Düzenlemek Ve Kazananları Ödüllendirmek:
D. Çocuğa Cesaret Kazandırmak:
E. Çocuğu Takdir Etmek:
F. Çocukla Oynaşmak:
G. Çocuğun Kendine Olan Güvenini Geliştirmek:
H. Teşvik Ve Korkutmak:
I. Çocuğun Arzusunu Yerine Getirmek Ve Onun Gönlünü Hoş Etmek:
J. Tekrarın Çocuk Ruhunda Etkisi:
K. Kademeli Eğitim:
L. Güzel Hitap Tarzı:

NEBEVÎ EĞİTİM YOLLARI


"Birçok insan, çocuğun ümmet ricalinden birisi olduğunu düşünemez. Oysaki o, çocukluk elbisesiyle örtülü ve saklıdır. Eğer onu örten perde kaldırılarak altındaki gizli cevher açığa çıkarılacak olsa, biz onu aklı başında büyük rical saflarında görürüz. Ne var ki, sünnetullah o perdenin yavaş yavaş sağlam bir eğitim siyaseti ile tedricen kaldırılması yönünde ce­reyan etmektedir."[1]

Giriş:


Bu bölümde yer alan Nebevî eğitim yollarını Peygamberimizin (s.a.v.) doğrudan çocuklara yaptığı konuşmalarının yanısıra, O'nun ha­dislerinden ve çocuklara yaptığı muamelelerden esinlenerek çıkarmış oluyoruz. Zikredeceğimiz hadis ve sünnetle ilgili malzemelerin, doğu ve batının eğitim sistemlerini taklit etmeye mahal bırakmayacak şekilde bol miktarda olduğunu biliyoruz. Bol miktardaki bu malzemelerle ana baba ve eğitimciler, çocuğun akıl ve ruh dünyasına nüfuz edebilirler. Çünkü bu malzemeler, çocuğun şahsiyet yapısında, eğitim ve gelişminde onlara ışık tutacak ve başarılı çözümler önerecek nitelikte­dir. Bölüm içinde bazı hadisler tekrar edilmiştir. Ancak bu, bıktırıcı ve usandırıcı bir tekrar değil, hadisin işaret ettiği yeni bir bilgi ve düşünceyi yansıtmaktan ibaret olmaktadır. Sözkonusu eğitim yolları gözden geçirildikten sonra bunların üç temel esasa ayrıldığı, bu üç tem­el esasın da birtakım kaideler ihtiva eden alt başlıkları olduğu görülecektir.

Birinci esas, ana baba ve eğitimcilere yöneliktir. Çocukların düşünce ve davranışlarını kontrol edebilmek için onların yapmaları ge­reken vazifeleri ihtiva etmektedir.

İkinci esas, ana baba ve eğitimcilere, çocuğun akıl ve fikir dünyasına nüfuz ederek onu etkileyip yönlendirebilecekleri fikri esas­ları içine almaktadır.

Üçüncü esas ise, yine ana baba ve eğitimcilerin, çocuğun ruh ve gönül dünyasına girerek onu etkileyip olgunlaştırabilecekleri psikolojik esasları bahis mevzuu etmektedir.

Bu, mütevazi bir denemedir. Bu konuda Rabbimden muvaffakiyet diliyorum, Doğrular, O'nun lütfü kereminden, yanlışlar ise kendimdendir. O'nun affim umuyor ve doğruya iletmesini niyaz ediyorum.

Yeri gelmişken bir hususa işaret etmeden geçemeyeceğim. Eğitim problemlerinin çözümünde, doğrudan hadislerden hüküm çıkarma me­todu sağlıklı bir yoldur. Bazı çevreler bu konuda önce doğu veya batının eğitim sistemini etüde tabi tutmakta sonra ona payanda olmak üzere İslâm'dan delil aramaktadır. Kanaatimce bu, derleme-toplama esasına, dayanan montaj vâri bir metoddur. Çok geçmeden zaman bu metodun çarpıklığını gösterecektir. Yeter ki, biz nazarî ve amelî planda, iki temel kaynağı; kitap ve sünneti hareket noktası kabul eden selef-i sâlihin izinden gidelim.[2]


I. Ana Baba Ve Eğitimcilerin Yapmaları Gereken Vazifelerle İlgili Esaslar:


Rasûlüllah (s.a.v.) buyuruyor ki:

"Öğretiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Sizden birisi öfkelendiği zaman sükut etsin. "[3]


A. Güzel Örnek Ya Da Model Şahsiyet:

Eğitim safhasında model şahsiyetin, çocuk psikolojisi üzerinde büyük tesiri vardır. Çünkü çocuk genellikle ana babasını taklit eder. Hatta "...Ana babası çocuğu yahudî, mecusi veya hıristiyan yapar" hadi­sinden, onların bu hususta en etkili faktör oldukları anlaşılmaktadır. Bu yüzden Allah'ın Rasûlü, çocuklara muamele esnasında ana babanın, doğruluk ahlâkı konusunda güzel örnek olmalarını teşvik etmiştir.

Ebû Hüryere'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kim bir çocuğa, gel sana birşey vereceğim der de sonra vermezse, bu yaptığı bir yalandır."[4]

Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün beni anam çağırdı. Rasûlüllah (s.a.v.) da evimizde oturuyordu. Anam:

"Gel de sana birşey vereyim!" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) anama:

"Ona ne vermeyi düşünmüştün? " diye sorunca, anam:

"Ona bir hurma vermek istemiştim, " cevabını verdi. Bunun üzerine

Rasûlüllah (s.a.v.):

"Bil ki, eğer sen ona birşey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı, " buyurdu,[5]

Çocuklar, büyüklerin tavır ve davranışlarını yakından izlemek suretiyle onları taklit ederler. Mesela, ana babalarının doğru ve dürüst olduklarını gören çocuklar, aynı ahlâkî yapı ve olgunluk içinde büyüyüp gelişeceklerdir.
Daha önce de örnek olarak verildiği üzere, daha bir çocuk olan Abdullah b. Abbas önünde gece namazı kılan yüce Rasûlü gördüğünde hemen onu taklit etmeye başlamıştır. Kendisi anlatıyor: Bir gece tey­zem Meymûne'nin yanında kalmıştım. Gece bir ara Rasûlüllah (s.a.v.) kalkarak asılı bulunan su tulumundan çabucak bir abdest aldı ve sonra namaza durdu. Ben de derhal kalkarak O'nun gibi abdest aldım. Sonra yanına gelerek soluna durdum. Hemen beni sağ taraftna aldı. Sonra Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı.
Burada açıkça belirtildiği gibi, çocuk gördüğü şekilde abdest almış ve sonra model aldığı şahısla birlikte namaza durmuştur, işte güzel örnek çocukta bu kadar etkili olmaktadır.

Ana babanın güzel örnek olmaları durumunda çocuk, onların söz ve hareketlerini kontrol ve denetime tabi tutacak, neden ve nasıl soru­suna cevap isteyecektir. Bu aşamada çocuğa verilecek cevap hayırlı olursa sonuç da hayırlı olacak ve onun üzerinde olumlu iz bırakacaktır. İşte henüz bir çocuk olan Ebû Bekre'nin oğlu Abdullah... Babasının yaptığı duâları dikkatle takip ediyor ve mahiyetini sorması üzerine ba­bası ona delil ve mesnedini söylüyordu. Abdullah anlatıyor: Dedim ki babama:

"Babacığım, her sabah senin "Allahım! Kulağıma sıhhat ve afiyet ver, Allah'ım! Gözüme sıhhat ve afiyet ver. Senden başka ilah yoktur!" dediğini işitiyor ve bunu sabah-akşam üçer defa tekrarladığını görüyorum!" Bunun üzerine babam:

"Yavrucuğum! Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu şekilde duâ yaptığını duydum. Onun sünnetini tatbik etmeyi ben seviyorum, " cevabını verdi.[6]

O halde ana baba, Allah ye Rasûlünün emir ve tavsiyelerini haya­ta geçirmek suretiyle güçleri nisbetinde bunları arttırmak durumun­dadır. Çocukların onlardan beklentisi budur. Çünkü onlar ana baba­larını sabah-akşam her zaman sürekli kontrol altında tutmaktadır. Böyle olunca, bilinçli veya bilinçsiz çocuğun algılama gücü, bizim nor­malde zannettiğimizin çok daha üstündedir. Oysa biz ona, kavramayan-anlamayan küçük bir varlık gözüyle bakıyoruz.[7]


B. Çocuğu Yönlendirmek İçin Uygun Zaman Gözlemek:

Çocuklarını arzu ettikleri istikamete yönlendirmek isteyen ana baba, bunun için uygun bir zaman kollamalıdır. Yapılan nasihatin mey­vesini vermesi hususunda bu, önemli ve aktif rol oynar. Çocuğu etkile­yecek uygun bir zamanın seçilmesi, eğitim faaliyetini kolaylaştırır ve meşakatini azaltır. Çünkü akıl ve zihin bazan açık olmaz ve yapılan nasihat karşısında kayıtsız kalır, işte ana baba nasihat için mümkün olduğu kadar çocuğun kalp, akıl ve zihin itibariyle müsait olduğu za­manı yakalayabilirlerde, eğitim işinde büyük bir başarı göstermiş ola­caklardır.

Çocuk eğitiminde sözkonusu başarıyı gerçekleştirebilmek için, uy­gun zamanın gözlenmesi konusunda Peygamberin (s.a.v.) çok dikkatli olduğunu görmekteyiz. O, bu hususta önümüze üç uygun zaman veya mekan koymuştur:

1. Gezinti, yol ve binit:

İbn Abbâs başta olmak üzere bazı sahâbîlerin "Birgün ben Peygamber'in (8.a.v.) arkasında idim. O bana "Yavrum..." diyerek başlarından geçen hadiseyi anlatması, bu nebevi talimatın yolda yaya yürürken veya binek üzerinde giderken yapıldğını göstermektedir. Böyle bir ifade tarzı ve talimat, belli bir odada değil, açık havada çocuk psikolojisinin algılamaya daha müsait ve öğütleri benimsemeye daha yatkın olduğu mekanda sözkonusu edilebilir.

Şu rivayet, talimatın binek üzerinde verildiğini desteklemektedir: İbn Abbâs anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) bir katır hediye edilmişti. Onu Kisrâ hediye etmişti. Birgün Peygamber (s.a.v.), kıldan örülmüş bir iple/yularla ona bindi. Sonra beni arkasında aldı. Bir süre beni götürdükten sonra bana yönelerek:

"Yavrum, " dedi. Ben:

"Buyur, ya Rasûlallah! " dedim. O:

"Allah'ı gözet ki O da seni gözetsin, " buyurdu.[8] Peygamber'in (s.a.v.) bazan yolda, saklamak üzere çocuğa sır ver­diği de olmuştur. Şüphesiz bu, o vakitte çocuğun algılama gücünün faz­la olması ile izah edilebilir.
Abdullah b. Ca'fer anlatıyor: Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) beni terki­sine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi. Ben onu hiçbir kimseye söylemek istemem. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) def-i hacet için siper olarak kullanmayı en çok sevdiği şey hurmalık veya tümsek bir yer/tepecik idi.[9]

2. Yemek vakti:

Yemek vaktinde çocuk, huy ve tabiatına göre hareket etmeye çalışır. Yemek iştihâsı karşısında zayıf kalarak âdap ve görgü kural­larına aykırı davranışta bulunabilir. Yemek esnasında ana baba de­vamlı çocukla beraber oturmaz ve yanlışlarını düzeltmezse, çocuk ilerde insanı nefret ettiren kötü alışkanlıkların pençesinden kurtulamaz. Yemek yerken çocukla beraber oturmamakla ana baba, eğitim açısından uygun bir zamanı kaybetmiş olur. Büyük önder Peygamber (s.a.v.) çocuklarla beraber yemek yemiş, onlan seyretmiş, onların akıl ve ruh dünyalarını harekete geçirecek şekilde canlı bir üslupla yanlışlarını düzeltmiştir.

Ömer b. Ebî Seleme anlatıyor: Ben, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana:

"Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!" buyurdu. Artık ondan sonra ben hep öyle yedim.[10]

Başka bir sahih rivayette sofrada "yaklaş, yavrucuğum!..."[11] diyerek bütün yumuşaklığıyla çocuğa yemek usûl ve âdabını göstermiştir.
Sahabe nesli, yanlarına çocuklarını alarak özellikle Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bulunduğu ziyafet ve düğün yemeklerine iştirak ederdi. Oralar­da çocuklar genel âdap ve faydalı bilgiler öğrenirler ve böylece yavaş yavaş olgunlaşırlardı.


3. Hastalık vakti:

Hastalık hali, katı yürekli yaşlıları yumuşatır ve kalplerini rikk­ate yetirir. Kalpleri devamlı yumuşak ve yufka yürekli çocukların has­talık halini artık siz düşünün! Çocuk hastalandığı zaman, amelî hattâ itikadî hatalarının düzeltilmesini kolaylaştıracak iki önemli seciyeyi aynı anda taşımış olur. iki seciyeden birisi çocukluk fıtratı, diğeri ise hastalık esnasındaki ruh ve kalbin rikkatidir. Bu nazik zamanın değerlendirilmesi konusunda Rasûlüllah (s.a.v.) bize rehberlik etmiş, hasta yahudi bir çocuğu ziyaret ederek onu İslâm'a davet etmiştir. Gerçekten bu ziyaret o çocuğa aydınlık yolu açan bir anahtar olmuştu. Enes (r.a) anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) hizmet eden yahudi bir çocuk vardı. Derken birgün hastalandı. Ziyaret etmek üzere Peygamber (s.a.v.) ona gitti. Başucunda oturan Peygamber (s.a.v.) ona:

"Müslüman ol! " dedi. Çocuk hemen yanındaki babasına baktı ve babası:

"Ebû'l-Kâsım'a itaat et!" dedi. Çocuk derhal İslâm'ı kabul etti. Peygamber (s.a.v.) de çıkarken:

"Onu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun! " diyordu.[12]

Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v.) kendisine hizmet eden çocuğu hemen İslâm'a davet etmemiş, bunun için uygun zaman gözlemiş ve nihayet ziyaretine giderek ona İslâm'ı telkin etmiştir. Bugün de müslümanlar olarak, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) davet metodunu uygula­mak; semerisini görebilmek için sabır ve yumuşaklıkla uygun zaman, mekan ve ortam gözleyerek iman tohumunu atmak durumundayız.

Üç madde halinde sıraladığımız sözkonusu uygun zaman, mekan ve ortamın dışında, çocukları için ana babanın münasip gördüğü başka platform ve şartlar da değerlendirilmelidir.[13]


C. Çocuklar Arasında Âdil Ve Eşît Davranmak:

Herşeyin istedikleri gibi olabilmesi için ana babanın dikkat etmesi gereken esaslardan birisi de, çocuklar arasında âdil ve eşit muamelede bulunmaktır. Çünkü çocukların iyilik ve tâata süratle yönelmelerinde ana babanın büyük tesiri olduğu gibi, yanlış davranmaları sonucu çocukların huysuz yetişmelerine de sebep olabilirler. Bu hususta şu ka­darını bilmek yeterlidir: Çocuğun, ana veya babasının kardeşine daha çok ilgi ve ihtimam gösterdiğinin farkına varması -Allah göstermesin- kendisinde artık, ana babanın önüne geçemeyeceği bir hırçınlık ve bir kıskançlık meydana getirecektir. İşte Hz. Yûsufun kardeşleri... Onlar, babalarının Yûsuf u daha çok sevdiğini hissedince, onun yanlış yaptığını söylediler: "Onlar dediler ki: Yûsuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir topluluğuz. Gerçekten babamız apaçık bir yanlışlık içindedir."[14]
Bu kanaatleri neticesinde onlar, babalık ve kardeşlik hukukunu çiğneyerek onlar hakkında çirkin bir eyleme teşebbüs ettiler: "Yûsuf u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccüh ve sevgisi yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih insanlar olursunuz! İçlerinden biri: Yûsufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan birisi onu alsın, dedi."[15] İşte onlar, henüz buluğa ermemiş küçük kardeşlerine bu şekilde bir komplo kurmuşlardı. Bu olayda, Yûsufun tek suçu (!), babasının onu diğer kardeşlerinden daha çok sevmesiydi. Sonunda işte bilinen kıskançlık, tuzak ve komplo meydana geldi. İşte bundan dolayı ana baba, çocuklarına yaptıkları her bağışta, onlara karşı takındıkları her tavırda, maddi-manevi olarak eşitlik ve adalet ölçülerine göre hareket etmek durumundadır. Bu konuda Peygamber'in (s.a.v.) uyarıcı nitelikte açık beyanları bulunmaktadır.

Numan b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Babam beni Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürerek:

"Ben şu oğluma bir kölemi bağışladım, " dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

"Her çocuğuna aynı bağışı yaptın mı? " diye sordu. Babam:

"Hayır, cevabım verince, " Rasûlüllah (s.a.v.):

"Beni zulüm ve adaletsizliğe şahit tutma! iyilik konusunda çocuklarının sana eşit ye âdil davranmalarına sevinmez misin? " dedi. Babam:

"Evet, orası öyle! " cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

"O halde olmaz, " buyurdu.[16]

Bu hadis üzerine Abdulğanî Nâblusî şu açıklamayı yapmaktadır: "Bu ve benzeri hadisler, çocuklar arasında eşit ve âdil davranmamanın haram olduğunu gösterir. Onlar arasında fark gözetmek, düşmanlık, kin ve buğuz doğurur, sıla-i rahmin inkitâa uğramasına sebep olur."[17]

Çocuklar arasında adaleti gözetme hattâ onları öpme konusunda selef-i sâlih büyük bir hassasiyet göstermiş, kız-oğlan ayırımı yapma­dan hepsine eşit davranma hususunda Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerini hayata geçirerek pratize etmişlerdir.

Enes (r.a) anlatıyor: Bir adam Peygamber ile beraber oturuyordu. Derken adamın küçük oğlu geldi. Adam onu öptü ve kucağına oturttu. Sonra adamın küçük kızı geldi. Onu da alarak yanına oturttu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "Sen kız çocuğu ile oğlan arasında adaleti gözetmedin!" buyurdu.[18]

Tavus diyor ki: "Yanmış bir simitle da olsa çocuklar arasında eşitsizlik caiz değildir. "

Urve, Mücahid ve Îbnu'l-Mübarek gibi büyük alimlerden da aynı manada sözler nakledilmiştir.[19] Acaba yeryüzünde hangi eğitim sis­temi çocuklar arasında bu ölçüde adalet ve eşitliğe dikkat edebilir? Bu, ancak nübüvvet nurunun aydınlattığı eğitim nizamında mümkündür.

Çok defa çocuklar arasında anlaşmazlık ve kavga olur. Böyle du­rumlarda aralarını ayırmak, haklı ve haksızı ortaya çıkarmak ve bunu yaparken de adalet ve eşitlik esaslarına riâyet etmek gerekir. Rasûlüllah (s.a.v.) kavga etmekte olan iki çocuğun arasını ayırmış, on­ların yanlışlarını düzeltmiş ve büyükleri her halükarda zulmü bertaraf etmeye çağırmıştır. Çünkü zulüm ortadan kaldırıldığında yerine adalet gelir.

Câbir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Biri muhacirlerden, diğeri (Medine'nin yerli halkı) ensardan iki çocuk kavga etmişti. Bunun üzerine muhacir çocuk veya muhacirler:

"Yetişin ey muhacirler! " diye, ensarî çocuk da:

"Yetişin ey ensar! " diye bağırdı. Derken Rasûlüllah (s.a.v.) çıkarak:

"Ne bu cahiliyye insanlarının dâvası? " diye sordu. Sahabe:

"Hayır, birşey yok, ya Rasûlallah! Yalnız iki çocuk kavga etmiş, biri ötekinin kıçına vurmuştu, " dediler. Rasûlüllah (s.a.v.):

"O halde birşey yok. Kişi, zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım etsin. Eğer zalim ise onu engellesin. Çünkü bu onun için bir yardımdır. Şayet mazlum ise, ona destek ve yardımda bulunsun! " buyur­du.[20]

Kavga yapmakta olan çocukları ayırmak, bir adalet gereğidir. Çünkü bu durumda zalim ve mazlum olan ortaya çıkar. Bundan dolayı meşhur hadis âlimi Tirmizî diyor ki: "Ben, Ahmed b. Hanbel'in kavga yapmakta olan mektep çocuklarına uğradığım ve onların arasını ayırdığını gördüm."[21]

Bu konuyu bitirirken, adaletle davranan ana baba ve eğitimcileri müjdeleyen
bir hadisi hatırlatmak istiyoruz. Böylece, dünyadaki seme­resinin yanısıra ahirette verilecek mükâfat da görülmüş olacaktır.

Abdullah b. Amr'dan (r.a.), rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:

"Şüphesiz adaletle hareket edenler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Bunlar, hükümlerinde ve aile fertleri ile mütevellisi oldukları kim­seler hakkında âdil davrananlardır."[22]

Çocuklardan birisini diğerine üstün tutmak ne zaman caiz olur? Ana baba için önemi olan bu suale verilecek cevap şudur: "İmam Ahmed b. Hanbel, zaruri bir sebep olmadıkça çocuklardan birisini diğerine üstün tutmayı haram saymıştır. Zaruri bir sebep ve gerekçenin olması halinde ise buna bir mani yoktur.

Hanbelî fukahasından İbn Kudâme[23] diyor ki: Fakirlik, yata­lak/kronik hastalık, körlük, aile nüfusunun kalabalık olması, ilimle meşgul olmak gibi normal sebeplerle, çocuklardan birine özel muamele yapılarak ona fazla bağışta bulunmak caizdir. Aynı şekilde İslâm'ın amel ve ahlâkından uzak olan ve aldığını gayr-i meşru yollarda harcay­acak olan bir çocuğa bağış konusunda ambargo uygulamak (kısıtlama getirmek) da sözkonusudur. Bütün bunların yapılabileceği hususunda, Ahmed b. Hanbel'den rivayetler bulunmaktadır. O, zaruri bir ihtiyaçtan dolayı bağışta farklı muamele yapılmasında bir sakınca görmediğini fa­kat böyle bir mazeret yokken ayırım yapılmasını kerih gördüğünü ifade etmektedir."[24]


D. Çocukların Hukukunu Dikkate Almak:

Kuşkusuz çocuğa hakkını vermek ve hakkı ondan kabul etmek, onun ruhunda hayata doğru olumlu bir duygu ve şuur meydana getirir. Bu münasebetle çocuk, hayatın karşılıklı alış-verişten ibaret olduğunu öğrenir. Ayrıca çocuk sosyal ilişkilerde, karşısında hak-hukuk gözeten iyi bir örnek görmekle hak ve doğruya boyun eğme alışkanlığı kazanır. Böylece hak ve adalet duygusuyla yetişen bir çocuğun güç ve cesareti artar, kendini isbatlama ve hakkını arama konusunda müstakil bir şahsiyet olarak varlık gösterir. Aksi halde çocuk, olup bitenleri içine atar ve psikolojik zaafa uğrar, işte bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) yudum­ladığı suyu sol tarafında bulunan yaşlıya vermek için sağ yanında otu­ran çocuktan hakkından vazgeçmesi için izin istemişti. Fakat çocuk, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) artığı konusunda hiçbir kimseyi kesinlikle kendi­sine tercih etmeyeceğini söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.), hakkından fay­dalanmak üzere su kabını çocuğa vermişti.

Sehl b. Sa'd (r.a.), anlatıyor: Rasûlüllah'a (s.a.v.) bir içecek getiril­mişti, o da ondan içti. Sağında bir çocuk solunda da yaşlılar bulunuyor­du.

Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa:

"Bunlara vermeme bana müsade eder misin? " dedi. Çocuk:

"Hayır, vallahi ya Rasûlallah! Senden gelen nasibime hiçbir kim­seyi tercih edemem! " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) suyu ona verdi.[25]
Zaman zaman çocukları Allah'ın elçisine mâruzâtını arzederler, o da kabul ederdi. Mesela, Uhud savaşından önce bir çocuk "Yâ Rasûlallah! Sen amcamın oğlunu savaşa kabul ettin, oysa beni küçük gördün ve almadın. Güreş tutuşacak olsak ben onu yıkarım!" diyerek durumunu arzedince, Rasûlüllah (s.a.v.) hemen önünde güreş yapma­larına izin vermiş, gerçekten de çocuk amcasının oğlunu yıkarak İslam ordusunda müslüman asker olma hakkını elde etmişti.

Yeryüzünde Rasûlüllah'tan (s.a.v.) daha çok orduya sahip bir komutan ve ondan daha üstün bir şahsiyet yoktur. Bu büyüklüğüne rağmen o, küçük çocuğun dilekçesini kabul etmiş ve hakkını vermiştir. Bu örnek davraraşıyla o bize, hiç gurur ve kibire kapılmadan çocukların hukukum gözetmemiz ve mâruzâtını kabul etmemiz gerektiğini öğretmiştir. Hal böyle iken, çocukların meşru ve makul haklarını kabul etmekten kaçan, onlara karşı hile ve çifte standart uygulayan büyüklere neden böyle yaptıklarını sormalıyız? Aşağıdaki hadisi bu tipler için ithaf ediyoruz:

İbn Mes'ud (r.a.), diyor ki: Peygamber'e (s.a.v.):

"Yâ Rasûlallah! Bana birkaç faydalı ve hikmetli söz öğret! " dedim. Bunun üzerine o:
"Allah'a kulluk yap ve hiçbir şeyi ona ortak koşma. Kur'an'ın yo­lunu izle. Hoşuna gitmese de küçük veya yaşlının arzettiği hak ve doğru olan şeyi kabul et. Hoşuna gitse de küçük veya yaşlının arzettiği haksız ve bâtıl olan şeyi kabul etme!"[26]

Kur'an'ı güzel okuyan, ilim ve irfanı olan ergen bir çocuk, kendi­sinden yaşça büyük olanlara imam ve önder olma hakkına sahiptir.

Muhacir b. Habib anlatıyor: Ebû Seleme ile Saîd b. Cübeyr bir ara­da bulunuyordu. Derken Saîd b. Cübeyr, Ebû Seleme'ye:

"Konuş/hadis rivayet et, çünkü biz sana tabi olacağız! " dedi. Bu­nun üzerine Ebû Seleme:

"Rasûlüllah (s.a.v.) "Üç kişi yolculuğa çıktığında, yaşça en küçükleri de olsa içlerinden Kur'an'ı en güzel okuyan (ve namazın ahkâmını en iyi bilen) kimse onlara imam olsun, imam olduğu vakit, artık onların emiri demektir, dedi ve devam etti: "İşte bu, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tayin ettiği emirdir/başkandır."[27]

Ebû Mûsâ, Hz. Ömer'den üç defa için istemişti. Herhalde onu meşgul sanarak geri gönmüştü. Bunun üzerine Ömer:

"Sen Abdullah b. Kays (Ebû Mûsâ)nın sesini duymadın mı? Ona izin verin! " dedi. Hemen Ebû Mûsâ 'yi çağırdılar. Ömer:

"Bu davranışının sebebi nedir? " diye sordu. Ebû Mûsâ :

"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " cevabını verdi. Ömer:

"Ya buna bir beyyine/delil getirirsin ya da ben yapacağımı bilir­im, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ çıkarak bir grup ensarın meclisine gitti. Onlar:

"Bu hususta sana ancak en küçüğümüz şahitlik eder, "[28] de­diler. Ve Ebû Sâid kalkarak:

"Biz bunu yapmakla emrolunuyorduk, " dedi. Bunun üzerine Ömer:

"Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emir ve tatbikatından demek ki bu bana gizli kalmış. Beni ondan çarşı ve pazarda alış-veriş yapmak alıkoymuş, dedi.[29]
Görüldüğü üzere, devlet başkanı emiru'l-mü'minin Hz. Ömer henüz bir çocuk olan Ebû Saîd el-Hudri'ye değer vererek onun şahitliğini kabul etmiştir. Bize düşen vazife de bu büyük önderin izin­den gitmektir.
Selef-i sâlih, türü ne olursa olsun hak ve doğruyu çocuktan kabul etmiştir.

Mesela imam Ebû Hanife (r.a.), küçük bir çocuğun sözünden etkilenmiş ve onu bir öğüt kabul etmiştir. İmam, çamurla oynamakta olan bir çocuğu görünce:

"Yavrum, dikkat et çamura düşersin! " demişti. Bunun üzerine çocuk büyük İmam’a:

"Asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! Çünkü âlimin düşmesi (ilmî tesbitinde yanılarak ayağı kayması), âlemin düşmesi (ve dünyanın karışması) demektir, " cevabını yetiştirmişti. İmam Ebû Hanife bu sözden çok etkilenmiş ve çok sarsılmıştı. Artık o günden sonra, öğrencileriyle birlikte tam bir ay müzakere ettikten sonra ancak bir fet­va verirdi.[30]
Mis'ar diyor ki: Ebû Hanife ile beraber yürüyordum. Derken o, görmediği bir çocuğun ayağına bastı. Çocuk Ebû Hanife'ye:

"Ey yaşlı! Kıyamet günü kısastan korkmuyor musun? " dedi. Bu­nun üzerine Ebû Hanife hemen bayıldı. Ben de yanında durdum ve nihayet ayıldı. Ben ona:

"Ey Ebû Hanife! Galiba şu çocuğun sözü kalbini çok sarstı! " de­dim. Ebû Hanife:

"Ben onun bu hususta telkine maruz kalmasından ve yarım kıyamet gününde bana davacı olmasından korkuyorum, " cevabım verdi.[31]
İbn Zafer el-Mekki[32]anlatıyor: Bana ulaşan habere göre, birgün Seriyyü's-Sekatî hocasına "Suçluları yaya ve susuz olarak cehen­neme süreriz"[33] âyetini okuyarak:

"Hocam, âyette geçen "vird" nedir? " diye sordu. Hocası:

"Bilmiyorum, " cevabını verdi. O:

"Rahman nezdinde söz ve izin almış olanlardan başkaları şefaat edemezler"[34] âyetini okuyarak: "Peki hocam, bu âyette geçen "ahd" nedir? diye sordu. Hocası yine:

"Bilmiyorum, " cevabım verince, Seriyyü's-Sekatî okumayı kesti ve hocasına:

"Madem bilmiyorsun, o halde niçin insanları altadıp tehlikeye atıyorsun? " dedi. Bunun üzerine hocası onu dövdü. Sonra Seriyyü's-Sekatî:
"Hocam, cehalet ve gurur sana yetmedi de bunlara zulüm ve ezi­yet ilave etme ihtiyacı mı duydun? " dedi.

Bu anlamlı ve uyarıcı sözden sonra, hocası ondan hakkını helal et­mesini istedi ve verdiği cezadan ötürü Allah'a tevbe ederek ilim tahsi­line yöneldi. Zaman zaman hocası şöyle derdi: "Cehalet köleliğinden beni âzad eden Seriyyü's-Sekatî olmuştur. Bu tür kıssaları çokça zikret­mek, yolumuzu aydınlatacak ve bizi çocukların konuşmalarını dinlem­eye alıştıracaklar. Birgün, daha bir çocuk olan Hüseyin b. el-Fadl bir ha­lifenin yanına girmişti. Halifenin huzurunda da birçok alim vardı. Çocuk konuşmak istedi. Fakat halife onu azarladı ve:

"Bu makamda bir çocuk konuşur mu? " dedi. Bunun üzerine çocuk halifeye:
"Eğer ben bir çocuk isem, Süleyman Peygamberin Hüdhüd'ünden daha küçük değilim. Sen de Süleyman Peygamberden daha büyük değilsin. Çünkü Hüdhüd, Süleyman Peygambere:

"Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim/görmediğin bir şeyi gördüm"[35] demişti. Ayrıca bilmi­yor musun, ziraatla ilgili bir davada[36] Süleyman Peygamber doğru hüküm ve ictihadda bulunmuştu. Eğer iş, yaşça büyüklükte olsaydı, sözkonusu davada babası Dâvud Peygamber daha uygun olurdu. (Halbuki o davada Dâvud (a.s.), oğlu Süleyman'ın içtihadını beğenerek kendi görüşünden vazgeçmişti.[37]

Ömer b. Abdilaziz hilafet makamına geçince, yeni görevini tebrik etmek için heyetler onu ziyaret etmeye geliyordu. Gelen heyetlerden bi­risi, grup adına konuşmak üzere küçük bir çocuğu sözcü olarak seçmişti. Halife Ömer çocuğa:

"Konuşmak için bunlar, yaşça senden daha büyük birisini bula­madı mı? " diye sordu. Çocuk:

"Ey mü'minlerin emiri! Eğer iş yaşın büyüklüğünde olsaydı, o za­man şu makamında senden daha yaşlı birisi olurdu. Ey mü'minlerin emiri! Bilmiyor musun, insan iki küçük uzvuyla; dili ve kalbiyle in­sandır, " cevabını verdi.

Bunun üzerine halife Ömer:

"Bana nasihat et, yavrum! " dedi. Çocuk vaaz ve nasihat etti, nihayet halifeyi ağlattı.[38]

Görüldüğü gibi, büyük gönül adamları, ilim ve irfan dolu yüce şahsiyetler, çocukların nasihat ve irşadını kabul etmekte, tevazu ile on­ları dinlemekte ve onların fikirlerinden istifade ederek kendi görüş ve düşüncelerini düzeltebilmektedir. Allah Teâlâ'dan duâ ve niyazımız, bizleri de onlar gibi kılmasıdır.[39]


E. Çocuklara Duâ Etmek:

Duâ, ana babanın dikkat etmesi ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) açıkladığı icabet anlarım gözetlemesi gereken temel esaslardan birisi­dir. Çünkü ana babanın duası, Allah Teâlâ katında makbuldür. Duâ sayesinde gönülleri şefkat ve merhamet dolu olan ana baba, bu duygu­larla çocuklarının ıslâhı ve istikbâli için Allah'a yalvarır. Aynı zamanda bu, bütün nebi ve rasüllerin sünnetidir. Bu bakımdan çocuklara beddua etmek gerçekten çok tehlikelidir. Çünkü bu, çocukların hattâ ana ba­banın helak olması demektir. Peygamber (s.a.v.) ana babaların çocuklarına beddua etmesini yasaklamıştır. Zira bu, İslâm ahlâk ve âdâbıyla bağdaşmaz. Ayrıca bu, İslâm'a davet metoduna aykirı
olduğundan Rasûlüllah (s.a.v.) Tâif müşriklerine beddua etmemiş, ak­sine "Allah Teâlâ'dan niyazım, onlardan Allah'a ibadet edecek nesiller çıkarmasıdır" diyerek duâ etmiştir. Hakikaten Allah, Rasûlünün bu güzel duâ ve niyazım gerçekleştirmiştir.

Peygamber (s.a.v.), Câbir b. Abdillah'dan rivayet edilen şu hadisiyle beddua etmeyi yasaklamıştır:

"Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Olur ki, Allah'tan istediğiniz şeyin verildiği bir zamana rastlarsınız da Allah dileğinizi kabul edîverir."[40]

Bir adam Abdullah b. el-Mübarek'e gelerek ona çocuğunun is­yanından şikâyet ediyordu. Abdullah b. el-Mübarek adama: .

"Çocuğa beddua ettin mi? " diye sordu. Adam:

"Evet, " cevabını verdi. Bunun üzerine Abdullah b. el-Mübarek:

"Çocuğun bozulmasına sen sebep olmuşsun! " dedi.[41]

Bu yüzden, beddua etmekle çocuğun bozulmasına vesile olma ye­rine, onun düzelmesine sebep olmalı, Peygamberin (s.a.v.) yaptığı gibi ona duâ etmelidir. Peygamber (s.a.v.) çocuklara duâ etmiş, gelecekte amel, mal ve çocuk konusunda onlar için bereket niyazında bulun­muştur.

İbn Abbâs (r.a.), diyor ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) beni bağrına bastı ve "Allahım, bu çocuğa hikmet öğret!" diye duâ etti."[42]Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yaptığı duanın bereket ve faziletiyle Ibn Abbâs, büyüdüğünde "Hıbru'1-Ümme" (Ümmetin âlimi) ve "Tercümânu'l-Kur'an" (Kur'an'ın tercüman ve müfessiri) unvanlarının sahibi olmuştur.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.), takip ettiği duâ üslubu ile bir çocuğun, hıristiyan anasını değil müslüman babasını tercih etmesine ve onun kurtulmasına vesile olmuştur. Bu, nebevi üslûbun ve eğitim tarzının önemini göstermesi bakımından gerçekten ibretli bir olaydır.

Abdulhumeyd el-Ensârî'nin dedesi müslüman olmuştu. Karısı ise İslâm'a girmemekte diretiyordu. Kocası, henüz buluğa ermemiş küçük oğlunu Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna getirmişti. Peygamber (s.a.v.) bir tarafa çocuğun babasını, öbür tarafada anasını oturttu. Sonra ikisinden birisine gitmek üzere çocuğu muhayyer bıraktı ve "Allah'ım, yavruya hidâyet eyle; ona doğru yolu göster!" diye duâ etti. Çocuk hemen ba­basının yanına gitti.[43]

Şüphesiz ana babaya isyanın günahı, küfürden çok daha azdır. Buna rağmen küfür için bile Peygamber'in (s.a.v.) tedavi usulü duâ olmuştur. Bu münasebetle şunu söylemek mümkündür: Ana babanın ihlas ve samimiyetle, yolculuk halinde dahi olsa ısrarla yaptıkları duâ, çocuğundaki isyan duygusunu temelden söküp atacaktır.

İbn Ömer anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) yolculuğa çıkarken devesi­nin üzerine oturduğu vakit üç defa tekbir getirdikten sonra şöyle derdi:

"Bu bineği bizim hizmetimize veren Allah'ı teşbih ve takdis ederiz, yoksa biz buna güç yetiremezdik. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz.[44]

Allahım! bu yolculuğumuzda senden iyilik, takva ve senin râzî olacağın amel işlemeyi isteriz. Allahım! Bu yolculuğumuzu bize kolay eyle. Onun uzaklığını bize yalan eyle. Allahım! Yolculukta dost ve ailede vekil sen­sin. Allahım! Yolculuğun sıkıntısından, fena sonuçtan, mal ve aile fert­lerinde kötü şeyler görmekten sana sığınırım.[45]

Sahabe hanımları, çocuklarının dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmeleri için Rasûlüllah'ın (s.a.v.) duasını almaya pek düşkündü. Mesela Enes'in (r.a.), validesi Ümmü Süleym... Bu hanım Rasûlüllah'tan (s.a.v.) Enes'e duâ etmesine istemiş, Rasûlüllah da (s.a.v.) hemen ona duâ ve bereket
niyazında bulunmuştur.

Enes anlatıyor: Ümmü Süleym gelerek:

"Yâ Rasûlallah! Enes hizmetçindir. Onun için Allah'a duâ et, " dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Allah'ım, bunun mal ve evladını çoğalt. Verdiklerinde ona bere­ket kıl! " buyurdu.[46]

Hadisin başka bir varyantında Enes diyor ki: "Vallahi malım gerçekten çoktur. Bugün torunlarımla birlikte çocuklarımın sayısı yüze yakındır."[47]

Ebû Halde diyorki: Ebû'l-Âliye'ye:

"Enes, Peygamber'den (s.a.v.) hadis dinlemiş midir? " diye sordum. O:

"On sene Rasûlüllah'a (s.a.v.) hizmet etmiş ve onun duasına mazhar olmuştur. Enes'in bir bahçesi vardı. Yılda iki defa meyve verirdi. O bahçede bir de reyhan vardı ki, ondan misk kokusu alırdı.[48] Abdullah b Hişam küçük bir çocuk iken, anası tarafından Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürülmüş, Rasûlüllah (s.a.v.) onun başını sıvazlamış ve duâ etmiştir.[49]

Ebü Hamza b. Abdillah diyor ki: Ebû Ubeydullah b. Utbe b. Mes'ud'a:

"Rasûlüllah'tan (s;a.v.) neler hatırlıyorsun? " diye sordum. O bana:

"Beş veya altı yaşımda iken, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) beni alarak kucağına oturttuğunu, başımı sıvazlayarak bana ve neslime bereket duasında bulunduğunu hatırlıyorum, " cevabını verdi.[50]

Bazan "Çocuk âsidir, ana babasının sesine kulak asmamaktadır. Bu durumda ne yapılabilir? suali sorulmaktadır. Bu suale verilecek ce­vap, Yakub efendimizin "Ben sizin için Rabbimden af dileyeceğim"[51] diyerek çocuklarına gösterdiği müsamahadır.[52]


F. Çocuklara Oyuncak Satın Almak:

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Hz. Âişe'nin oynadığı oyuncakları kabul buy­urup onaylaması, çocuğun oyuncak sevgisini ve ihtiyacını gösterir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Enes'in kardeşi Ebû Umeyr'in oynadığı kuşu görmesi ve çocukla şaka yapması da bu konuda başka bir delildir.

Ana baba oyuncak satın alırken, çocuğun yaşını, güç ve yapısını dikkâte alarak uygun bir oyuncak seçmeli ve oyuncağı çocuğun önüne veya ulaşabileceği yere koymalıdır. Böylece çocuk, alınan oyuncaklarla kafasını çalıştırmaya, duyu organlarını kullanmaya ve yavaş yavaş gelişmeye başlar.

Nihayet oyuncaklar çocuk için verimli ve faydalı araçlar haline gelir. Bu yüzden, ana baba oyuncak satın almak isterken kendi kendine aşağıdaki sualleri sormak zorundadır:

1- Alıp eve götürmek istediğin şu oyuncak, beden eğitimi ve sağlık açısından çocuk için faydalı bir hareket sağlar mı?
2- Bu oyuncak, eşyaya hükmedebilme ve onu keşfedebilme açısından çocuğa katkıda bulunur mu?
3- Bu oyuncak, bozup takmayı, dolayısıyla düşünce ve mantığı geliştiren bir yapıda mıdır?
4- Acaba bu oyuncak, büyük şahsiyetlerin düşünce ve dav­ranışlarını örnek kabul etme noktasında çocuğu özendiren ve ona cesa­ret veren bir özelliğe sahip midir?

Eğer bu sorulara cevap "evet" ise, eğitim açısından oyuncak fay­dalı ve uygundur.[53]


G. İyilik Ve İtaat Konusunda Çocuklara Destek Olmak:

Ana babasına iyilik ve Allah'ın emirlerine itaat etmesi için çocuğa zemin hazırlamak, büyük ölçüde ona destek verir. Çünkü uygun ortam ve şartları hazırlamak, çocuğun kendiliğinden güzel hareket ve dav­ranış göstermesini sağlar. Dolayısıyla ana baba, başarısına yardımcı ol­makla çocuğa en büyük hediyeyi takdim etmiş olurlar. Bundan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.), bu önemli noktaya dikkat eden babalar hakkında "Allah, iyiliği için çocuğuna destek veren bamaya rahmet etsin!"[54] buyurarak, onlar için rahmet niyazında bulunmuştur.

Ebû Hüreyre'den (r.a.), rivayet edilen hadiste de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İyilik yapması için çocuklarınıza yardım edin. Dileyen kimse, (yardımcı olmak suretiyle) çocuğundan isyan duy­gusunu çıkarabilir."[55]
Görüldüğü gibi, bu konuda ana babanın omuzlarında büyük bir so­rumluluk bulunmaktadır. Onlar, hikmet, güzel öğüt ve zamanla çocuklardan isyan duygusunu atabilmektedir.[56]


H. Fazla Kınama Ve Azarlamadan Uzak Durmak:

Çocukların iş ve tasarrufları karşısında Rasûlüllah'ın (s.a.v.), on­ları sık azarlamadığını ve pek serzenişte bulunmadığını görüyoruz. Me­sela, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) on sene hizmet eden Enes (r.a.), bu hususta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim metodunu şöyle anlatır: "Peygamber (s.a.v.) yaptığım birşey için bana "Niçin yaptın?" ve yapmadığım birşey içinde "Neden yapmadın?" demedi.

Ahmed'in rivayetinde ise şöyle der: Rasûlüllah'a (s.a.v.) on sene hizmette bulundum. Bana emredip de gevşeklik gösterdiğim veya yap­madığım bir işten dolayı beni kınamamıştır. Ehl-i beytinden birisi beni kınadığı zaman da şöyle derdi: "Bırakın onu! Eğer olması takdir edilsey­di, o iş mutlaka olurdu."
işte Rasûlüllah'm (s.a.v.) bu eğitim metodu, Enes'de haya ruhunu, tefekkür ve mülahaza özelliğini geliştirmiş ve ona şahsiyet ka­zandırmıştır.

Şu rivayet de, çocukları çok ayıplamaktan uzak durulmasını ifade etmektedir: Urve'nin babasından rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), veya Ebû Bekir (r.a.), yahut Ömer (r.a.), yaptığı birşeyden do­layı oğlunu ayıplayan bir adam için "Ancak oğlun, senin ok kuburundan bir oktur" buyurdu.[57]

Gerçekten de oğlunu ayıplayan baba, temelde kendini ayıplamaktadır. Çünkü çocuğu o duruma getiren odur. Halbuki ona düşen vazife çocuğun eğitimini hiç ihmal etmemekti.

Şemsüddin el-İnbâbî "Riyâzatü's-Sıbyan ve Ta'lîmühüm ve Te'dîbühüm" adlı risalesinde bu düşünceyi açıklamakta ve şöyle demek­tedir: "Çocuk her zaman sıkça kınanmaz. Çünkü bu, onun, kınamayı küçümsemesine ve kabahatları umursamadan işlemesine götürür."[58]

1.Bölümün Sonu
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
II. Çocuğun Aklını Etkileyecek Fikrî Esaslar:

A. Çocuğa Kıssa Anlatmak:

Kıssalar, çocuğun dikkat ve hassasiyet kazanmasında, akıl ve fikir bakımından uyanmasında birinci derecede önemli rol oynar. Çünkü kıssa ve hayat hikayelerinin ayrı bir zevk ve heyecanı vardır. Bundan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.) aralarında çocukların da bulunduğu ashab-ı kirama önceki peygamberler ve ümmetlerinden kıssalar anlatır, onlar­dan örnekler verirdi. Çocuklar başta olmak üzere sahabe bu kıssaları büyük bir dikkat ve heyecanla dinlerlerdi.

Kıssalar konusunda altını çizerek vurgulamak istediğimiz nokta şudur: Hz. Peygamber'in (s.a.v.) önceki dönemlerle ilgili anlattığı kıssalar, geçmişte vuku bulmuş gerçek olaylara dayanır. Bunlar vâkitdir, hurafe ve efsanelerden uzaktır. Bu kıssaların anlatılması, çocuğun tarihe güvenmesine sebep olur, ruhunda iştiyak ve canlılık meydana getirir, derin bir İslâmî duygu ve şuur kazandırır.

"Öğrendiklerini hayata geçiren alimlerin ve sâlih insanların hayat hikayeleri, ruhlara fazilet eken, büyük gaye ve davalar uğrunda zorluk ve sıkıntıları göğüslemeye iten ve üstün şahsiyetleri örnek edinmelerine sebep olan en hayırlı vesilelerdendir. "

Bu noktada selef alimlerimizden birisi şöyle der: "Biyografi ve hayat hikayeleri, Allah'ın ordularından bir ordudur. Onlarla Allah, dostlarının kalplerini sabit tutar."

Şu âyet-i kerime bu sözü doğrulamaktadır:

"Peygamberlerin ha­berlerinden senin kalbini sabit tutacağamız (ve teskin edeceğimiz) her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana hak, mü'minlere de bir öğüt ve bir uyan gelmiştir."[59]

İmam Ebû Hanife de şöyle der: "Âlimlerden bahsetmek ve onların güzel hallerini anlatmak bana, birçok fikhî meseleden daha hoş geliyor. Çünkü bu hayat hikayeleri, o büyük şahsiyetlerin ahlâk ve âdabıyla dol­udur." Şu âyet-i kerime de bu sözü doğrulamaktadır:

"Andolsun geçmiş Peygamberler ve ümmetlerinin kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır."[60]

Önceki bölüm ve ünitelerde, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) dilinden Ashab-ı Uhdud, Cüreyc, mağaradaki üç arkadaş ve Üveys el-Karanî gibi kıssalar sözkonusu edilmişti. Ana babalara ve eğitimcilere faydalı ol­mak düşüncesiyle bu ünitede de sırasıyla şu kıssalara yer verilecektir: İbrahim, İsmail ve Hâcer kıssası, Kifl’in kıssası, Abraş, kel ve körün kıssası ve bin dinar ödünç veren kişinin kıssası.

1. İbrahim, İsmail ve Hâcer kıssası:

İbn Abbâs anlatıyor: Kadınların uzun etekli elbise ve kuşak kul­lanmaları ilk defa İsmail'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer, (kendisini kıskanan) Sâre'den izini gizlemek için bunu kullanmıştı, İbrahim, Hâcer ile evlenip İsmail doğduktan sonra emzir­mekte olduğu bu oğlu ile beraber (Şam'dan çıkarak) Mekke'ye geldi. Nihayet Hâcer ile İsmail'i Kabe'nin; Mescid'in üst tarafındaki Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O tarihte Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu, işte İbrahim ana ile oğulu buraya koydu. Yanlarına içinde hurma olan meşin bir kap ve içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrahim geri döndü, İsmail'in anası da arkasından onu takib etti ve:

"Ey ibrahim! Bizi, ne ünsiyet edecek birinin ne de başka birşeyin olmadığı şu vadide bırakıp da nereye gidiyorsun? " dedi. Hâcer bu sözleri birkaç defa tekrarladı. Fakat İbrahim ona dönüp bakmadı. Derken Hâcer ona: "Böyle yapmayı sana Allah mı emretti? " dîye sordu, ibrahim:

"Evet, Allah emretti! " cevabını verdi. Bunun üzerine Hâcer:

"Öyleyse O bizi zayi etmez, gözetir!" dedi ve sonra (Kabe'nin ye­rine) döndü, İbrahim gitti ve artık görülemeyecek kadar uzaklaşınca yüzünü Kabe yönüne çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:

"Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, çocuklarımdan bir kısmını senin Beyt-i Hareminin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onları sever kıl ve onları çeşitli meyvelerle rızıklandır. Umulur ki bu nimetlere şükrederler."[61]

İsmail'in anası, oğlu İsmail'i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince kendisi ve oğlu susadı. Anası çocuğun susuzluktan sızlanarak toprak üstünde yuvarlanışına bakmaya başladı. Fakat çocuğun bu durumu kendisini rahatsız ettiği için kalkıp biraz öteye gitti. O çevrede Safa'yı en yakın tepe olarak gördü ve onun üstüne çıktı. Sonra vadiye yöneldi ve bir kimse görebilir miyim diye bakmaya başladı. Ama hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesin­den indi. Vadiye varınca elbisesinin eteğini topladı ve tüm gücüyle koştu. Nihayet vadiyi geçti ve Merve'ye geldi. Orada biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Bu şekilde o, (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi.

İbn Abbâs diyor ki: Peygamber (s.a.v.) "Bu yüzden insanlar Safa ile Merve arasında say ederler" buyurdu.

Hâcer son defa Merve'ye çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine "Sus, iyice dinle!" dedi. Sonra dikkatle dinledi ve yine aynı sesi işitti. Bunun üzerine Hâcer:

"Sesini duyurdun, eğer yardımcı olabilirsen bize yardım et! dedi ve aniden zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. Melek, topuğu ile veya kanadı ile yeri eşeliyordu. Nihayet su açığa çıktı. Hâcer suyu eliyle çevirdi ve havuz gibi yaptı. Hâcer bir yandan böyle yapark­en, diğer yandan da kırbasını doldurmaya başlıyordu. Su avuç avuç alındığı halde yerinde yine kaynıyordu. "

İbn Abbâs diyor ki: Peygamber (s.a.v.)
"Allah İsmail'in anasına rahmet etsin! O, Zemzem'i kendi haline bırakıp da suyu avuçlamasaydı, elbet zemzem akan bir pınar olurdu" buyurdu. Hâcer sudan içti ve çocuğunu emzirdi.

Melek Hâcer'e:

"Helak olmaktan sakın korkmayın! İşte şurası Beytullah'tır. Onu şu çocukla babası yapacaktır. Gerçekten Allah o işin ehlini zayi etmez! " dedi, Beyt'in yeri tepe gibi yerden yüksek idi. Uzun zaman seller sağım solunu alıp götürmüştü. Bu şekilde Hâcer yaşarken birgün oraya Cürhüm'den bir grup uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip Mekke'nin alt tarafında konakladılar. Onlar oraya bir kuşun gelip gittiğini görmüşler ve:

"Bu kuş suyun üzerinde döner dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk! " demişlerdi. Derken araştırmak üzere bir veya iki elçi göndermişler ve dönerek su olduğunu haber vermişlerdi. Bunun üzerine Cürhümlüler mekke mevkiine gelmişlerdi. Onlar gel­diğinde İsmail'in anası su başında idi. Cürhümlüler ona:

"Bizim de gelip senin yanında konaklamamıza izin verir misin? " dediler. Hâcer:

"Evet, ancak suda mülkiyet hakkınız yoktur! " dedi. Onlar da:

"Evet, " diyerek onu kabul ettiler.

Ünsiyete ihtiyaç duyduğu bir sırada Cürhümlülerin bu gelişi Hâcer'in arzusuna uygun düştü. Cürhümlüler orada konakladılar. Son­ra Cürhümlülerin asıl kalabalık kısmına da haber gönderdiler. Onlar da gelip oraya yerleştiler. Derken İsmail gençlik çağına girdi ve onlardan Arapça öğrendi. Artık İsmail o çağında Cürhümlüler arasında en sevi­len ve en beğenilen bir şahsiyet olmuştu. Bu yüzden İsmail bulûğ yaşına varınca, Cürhümlüler onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Çok geçmeden İsmail'in anası öldü. İsmail evlendikten sonra, İbrahim bırakıp gittiği oğlunu ve karısını görmeye geldi, İsmail'i bulamadı ve karısına sordu. O da:

"Rızkımızı sağlamak (ki başka bir rivayette avlanmak) üzere çıkmıştı, " diye cevab verdi.

ibrahim:

"Geçiminiz, durumunuz nasıl? " diye sordu, İsmail'in karısı:

"Sıkıntı ve darlık içindeyiz, " diye şikâyet etti. İbrahim:

"Kocan geldiğinde benden ona selam söyle ve de ki: "Kapısının eşiğini değiştirsin!" dedi.

İsmail geldiğinde babasının gelip gittiğini hisseder gibi oldu ve karısına:

"Bir gelen oldu mu? " diye sordu. O da:

"Evet, şöyle şöyle yaşlı bir kimse geldi. Bana seni sordu, söyledim.

Geçimimizi sordu. Ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim! " dedi. İsmail:

"Peki sana birşey vasiyet etti mi? " diye sordu. O:

"Evet, bana sana selam söylememi ve kapının eşiğini değiştir, de­memi tembihledi! " dedi.

Sonra İsmail karısına:

"O gelen yaşlı babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen ailene git, " diyerek onu boşadı.

İsmail yine Cürhümlülerden başka bir kadınla evlendi. İbrahim bir müddet uzak kaldıktan sonra geldi. Yine evde İsmail'i bulamadı. Onun karısının yanına girdi. Ona da İsmail'i sordu. O da: "

"Rızkımızı tedarik etmeye gitmişti, " dedi. ibrahim:

"Nasılsınız? " diyerek geçim ve durumlarını sordu. Kadın:

"Biz, iyilik, mutluluk ve bolluk içindeyiz! " diyerek Allah'a hamdetti. İbrahim:

"Ne yiyip içiyorsunuz? " diye sordu. O;

"Et yiyoruz, su içiyoruz, " cevabım verdi. Bunun üzerine İbrahim:

"Allah'ım, bunların etlerine ve sularına bereket ihsan eyle! " diye duâ etti.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O tarihte onların hububatı yok­tu. Eğer hububatları olsaydı, İbrahim onun için duâ ederdi." Ve devam etti:

"İbrahim'in bu duası bereketiyle, başka yerlerdeki et ile su, (sıcak bölge olmasına rağmen) Mekke'deki kadar hiçbir kimsenin sağlığına uy­gun düşmez."

İbrahim, İsmail'in karısına:

"Kocan geldiğinde ona selam söyle ve ona kapısının eşiğini iyi tut­masını emret! " dedikten sonra tekrar (Şam'a) dönmüştü, İsmail gel­diğinde:

"Bir gelen oldu mu? " diye sordu. Karısı:

"Evet, üstü başı düzgün ve güzel yüzlü bir yaşlı geldi, " diyerek İbrahim'i övdü. Sonra kadın: "Seni sordu, ben de rızkımızı temin etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıl? diye sordu. Ben de, iyilik ve bolluk içindeyiz, " dedim.

İsmail:

"Sana birşey vasiyet etti mi? " diye sordu. Kadın:

"Evet, o yaşlı sana selam söyledi ve kapının eşiğini/basamağını iyi tutmam emretti, " dedi. Bunun üzerine İsmail karısına:

"İşte o, babamdır. Sen de kapının eşiğisin! Babam bana seni hoş tutup güzel geçinmemi emretmiştir, " dedi.

İbrahim yine bir süre daha onlardan uzak yaşadıktan sonra tekrar Mekke'ye 'geldi. O sırada İsmail, Zemzem kuyusunun yakınındaki büyük ağacın altında okunu düzeltmekteydi. Babasını görünce hemen kalkıp yanına vardı. Baba oğluna, oğul da babasına ne yapıyorsa, işte öyle yaptılar; sarıldılar, koklaştılar ve hasret giderdiler. Sonra İbrahim oğluna:

"Ey ismail! Allah bana büyük bir iş emretti, " dedi. İsmail:

"Babacığım, Rabbin ne emrettiyse onu yerine getir, " dedi. İbrahim:

"Bu işte sen bana yardım edeceksin, " dedi. İsmail:

"Ben sana her türlü yardımı yaparım" dedi. İbrahim:

"Allah burada bir Beyt (Kabe) yapmamı emretti, " diyerek çevresinden yüksekçe bir tepeyi gösterdi.

İbrahim ve oğlu İsmail, işte orada Kabe'nin temellerini yükseltti, İsmail taş getirmeye, İbrahim de yapmaya başladı. Nihayet Beyt'in du­varları yükselince İsmail (günümüzde ziyaret edilen) şu taşı getirdi, İbrahim de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu ve üzerinde inşaata devam etti. İbrahim yapar, İsmail de taşları uzatırdı, inşaat es­nasında ve inşaat tamamlandıktan sonra, baba oğul Beyt'in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle duâ ediyorlardı: "Ey Rabbimiz! (Şu hizmeti) bizden kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin ve bilensin."[62]

2. Kifl'in kıssası:

İbn Ömer diyor ki: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: Sizden önceki İsrail oğullan içinde Kifl adında bir adam vardı. Bu adam işlediği hiçbir günahtan çekinmezdi. Derken ona fakir bir kadın geldi. Adam, cinsel temasda bulunmak üzere kadına altmış dinar verdi. Adam niyetini gerçekleştirmek isteyince, kadın titremeye ve ağlamaya başladı. Adam:

"Neden ağlıyorsun, ben seni zorladım mı? " diye sordu. Kadın:

"Hayır, fakat bu, hiç yapmadığım bir iştir. Bu işe beni sevkeden sadece fakirlik ve ihtiyaçtır, " cevabını verdi. Bunun üzerine Kifl:

"Madem öyle, o halde git ve şu para da senin olsun. Hayır, vallahi bundan böyle kesinlikle Allah'a isyan etmeyeceğim, " dedi ve o gece öldü. Sabah vakti kapısı üzerinde "Şüphesiz Allah Kifl'i bağışladı" şeklinde bir yazı görüldü.[63]

3. Abraş, kel ve körün kıssası:

Ebû Hüreyre (r.a.), Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: İsrail oğulları içinde biri abraş, biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek istedi ve onlara bir melek gönderdi. Melek abraşa gelerek:

"En çok neyi seversin? " dedi. Abraş:

"Güzel bir renk ve güzel bir cilt. Insanlann iğrendiği şu hastalık benden gitsin! " cevabını verdi. Bunun üzerine melek onu sıvazladı. On­dan bu çirkinlik gitti ve ona güzel bir renk, güzel bir ten verildi. Sonra melek ona:

"En çok hangi malı seversin? " diye sordu. O:

"Deve, " cevabını verdi. Ona doğurması yakın on aylık gebe bir deve verildi.

Melek ona:

"Allah bu deveyi senin için bereketli eylesin! " dedi. Sonra melek, başı kel olan kişiye giderek:

"En çok neyi seversin? " diye sordu. O da:

"Güzel bir saç. İnsanların beni çirkin, görmesine sebep olan şu kellik benden gitsin! " dedi. Melek onun başını sıvazladı. Ondan kellik gitti ve güzel bir saç verildi. Melek ona:

"En çok sevdiğin mal hangisidir? " diye sordu. O:

"Sığır, " cevabım verdi. Allah ona gebe bir sığır verdi ve melek:

"Allah bu sığırı senin için bereketli kılsın! " dedi. Nihayet melek kör olan kişiye giderek:

"En çok neyi seversin? " diye sordu. O da:

"Allah'ın bana gözümü vermesi ve onunla insanları görmemi, " cev­abını verdi. Melek onun gözünü sıvazladı ve Allah, gözünü ona verdi. Melek ona:

"En çok sevdiğin mal hangisidir? " diye sordu. O da:

"Koyun, " dedi. Melek de ona kuzulu bir koyun verdi.
Derken deve ve sığır yavruladı, koyun da kuzuladı. Böylece birinin bir vadi dolusu devesi, diğerinin bir vadi dolusu sığırı ve ötekinin de bir vadi dolusu koyunu oldu.

Sonra melek önceki kılık ve kıyafetiyle abraşa gelerek:

"Ben yoksul ve garip bir adamım. Yolda çaresiz kaldım. Evime gidebilmem için önce Allah'ın sonra senin yardımına ihtiyacım var. Şimdi ben sana güzel bir renk ve güzel bir ten veren Allah için, senden bir deve istiyorum. Bu yolculuğumda onun üzerinde varacağım yere ulaşayım! " dedi. Abraş:

"İyi ama haklar çoktur; fakirlerin sayısı fazladır. Her gelene bir deve vermek olmaz ki! " dedi. Melek ona:

"Ben seni tanıyacak gibiyim. Sen insanların iğrendiği abraş değil misin? Hani
fakirdin, bu malı sana Allah vermişti! " dedi. Abraş:

"Hayır. Ben bu malı ancak atadan ataya intikal eden miras yo­luyla edindim, " cevabını verdi.

Melek:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin! dedi.
Bu defa melek aynı şekilde kele giderek abraşa söylediklerini ona da söyledi. Fakat o da abraş gibi cevap verdi. Melek de ona:

"Eğer yalancı isen Allah seni eski haline çevirsin! " dedi. Nihayet köre de aynı şekilde giderek:

"Ben yoksul ve yolcu bir adamım. Çaresiz kaldım. Evime gidebil­mem için evvela Allah'ın sonra senin yardımına ihtiyacım var. Şimdi ben sana gözlerini geri veren Allah için senden bir koyun istiyorum. Bu yolculuğumda onunla varacağım yere ulaşabileyim! " dedi. O da meleğe:

"Gerçekten ben kör idim. Allah bana gözümü geri verdi. Fakir idim. Allah beni zengin kıldı, (işte koyunlarım!) dilediğin kadar al. Val­lahi bugün Allah için alacağın şeyde sana bir zorluk çıkarmam! " dedi. Melek ona:
"Malını muhafaza et, hepsi senindir! " Ancak siz imtihan edildiniz. Allah senden razı oldu. iki arkadaşın da Allah'ın hışım ve gazabına uğradı.[64]


4. Bin dinar ödünç veren kişinin kıssası:

Ebû Hüryere'den (r.a) rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.) İsrail oğullarından bir adam anlattı. O adam İsrail oğullarının birinden kendisine ödünç olarak bin dinar vermesini istedi. Para sahibi:

"Şahit tutacağım şahitleri bana getir, " dedi. ödünç isteyen adam:

"Şahit olarak Allah yeter, " dedi. Para sahibi bu defa da:

"O halde bana kefil getir! " dedi. Adam:

"Kefil olarak Allah yeter, " dedi. Bunun üzerine para sahibi:

"Gerçekten doğru söyledin, " dedi ve belli bir süreye kadar ona bin dinar verdi.

Derken ödünç alan adam deniz yolculuğuna çıktı ve işini gördü. Sonra borçlandığı adama gelmek üzere binmek için bir gemi aradı. Çünkü belirledikleri ödeme tarihi geliyordu. Fakat adam bir gemi bula­madı. Bunun üzerine kalın ve kuru bir ağaç parçası alıp onu oydu. içine bin dinar ile o arkadaşına yazdığı bir mektubu koydu. Sonra o oyuk yeri sıkıca kapatıp düzeltti ve onu deniz kenarına getirerek "Allahım sen bi­liyorsun ki, falan kimseden ben bin dinar ödünç istedim. O benden bir kefil istediğinde ben "Kefil olarak Allah yeter" dedim. O, senin kefale­tine razı oldu. Benden bir şahit istediğinde, ben yine "Şahit olarak Allah yeter" dedim. O da senin şehadetine razı oldu. (Vadesi gelen) şu parayı ona ulaştırmak için bir gemi bulmaya çalıştım ama bulamadım. Artık ben şu bin dinar borcumu sana emanet ediyorum" dedi ve onu denize attı. Nihayet o emanet denize girdi ve kendisi oradan ayrıldı. Adam kendisini memleketine götürecek bir gemi bulmaya çalışırken, alacaklı da onun dönmesini umarak kıyıya gelmiş onu gözlüyordu. O sırada an­iden içinde para olan tahta parçasını kıyıda gördü. Yakacak niyetiyle onu alıp evine götürdü. Evde onu parçalayınca içindeki parayı ve mek­tubu gördü. Sonra borçlu adam geldi ve alacaklıya bin dinarı uzatarak:

"Vallahi, paranı zamanında sana getirebilmek için devamlı bir gemi aradım, fakat bundan önce bulamadım, " dedi. Alacaklı adam:

"Sen bana birşey gönderdin mi? " diye sordu. Borçlu:

"Şu geldiğim günden önce bir gemi bulamadığımı sana söylüyorum, " cevabını verdi. Bunun üzerine alacaklı:

"Şüphesiz Allah, tahta parçası içinde gönderdiğin borcunu senin nâmına ödedi. Artık (getirdiğin) şu bin dinarı güle güle götür ve harca! " dedi.[65]

B. Çocuğa Doğrudan Hitab Etmek:

Doğrudan muhatap kabul ederek çocuğu bilgilendirmek, verileni algılama bakımından onun yapısına daha uygun ve daha etkili bir yol­dur. Dolaylı hitap ve anlatım tarzı ise, çocuk için elverişli değildir. Bun­dan dolayı Rasûlüllah (s.a.v.), gayet açık ve net bir şekilde çocuklara doğrudan hitabetine yolunu bize öğretmiştir. Terkisine aldığı İbn Abbâs için "Ey çocuk! Ben sana bazı şeyler öğreteceğim..." diyerek kullandığı hitap tarzı, bunun bir delilidir.

Peygamber (s,a.v.) istediği konuya doğrudan giriyor ve yetişmekte olan çocuğa "Ben sana öğreteceğim..." diyor. Ardından da ona yormayan ve bıktırmayan, faydalı, kısa ama fi­kir ve muhteva itibariyle zengin sözler öğretiyor. Bu ifade şekli, gerçekten de çocuğun aklî ve fikrî yapısıyla bir insicam arzetmektedir. O hitaptan sonra Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çocuğa öğrettiği bazı şeyleri gözden geçirdiğimiz zaman, bunların çocukluk ve gençlik yıllarında lüzumlu birtakım hayatî önem arzeden pratik öğütler, düşünce ve inanç esasları olduğunu görürüz. Şimdi onları birlikte görelim: "Yavrum, (emir ve yasaklara riâyet etmek suretiyle) Allah'ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki, O'nu karşında bulasın, istediğin zaman Allah'tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah'tan dile. Şunu bil ki, bütün insanlar toplanıp sana bir fayda sağlamaya çalışsalar, Allah'ın sana takdir ettiği kadar fayda sağlayabilirler. Onlar sana bir zarar ver­mek üzere biraraya gelseler, Allah'ın sana takdir ettiği kadar zarar ye­rebilirler. Kalemler (olacak şeyleri yazdıktan sonra) kaldırılmış, sahifeler de (üzerindeki yazılar tamamlanmış olup) kurumuştur."

Şu hitap tarzında ve çocuğa verilmek istenen mesajda da aynı et­kili ve tatlı üslûbu görmekteyiz: Diyor ki Enes: Peygamber (s.a.v.) bana şunları söyledi:

"Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın ol­madığı halde sabahlama ve akşamlama inkanın varsa, bunu yap! Yav­rucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse, gerçekten beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden kimse de be­nimle birlikte cennette olur."[66]

Görüldüğü üzere burada Rasûlüllah (s.a.v.) "Yavrucuğum!" tabiri­ni kullanarak çocuğun duygularını harekete geçirmiş ve hadisi iyi dinle­mesi için onun dikkatini kendisine çekmiştir. Ayrıca Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu beyanında bir ikna metodu göze çarpmaktadır. Duygu yüklü "Yavrucuğum!" sözüyle, sakin ve rahat bir havada doğrudan yaptığı hi­tap tarzı ile, ezberlemek ve anlamak üzere belli bir mantıkî silsile ve düzen içerisinde çocuğa verdiği bilgiler, bunu açıkça ortaya koymak­tadır.[67]

C. Çocuğa Anlayacağı Şekilde Konuşmak:

Diğer canlı varlıklar gibi çocuğun da aşamayacağı belli bir sınır ve kapasitesi vardır. Onun akıl ve düşünce melekesi, devamlı bir gelişme içindedir. Ana baba ve eğitimcilerin, çocuğun bu gelişimini nazarı itiba­ra alarak hareket etmeleri, birçok problemin çözümünü onlara kolay­laştıracaktır. Çünkü bunu dikkate almakla onlar, çocuğa ne zaman ve nasıl konuşacaklarını, kullanacakları kelimeleri ve sunmak istedikleri fikirleri tanımış olacaklardır. Bu hareket noktasının örneklerini asr-ı saadette görmekteyiz.

Bedir savaşından önce sahabe, çobanlık yapmakta olan Kureyşli bir çocuğu yakalayarak ona Kureyş müşriklerinin asker sayısını sor­muşlardı. Onlar çocuğun güzel cevap vermediğini görünce dövmeye başladılar. Nihayet Peygamber (s.a.v.) -ki hiç tartışmasız O, gerçek bir psikologtur- gelerek çocuğa:

"Kureyş ordusu kaç deve kesiyor? " diye sordu. Çocuk:

"Dokuz ile on arasında, " cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

"Onlar dokuzyüz ile bin arasında" buyurdu ve çocuğun matema­tik olarak binler basamağını bilmediğini, fakat onun zihinsel gücünün her zaman seyrettiği develer yüzünden onlar basamağını kavradığını gördü.

Peygamber (s.a.v.), küçük bir kız çocuğuna anlayacağı Habeş lehçesiyle seslenmiştir. Eğer çocuğa başka bir şekilde konuşacak ol­saydı, Peygamber'm (s.a.v.) ne dediğini anlayamayacaktı.

Hâlid b. Saîd'in kızı Ümmü Hâlid, babası Habeşistan'a[68] hicret ettiğinde orada dünyaya gelmişti. Rasûlüllah (s.a.v.) henüz küçük yaşta olan bu kız çocuğuna bir gömlek giydirerek ona:

"Ey Ümmü Hâlid! Bu senadır (güzeldir)" demişti. "Sena" kelimesi Habeş dilinde "güzel" mânâsına gelmekteydi.[69]

Hz. Âişe anlatıyor: Habeşliler mescidde oynuyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) elbisesiyle bana perde oluyordu da onların oyunlarına bakıp sey­rediyordum. Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet onlara bakmak­tan usanan ve oradan ayrılan ben oldum. Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu edeceğini artık siz takdir edin."[70]

Enes (r.a.), Peygamber'e (s.a.v.) hizmet ederken bir kusur işlediğinde veya bir işi unuttuğunda, Peygamberimizin ailesinden onu cezalandırmak isteyenler olurdu. Çocuğun güç ve kapasitesini bilen Rasûlüllah (s.a.v.), sözkonusu müdahaleyi hemen farkeder ve "Bırakın onu, eğer olması takdir edilseydi, mutlaka o iş olurdu" buyururdu. Bu demektir ki çocuk, sınırlı bir düşünce ve fizik gücüne sahiptir. Güç ve takatinin üzerinde ondan iş beklemek, havaya tohum ekilmesini iste­mek demektir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.), çocuklarla şakalaşırken bile onlara anlayacağı şekilde kendi dillerinden konuştuğunu görüyoruz. Önceki bölümlerde geçtiği üzere, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Ey Ebû Umeyr, ne yaptı Nuğayr (kuşcağız)!" diyerek Enes'in kardeşine latife yapması, bunun açık bir delilidir.

Bu üslûbun ihmal edilmesi halinde, yani aklî ve fikrî seviyesini aşarak çocuğa konuşulması durumunda, onda aksilik, inat ve serkeşlik hattâ bazan bönlük görülür. Birisi size bilmediğiniz bir dille birşey emretse, siz de ona cevâp veremediğinizde dövmek için üzerinize gelse, bu haksızlık olmaz mı? İşte çocuk da böyledir.[71]


D. Karşılıklı Sakin Konuşmak

Sakin bir şekilde karşılıklı konuşma yapmak, çocuğun akıl ve düşünce dünyasını zenginleştirir ve gelişen hâdiselerin içyüzünü keşfetme konusunda büyük ölçüde katkı sağlar. Çocuğun, münâkaşa ve karşılıklı konuşmaya alıştırılması, ana babayı eğitimin zirve noktasına sıçratır. Çünkü o zaman çocuk, kendi haklarını gündeme getirebilir ve kavrayamadığı birtakım meçhulleri sorabilir. Tabii ardından da düşünce yönüyle çocukta bir hareket ve canlılık meydana gelir. Artık çocuk yetişkinlerin sohbet ve meclislerine gider. Orada varlığını hisset­tirir ve görüşleri büyüklerde yankı uyandırır. Çünkü çocuk, evinde ana babasıyla beraber tatlı münazara âdabı, karşılıklı konuşma üslûbu ve tecrübesi kazanmıştır.

Bugün birçokları, yüksek ahlâk ve faziletin bir tezahürü olsun diye çocuğun sürekli/bütünüyle susmasını istemekte; "söz gümüş ise sükût altındır" atasözünü kullanarak bir yerde daimî sükûta mahkum etmektedir.
Şüphesiz gereksiz yere konuşmaktansa sükût etmek güzel bir huy ve iyi bir sıfattır. Ancak çocuk, kendi fikrini serbestçe ifade edebilmeli ve karşılıklı konuşmalarda âdab ölçüleri içerisinde varlığını hissettirebilmelidir.
Rasûlüllah (s.a.v.), zina etmek isteyen bir delikanlı ile sakin bir şekilde karşılıklı konuşma yapmış ve sonunda delikanlı, en fazla zina­dan nefret ederek oradan ayrılmıştır.

Bir evvelki maddede geçtiği üzere, Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa müşriklerin asker sayısını sorarken, onunla ihtiyat ve sükûnetle karşılıklı olarak konuşmuştur. Halbuki daha önce sahabe aynı çocuğu konuşturmak için dövmüş ama çocuk onlara cevap vermemişti.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.), teyzesi Meymûne'nin yanında gecelediği sırada henüz bir çocuk olan Ibn Abbâs ile karşılıklı konuşurken de aynı tatlı ve güzel üslûbunu görmekteyiz. Muhtelif vesilelerle birkaç defa tekrarlamak zorunda kaldığımız bu konuşmanın farklı bir varyantını özet olarak dikkatlere arzetmek istiyoruz. Sözkonusu rivayette, Rasûlüllah (s.a.v.) namaz kılarken, sol tarafına duran Ibn Abbâs'ı sağ tarağına alır. Fakat çocuk tekrar sol tarafına geçer. Bu birkaç defa tek­rarlanınca,

Rasûlüllah (s.a.v.):

"Seni durdurduğun yerde sebat etmekten alıkoyan sebep nedir, ey çocuk? " diye sordu. İbn Abbâs:

"Sen Rasûlüllah'sın (s.a.v.). Hiçbir kimsenin sana müsâvî olması uygun değildir, " cevabım verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Allah'ım, bunu dinde fakîh (derin anlayış sahibi) kıl ve ona Kur'an'm mânâsını öğret! " buyurdu.[72]

Rasûlüllah (s.a.v.) savaşa katılmak isteyen bir çocuğu muhatap kabul ederek onunla sükûnetle konuşmuş, fikrini almış ve ona adaletle muamele etmiştir. Semura b. Cündeb (r.a) anlatıyor: Anam dul kalmış ve Medine'ye gelmişti. Evlenmek üzere onu isteyenler vardı. Onlara anam:

"Şu yetimin bakımını üstlenebilecek bir adamla ancak evlenmeyi kabul edebilirim, derdi. Sonra Ensar'dan bir adamla evlendi. Rasûlüllah (s.a.v.) her yıl Ensar'm çocuklarını denetler, onlardan yetişmiş olanları cihada asker olarak alırdı. Derken bir yıl ben gösterildim. Beni kabul etmedi ama hemen yanımdaki çocuğu kabul etti. Ben:

"Ya Rasûlallah! Onu kabul ettin ama beni reddettin. Eğer ben onunla güreş tutacak olsaydım, mutlaka onu yıkardım, " dedim, Rasûlüllah (s.a.v.):
"Peki öyleyse onunla güreş tut! " buyurdu. Ben de hemen onunla güreştim ve onu yıktım. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) beni de or­duya aldı.[73]
Bu noktada sahabe de aynı metodu takip etmiştir. Emîru'l-mü'minîn Ömer b. Hattab'a bir adam gelerek oğlunun isyanım şikâyet etmişti. Ömer'in ilk yaptığı iş, meselenin içyüzünü anlamak için çocuğu çağırtmak oldu. Hz. Ömer oğlana:

"Babana isyan etmenin sebebi nedir? " diye sordu. Çocuk:

"Ey mü'minlerin emîri! Çocuğun babası üzerindeki hakkı nedir? " diye sordu.

Hz. Ömer:

"İyi bir ana seçmesi, güzel bir isim koyması ve ona Allah'ın kit­abını
öğretmesidir, cevabını verdi. Çocuk:

"Ey mü'minlerin emiri! Babam bunlardan hiçbirini yapmadı, " dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer babaya dönerek:

"Vallahi çocuk sana asi gelmeden önce, sen ona isyan etmişsin, vazifeni yapmamışsın, " dedi. Bu örnekte olduğu gibi, Hz. Ömer, umûmî mânâda çocuklarla karşılıklı konuşur hattâ birçok önemli işlerde on­ların görüşlerine başvururdu.

Görüldüğü üzere, o tarihte dünyanın en büyük devlet başkanı, müslümanların halifesi ve Allah'ın, hakkı kalbinde ve dilinde kıldığı bu yüce insan önemli işlerde, toplumda değer verilmeyen ve tepeden bakılan çocuklar ve gençlerle istişare ediyor, bazı problemleri onlarla tartışıyordu. Bu konuda bir örnek de beşinci râşid halifeden vermek is­tiyoruz.
Ömer b. Abdilaziz (r.a) halife seçilince, tebrik etmek ve bu arada ihtiyaçlarını arzetmek üzere çevre beldelerden heyetler geliyordu. Birgün hicaz bölgesinden bir heyet geldi ve gelenler adına konuşma yapmak üzere Hâşim oğullarından bir çocuk öne geçti. Çocuğun yaşı küçüktü. Halife Ömer çocuğa:

"Yaşça senden daha büyük olan kimse gelsin! " dedi. Çocuk:

"Allah mü'minlerin emirine iyilik versin! İnsan, ancak iki küçük uzvu ile; kalbiyle ve diliyle insandır. Binaenaleyh Allah bir kuluna laf yapan bir dil ile belleyen bir kalp ihsan buyurmuş ise, o kimse konuşma hakkını elde etmiş ve kendisini dinleyenlerin takdirine arzetmiş demek­tir. Ey mü'minlerin emîri! Eğer iş yaşla olsaydı, şu makamında ümmet içinde mutlaka senden daha layık kimseler olurdu, dedi. Halife Ömer:

"Doğru söylüyorsun, konuş! " dedi. Çocuk:

"Allah mü'minlerin emirine iyilik versin! Biz bela ve musibet hey­eti değil, tebrik ve şükran heyetiyiz. Biz, senin vasıtanla Allah'ın bize verdiği ikram ve ihsandan dolayı beldemizden kalkıp isteyerek seni ziy­arete geldik. Devlet başkanımız olarak adaletin sayesinde zulüm ve haksız uygulamalarından emin olduk," dedi. Halife Ömer:

"Bana nasihatte bulun, yavrum! " dedi. Çocuk:

"Allah mü'minlerin emîrine iyilik versin! Allah'ın halim muamelesi, tûl-i emelleri, halkın fazla övgü ve takdiri bazı insanları tehlikeye atmış, ayaklarının kaymasına ve cehenneme girmelerine sebep olmuştur. Bundan dolayı Allah'ın sana olan hilmi, tûl-i emelin ve insanların çok övmesi seni kesinlikle aldatmasın. Aksi halde ayağın kayar sen de o bahtsızlar kervanına katılırsın. Allah Teâlâ seni onlar­dan değil, bu ümmetin sâlih insanlarından eylesin, " dedi ve sonra sükût etti. Bunun üzerine halife:

"Çocuğun yaşı kaç? " diye sordu. Orada bulunanlar:

"Onbir yaşındadır," cevabını verdiler. Sonra çocuğun kimlerden olduğunu sordu ve onun Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin efendimizin ev­ladından olduğunu öğrendi. Bunun üzerine halife Ömer b. Abdilaziz onu takdir etti, hayır ve bereket niyazında bulundu."[74]

Mus'ab b. Sa'd diyor ki: Babam mescidde namaz kıldığında hafif tutar, rükû ve secdesini tamamlardı. Evde namaz kıldığında ise, namazı ve rükunlanra uzun tutardı. Birgün babama:

"Babacığım! Sen mescidde namaz kıldığında biraz hafif tutuyor, evde kıldığında ise uzatıyorsun." (Bunun sebebi nedir?) dedi. Babası:

"Yavrucuğum! Biz, insanların bize uyduğu imam insanlarız. (Cemaatin içinde hasta, yaşlı, çocuk ve ihtiyaç sahibi bulunabilir), " cev­abını verdi.[75]
Ebû Mûsâ 'nın (r.a) oğlu Ebû Bürde anlatıyor: Ümnü'l-Fadl'm evinde iken ben babam Ebû Mûsâ 'ya dikkat ettim. Kadın aksırdı, bab­am ona "yerhamükellah" dedi. Ben aksırdım fakat bana öyle demedi. Eve geldiğimde durumu anama anlattım. Derken babam geldi. Anam ona:
"Oğlum senin yanında aksırmış ama sen ona "yerhamükellah" de­memişsin.
Fakat bir kadın aksırmış ona demişsin. Bunun sebebi ve hik­meti nedir? " diye sordu. Babam:

"Senin oğlun aksırdığında, "el-Hamdü lillâh" demeyince ben ona "yerhamükellah" demedim. O kadın ise aksırdıktan sonra "el-Hamdü lillah" dedi. Ben de ona "yerhamükellah" dedim. Çünkü ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Sizden biriniz aksırdığı zaman "el-Hamdü lillah" derse, ona "yerhamükellah" deyin. Fakat "el-Hamdü lillah" demediyse, siz de ona

"yerhamükellah" demeyin!" buyurduğunu işittim, cevabım verdi. Bunun üzerine anam:

"Pekâlâ, iyi yapmışsın! " dedi.

Karşılıklı sakin konuşma mevzuunda, büyük bir imamın fevka­lade etkilendiğini gösteren canlı bir örnek vermek istiyoruz: İmam Ebû Hanîfe, çamurla oynamakta olan bir çocuğu görünce:

"Yavrum, dikkat et çamura düşersin! " demişti. Bunun üzerine çocuk büyük imama:

"Asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! Çünkü âlimin düşmesi (yanlış fetva vererek ayağı kayması) âlemin düşmesi (ve dünyanın karışması) demektir, " cevabını yetiştirmişti, İmam bu sözden çok etki­lenmiş ve çok sarsılmıştı. Artık o günden sonra, öğrencileriyle birlikte tam bir ay müzakere ettikten sonra ancak bir fetva verirdi.[76]

Mücâşi b. Yûsuf anlatıyor: Medine'de İmam Mâlikin yanında bu­lunuyordum. O, insanlara fetva veriyordu. Derken imam Ebû Hanîfe'nin öğrencilerinden henüz genç yaşta olan Muhammed b. Hasan İmam Mâlikin yanına geldi. Bu hâdise, onun, imam Mâlik'ten Muvatta' adlı eserini rivayet etmesinden önce oluyordu. Muhammed, Mâlik'e:

"Mescidin dışında su bulamayan cünüp kimse hakkında ne dersin? " diye sordu. Mâlik:

"Cünüp mescide giremez, " cevabını verdi. Muhammed:

"Nasıl öyle olur? Namaz vakti gelmiş, o da suyu görüyor! " dedi. Bunun üzerine Mâlik:

"Cünüp mescide giremez," sözünü yine tekrarlamaya başladı. Mu­hammed soru üzerinde çok durunca, Mâlik ona:

"Peki bu konuda sen ne dersin? " dedi. O:

"Teyemmüm eder ve mescide girer. Sonra suyu mescidden alır, dışarı çıkar ve boy abdesti alır, " cevabını verdi. Mâlik:

"Nerelisin sen? " diye sordu. Muhammed:

"Yere işaret ederek "buralıyım" dedi ve sonra kalktı. Orada bulu­nanlar, bu, Ebû Hanîfe'nin arkadaşı ve öğrencisi Muhammed b. Hasan'dır, " deyince Mâlik:

"Muhammed b. Hasan nasıl yalan söyler, o kendisinin Medineli olduğunu söyledi? " dedi. Orada bulunanlar, Muhammed'in yere işaret ederek "buralıyım" dediğini hatırlatınca Mâlik:

"Bu cevap bana ötekinden daha hârika ve daha müthiş geldi, " dedi.[77]

E. Pratik Tecrübe Ve Uygulamalarla Çocuğun Duyu Ve Yeteneklerini Geliştirmek

Duyu organlarının geliştirilmesi, çocuğa yeni bilgi ve beceri ka­zandırır. İlkin ellerini kullanmak suretiyle herhangi bir işte maharet göstermesi, onun düşünme melekesini de harekete geçirir. Çocuk, önündeki canlı örneği dikkatle izler ve izlediği işi güzel yapabilmek için kendisi de dener. Böylece o, ustalığa doğru adım adım ilerler.

Rasûlüllah (s.a.v.), koyun yüzmekte olan bir çocuk gördü. Çocuk yüzme işini iyi beceremiyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) hemen kollarını çemredi ve çocuğun önünde koyunu yüzmeye başladı. Bu pratik tecrübeden faydalanmak isteyen çocuk, aklını kullanarak işin nasıl yapıldığını dikkatle izledi.

Ebû Saîd el-Hudrî anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) birgün koyun deri­si yüzmekte olan bir çocuğa rastladı. Çocuk işi güzel yapamıyordu. Bu­nun üzerine Peygamber (s.a.v.):

"Biraz kenara çekil de sana (nasıl yüzüldüğünü) göstereyim," buy­urdu. Sonra elini koltuk altına kadar görünmeyecek şekilde deri ile et arasına soktu. Sonra da gitti ve (yeniden) abdest almadan cemâate na­maz kıldırdı.[78]

Şüphesiz bu tür tecrübe ve uygulamalarla çocuğun ufku genişler, akıl ve zihin bakımından gelişme gösterir.[79]

F. Çocuğu Rasulüllah'ın (s.a.v.) Örnek Şahsına Bağlamak:

Çocuğun, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) örnek şahsına bağlanması ve O'nu sevmesi, İslâm eğitiminde önemli bir unsurdur.

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Çocuklarınızı üç haslet üzerine terbiye edin: Peygamberinizin sevgisi, ehl-i beyt sevgisi ve Kur'an tilâveti."[80]

Bu eğitimi alan bir çocuk, yapı itibariyle mutedil bir insan olur. Çünkü onun yetişme tarzı, yani, en büyük Peyganıber'in ve Allah'ın Habîbi'nin ahlâk ve sîretini esas alan bir eğitim görmesi, itidal ve is­tikâmet çizgisini yakalamasına sebep olur. Çocuk eğitiminde Peygam­ber sevgisinin ihmal edilmesi halinde ise, gayr-i müslim çevreler onun gönlüne kendi liderlerinin ve örneklerinin sevgisini koyacaktır. Bütün bunlar dikkate alınırsa, çocuğun Rasûlüllah'ın (s.a.v.) üstün şahsına bağlanmasının kaçınılmaz bir yol olduğu görülür.

2. Bölümün Sonu
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
III. Çocuğun Ruhunu Etkileyecek/Okşayacak Psikolojik Esaslar

A. Çocuğa Arkadaşlık Yapmak Ve Onunla Sohbet Etmek:

Arkadaşlık, psikolojik bakımdan çocuğun etkilenmesinde büyük rol oynar. Arkadaş, arkadaşın aynasıdır. İki arkadaş arasındaki dost­luk, daha ziyade aşılama işine benzer; birbirlerinden faydalanırlar ve bilgi alış-verişinde bulunurlar.

Rasûlüllah (s.a.v.) her yerde çocuklara eşlik ederek onlara bir ar­kadaş gibi davranmıştır. Bazan amcası Abbas'ın oğlu Abdullah ile, bazan amcasının oğlu Cafer'in çocukları ile, bazan de Enes ile birlikte yola çıkarak bıkmadan ve büyüklenmeden onlarla sohbet etmiştir. Büyüklerle beraber olmak; onlardan ilim, ahlâk ve fazilet öğrenmek çocuğun hakkıdır.
Enes'den (r.a) rivâyet edildiğine göre bizzat Peygamber de (s.a.v.) çocukluk yıllarında çocuklarla oyun oynarken, Cebrail gelerek onu tut­muş ve göğsünü açmıştı.[81]

Abdullah b. Ca'fer anlatıyor: Ben, Kuşem (b. Abbas) ve Ubeydullah b.

Abbas oynarken, aniden bineği üzerinde Rasûlüllah (s.a.v.) geldi. Rasûlüllah (s.a.v.):

"Şunu yanıma bindirin! " buyurdu ve beni önüne aldı. Sonra Ku­şem için:

"Şunu da yanıma bindirin! " buyurdu ve Kusem'i arkasına aldı. Rasûlüllah (s.a.v.) Kusem'i alıp da Ubeydullah'ı bırakmasından dolayı amcası Abbas'dan çekinmedi. Sonra üç defa başımı sıvazladı ve "Allahım, Cafer'in çocuğunu hayırlı eyle" diyerek duâ etti.

(Râvi diyor ki): Ben Abdullah'a:

"Kuşem ne yaptı? " diye sordum. O:

- Şehit oldu, cevabını verdi. Ben, Abdullah'a:

"Allah ve Rasûlü onun durumunu daha iyi bilir, " dedim. O:

"Evet, " cevabını verdik.[82]

Bir sahâbî çocuk olan Ebû Cuhayfe de kavmiyle birlikte Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanına gittiğini, orada gördüklerini ve duyduk­larını şöyle anlatıyor. Âmir oğullarından bir grupla, Ebtah mevkiinde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanına varmıştı. Rasûlüllah (s.a.v.):

"Hoş geldiniz, safa getirdiniz!" dedi. Derken namaz vakti gelince, Bilal çıktı ezan okudu. Parmaklarını kulaklarına koydu ve ezan es­nasında (sağa-sola) dönmeye başladı. Kamet getirince de Peygamber (s.a.v.) (sütre olmak üzere) bir deynek dikti ve ona doğru namaz kıldırdı.

Ashab-ı kiram da aynı yolu takip etmiştir. Hz. Ömer, kendi oğlu Abdullah ve Abbas'ın oğlu Abdullah'a eşlik etmiş, Zübeyr de savaş tek­niklerini öğrensin, güçlü ve yiğit yetişsin diye oğlunu cihad meydanına götürmüştür. Bu tür örnekler sayılamayacak kadar çoktur.

Çocuğun, kendi yaşıtlarıyla dostluk ve arkadaşlık kurması da eğitim açısından oldukça önemli bir husustur. Daha önce bir kaç yerde bu konu ele alınmıştı. Ancak burada şunu bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyoruz: Ana baba, çocuklarının iyi bir arkadaş çevresi edinmelerine mutlaka yardımcı olmalı ve onları denetlemelidir. Onları çocuk hapishanelerinde değil, cami ve mescidlerde görebilmek için, İslam'a savaş açmış kulüp ve örgütlerde değil, İslam'a hizmet eden resmî veya özel müesseselerde bulabilmek için ana baba mutlaka bu görevini yerine getirmelidir.[83]

B. Çocuğu Sevindirmek:

Çocuklar, yapı itibariyle neşe ve ferahı severler. Yetişkinler için sevinç kaynağı olan bu tomurcuklar, onları güler yüzlü görmek isterler. Bu yüzden çocukları sevindirmek ve güleryüz göstermek, onları derin­den etkiler. Ayrıca bu, çocuğa psikolojik bir rahatlık ve canlılık sağladığı gibi onu, söyleneni kabul etmeye hazır duruma getirir.

Peygamber (s.a.v.) çocukların ruh ve gönüllerini devamlı neşelendirir ve bunu yaparken de değişik usûllere başvururdu. Karşılamak, öpmek ve kucaklamak, başlarını sıvazlamak, terkisine veya kucağına almak, nefis yiyecekleri sunmak ve onlarla birlikte ye­mek, bu hususta başvurduğu usûllerden bir kısmıdır. İşte Rasûlüllah (s.a.v.) bütün bunlari şefkat ve merhametle tatbik ediyor, geleceğin büyükleri olan bu minik goncaları sevinç ve mutluluğa boğuyordu.[84]

C. Çocuklar Arasında Faydalı Yarışlar Düzenlemek Ve Kazananları Ödüllendirmek:

Yarışmak, çocuk bir yana, genel olarak insanda saklı duygu, yete­nek ve enerjileri harekete geçirir. İnsan bu özelliklerini ancak kazan­mak için birisiyle giriştiği rekabette tanır. Rasûlüllah (s.a.v.), işte in­sandaki bu durgun güç ve enerjiyi motive etmek için çocuklara yarışma ruhunu aşılardı.
Rasûlüllah'ın (a.a.v.) düzenlediği yarışmalar bilgi, mantık ve muhakeme sahasında olduğu gibi, spor alanında da olurdu. Şu misal, bilgi, mantık ve muhakeme ile ilgilidir:

İbn Ömer (r.a) diyor ki: Rasûlüllah (s.a.v.):

"Bir ağaç türü vardır ki, yaprağı dökülmez. Bu ağaç türü müslümana benzer. Bana söyleyin bakalım bu ağaç nedir? " buyurdu.

Bunun üzerine insanların zihinleri kırlardaki ağaçlara takıldı; düşünmeye başladılar. Benim içimden bunun hurma olduğu geçti. Fa­kat (söylemeye) utandım. Sonra cemaat:

"Bize o ağacın ne olduğunu söyle ya Rasulallah! " dedi. Bunun üzerine:

"O hurma ağacıdır," buyurdu. Ben bunu (babam) Ömer'e hatırlatınca, şöyle dedi: Onun hurma ağacı olduğunu söyleseydin, be­nim için şundan ve şundan daha makbul olurdu.[85]

Bu tür mantık ve muhakemeye dayalı sorular, çocuğun akıl, zekâ ve hafıza gücünü harekete geçirir. Bu nevi soru tipleri, Suriye'de "Tehâzîr", Mısır'da "Fevâzîr" adını alır.[86]

Yukardaki rivayetten anlaşılacağı üzere, henüz bir çocuk olan Ibn Ömer, bilgi konusunda kendisinden büyük olanlarla yarışmış, ancak küçük olduğu için edebinden dolayı cevap vermemiştir.

Şu yarışma da fizikî gelişimi sağlayan sporla ilgilidir:

Abdullah b. el-Hâris (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Abbas'ın çocukları Abdullah'ı, Ubeydullah'ı ve Kesîr'i yanyana sıraya dizer ve şöyle derdi: "Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!" Çocuklar da koşarak gelirler; kimi Rasûlüllah'ın sırtına, kimi de göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı.[87]

Ana baba ve eğitimciler de, Peygamberimizin yaptığı gibi uygun zemin ve zamanlarda, çocuklar arasında yarışmalar düzenleyerek on­ların fitrî kabiliyetlerini keşfetmeli, ona göre yönlendirmeli ve özellikle yarışmada dereceye girenleri ödüllendirmelidir. Böylece çocuk başarının verdiği huzur ve mutluluğu duyacak ve ideal noktaya ulaşabilmek için enerji sarfedecektir. Ayrıca bu tür yapıcı yarışmalar, çocuğu ferdi­yetçilikten uzaklaştırır ve onda kollektif çalışma ruhunu geliştirir. Yarışma gibi sosyal faaliyetlerde çocuk, bazan kazanarak, bazan da kaybederek artı ve eksileriyle hayatı tanımaya çalışır.[88]


D. Çocuğa Cesaret Kazandırmak:

Aşırılık ve taşkınlığa meydan vermeden çocuğu cesur yetiştirmek, İslâm eğitiminin gözettiği önemli hedeflerden birisidir.[89] Bu, çocuğun psikolojik gelişiminde, olumlu ve yapıcı davranışlarında, potan­siyel gücünün açığa çıkarılmasında ve yaşadığı hayatta ilerleme kaydet­mesinde aktif rol oynar. Bir önceki maddede geçtiği üzere Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Kim bana önce gelirse, ona şu kadar var!" diyerek yarışmaları için çocuklara cesaret vermesinin temelinde bu düşünce yatmaktadır,

Hz. Ömer, oğlu Abdullah ile birlikte Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sohbet meclisinden çıkarken, Abdullah babasına:

"Babacığım! Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sorduğu suâlin cevabının hur­ma ağacı olduğu benim aklıma gelmişti, " dedi.

Babası Hz. Ömer:

"Peki neden söylemedin? Eğer söyleseydin, benim için şundan ve şundan daha sevimli olurdu, " dedi. Bunun üzerine oğlu Abdullah:
"Baktım, sen ve Ebû Bekir birşey konuşmadınız. Bu yüzden de atılıp fikir beyan etmeyi hoş bulmadım," cevabını verdi.[90]

İbn Hacer, bu hadisi açıklarken diyor ki: "Hadis, âdeta şu mesajı vermektedir: Bilgi seviyesinin eşit olduğu yerde, saygıdan dolayı yaşça büyük olana söz hakkı verilir. Ama yaşça küçük olan büyüğe göre daha bilgili ise, onun huzurunda konuşması engellenemez. Çünkü, oğlu Abdullah mazeret beyan etmesine rağmen babası Ömer (r.a) onun konuşmamasına üzülmüştür."[91]

Îbnu'l-Kayyım da şöyle der: "Bu hadisten şu hükümler çıkmaktadır: İnsan, çocuğunun doğruyu bilmesine ve bulmasına sevi­nir. Babası bilmese bile, çocuğun, bildiği cevabı onun huzurunda söylemesi mekruh değildir. Bunda babaya karşı bir edepsizlik olduğu söylenemez."[92]

Şu örnek de büyüklerin yanında çocukların hiç sıkılmadan cesare­tle konuşmaları ve görüşlerini sunmaları konusunda Hz. Ömer'in ihti­mamını göstermektedir: Birgün Ömer b. Hattab yanındakilere "Biriniz ister mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu bir bahçesi olsun..."[93] âyetinin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun? diye sordu. Onlar:

"Allah daha iyi bilir, " dediler. Hz. Ömer buna kızdı ve:

"Biliyoruz veya bilmiyoruz deyin, " dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs:

"Ey mü'minlerin emîri! Bu konuda bende bir bilgi var, " dedi. Hz. Ömer.

"Söyle ey kardeşimin oğlu! Kendini küçük görme, " dedi. İbn Abbâs:

"Allah bu âyetle bir ameli misal vermiştir, " dedi. Hz. Ömer:

"Hangi amel? " diye sordu. İbn Abbâs buna da şu cevabı verdi:

"İyilik yapan zengin bir adam vardı. Sonra Allah ona (imtihan için) şeytanı gönderdi. Adam birçok günah işledi. Nihayet eski amelleri­ni tümüyle batırdı, işte bu, o adamın amelini açıklamaktadır... "[94]

O halde çocukları yüreklendirme konusunda, ana baba ve eğitimcilerin parolası "Söyle yavrucuğum, kendini küçük görme" sözü olmalıdır.

Çocukların cesaretlendirilmesi gereken noktalardan birisi de, fay­dalı kitapları satın almaktır. Böylece çocuğun ilmî bir kütüphanesi olur ve o büyüdükçe o nisbette kütüphanesi de gelişir. Meşhur hanefî fakihlerinden İbn Abidîn, oğlunun yetişme tarzından bahsederken: "Onun şu eşsiz ve zengin kitapları edinmesine babası sebep olmuştur. Çünkü o, istediği her kitabı satın alırdı ve ona babası şöyle derdi: Düşündüğün her kitabı satın al. Ben sana onun parasını öderim. Çünkü sen, benim öldürdüğüm selef tatbikatını ihya ettin. Allah senden razı olsun oğlum!" demiş ve yanındaki eski âlimlerin kitaplarını ona vermiştir.[95]


E. Çocuğu Takdir Etmek:

Şüphesiz çocuğun takdir edilmesi, onun ruh ve his dünyasını ol­dukça etkiler. "Marifet iltifata tâbidir" sözü gereği, çocuk, hareket ve davranışlarım kontrol ederek kendini otokritiğe tâbi tutar. Takdir edi­len çocuk, psikolojik olarak rahatlar ve övülen hasletlerini devam etti­rir. Gerçek mânâda bir psikolog olan Peygamber (s.a.v.) bu hassas pren­sibi çocuklar üzerinde dengeli bir şekilde tatbik etmiştir.

İbn Ömer (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hayatında bir adam rüya gördüğünde onu Rasûlüllah'a anlatırdı. Ben de gördüğüm bir rüyayı Peygamber'e (s;a.v.) anlatmak istedim. Taze ve bekar bir genç idim. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) zamanında mescidde uyurdum. Derken ben de birgün rüyada iki meleğin beni tutup cehenneme götürdüklerini gördüm. Bir de baktım ki, cehennem kuyu gibi yanları örülüp durulmuş ve iki tane boynuzu vardı, içinde kendilerini iyice tanıdığım bazı insan­lar bulunuyordu. Ben hemen "Ateşten Allah'a sığınırım" demeye başladım. O sırada başka bir melek bizi karşıladı ve bana hitaben "sen korkma!" dedi. Ben bu rüyamı (kızkardeşim ve Peygamber'in (s.a.v.) zevcesi) Hafsa'ya anlattım. Hafsa da bunu Rasûlüllah'a (s.a.v.) anlattı.

Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Abdullah ne iyi adamdır, bir de gec­eleyin kalkıp namaz kılmayı âdet edinseydi!" buyurdu. Abdullah'ın oğlu (ravi) Salim diyor ki: "Artık ondan sonra geceleyin pek az uyurdu."[96]

İşte Rasûlüllah'ın (s.a.v.), insan ruhunu okşayan güzel üslubuyla yaptığı medih ve takdir, bu şekilde semeresini verir ve insanı mükemmel noktaya sevkederdi. Zaman ve mekan faktörü dikkate alınarak, haddi aşmadan dengeli ve itidalli bir şekilde yapılan medih ve takdir, her yerde semeresini verecektir.

Daha önce geçtiği üzere, Peygamber'e (s.a.v.) hizmet düşüncesiyle Arapça ve Süryânîce'yi öğrenen çocuk için, Hendek günü Rasûlüllah'ın "Ne iyi çocuktur o!" diyerek övgüde bulunması da bizim için bir örnektir.[97]


F. Çocukla Oynaşmak:

Çocukla oynaşmak ve onun yanında çocuklaşmak, onun, içini açmasına ve dolayısıyla yetişmesine yardımcı olur. Muhtelif vesilelerle hatırlatıldığı üzere, Peygamber (s.a.v.), başta torunları Hasan ve Hüseyin olmak üzere sahabe çocuklarıyla oynaşmış, şakalaşmış ve yolculuk yapmıştır. Onun, her ana babayı ilgilendiren ve konunun önemini gösteren şu talimatı gerçekten de ilginçtir:

Ebû Süfyan anlatıyor: (Halife) Muâviye'nin yanına girmiştim. Sırt üstü yatmış, göğsünde bir oğlan veya kız çocuğu vardı. Ona okşayıcı sözler söylüyordu. Ben:

"Ey mü'minlerin emiri, onu kendinden uzak tut! " dedim. Bunun üzerine o;

"Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Kimin bir çocuğu varsa, onunla eğlensin/oynaşsın" buyurduğunu işittim, " dedi.[98]

Hâlid b. Saîd'in kızı Ümmü Hâlid anlatıyor:

(Çocukken) ben babamla beraber üzerimde sarı renkli bir gömlek olduğu halde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanına gelmiştim. Rasûlüllah (s.a.v.):
"Seneh, seneh (güzel, güzel) " buyurdu.

Râvi Abdullah diyor M: "Seneh" kelimesi, Habeş dilinde "güzel" mânâsına gelmektedir. Ümmü Hâlid devam ediyor: O sırada ben (Rasûlüllah'ın (s.a.v.) iki küreği arasındaki) Peygamberlik mührü (bir nevi et beni) ile oynamaya başladım. Babam beni azarladı ve bundan menetti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Çocuğu kendi haline bırak! " buyurdu. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bana üç defa:

" (Yavrum ömrün uzun olsun) gömleğini (sağlıkla giy ve) eskit! " dedi.
Râvi Abdullah, Ümmü Hâlid'in uzun zaman yaşadığını söylemiştir.[99]

Bu hadisin şerhinde İbn Hacer, "Küçük kız çocuğuna karşı söz ve davranışla şaka yapmaktan, onunla cana yakınlık ve ünsiyet kurmak anlaşılır. Öpmek de bu kabildendir" demektedir.[100]

Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûllüllah (s.a.v.), torunu Hasan'a dilini çıkarır, çocuk da onun dilinin kırmızılığını görür ve buna sevinirdi.[101]

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu hareketi de bu noktada güzel bir örnektir: Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) torunu Hasan'i her zaman gözü yaşlı görürdüm. Birgün Peygamber (s.a.v.) evinden çıktı ve beni mescidde buldu. Hemen elimden tuttu ve birlikte çıktık. Benî Kaynuka'nın pazarına gelinceye kadar benimle konuşmadı. Orada bir dolaştı ve etrafa baktı. Sonra birlikte döndük ve nihayet mescide geldik. Rasûlüllah (s.a.v.) dizlerini dikerek oturdu ve:

"Küçük nerede? Çağırın bana onu, " buyurdu.

Derken Hasan koşarak geldi ve Peygamber'in (s.a.v.) kucağına kendini attı. Sonra elini Peygamber'in (s.a.v.) sakalına soktu. Peygam­ber de (s.a.v.) onun ağzını açıyor ve kendi ağzını onun ağzına koyuyor­du. Sonra da şöyle buyurdu: "Allah'ım! Ben bunu seviyorum. Sen de bunu ve bunu sevenleri sev."[102]

Enes b. Mâlik (r.a) diyor ki: Rasûlüllah (s.a.v.) "Ey iki kulaklı!" diyerek beni çağırır ve benimle şakalaşırdı.[103]

Enes'den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), Ümmü Seleme'nin kızı Zeyneb ile oynaşır ve ona birkaç defa "Zeynepcik" derdi.[104]
İbn Mes'ud (r.a) anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) namaz kılıyordu. Secdeye vardığında, Hasan ile Hüseyin sırtına oturuyorlardı. Ashab on­lara mani olmak isteyince, bırakmaları için Rasûlüllah (s.a.v.) onlara işaret etti. Derken namazını bitirdi ve Hasan ile Hüseyin'i kucağına koyarak:
"Beni seven kimse bunları da sevsin, " buyurdu.[105]


G. Çocuğun Kendine Olan Güvenini Geliştirmek:

Rasûlüllah (s.a.v,), çocuğun kendine olan güvenini geliştirmek için birtakım usûller tatbik etmiştir. Bu usûller şunlardır:

1. Çocuğun iradesini kuvvetlendirmek.

Bu da iki şeye alıştırmakla gerçekleşir:
a) Sır saklamak: Enes ve Abdullah b. Ca'fer (r.a) bunu yapmıştır. Çünkü verilen sırları saklayıp başkasına ifşa etmemeyi öğrenen çocuğun iradesi sağlam olur ve dolayısıyla kendine olan güveni gelişir.
b) Oruç tutmak: Açlık ve susuzluk karşısında oruç tutmaya daya­nan ve devam eden çocuk, nefse karşı zafer neşesini hisseder. Buna bağlı olarak da hayatın sıkıntıları karşısında iradesi kuvvetlenir ve kendine olan güveni artar.
2. Çocuğun içtimaî yönden kendine olan güvenini geliştirmek:
Çocuk, evin ihtiyaçlarını ve ana babanın işlerini yerine getir­diğinde, büyüklerle oturup kendi yaşıtlarıyla birlikte olduğunda, içtimaî açıdan kendine olan güven ve itimadı gelişir.
3. Çocuğun ilmî yönden kendine olan güvenini geliştirmek:
İlmî yönden çocuğun kendine olan güven ve itimadı, onun Kur'an'ı, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sünnet ve siyerini öğrenmesiyle gerçekleşir. Böylece çocuk daha küçüklüğünde temel birçok bilgiyi elde ederek ilmî yönden kendine olan güveni sağlamış olur. Çünkü o, bid'at ve hurafe­lerden, asılsız ve uydurma şeylerden uzak bir şekilde ilmin özünü ve hakikatim almıştır.

4. Çocuğun iktisadî ve ticarî yönden kendine olan güvenini geliştirmek:
Bu da, çocuğun alım-satıma alıştırılıması, ana babasıyla birlikte çarşıda dolaşması ve onların ihtiyaçlarını görmesiyle gerçekleşir.
Süleyman b. Yesâr diyor ki: Sa'd b. Ebi Vakkas, eşeğinin yemi tükenince hizmetçisine:

"Evden buğday al. Götür ve mukabilinde onun kadar arpa satın al! " derdi.[106]

Peygamber de (s.a.v.), henüz bir çocuk olan Abdullah b. Ca'fer'in aîım-satımını görmüş ve ona bereket duasında bulunmuştur.[107]


H. Teşvik Ve Korkutmak:

Bir yandan teşvik etmek, diğer yandan korkutmak ve sakındırmak, çocuğun olgunlaştırılmasında faydalı olan psikolojik bir yoldur. Peygamber (s.a.v.) bu yolu çoğu zaman kullanmıştır. Bunların başında ana babaya iyilik gelmektedir. O, ana babaya iyilik etmeyi teşvik etmiş, onlara isyan etmekten de sakındırmıştır.[108]


I. Çocuğun Arzusunu Yerine Getirmek Ve Onun Gönlünü Hoş Etmek:

Her zaman olmasa bile, çoğu zaman bu da özellikle küçük çocukların eğitiminde faydalı bir yoldur. Bu yüzden onların arzu ve is­teklerine cevap vermek ve gönüllerini almak gerekir. Bunun yapılması durumunda onların ruhu açılır, sevinirler ve bir canlılık gösterirler. Aksi halde kin ve öfkeleri artar, aptallaşırlar ve hiç de hoş olmayan şeyler yaparlar.

Rasûlüllah (s.a.v,), çocuğun birçok psikolojik probleminin çözümü konusunda gerçekten de önemli bir kaide ortaya koymuştur.

Vasile b. Eska'dan (r.a) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Osman
b. Maz'un'a gitmişti. Osman'ın yanında küçük bir oğlan çocuğu vardı ve onu öpüyordu. Peygamber (s.a.v.) ona;

"Çocuk senin mi? " diye sordu. Osman:

"Evet, " dedi. Peygamber (s.a.v.):

"Onu seviyor musun ey Osman? " diye sordu. O:

"Evet, vallahi ya Rasulallah onu seviyorum, " cevabını verdi. Peygamber (s.a.v.):

"Ona olan sevgini arttırayım mı? " diye sordu. O:

"Evet, anam-babam sana feda olsun! " cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Kim, kendi neslinden küçük bir çocuğu razı oluncaya ka­dar memnun ederse, Allah da onu kıyamet günü razı oluncaya kadar memnun eder."[109]

Muâviye'nin oğlu Yezîd anlatıyor: Babam Muâviye, Ahnef b. Kays'a bir haber göndererek gelmesini istedi. Gelince babam ona:

"Ey Ebû'l-Bahr! Çocuklar hakkında ne dersin? " diye sordu. Ahnef:

"Ey mü'minlerin emiri! Çocuklar gönüllerimizin meyveleri ve sırtlarımızın dayanaklarıdır. Biz onların ayakları altında yumuşak ara­zi, üstlerinde de onlara gölge olan bulut ve gökyüzü durumundayız. On­lar sayesinde büyük nimetlere kavuşuruz. Onlar birşey istediklerinde ver, öfkelendiklerinde onları yatıştırmaya çalış ve gönüllerini al ki, on­lar da sana sevgi ve saygıda kusur işlemesinler ve senin için gereken iy­iliği yapsınlar. Onlara ağır yük olma ki, senin hayatından bıkıp da ölümünü arzu etmesinler ve yanında olmaktan nefret etmesinler! " dedi. Bunun üzerine Muâviye ona: .

"Allah için sen iyi bir adamsın Ahnef! Vallahi sen benim yanıma geldiğin sırada Yezid'e çok öfkeli idim (sen beni teskin ettin. Ahnef, Muâviye'nin huzurundan ayrılınca, oğlu Yezid'i bağışladı ve ona ikiyüz bin dirhem ile ikiyüz elbise gönderdi. Yezid de Ahnefe yüzbin dirhem ile yüz elbiseyi göndererek bunları onunla yarı yarıya paylaştı. "[110]

Adiyy b. Hatim diyor ki: Rasûlüllah'a (s.a.v.) geldim. O, mescidde oturmaktaydı. Cemâat:

"Bu, Adiyy b. Hâtim'dir, dediler. Ben, emansız ve yazısız (yani, bir nevi pasaportsuz) gelmiştim. Kendisine götürüldüğümde Rasûlüllah (s.a.v.) benim elimden tuttu. Bundan önce de "Allah'tan, onun elini be­nim elime koymasını niyaz ediyorum" demişti. Benimle kalktı. Derken yanında oğlan çocuğu bulunan bir kadın Rasûlüllah (s.a.v.) ile karşılaştı ve "Bizim sana (arzedecek bir işimiz ve) bir ihtiyacımız var!" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) onların ihtiyacını görünceye kadar onlarla birlikte ayakta durdu.[111]

J. Tekrarın Çocuk Ruhunda Etkisi:

Çocuk da diğer yetişkin insanlar gibi unutkan bir varlıktır. Allah Teâlâ, tüm canlı varlıklar içinde ona mesuliyet ve mükellefiyeti olmay­an uzun bir çocukluk dönemi vermiştir. Teklif çağına hazırlık safhası olan bu dönemde melek onun yaptıklarım kayda geçmez. Çünkü Pey­gamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"(Mükellefiyet ve mesuliyet) kalemi üç sınıftan kaldırılmıştır (yaptıkları tescil edilmemektedir): Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına varıncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya/ayılıncaya kadar deliden..."[112]
Tekrarın çok yapılması, eğitim psikolojisi açısından çocuk üzerinde yaptırım gücü olan etkili bir prensiptir. Bu prensibin daya­nağını, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Yedi yaşında iken çocuklarınıza namaz kılmalarını emredin, on yaşına geldiklerinde kılmadıkları takdirde ise onları dövün" hadisinde görmekteyiz.

Peygamber (s.a.v.), İslamda çok önemli bir ibadet olan namazı çocuğun ruhunda kökleştirmek için, üç yıl aralıksız olarak tekrarın yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Na­mazın ehemmiyeti herkesçe malumdur. Bundan dolayı Kur'an şöyle buyurmaktadır: "Aile efradına namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et."[113]

O halde, aralıksız üç yıl sabır göstererek namaz emrinin çocuğa hatırlatılması ve tekrar edilmesi gerekir. Bu üç yıllık zaman diliminde, her namaz vakti ana baba tarafından çocuğa hatırlatılan namaz emri matematik olarak hesap edilecek olursa, önümüze korkunç bir tablo çıkar. Bu tablonun matematik işlemi şöyledir: (5 x 365) x 3 = 5475. De­mek oluyor ku, üç yıl içinde çocuğa namaz 5475 defa tekrar edilmekte­dir. Şüphesiz bu uygulama, tekrar prensibinin çocuk ruhunda meydana getirdiği tesiri açıkça göstermektedir. Bu yüzden hiç ümitsizliğe kapılmadan tekrara devam edilmelidir.

Büyük sahâbî Abdullah b. Mes'ud (r.a.), bu tekrar prensibinin farkında olduğu içindir ki ana babaya şu mesajı vermektedir: "Çocukları iyilik ve güzelliğe alıştırınız! Çünkü iyilik ve güzellik (hayır) bir alışkanlık meselesidir."
Çocuk alışkanlık kazanıncaya kadar, yerleştirilmek istenen amel ve tatbikatın sıkça tekrar edilmesi gerekir. Çünkü yapı olarak oyuna hevesli olan çocuk dalıverir ve unutur. Bundan dolayı Enes (r.a.), Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sünnetini tatbik ederek çocuklarla karşılaştığında onlara selam verir ve "Rasûlüllah (s.a.v.) da böyle yapardı" derdi. Bu şekilde büyüklerinden sıkça selam alan bir çocuk, artık selamı öğrenir ve çok sürmez onu âdet haline getirir.[114]


K. Kademeli Eğitim:

Yukarıda geçen "Yedi yaşında iken çocuklarınıza namaz kılmalarını emredin, on yaşına geldiklerinde kılmadıkları takdirde ise onları dövün!" hadisinden çocuğun ruh dünyasında tesir bırakan önemli bir prensip öğrenmekteyiz. Bu prensip, eğitimin kademeli bir şekilde tatbik edilmesidir. Mesela dinin temel direği olan namaz ibadeti, çocuğa üç safhada intikal ettirilir:

1. Gözlem safhası: Bu safha, çocuğun yürümeye başladığı aylardan itibaren yedi yaşına kadar sürer. Bu zaman zarfinda çocuk, namaz kılarken ana babasını müşahede eder ve çabucak namaz kılmaya özenir. Ana baba onun bu hevesini değerlendirir de o yaşlarda namaza alıştırırsa, elbette çok daha güzel olur.

2. Emretme safhası: Bu safha, yedi yaşında başlar ve on yaşına kadar devam eder. Bu süre içerisinde ana baba çocuğa namaz emrini hatırlatır ve onun namaz kılmasını ister.

3. Dövme safhası: Namaz kılmaması halinde çocuğun dövülebileceği bu safha da on yaşından itibaren başlar.

Şüphesiz bu safhaların uygulanmasıyla veya daha geniş bir ifa­deyle eğitimin kademeli bir şeklide yürültülmesi halinde, verim ve başarı oranı yükselecektir. Gerçekleştirilmek istenen herhangi bir hede­fin plan ve projesi, mutlaka birkaç safhadan geçer. Ana baba da çocuğun eğitimi için çizdikleri çerçeveyi, plan ve projeyi, birbirlerine de­stek vererek uygulamaya geçirmek durumundadır.[115]

L. Güzel Hitap Tarzı:

Peygamber'in (s.a.v.) çocuğun dikkatini çekmek ve söyleneni ka­bule hazır hale getirmek için farklı hitap tarzları kullandığını görmekteyiz. O, yerine göre bazan çocuğun adıyla, bazan "Ey çocuk!" (Ya ğulâm veya ey ğuleym) diyerek çocukluk/küçüklük ifade eden bir kelimeyle ve çoğu zamanda duygu ve şefkat yüklü bir tonla "yavrucuğum, oğulcuğum!" (ya büneyye) diyerek seslenirdi.

Allah kendilerinden razı olsun ashab-ı kiram da, babası İslâm ile şereflenmiş müslüman çocuğa hitabederlerken (çok defa) "ey kardeşimin oğlu!" (ya ibne ahî) derlerdi. Nitekim Ömer b. Hattab, Ibn Abbâs'a "Söyle, ey kardeşimin oğlu! Kendini öyle küçük görme!" demiştir.[116] Fakat onlar babası müslüman olmamiş çocuğa seslenirk­en de (genellikle) "yavrucuğum, oğulcuğum" (ya büneyye) hitap tarzını kullanırlardı. Nitekim Sa'd b. Hakîm'in dedesi diyor ki: Ömer b. Hattab'a gitmiştim. Bana "yeğenim!" demeye başladı. Sonra bana kim olduğumu sordu. Ben de ona soyum hakkında bilgi verdim. Babamın İslâm'a yetişmediğini anlayınca, "yavrucuğum, yavrucuğum" demeye başladı.[117]

İmam Nevevî, içerisinde "yavrucuğum, oğulcuğum" (ya büneyye) hitap tarzının geçtiği hadisleri esas alarak şunları söylemektedir: "Bu hadislere göre, insanın, yaşça kendisinden daha küçük olan ve oğlu dışındaki birine "yavrum, oğlum, evladım" veya "yavrucuğum, oğulcuğum" demesi caizdir.. Bu tür hitap tarzlarının mânâsı centilmen­lik, şefkat ve nezaket göstermektir. Bir çocuğa bu şekilde seslenen biri adeta "Sen benim nezdimde, şefkat ve merhamet itibariyle evladım hükmündesin/yerindesin" demek istemektedir. Aynı şekilde, bir kimse kendisinden daha küçük olan veya yaşıtı olan insana "kardeşim" diyebi­lir. Sözkonusu hitap tarzlarıyla, Peygamber'in (s.a.v.) yaptığı gibi ince, nazîk ve kibar davranmak kasdedilirse, bu müstehap olur."[118]

Şu halde, çocuğa güzel hitap etmek suretiyle onun ruhunu okşamalı, sevildiğini hissetirmeli ve verilmek istenen mesajı almaya hazır duruma getirmelidir.[119]

Dipnotlar

[1] Muhammed Hıdır Hüseyin, es-Seâdetu'I-Uzmâ, s. 90.
[2] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 318.
[3] İbn Abbâs'tan rivayet edilen bu hadis sahihtir. Bkz. Ahmed b. Hanbel, 1,239; Sahihu'l-Cami', Hadis No: 4027. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 319.
[4] Ahmed b. Hanbel, II, 452.
[5] Ebû Dâvud, Edeb, 80; Ahmed b. Hanbel, III, 447.
[6] Ebû Dâvud, Edeb, 101; Ahmed b. Hanbel, V, 42.
[7] Muhammed Kutub, Menhecü't Terbiye et İslâmiyye, 1,117. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 319-320.
[8] Hâkim, Müstedrek, III, 541.
[9] Rivayetin kaynakları için bkz. Dn. 497.
[10] Hadis için bkz. Dn 480.
[11] Bkz. Sahihu'l-Cami , Hadis No: 251. Hadis sahihtir.
[12] Hadis için bkz. Dn. 426.
[13] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 320-323.
[14] Yûsuf, 12/8.
[15] Yûsuf, 1279-10.
[16] Buhârî, Hibe, 12; Müslim, Hibât, 13,17; Tirmizî, Ahkâm, 30; Nesâî, Nuhl, 1; İbn Mâce, Hibe, 1; Muvatta1, Akdiye, 39; Ahmed b. Hanbel, IV, 268; Darekutnî, Sünen, III, 42; Silsiletü'l-Ehadîs es-Sahîha, Hadis No: 1240. Hadisin başka rivayetlerinde "...Allah'tan kor­kun, çocuklarınız arasında adaletle muamele edin" buyurulmuştur.
[17] Abdulğanî en-Nablusî, Tahkîku'l-Kadıyye fi'l-Fark beyne'r-Rişve ve'l-Hediyye, s. 217.
[18] Hadisi Beyhakî rivayet etmiştir.
[19] Abdulğanî en-Nablusî, a.g.e., s. 218.
[20] Müslim, Birr, 62; Ahmed b. Hanbel, III, 324.
[21] Muhammed el-Makdisî el-Hanbelî, el-Âdâbu'ş-Şer'iyye ve'l-Menhecu’l-Meriyye,182.
[22] Müslim, İmaret, 18; Nesâî, Âdâbu'l-Kudât, 1; Ahmed b. Hanbel, II, 160.
[23] Bkz. İbn Kudame, el-Muğnî, V. 604.
[24] Abdulğanî en-Nablusî, a.g.e., s. 218. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 323-326.
[25] Hadis için bkz. Dn. 479. Rezîn'in rivayetinde sözkonusu çocuğun Fadl b. Abbas olduğu geçmektedir. Bkz. Camiu'l-Usûl, V. 84.
[26] Hadis, Ibn Asâkirve Deylemî tarafından rivayet edilmiştir.
[27] Hadisi Abdurrezzâk Musannef İnde rivayet etmiştir.
[28] Başka bir rivayette "bizim yaşça en küçüğümüz (bile) seninle birlikte kalkar (vs Ömer'e giderek şahitlik yapabilir), kalk ey Ebû Saîd! dediler" şeklindedir.
[29] Buhârî, Buyu", 9; Müslim, Edeb, 36; Ebû Dâvud, Edeb, 128; Ahmed b. Hanbel, II, 3.
[30] İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1,67.
[31] Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, Menakıbu Ebî Hanîfe, s. 406.
[32] Ibn Zafer el-Mekkî, Enbâu Nücebâi'l-Ebnâ, s. 146.
[33] Meryem, 19/86.
[34] Meryem, 19/87.
[35] Nemi, 27/22.
[36] Konu hakkında geniş bilgi için, Enbiya sûresinin 78 ve 79. âyetlerine bakılabilir. (Çev.)
[37] Ibnu'l-Adîm, Tezkiratü'l-Âbâ ve Tesliyetû'l-Ebnâ, s. 64.
[38] Bkz. Ibnu'l-Adîm, a.g.e., s. 64.
[39] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 326-330.
[40] Ebû Dâvud, Vitr, 27.
[41] Gazzalî, İhya, I!, 217.
[42] Buhari, Fedailu Ashabi'n-Nebî, 24.
[43] Abdurrezzak, Musannef, V, 160; Ahmed b. Hanbel, V, 446; Ibn Mâce, Ahkâm, 22.
[44] Duanın buraya kadar olan kısmı aynı zamanda Zuhruf sûresinin 13 ve 14. âyetleridir. Herhangi bir vasıtaya binerken bu âyetlerin okunması sünnettir. (Çev.)
[45] Müslim, Hac, 425; Ebû Dâvud, Cihad, 72; Tirmizî, Duâ, 41; Nesaî, Istiaze, 41; Ibn Mâce, Duâ, 20; Darimî, Isti'zan, 42; Muvatta", Isti'zan, 34; Ahmed b. Hanbel, II, 150; Ibn Huzeyme, Sahih, IV, 138.
[46] Müslim, Fedailu's-Sahâbe, 141; Ibn Mâce, Zühd, 8; Ahmed b. Hanbel, V, 77.
[47] Müslim, Fedailü's-Sahâbe, 143.
[48] Tirmizî, Menakıb, 45
[49] Rivayet için bkz. Hâkim, Müstedrek, III, 456.
[50] Hâkim, a.g.e., III. 259.
[51] Yûsuf, 12/98.
[52] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 330-333.
[53] Dr. Saliha Sengar, Mecelletü'l-Muallim el-Arabî es-Sûriyye, s.763, sayı, 11-12, yıl: 1979 (makale). Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 333-334.
[54] Hadisi Ibn Hibban rivayet etmiştir.
[55] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[56] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 334.
[57] Ibn Hamza, el-Beyan ve't-Ta'rif fî Esbabı Vurûdi'l-Hadis, II, 102. Hadisi Abduırezzak rivayet etmiştir
[58] et-Terbiye fi'l-lslâm, s. 130.
[59] Hûd, 11/120.
[60] Yûsuf, 12/111.
[61] İbrahim, 14/37.
[62] Bakara, 2/127; Kıssa için bkz. Buharı, Enbiya, 9; Ahmed b. Hanbel, f, 347.
[63] Tirmİzî, Kıyamet, 48.
[64] Buhârî, Enbiya, 51; Müslim, Zûhd, 10.
[65] Buhârî, Kefalet, 1;Ahmed b. Hanbel, 11,348. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 336-343.
[66] Bkz.Dn.500.
[67] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 344.
[68] Bugün Ülkeler coğrafyasındaki adi Etiyopya'dır. (Çev.)
[69] İbn Hacer, Fethû'l-Barî, XIII, 31 {İbn Teymiyye'nin "Iktizâu's-Sıratil-Müstakîm" adlı eserinden naklen).
[70] Bkz. Dn. 625.
[71] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 345-346.
[72] Bkz. Kâsânî, Bedaiu's-Sanaî', I, 158. Yazar, sayfa numarasını yanlışlıkla, 258 şeklinde vermiştir. (Çev.)
[73] Hâkim, a.g.e., II, 60. Hâkim, hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de bunu kabul etmiştir.
[74] Ibnu'l-Adîm, Tezkiratü'l-Âbâ ve Tesliyetü'l-Ebnâ, s. 64; Abdulaziz el-Bedrî, el-Islâm Beyne'l-Ulema vel-Hukkâm, s. 112.
[75] Hâkim, a.g.e., IV, 265. Hâkim, rivayetin isnadının sahih olduğunu ifade etmiş, Zehebî de bunu kabul etmiştir.
[76] Ibn Abidin, Reddül-Muhtâr, I, 67.
[77] Kevserî, Büluğu'l-Emânî fî Sîreti't-lmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, s. 12. (Hatib Bağdadî'den naklen). Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 346-350.
[78] Ebü Dâvud, Taharet, 72; Ibn Mâce, Zebaih, 6.
[79] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 351.
[80] Bkz. Dn. 256.
[81] Bkz. Ahmed b. Hanbel, III, 288.
[82] Hâkim, Mûstedrek, 1,372.
[83] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 352-353.
[84] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 353.
[85] Buharı, Edeb, 79; Müslim, Münafikîn, 63; Tirmizî, Edeb, 79; Ahmed b. Hantal, II, 61.
[86] Sözkonusu soru tipleri Türkiye'de "Bulmaca" adını almaktadır. (Çev.)
[87] Ahmed b. Hantal, 1,214.
[88] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 354-355.
[89] Muhammed Kutub, Menhecü't-Terbiye el-İslâmiyye, II, 141.
[90] Bkz. Dn. 403
[91] İbn Hacer, Fethül-Barî, XIII, 153.
[92] İbnu'l-Kayyım, et-Tıbbu'n-Nebevî, s. 398.
[93] Bakara, 2/266.
[94] İbn Hacer, Fethul-Bârî, XIII, 153.
[95] İbn Abidin, Reddu'l-Muhtar, 1,7. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 355-356.
[96] Buhârî, Teheccüd, 2; Müslim, Fedailu's-Sahâbe, 140; Ibn Mâce, Rüya, 10; Ahmed b. Hanbel, 11,146.
[97] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 357.
[98] Rivayet için bkz. Dn. 519.
[99] Buhârî, Edeb, 17; Ebû Dâvud, Libas, 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 365.
[100] Ibn Hacer, Fethul-Barî, XIII, 31.
[101] Ibn Hibban'tn Sahİh'inde rivayet ettiği ve isnadı hasen olan bu hadis için bkz. Silsİletü'l-Ehadis es-Sahîha, Hadis No: 70
[102] Hâkimin rivayet ettiği bu hadisin bir benzertiçin bkz. Dn. 512.
[103] Bkz. Dn. 514.
[104] Senedi sahih olan bu hadis için bkz. Sahihu'l-Cami', Hadis No: 5020
[105] Ebû Ya'la'nın hasen senedle rivayet ettiği bu hadis için bkz. Silsiletül-Ehadis es-Sahîha, Hadis No: 312. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 357-359.
[106] Muvatta', Buyu', 22.
[107] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 359-360.
[108] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 360.

[109] İbn Asakir'in rivayet ettiği bu hadis için bkz. Ibn Hamza, el-Beyan vet-Tarîf fî Es-babiVurûdi'l-Hadis, II,135.

[110] Gazzalî, ihya, II, 218.
[111] Tirmizî, Tefeir (sûre 1), 2. Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 360-362.
[112] Buhârî, Hudûd, 22; Ebû Dâvud, Hudûd, 17; Tirmizî, Hudûd, 1; Ibn Mâce, Talâk, 15; Darimî, Hudûd, 1; Ahmed b. Hanbel, VI, 100.
[113] Tâhâ, 20/132.
[114] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 362-363.
[115] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 363-364.
[116] Hattâ Peygamber de {s.a.v), daha önce geçtiği üzere, Abdullah b. Abbas'a "ey kardeşimin oğlu! Şu arefe günü kulağına, gözüne ve diline sahip olan kimsenin günahları bağışlanır" buyurarak, sözkonusu hitap tarzını kullanmıştır. Hadis için bkz. Ahmed b. Hanbel, I, 329; Kenzü'l-Ummal, V. 68.
[117] Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, Hadis No: 806.
[118] Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, XIV, 183-184.
[119] Muhammed Nûr Süveyd. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi. Uysal Kitabevi: 364-365.


Faydalanılan Eserler:


Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi
Prof. Dr. İbrahim Canan, Kur’an’da Çocuk Eğitimi
Y. Doç. Dr. Abdurrahman Dodurgalı, Ailede Çocuğun Din Eğitimi
İbn Kayyim El-Cevziyye, İslamda Çocuk Bakımı Ve Terbiyesi
Prof. Dr. Abdullah Nasıh Ulvan, İslam’da Aile Eğitimi, Evlilik, Evlat Terbiyesi Ve Esasları
Dr. Mehmet Emin Ay Ailede Çocuğun Din Eğitimi
Musa Kazım Gülçür, Kur’an’da Karakter Eğitim
Prof. Dr. Yusuf El-Kardavî, Müslümanın Temel Kültürü
Doç. Dr Abdurrahman Dodurgalı, Sevgi Peygamberi Ve Yetişkin Din Eğitimi
 
Üst