teblið
Vefasýz
Geceden kalan birduygu seliydi ruhumu kaplayan..Hiraya olan özlemimdi canımı yakan..Al yanına ne olur beni hira ve mekke..yapamıyorum ben artık bu cehennemi sürgün mekanlarında..Anlatamıyorum derdimi Hira ..
Anlattıkça darbe alıyor yaralı yüreğim..Gülden başladık anlatmaya geceden beri..Nasipte ve ruhta ona ihtiyac varmış demekki..Çalıdım kapısını kalender ve yürekli bir dostumun ;
mecalzis bir şekilde..Anlat dedim bana hirayı anlat ,hi,rada açan gülü anlat ne olur,hiranın tadını bilen bir gönül fedaisinin yüreğinden dinlmek istedim HİRAYI.......................
Bir soruyla girdi konuya;
çokmu özledin hirayı ???ve oradaki gülü ?
çoooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooook
ozaman dinle ;
Yıllar yılıydı...
Çölde alevler ve küfürler kavuruyordu insanlığı.
Gün ortasında kızıl kayalara çarpan kan izlerini tutuşturmaktaydı nefesler dalga dalga.
Geceler büsbütün yalandılar;
belki hiç yaşanmadılar.
Sözcükler yetim, sevgiler hançer sokumlarına mahkumdu.
Körebeler çiziyordu gözlerini gerçeğin ve miller koyu grilerin katıksız acılarını besteliyordu kıymık kıymık yüreklerde.
Zamansız açan goncalardan kan akardı gülistanlara.
Çırçır böceklerinin rüya aralığında cinayetler işlenir; babalar kızlarını gömerdi toprağa.
Cinnet karargâhına dönen yüreklerde hep aynı boşluk; hep aynı sesin ağına düşmekte kadınlar; şirk yüzlerce dilden konuşmaktaydı her adımda.
Masum kelebekler çarmıha gerilmekteydi, yalnızca masum ve narin oldukları için. Güçsüzlerin gücünü emerek güçlenirdi güçlüler.
Yıllar yılıydı.
Ve bir gün, Ebabiller, kara yere kardılar Ebrehenin fillerini asit yağmurlarınca.
O gün, bir gonca, ana rahminde yetim kalmıştı ve Kabenin duvarını bir kırlangıçtı çığlık çığlığa
kucaklayan Cebrail kanatlarıyla.
Bir şair kollarını açmış yalvarıyordu Ukaz panayırında:
!Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Senin hiç gülün oldu mu Hira Dağı?
Pınarın suyun oldu mu?
Kucağın hiç böyle nurlu muydu Hira Dağı?
Hiç böyle titredin mi derinden?Hiç üşüdün mü?Kalbin hiç böyle durdu mu,
Ey dağların bilgesi,Olmazları unut,
Unut şimdi bütün bildiklerini.
Mekke uyuyor musun?
başına devlet kondu, sen uyuyor musun?Talihin başa döndü, sen uyuyor musun?
Tomurcuk güle döndü, Hira bir misk ambarı,
Üstüne açılırken kelâmın kapıları
Mekke uyuyor musun?
Hira!!
Bezmi Elestten hâtıra!Bir dost sofrası,Rüyaların söylediği visâl yeri burası,
Akıllara sığmayan rüyaların!Üç yıldır Muhammedi sınayan rüyaların.
Hakikat eşiğinde beklenmiyor
Gel ey Dost!
Hasretinin Hira bile çekemiyorSeni ister istemeyi bilenler
Gel ki can bulsun tenler, gel ey Dost!Sen isimsiz yârisin Muhammedin
Hem dilisin cânısın Muhammedin,Bir işaret vermeye gel!
Yalnız adını öğretmeye gel ey Dost!
Miâdı dolmakta,fâni zamanın.Vâdesi doldu dolacak dünyanın.
Uğultusu duyuluyor ûkbanın.Bengisu ol,şehâdet kanalım GÜL.
Âsân eyle,bitmez yolları bize.Süreyyâyı indirelim gönüle.
Kıskandıralım ayını güneşe.Esirgeme mâh cemâlini GÜL
Sancısıyla beklenmekte sabahlar.Gelsin nevbahar,boyansın hadralar.
Nûra bürünsün ziyâsız simâlar,O GELİYOR ! dedik ,bekletme GÜL
Nefsim karanlığın getirdiği evham ve hayallerle beslenirken, gecede daralan ruhum sabaha hasret. Arasıra gece gurbetinden çıkıp sabah buluşmaları yaşamıyor değilim. Zaman zaman onun nuru şöyle bir dünyama uğruyor.
Ne ki, karanlığa alışmış gözüm, gündüz güneşiyle kamaşıyor, yumuluyor, kapanıyor. Gözlüksüzüm de. Gecenin bir vaktinde, narin bir dalın yahut bir çiçeğin taçyaprağının ucuna tutunan; güneş doğar doğmaz 'nâr-ı aşk' ile yanıp ışık merdiveniyle sevgili güneşine koşan bir reşha-misal değilim.
RABÜL ALEMİNDEN SON BİR DİLEĞİM;ÖLÜM KAPIMIZA GELMEDEN HİRA'DAN GÜNEŞİN DOĞUŞUNU BİR KEZ DAHA İZLEMEK ..nasip ya İLAHİ..
Anlattıkça darbe alıyor yaralı yüreğim..Gülden başladık anlatmaya geceden beri..Nasipte ve ruhta ona ihtiyac varmış demekki..Çalıdım kapısını kalender ve yürekli bir dostumun ;
mecalzis bir şekilde..Anlat dedim bana hirayı anlat ,hi,rada açan gülü anlat ne olur,hiranın tadını bilen bir gönül fedaisinin yüreğinden dinlmek istedim HİRAYI.......................
Bir soruyla girdi konuya;
çokmu özledin hirayı ???ve oradaki gülü ?
çoooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooooook
ozaman dinle ;
Yıllar yılıydı...
Çölde alevler ve küfürler kavuruyordu insanlığı.
Gün ortasında kızıl kayalara çarpan kan izlerini tutuşturmaktaydı nefesler dalga dalga.
Geceler büsbütün yalandılar;
belki hiç yaşanmadılar.
Sözcükler yetim, sevgiler hançer sokumlarına mahkumdu.
Körebeler çiziyordu gözlerini gerçeğin ve miller koyu grilerin katıksız acılarını besteliyordu kıymık kıymık yüreklerde.
Zamansız açan goncalardan kan akardı gülistanlara.
Çırçır böceklerinin rüya aralığında cinayetler işlenir; babalar kızlarını gömerdi toprağa.
Cinnet karargâhına dönen yüreklerde hep aynı boşluk; hep aynı sesin ağına düşmekte kadınlar; şirk yüzlerce dilden konuşmaktaydı her adımda.
Masum kelebekler çarmıha gerilmekteydi, yalnızca masum ve narin oldukları için. Güçsüzlerin gücünü emerek güçlenirdi güçlüler.
Yıllar yılıydı.
Ve bir gün, Ebabiller, kara yere kardılar Ebrehenin fillerini asit yağmurlarınca.
O gün, bir gonca, ana rahminde yetim kalmıştı ve Kabenin duvarını bir kırlangıçtı çığlık çığlığa
kucaklayan Cebrail kanatlarıyla.
Bir şair kollarını açmış yalvarıyordu Ukaz panayırında:
!Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Yaklaşıyor yaklaşmakta olan!
Senin hiç gülün oldu mu Hira Dağı?
Pınarın suyun oldu mu?
Kucağın hiç böyle nurlu muydu Hira Dağı?
Hiç böyle titredin mi derinden?Hiç üşüdün mü?Kalbin hiç böyle durdu mu,
Ey dağların bilgesi,Olmazları unut,
Unut şimdi bütün bildiklerini.
Mekke uyuyor musun?
başına devlet kondu, sen uyuyor musun?Talihin başa döndü, sen uyuyor musun?
Tomurcuk güle döndü, Hira bir misk ambarı,
Üstüne açılırken kelâmın kapıları
Mekke uyuyor musun?
Hira!!
Bezmi Elestten hâtıra!Bir dost sofrası,Rüyaların söylediği visâl yeri burası,
Akıllara sığmayan rüyaların!Üç yıldır Muhammedi sınayan rüyaların.
Hakikat eşiğinde beklenmiyor
Gel ey Dost!
Hasretinin Hira bile çekemiyorSeni ister istemeyi bilenler
Gel ki can bulsun tenler, gel ey Dost!Sen isimsiz yârisin Muhammedin
Hem dilisin cânısın Muhammedin,Bir işaret vermeye gel!
Yalnız adını öğretmeye gel ey Dost!
Miâdı dolmakta,fâni zamanın.Vâdesi doldu dolacak dünyanın.
Uğultusu duyuluyor ûkbanın.Bengisu ol,şehâdet kanalım GÜL.
Âsân eyle,bitmez yolları bize.Süreyyâyı indirelim gönüle.
Kıskandıralım ayını güneşe.Esirgeme mâh cemâlini GÜL
Sancısıyla beklenmekte sabahlar.Gelsin nevbahar,boyansın hadralar.
Nûra bürünsün ziyâsız simâlar,O GELİYOR ! dedik ,bekletme GÜL
Nefsim karanlığın getirdiği evham ve hayallerle beslenirken, gecede daralan ruhum sabaha hasret. Arasıra gece gurbetinden çıkıp sabah buluşmaları yaşamıyor değilim. Zaman zaman onun nuru şöyle bir dünyama uğruyor.
Ne ki, karanlığa alışmış gözüm, gündüz güneşiyle kamaşıyor, yumuluyor, kapanıyor. Gözlüksüzüm de. Gecenin bir vaktinde, narin bir dalın yahut bir çiçeğin taçyaprağının ucuna tutunan; güneş doğar doğmaz 'nâr-ı aşk' ile yanıp ışık merdiveniyle sevgili güneşine koşan bir reşha-misal değilim.
RABÜL ALEMİNDEN SON BİR DİLEĞİM;ÖLÜM KAPIMIZA GELMEDEN HİRA'DAN GÜNEŞİN DOĞUŞUNU BİR KEZ DAHA İZLEMEK ..nasip ya İLAHİ..