Dayatılan Güzellik Anlayışı

Livza

Well-known member
Malum, kadınların dilinden hiç düşmez güzellik. Fıtratımızın da bunda katkısı var kuşkusuz. Ama daha da önemlisi, dışarıdan gelen bombardıman. Hele eşlerin ya da eş adaylarının beklentisi, adeta o dış güzellik için zorlar durur kadını. Ne var ki yıllar geçtikçe metabolizma yavaşlar, zaman güzellikten tırpanlar habire. Lakin eşlerin dilinde hala bir güzellik türküsü söylenir. Doğrudan söylenemediğinde ima yoluyla anlatılmaya çalışılır beklentiler. Örnekler sunulur, “Sen neden öyle değilsin?” denir. Bu baskı, işkence makinesi gibi çalışır yirmidört saat. Her fırsatta alınan kilolar, bozulan vücut hatları hatırlatılır. Sofrada lokmalar sayılır, yenenler gözden geçirilir. Bir güzellik edebiyatıdır bitmek bilmez, iki cümlenin birincisi değilse bile ikincisi olur.

GÜZELLİK ANLAYIŞIMIZ NASIL DEĞİŞTİ?

Ciddi bir değerler erozyonuna uğramış durumda toplum. Değerlerimiz kaybedilerek yerine, fos kalıplar konuldu. Bunlardan biri de değişen güzellik kalıplarının dayatılması. Doğaya ters olmasına rağmen artık her daim kadınlardan genç ve güzel kalması beklenilir oldu. Kozmetik, zayıflama ilaçları, diyetler, güzellik merkezleri, estetik cerrahi bu isteğin yerine getirilebilmesi için epey gelişti ve ekonomide iyi bir pazar oluşturdu.

Batının ihraç ettiği, Türk toplumuna da dayatılan güzellik algısı ve güzellik göstergesi sayılan zayıflık beklentisi, artık hemen herkesi ilgilendiren ciddi bir sorun ve baskı unsuru.

Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Ünsal Oskay, bir röportajında konuyla ilgili olarak şöyle bir açıklama yapıyor: “Bugünkü güzellik, çok yapay ve endüstriyel bir güzellik. Sanayi Devrimi’nden sonra moda, kozmetik ve tıp, insanları belli bir formun güzel olduğuna; kişiye, o formu korumaya çalışmazsa, toplumda dışlanabileceğini telkin etmeye başlamış… Hayata hazırlanmak için nasıl yüksek eğitim görmek, dil öğrenmek gerekliyse, bunların yanında çok faşizan bir uygulama da devreye giriyor: Güzel ve zinde kalmak! Giyinme biçimi, tatil şekli ve yaşam tarzı gibi, güzellik anlayışımız da sistem tarafından bize empoze ediliyor.” Herkesi tek tipe zorlamak yaratılışa, dolayısıyla fıtrata aykırı. Fıtrata aykırı her şey de zulümdür. Bunu ister kişi kendi kendine yapsın, ister eşler, isterse çevre. Diğer yandan çok etkili olan basın-yayın devamlı özendirilen kişiler sunuyor. Filmlerde özel seçilmiş genç ve güzel bayanlar oynatılıyor. Onları devamlı gören kadın kocasına tedirginlikle, erkek karısına küçümsemeyle bakabiliyor.

Aslında genel kabul gören güzellik algısı zamana göre değişiyor. Çeşitli dönemlerde birbirine zıt güzellik algıları gelişmiş. Mesela İspanyol paça ve kütük topuklu ayakkabıların içinde insanlar bir zamanlar harika göründüğünü düşünürmüş. Şimdi komik bulunuyor. 19. yy’da şişmanlık kadınlarda güzellik, erkeklerde ise güç sembolü olarak algılanırdı. Sonradan insanlar daha az bedensel olarak çalışıp, daha kalorili, besleyici ya da fastfood yiyeceklere kolay ulaşmaya başlayınca genel görüntü hızla değişti. Bir yandan da basın-yayın bilinçaltına değişen, yani “güzel kadının zayıf kadın” olduğu yeni güzellik algısını yerleştirdi. Artık zayıflık moda akımlarına, toplumsal algılara ve sanata yön verir oldu.

ŞİŞMANLIK BİR ÖZÜR GİBİ ALGILANIYOR

Dayatılan güzellik algısı yüzünden şişmanlık bir özür gibi algılanıyor kişinin kendisi ve toplum tarafından. Bilinçaltımıza bu bombardımanlar öylesine etki yapmış ki, kim olursa olsun kilosunu düşürme derdinde. Sanki dünyada tek sıkıntı bu başa bela gözüken kilolar. Kadınlar fıtratlarından gelen beğenilme arzusu ya da eşlerini ellerinde tutma kaygısı ile habire diyetteler. Bir araya gelen kadınların konuşmadan edemediği meselelerden biri kilo. Zayıf bir bayan olan Fatmanur Hanım’a arkadaşları, “Sen bizi depresyona sokuyorsun” diyor. Fatma Hanım arkadaşlarının psikolojisini şöyle açıklıyor: “Kabahatli çocuk gibi hissediyorlar kendilerini. Zayıf kalmakla, onların dayandıkları ‘doğum yapmış olma’ gerekçesini ellerinden almış oluyorsun. Senin yapabildiğini o yapamamış oluyor.” Oysa genlerinin zayıflığa müsait olduğunu, az bir dikkatle daima insanların özendiği kiloda kalabildiğini söylüyor Fatma Hanım. Ama kilosuyla o kadar çok ilgileniliyor ki, sonunda şunu düşünüyor: “Zayıflığım sorun oluyorsa, kilo alayım bari!”

“EVDEKİ KANTAR ÇOK HASSAS”

Atalar “Bir dirhem et, bin ayıbı örter” demiş. Oysa şimdilerde dirhem dirhem etler yığını, ayıpları ortaya döküyor. Yine, “Falancanın gelini, iki tahtayı çakmışlar, kadın diye satmışlar” denirdi. Günümüzdeyse kilo ailelerin tartışma konularından biri. Devamlı diyet yapan, zaten çok zayıf olan bir hanıma küçük bir ikram tabağı sunuluyor. Yemeyi reddediyor. Israrlar karşısındaysa, “Evdeki kantar çok hassas, yüz gram fazlalığı bile görüp bağırıyor” diyor eşi için. Bunlardan çok daha vahimi ise kilo aldığı için; işinden çıkarılan, boşanma davası açılan, ikinci evliliğini yapanların bile mevcut olması. Artık kız beğenilirken kilolular tercih edilmiyor. Son derece nitelikli kızlar bile sadece bu yüzden evde kalabiliyor. Tüm bunlar insanlar üzerinde ciddi bir psikolojik baskı oluşturuyor. Hatta bu nedenle terapi gören ve ilaç kullananlar bile var ne yazık ki. Örneğin Semra Hanım kilosu yüzünden aynalardan nefret ettiğini, eşinin baskılarından dolayı psikolojisinin bozulduğunu ve ilaç kullanmak zorunda kaldığını anlatıyor. Takıntının boyutuna göre tahribat büyüyor. Öyle ki, şişmanların gördüğü haksızlık ve baskılardan dolayı, ABD’nin Michigan ve San Francisco eyaletlerinde ırk, cinsiyet ve yaşın yanında, kilo ayrımcılığına karşı maddeler bile kanunlara eklenmiş.

İNSANLARA BU İŞKENCE NİÇİN VE NASIL YAPILIYOR?

Tekrar tekrar aynı şeyleri görmek, okumak, duymak sayesinde bir nevi hipnoz oluyor insanlar. Öylesine güçlü bir bilinçaltı hipnozu ki, hemen hemen kimse ondan kendini kurtaramıyor. İnsanlar, özellikle bayanlar mazoşistçe kendine işkence yapar hale geliyor. Ya eşine kendini beğendirmek için ya da onun baskılarına dayanamayıp boyun eğerek işkenceye katılanlar arasına giriyor. Böylece kabul gören güzellik, saplantılı güzellik anlayışına dönüşüyor. Böyleleri normalde çirkin olmadığı halde vücudunun herhangi bir yerini beğenmeyerek, orayı beyninde problemli hale getirir. Bu durum uykularını kaçıracak düzeye gelebilir. O kadar ki, takıntılar veya empoze edilen “çılgın ideal ölçü” yüzünden binlerce bayan kendini kilolu ve çirkin görmeye başlayarak anoraksiyaya yakalanıp ölüme gidiyor.

Can sıkıcı diğer bir şey de konuyla alakalı oyuncaklar: Barbi bebek vücuduyla güzelliği özdeşleştirenler, onları çocuklara vererek bilinçaltlarına mutsuzluk ve depresyon tohumlarını serpiyor. Oysa güzelliğin ikonu olarak dayatılan Barbi bebek vücudu ancak bir hayal olabilir. Diğer yandan güzellik kavramının çıtası bu derece yükseltilince(!) ne yapsa ona ulaşamayacağına şartlanmış insanlar, daima güzellik merkezlerini, hatta plastik cerrahinin kapılarını aşındırıyor. Yahut vücut metabolizmasını iflasa sürükleyen şok diyetler yapıyor.

Durumdan herkes muzdarip. Mutlu olan sadece güzellik ve moda sektöründen cebe milyar dolarlar indiren iş sahipleri. Moda ve güzellik sektörü insanları kendine güvensiz bireyler haline getirip, güzelleşmek için sundukları şeye muhtaç olduklarını düşündürtüyor. Önce ulaşılması neredeyse imkansıza yakın bir güzellik kavramını bilinçaltına adeta kazıdıktan ve ona sahip olmayanı da suçlu addeddikten sonra, kenara çekilerek ağa düşen bu zavallıcıklardan gelen paraları cebe indirmek, sadistçe bir zevk sunmalı sahiplerine.
Örneğin kadınların görüntü kabusu haline getirilen selülitler. Dünyaca ünlü doktorumuz Mehmet Öz, her on kadından dokuzunun selüliti olabileceğini söylüyor. Ancak güzellik sektörü selülitin korkunç bir çirkinlik olduğunu empoze ediyor ki, sonunda bundan rahatsızlık duyan kalabalıklar, doğal müşteri portföyüne eklensin. Oysa selülit kadınlık hormonlarının iyi çalıştığını gösteren ve yaşla beraber kaçınılmaz bir şekilde her kadında görülen fizyolojik bir durum.

GÖNÜL SOLMUYOR, AMA BEDENLER SOLUYOR

Konuyla alakalı diğer bir sorun da estetik operasyonlar. Önceleri ciddi bir görüntü problemi olanlar, onların da zenginleri, estetik operasyon yaptırırdı. Bu insanlar için konunun dini açıdan hükmünün ne olduğununsa zaten herhangi bir önemi yoktu. Fakat gelinen nokta ürkütücü boyutta. Operasyonların uygun fiyatlarla ve daha yaygın hastanelerde yapılabilmesi bu işi kolaylaştırdı. Aslında sorun olmayan şeyler bile büyük bir problem gibi algılanarak, ondan kurtulma yollarına gidilir oldu. Artık ev hanımları bile mutfak harçlıklarından artırdıklarıyla, vücudunun herhangi bir bölgesi için bıçak altına yatabiliyor. Bir mankenin yüzünü, canlandıracağı bir karakterin yüzüne benzetmek için operasyon geçirmesi ise bu işin ne kadar basite indirgendiğini gösteriyor.

Fıtri olanın aksine istekler insanı mutsuz eder. Doğmak, büyümek, yaşlanmak ve yaşlanırken de vücudun çökmesi doğal. “Ben yaşlanabilirim ama çökmem”, demek imkansız. “Güzellik kısa süren bir saltanattır” der ünlü Fransız edebiyatçı Victor Hugo. Bu dünyanın her şeyi gibi, güzelliği de yok olmaya mahkum. Oysa ebedi solmayan, geçici olmayan mükemmel güzellik cennette verilecek. Estetik ameliyatlarla vücudun tahribatı yıllara karşı nereye kadar durdurulabilir. Gönül solmuyor, ama bedenler soluyor. Ve bu gerçeği kimse değiştiremez. Bu gerçeği kabul etmek gereksiz yere yorulmayı ve üzülmeyi önler.

Sonuç olarak görüyoruz ki yıllarca beyinlere bir güzellik şablonu kazınmış. Her nereye bakılsa, o şablon otomatik devreye giriyor. Kendi hapishanemizi kendimiz oluşturuyoruz onlarla. Bize sunulan şartlanmışlığa boyun eğerek, dayatılan güzelliğin gönüllü köleleri halini alıyoruz. Bir an önce bu bilinçaltı hipnozundan kurtulmaya, kendi değerlerimize dönmeye şiddetle ihtiyacımız var. Masum başlayan şey insanları, aileleri hızla uçurumun kenarına sürüklüyor. Elbette kimse yüz-yüzelli kilo olmak istemez. Ama sağlık sorunu oluşturmayacak bir kilonun altına düşme ve diğer kalıplaşmış güzellik saplantıları, insanları ciddi zora sokuyor. Güzelliğin ölçütünü, görüntüye indirgemek, güzelliği sadece dış cephede arayanları mutsuzluk ve depresyona sürüklüyor. Güzellik yeniden tanımlanarak insanları mutsuzlaştıran kalıplardan uzaklaşılmalı. Öte yandan eğer eşinizin gözlerine baktığınızda içiniz sevgiyle, sevecenlikle, neşeyle ya da huzurla doluyorsa zaten güzel eşlere sahipsinizdir. Mutlaka beğendiğiniz bir yeri vardır onların.

Ancak şu da var ki tüm bu anlatılanlar hanımların bakımsız, salaş olmasını gerektirmiyor. Aksine olabildiğince eşlerine karşı güzel görünmeye, bakımlı olmaya çalışmalılar. Ancak orta yolu terk etmeden, patolojik vakaya dönüşmeden, depresyona girmeden. Asla sahip olamayacakları bir bedenin hayaliyle kendilerine işkence yapmadan…

İSTANBUL ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ FAHRETTİN ALTUN: GÜZELLİK TEK TİPLEŞTİRİLİP DAYATILIYOR

Bir toplumsal formasyonun ortaya çıkışı ve tarih içinde varlık gösterebilmesi için şu sorulara cevap vermesi gerekir: Güzel nedir? İyi nedir? Doğru nedir? Bir başka deyişle, bir toplumun varoluşu, bir medeniyete evirilme imkanı, ancak ve ancak kendine mahsus bir estetik, etik ve epistemoloji geliştirebilmesi ile mümkündür. Günümüzün egemen standartları söz konusu olduğunda farklı toplumlar arasında bu alanlarda özgünlük standartlarının düştüğünü, sahihlik imkanlarının ortadan kalkmaya başladığını görüyoruz. Özellikle estetik alanda karşımıza çıkmaya başlayan tahakküm, güzelliğin tek tipleştirilmesini, tek bir medeniyetin ve zaman diliminin güzellik standartlarının diğer toplumlara dayatılmasını talep ediyor. Bu sürecin özellikle kadın bedeni üzerinden yürüdüğünü de belirtmek gerekir. Kadın bedeni, her dönem ve medeniyete göre farklı şekillerde güzel olarak addedilmişken, yaşadığımız dönemde, kelimenin tam anlamıyla bir “estetik tahakküm” bütün dünya kadınlarına dayatılmaktadır.

PSİKOLOJİK DANIŞMAN ÜMMÜHAN YAMANOĞLU: DAYATILAN İDEAL KADIN MODELLERİNİ BIRAKIP, KENDİ ÖZ BENLİĞİMİZİ KEŞFETMELİ VE YÜCELTMELİYİZ

Günümüzde kozmetik ve güzellik sektörü medya aracılığıyla belli vasıfları olan kadınları ön plana çıkarıyor. Günlük yaşamda sürekli bunlarla karşılaşan onmilyonlarca sağlıklı kadın kendini kilolu ve çirkin görmeye başladı. Bu durum sonraları takıntı halini alarak, yeme bozukluklarına yol açtı. Yeme bozukluklarının başlıcaları olan anoreksia ve bulimia’ya yakalanan kadınlar, hiçbir şey yemeyerek ya da yediklerini kusarak zayıflamaya çalışıyor. Bir süre sonra mide kasları çalışmayan bu kadınlar ölüm tehlikesiyle karşı karşıya geliyor. Bu “hastalıklı güzellik anlayışı” sonucunda kadın, ilahi bir emanet olmaktan çıkarılarak, karşı cinse bir cazibe merkezi haline getirilmiştir. Özellikle de depresyon, aile içi iletişimsizlik, kendine güvensizlik ve duygularıyla baş edemeyen kadınların içinde bulunduğu bu grup, yanlış yönlendirilmelerin sonucunda cinsel bir metaya dönüştürüldü. Bize dayatılan ideal kadın, ideal eş, ideal anne modellerini bir kenara bırakarak, kendi öz benliğimizi keşfetmeli ve yüceltmeliyiz. Kendimizi ancak ilmi noktada geliştirerek, toplumda hakim olan, “Kadın, sadece derisinden ibarettir” zihniyetine karşı ayakta durabiliriz.


Ahsen Nur Eren - Semerkand Aile
 
Üst