Dâvâ adami

FaKiR

Meþveret Bþk.
Bizim ölçümüze göre dâvâ adamı ayrı bir hususiyet arzeder. Bu bakımdan, çokların soylu ve sayılı kabul ettiği nice büyükler, dâhiler, kitleleri sürüklemiş büyük sosyologlar vardır ki, biz onlara "entellektüel cüceler" deriz.

Bahşettiğimiz şu izfaî değer dahi çoklarına fazla gelir. Yanılmışları hoş etmek için pâyesize verdiğimiz bu pâyeden ötürü İnşaallah hakikat da bize darılmamıştır.

Bir gerdanlığa tek elmas yerleştirebilmek için yüzlerce taşı bozmuş ve yüzlerce kolyeyi gerdana takılmaz hâle getirmiş; bir göz açma uğrunda çok gözleri söndürmüş, bir kâlbe hayat nefhedebilme sevdasıyla binlerce kâlbe kasdetmiş kimselere elbette "büyük" diyemeyiz..


Ancak beyindeki tümör gibi bir tek duygusu, yüzde bir yumru mahiyetinde kendini gösteren pek çok sivriler vardır ki, fazlalıklarını ve elmacık kemikleri gibi çıkık taraflarını göstermek Hakk'a hizmet olacaktır.


Yıllar yılı milletin beyni ile bağırsağını aynı görmüş ve göstermiş, onun beynini bağırsağına yedirmiş, kâlp zarını çarık diye ayağa giydirmiş, yediğinden ve güttüğünden habersiz, öteler ötesini görmez körler; gerçek dâva adamına, karanlıkları nisbetinde ışık tutsunlar diye anılırlar, başkaca hiçbir zatî değer de ifade etmezler.


Gerçekten habersiz bu büyük gösterilmişler, kitleleri saptırmış, beşeri bîhuzur etmişlerdir. Âleme bir ağıl nazarıyla bakmış, fertleri bir sürünün şuursuz parçaları görmüşlerdir.


İçten ve derinlemesine hiçbir kritiğe tâbi tutmadıkları insanı, tesadüfen bu dünyaya atılmış, hâdiselerin korkunç akışı karşısında bir köşeye sıkışmış, daima titrek ve mahkûm, cereyan eden kanunların demir pençesi altında daima ezik, daima korkulu ve yaşama mücadelesi içinde çırpınan bir bîçare varlık görmüşlerdir.


İçine nüfuz edememişlerin elinde insan, asırlar boyunca hep mahzun ve mükedder kalmıştır. Böylece insanlık, ruhî melekelerin ve zihnî fonksiyonların tamamen tefessüh etmesi gibi bir tehlike ile burun burunadır.

Ne garip tecellîdir ki, aşağıların aşağısına itilen bu en şerefli varlığın kurtarıcıları veya öyle görünenler de, hep şimdiye kadar onu en sefil varlık görmüş mürekkeb cahiller ve istismarcı demagoglar olmuştur.

Dâva adamı ne bir materyalist, ne de spirtüalisttir. Ve ne de bir kısım kimselerin sandığı gibi asrın bütün fenlerinde ihtisas yapmış diploma ve doktora hammalıdır.


Bizim ölçümüze göre dâvâ adamı, ışık hızıyla ifade edilmeyecek kadar öteleri gören, zamanın üstüne çıkıp süratle akan hâdiselerin neticesini gören, kâlbi kadar ruhu, ruhu kadar da beyin melekeleri inkişaf etmiş, içinde şefkatten ummanların mevcelendiği, dışında şevkten nesimin estiği iki kutup arasındaki hesap rakamlarına sığmaz mekân bulutlarını birden ihata eder ve o geniş mekânla bu küçük insan arasında münasebetleri şimşek edâsıyla kavrar, engin ve alabildiğine derin bir biliş ve görüşe sahip yektâ bir varlıktır.

Derunî, samimî, melekler kadar şefkatli ve gene bir kısım melekler kadar celâdetlidir.

Güneş gibi renkli ve ziyalı, ay gibi parlak ve tatlı.. Onlar gibi durmadan yol alır ve aşar. Dağları düz, düzleri pürüzsüz eyler.


Dâva adamı aşılmazları aşmış; nikâbın kaldırıldığı, pinhanın ayan olduğu ufka ulaşmış;

namütenahî güzelliği günlüyle duymuş ve doymuş; sonra yine cihetler yurduna dönmüş..

Gönlü o âleme tutkun, gözünde oranın sürmesi ve bağrı, lavların oynaştığı, kaynaştığı bir harika, bir anlaşılmaz olarak coşacağı anı beklemektedir.


Dâva adamı, güldürmek için ağlar..

Gözünün katresinde ummanlar gizlidir.

Yedirmek için, yemez.

Dünyaya karşı daima oruçludur.

Yaşatmak için ölür.

Habbesinde İrem bağlarını yetiştirecek kudret saklıdır.

Döverler, bu uğurda niyaz eder;

söverler, dua eder;

başını yararlarsa Hakk'ın Habibi gibi ellerini kaldırır: "Hidayet nasib et cemaatime Allahım! Bunlar beni bilmiyorlar" der, niyaz eder, af diler.


Dâva adamı kendini nefyeder,

muvaffakıyeti Hakk'ın tevfikine ve çevrenin himmetine verir.

Hakk-aşina bir kumandan gibi birliğindeki sarsıntıyı nefsinden bilir, bin tevbe eder.


Dâva adamı, cânân dilemenin canı terketmekle olacağını çok iyi bildiğinden bir anlık visâl için yıllar yılı hicrana önceden kararlıdır.

Hakk rızası için yüzlerce defa gözyaşı ile yoğurduğu çamuru seve seve gözüne sürme diye sürer.


Dâva adamı, dilhûn olup gönlünü kan, gözünü ebr–i nisandan daha aziz göz yaşları ile yıkamadıktan sonra, ne buluttan yağmur, ne denizden buhar ve ne de başka gözlerden yaş beklemez.


Dâva adamının lugatında kırılma, darılma kelimeleri yoktur.

Hem nasıl kırılır ve darılır ki bir an rahmetli tecelliden dûr olmayan Hakk, merhamet ettiklerine onu mücessem bir rahmet olarak göndermittir.


Dâva adamı, başı yüce dağlar gibi daima bulutlu... Ovaları, vâdileri sulayan yağmurların, sellerin şimşekleri hep onun başında çakmaktadır.

Onun o celâlli hâlinde dahi binlerce Cennet bahçesine su ve ziya huruşandır.


Dâva adamı, kâlbinin dudağı ümitten tomurcuklarla süslü, yaşadığı devirden çok sonralara nazar eder ve ördüğü halıyı bu hesapla örer.

Ne yaşadığı devrin isi, pası, ne de dünyanın alâyiş ve ihtişamı onu meşgul edemez ve yolundan saptıramaz.

Dâva adamı, Hakk'ın esiri, haklının zahiri, düşene yâr ve yolunu şaşırmışlara pişdardır.


Bu ma'nâda feleğin kemer bağladığı yüzlerce dâvâ adamı vardır. Aylar güneşler hep onların bezmine ve hikmet dersine koşmuştur.
Devr-i Saadet'ten sonrası taksimde, hissemize en çelimlisi ve çalımlısı düştü. Bulanlar buldu, bilenler bildi. Bilmem ki biz tanıyabildik mi?..
 
Üst