DenizLi sahitLeri

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 268

SÜLEYMAN HÜNKÂR

Süleyman Hünkar'la görüşmemiz mülakat şeklinde oldu.
Kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Süleyman Hünkâr'dır. l335 (l9l9) tarihinde Denizli'nin Sarayköy ilçesinin Beylerbeyi köyünde doğdum.
Denizli hapsine hangi tarihte ve ne sebeple girdiniz?
l3 Ocak l938 tarihinde ağabeyimin nişanlısını kaçırmak isteyen birisini yaraladım. İsmi Osman Özkaya idi. Mahkeme devam ederken çeşitli mahkûmlar yüzünden kavga çıktı. Hapishanede iki kişi birbiriyle kavga yapıyorlardı. Ben onları ayırd etmek için vicdanen aralarına girdim. 'Sana ne oluyor?' diye bana saldırdılar. 'Sen ona yardım ediyorsun' diye bana yıkıldılar. Ben de üzerimde bir bıçak taşıyordum. Bacaklarından yaraladım. Yaralama suçundan yedi ay aldım, öteki suçla beraber üç sene sekiz aya çıkardılar. Ondan sonra yine beni öldürmek için gruplaştılar. Sürgünden arkadaşlarım gelmişti. Birisi Abbas Türkyılmaz'dı. Kendisi Kürt ismi ile anılırdı. İstanbul'lu idi. Diğeri Laz Osman, Rize'lidir. Onları misafire almıştılar. Onların yardımıyla beni öldüremediler. Bu arada onların elinde 5-6 bıçak, bizim elimizde 3 bıçak ile yaralamaya girildi. Birisi orada bıçaktan öldü. Üçümüze l8'er sene ceza verildi. Benim cezam 2l sene 8 ay 8 güne çıktı. Ötekiler de 30'ar seneden aşağıya olmamak üzere ceza yediler. Birisi Kars'a, diğeri Sinop'a sürüldü. Beni de Denizli'de bıraktılar. Sonra Çorum'a sürgün ettiler.
Bediüzzaman Said Nursî, Denizli hapsine geldiğinde nerede idiniz?
Denizli'de idim. Üstad Hazretleri gittikten sonra Çorum'a gittim.
Nasıl duydunuz? Kimden duydunuz?
Gelmeden önce Savcı Muavini (Cemil Söylemez) Hapishane Müdürü (Şevki Bey) daha evvel geldiler. Tabip, arkalarından başgardiyan, başçavuş da dahil olmak üzere: 'Şarktan bir bektaşi geliyor. Bununla kimse konuşmayacak. Konuşanlara dayak attıracağız. İşkence yapacağız' dediler. Daha sonra Üstad geldi.
Böyle bir kimse ile karşılaşacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Hayır bilmiyorduk. Geldi, evvelâ Ferani Meydanında karşılaştık. Biz üç bölümün arasına Ferani Meydanı diyoruz. Orada Hazret-i Üstad bir iskemle üzerine oturdu. "Hoş geldin Hoca Efendi dedik. Ben hemen çay-kahve ne içerzsiniz?" diye sordum.
"Kahve içmem" dedi. Hemen çay temin ettik. Ondan sonra umumî tuvaletin olduğu yerde iki üç gün yatırdılar, oraya bir yatak ayırdılar, sonra münferit yere geçti. Bizim konuşmamıza engel olacaklardı. Bizi Üstad ile görüştürmeyeceklerdi.
Size Bediüzzaman'la konuşmayın, eğer konuşursanız işkence yapacağız dedikleri halde nasıl yakınlık gösterdiniz?
"Biz sehpaya gideceğimizi bilsek Üstad Hazretleri ile görüşeceğiz" dedik. "Sizin sözlerinizi dinleye dinleye ömrümüz hapishanelerde çürüdü. Onun için biz sizden nefret okuduk. Biz öyle birisini arıyorduk. Allah Hazret-i Üstad'ı bize yolladı."
Münferid kısmına kattılar. Orası tek kişilik bir yerdi. Ufak suç işleyenleri birer kişilik yerlere katıyorlardı. Üstad'ı oraya kattılar. Tabii kapılar kapanınca idareden gören olmuyordu. Biz birbirimizin yardımıyla pencerenin önüne çıktık. Elini öptük, halini hatırını sorduk. O zaman Hazret-i Üstad: "Kardeşlerim, benim yüzümden zarar görmeyin, lâf duyarsınız, işkence çekersiniz, benim yüzümden" dedi.
"Hayır hocam siz hiç üzülmeyin, biz korkmayız. Herşeye razıyız" dedik. (Bu olay Üstad'ın içeri girmesinden iki-üç günsonra olmuştu.)
"Kardeşlerim, sağ olun, hoş bulduk" dedi.
Pencereye bir kişi çıkamazdı, birbirimizin üstüne basarak çıktık. Daha sonra Isparta'dan, İstanbul'a gelen hocaları da karşılaldık.
Üstad'la aynı zamanda mı geldiler?
Üstad Hazretlerini hapse attıkları zaman Kastamonu civarında zelzele başladı. Felâketler oluyordu. Taşköprülü Sadık Bey, Mehmed Feyzi Efendi, Çaycı emin Efendi, Hafız Tevfik beraber geliyorlardı. Geldiler, hep karşıladık. Üstad Hazretleri talebelerine emir veriyor: "Ne emriniz varsa, Süleyman Hünkâr'dan isteyin" diye.
Siz onu yapabilecek bir kimse miydiniz?
Halbuki ben yarım yamalak bir kimseydim. Halbuki beş vakit namaz kılanlar, hacılar, âlimler vardı. Onlara demedi. "Siz Süleyman'a bakın" dedi. Bütün Isparta'dakilerle beraber 65-70 talebesine beni tavsiye etti. 'Ne ihtiyacınız varsa Süleyman temin eder' dedi.
Siz hakikaten böyle bir ihtiyacı temin edebilir miydiniz?
Bilmiyordum, ben kendimde böyle bir kuvvet olduğunu. Biz üç Süleyman'dık. Denizli'li Hafızdı, diğeri Tire'li beş vakit namazını kılıyordu. Yani üç Süleyman vardı. Üstad yalnız "Beylerbeyli Süleyman" derdi. Meğer ki öbür Süleymanlar hem hoca ile konuşuyorlar, hem de idare ile konuşuyorlarmış. Biz de öyle bir durum yoktu. Olduğu gibi Üstad'a bağlandık. Hapisler için koğuşun birini hazırlattım. temizlettim.
Diğer mahkûmlar nasıl dışarıya çıkardınız?
Onların kendi rızasıyla. Arkadaşlara, "Misafirler rahatsız olmasınlar, ayrı bir yere koyalım" dedim. Temizlettik, onları oraya kattık.
Hapishanede hasımlarınız ne oldular?
Hasımlarım var ama, ne kadar baş kaldırmak isteseler bile barınamıyorlardı. Halbuki icabında hiç bir şeysiz geziyordum. Bir bıçak bile bulundurmuyordum.
Üstad size mektup yazdı mı? Gusledin, namaza başlayın diye haber gönderdi mi? Bu hâdise nasıl oldu?
Geldi. mektubu meydancı getirmişti. Üstad'ı çocuk koğuşuna göndermişlerdi. Oradan birkaç mektup daha gönderdi. O zaman namaz kılmıyordum. Kumarda, onu bunu dövme yolundaydım. Üstad gelince doğru yoldan ayrılmıyorduk. Amma ne de olsa sapıtıyorduk. Sonra namaza başlayınca kumar gibi yolları kapattık. O zamanlarda, l943'de kumardan günde bin lira kazanıyordum."
Paraları nereye veriyordunuz?
O paraları olduğu gibi, ne kadar fakir varsa içeride dağıtıyorduk. Onları idare ediyorduk.
Kastamonu ve İstanbul'lular geldiği zaman nasıl tanıştınız?
Hepsine hoş geldiniz, dedim. Âlim, cahil neyse... Bunların arasında Feyzi Efendi yatağını kapı eşiğine yaptırdı. Ötekiler de sıra ile benim yanıma geldiler. "Hoş geldiniz hocam" dedim. Daha sonra Sadık Bey, arkasından da Hilmi Bey geldiler. Beraate kadar ayrılmadılar. Yataklarımız hep bir aradaydı. Diğer hocaların koğuşları ayrıydı.
Sadık Beyle iyi tanışırdınız demek?
Sadık Bey de vaktiyle aynı bizim gibi kötü yoldan dönmüşlerden. Dedesi Plevne Kahramanı Sadık Paşa imiş. Sadık Bey, evine darılıp evden kaçmış. Kumar oynayıp, oynatmış. Ondan sonra Üstad Kastamonu'ya geldiği vakit onun talebesi olmuş. Nasıl olduğunu bana anlatmıştı. Onlar gelmeden, ben namaz kılmıyordum. Kılsam bile ara sıra. Onlar gelince artık bırakmadım. Abdestsiz gezmiyordum. Yatsı namazından sonra yatarken bile abdest alarak yatıyordum. Kur'ân okumayı Gönenli Mehmed Efendi öğretti. Fakat pişiremedim. O zaman meşguliyet fazla idi. Hapishanenin bir işini bırakıyorsun, öbürüne gidiyorsun. Namaz kılmayı da onlarla beraber öğrendim. Beraber cemaatle namaz kılardık."
Üstad ile nasıl görüştünüz?
Beni bazan savcı çağırırdı. Çağırdıkları zaman hemen Üstad karşıma çıkardı. Kapının ağzından, "Bir şey mi var?" diye sorardı. Zaten ben davrandım mı Üstad kapının ağzında bekleyedururdu.
Nasıl biliyor?
O bilir. Onda şüphe yok! Kapıda durur bir şey dediler mi, olduğu gibi, ne söylerlerse ben de Üstad hazretlerine söylerdim.
Üstad hakkında ne derlerdi?
Bunların hakkında bir şey söylemezlerdi. Söyleyemezlerdi zaten. Benim binsır vermeyeceğimi bildikleri için, onlar da bana bir şey sormazlardı.
Bir ara gardiyanlar seni demir parmaklıkların arkasından görmüşler. "Biz sana gösteririz" demişler.
Ben onlara fazla hakaret ettim.
Niçin?_
"İçeri girerseniz sizin kafanızı şişe ile kırarım" dedim. Korkularından giremediler.
Risaleleri dışarıya çıkarışında, "Siz bana verin, ben deve de olsa kaçırırım" demişsiniz. Nasıl oldu bu hâdise?
"Siz korkmayın devam edin" dedim. Bütün Başvekile, Cumhurbaşkanına, Bakanlara giden dilekçeler, risaleler benim yanımda yazıldı.
Kim yazıyordu?
Sadık Bey, Mümtaz Bey ve ben. Sadık Bey söylüyor, Mümtaz Bey daktilo ile yazıyor, ben de kolaçan ediyordum. Vaziyeti kontrol ediyordum. Bazı eksik yanı olursa Feyzi Efendi zaten yanımızda idi. Bizi kontrol ediyordu.
Daktiloyu nereden getirdiniz?
Arkadaşım, başkâtip Şevket Bey vasıtasıyla. Şevket Bey, Muharrem Beye veriyor, o da bize getiriyor. Onunla gece gündüz yazıyoruz. Yasak yok, idare ve mahkûmlar tarafından engel olan olmadı. Zaten bütün tenbihledim. Kısımlarda "Arkadaşlar, hocalar kalktığı zaman, herkes hazırol vaziyetinde duracak" dedim.
Yani hepsi mum gibi olacaklar.
Evet, bu kadar.
Sizi dinliyorlar mıydı?
Evet dinliyorlardı. Zopturuveriyordum. Yani sözden dinlemeyenler varsa, onlara zabutu (dayak) var diyorum. Sözüme hiç itiraz eden olmazdı. Meyve Risalesi Üstad hapishaneye Cuma günü ayak bastığı için, Denizli'nin bir Cuma gününün meyvesidir. Ondan Meyve Risalesi adını koydu.
Koğuşa nasıl gelir bu yazılar?
Yazıları meydancı Arnavut Âdem Ağa alır, gelir bize teslim eder. Hangisi olursa olsun, dost olmasa bile getirmeye mecburdur, o zaman için.
Açıktan mı gelirdi?
Evet. Bazan yasak zamanlar olduğunda kibrik kutularının içinde gelirdi. Sadık Bey etrafta cigara içiyordu. Tabi cigara içmesek bu işi yapamayacağız. Üstad bize cigara içmeye müsaade etti.
Ne dedi?
Onların cigara içmesi serbesttir" dedi. Çünkü cigara içmesek yazamayacağız.
Sadık Bey nasıl bir adamdı?
Sadık Bey, tecrübeli, oturaklı bir adamdı. Efendim, bu işlerde tecrübe lâzım. Öyle oluyor ki, tecrübesiz arkadaşlarla ne kadar samimi olursan ol, birisi gelir aranı bozar gider. Sizi birbirinize düşman yapar. Fakat tecrübeli, güngörmüş bir adamı, kimse ayıramaz. Bu durumlarda Sadık Bey bambaşka bir insandı.
Üstad "Tahliye olacaksınız' dedi mi?
"Kardeşlerim kurtulursunuz" dedi. Üstad'ın tahliye günü idareden dışarı çıkıyordum, yanına gittim. Gardiyanlar beni çevirdiler. "Haydi kardeşim, siz de yakında kurtulursunuz" dedi. "Kapıları Risale-i Nur Talebeleri açacaklar" dedi. "Halk Partisi af yapmak isteyecek, onlara nasip olmayacak" dedi. O zaman daha benim senem dolmamıştı.
Hapishanede Nur Talebelerine karışmak isteyenlere ne yapardınız?
Hayır, benim zamanımda Nur Talebelerine engel olan kimse yoktu, dinlemeye mecburdular. Dinlemeyen kalkar giderdi. Sus deyince dururlardı. Gece, gündüz Risale-i Nur bağırsan, konuşsan hiç kimse engel olamazdı. Kimsenin haddine düşmemişti. Zaten ufak bir gürültü oldu mu kulaklarından asılırdım. Sessiz konuşurlardı. Kimse ses çıkaramazdı.
Sadık Bey, diğer ağır cezalalılarla nasıl anlaştı?
Benim adamlarım olduğu için o da anlaştı. Dursun Atmaca 38 sene yedi. Mümtaz l8 sene, idamlık, müebbetlikler de vardı. Risale-i Nur'u dinliyorlar, namaz kılıyorlardı. Üstad bir defasında bahçeye çıktı. Gönenli Mehmed Efendi Kur'ân okuyordu. Üstad Hazretlerine iskemle atıverdiler. Bahçe kısmından bizim kapılar kilitli idi. Ben de pencereye çıktım. Üstad:
"Süleyman bizim ziyaretimize gelmedi, biz onun ayağına geldik" dedi. "Bizi buraya çeken Süleyman'dır" dedi.
Üstad'ın yüzü nasıldı?
Yok efendim, dünya yüzünde böyle bir yüz yok. Kıyafeti de öyle. Onun kıyafeti gibi gezdiğim yerlerde görmedim. Onunki ayrı bir kıyafetti.
Üstad'ı Denizli hapsinden sonra da gördünüz mü?
Isparta'da ziyaret ettim. Demokrat Parti zamanında, l953-54 yılları arasında. Yalnız gittim. Kapıyı çaldım. Etrafdaki komşular, kadınlar "Çalın kapıyı, çalın" diyorlardı. Mahalle alışkındı. İki talebesi geldi. "Kim diyelim" dediler.
"Beylerbeyli Süleyman geldi deyin" dedim. "Gelsin" demiş. Kapılar açıldı. Hemen sarmaşladık. Gözlerimden öptü. Oturduk, çay içtik.
"Kardeşim ben rahatsızım" dedi. "Bana üç defa zehir verdiler. Zehir bana tesir etmedi" dedi. "Bunlar mason" dedi.
"Efendim ben dalâlette (tereddüt) kaldım" dedim. "Halk Partili mi olam, yoksa Demokrak Partili mi olam?" dedim.
(Elini kenara silkeleyerek) "Halk Partisini şöyle bırak, onlar geberdi" dedi. "Domokratlar eğer sözümü tutarlarsa birşey olmayacak" Bir âyet okudu. "Bunu tatbik ederlerse aydınlığa gidecekler" dedi. "Sözümü tutmazlarsa, inadın üstüne ölüp giderler" dedi. "Hiç korkma kardeşim siz dindar kişisiniz, size kimse bir şey yapamaz, siz benim tasarrufum altındasınız, siz bin efesiniz" dedi. "Yani senin gibi bin tane, sözüne sadık kalan anlamında. Yoksa kılıçlı, silâhlı efe gibi değil. Üç gün misafir kalmanı isterim. Fakat rahatsızım" dedi.
 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 251


Risale-i NUR Mahkemelerinin
Adil Hâkimlerinden Senirkent'li
HESNA ŞENER

(l903-l975)

Senirkent, yetiştirdiği imanlı ve münevver evlatlarıyla, bu vatan ve millete büyük hizmetleir olan mübarek bir beldedir.
Ne zaman bu mübarek beldenin bahsi olsa, hemen Semerkant, Taşkent ve Buhara'yı düşünürüm. "Tola Hanedanı"ndan, Senirkent'in "Kara Melek"i Dr. Tahsin Tola'nın hanesinde misafir oluşumu hatırlarım.
Tola ailesi ve bu ailenin akrabalarından olan Hesna Şener, bu münevver vatanperverlerden biridir. l903 yılında Senirkent'te dünyaya gelen Hesna Şener, eski alay müftülerinden yarbay Nuri Beyin kızıdır. Annesi ise Akile Şener'di.
İlk, orta ve lise tahsilinden sonra Hukuk Fakültesini başarıyla bitirmişti. bazı yerlerde geçen kısa memuriyet ve hizmetinden sonra Denizli'ye hakim olarak tayin edilmişti. l942 senesinden itibaren tam otuz üç yıl bu vazifede kaldı.
l943 senesinde Bediüzzaman Said Nursî'nin talebeleriyle birlikte verildiği Denizli mahkemesinin âdil hakimlerinden olarak ebedî fazilet ve adalet levhalarına geçen bahtiyarlardandı. Risale-i Nur'un hizmet tarihinde mühim bir dönüm noktası olan Denizli mahkemesinin ilk beraat kararını veren merhum Muğlalı Ali Rıza Balaban Bey'in bu kararına iştirak eden bir Senirkent hanımefendisiydi. Risale-i Nur müellifi: "Hâkim-i âdil ile beraber, hakiki adalete çalışan zatlar, değil yalnız bizi, belki Anadolu'yu ve âlem-i İslâmı manen minnettar eylemişler" diye bu mutlu hakimleri senalarla alkışlamıştı. İşte Senirkentli Hesna Şener Hanımefendi "Anadolu'yu ve İslâm âlemini" minnettar eden kahraman kadınlardan bir âdil bahtiyardı. Mekânı ve makamı nurlarla dolsun.
l974 kışında Almanya'da Denizli'li bir dosttan Hesna Şener'in hayatta ve hâlen hakimlik vazifesine devam ettiğini öğrendiğim zaman ne kadar sevindiğimi tarif edemem. Baharda onu görmek ve hatıralarını dinlemek için Denizli'ye kadar gittiğimiz halde, kendileriyle görüşmek ve anlatacaklarını dinlemek kısmet olmamıştı.
Sonraya tehir ettiğimiz bu tarihten sonra, evlerine kadar gitmiştim. Merhum hanımefendi bizi çok âlicenab bir şekilde karşılamıştı. Bizlere anlatırken, üniversiteyi bitirmemizi ve sevgili vatanımızın bir köşesinde genç nesillere hizmet ederek, onların da bizler gibi olmasını tavsiye etmişti. Bu ziyaretimden az bir zaman sonra 22 Temmuz l975 tarihinde Hesna Şener Hanımefendi'nin vefat haberini duymuştum.
Denizli'ye tayin edilişinden itibaren otuz üç yıl, tıpkı namazdaki tesbihin mübarek sayısı kadar, orada yer değiştirmeden dirayetle vazifesine devam etmiş ve ancak vefat edişiyle görevinden ayrılmıştır.
Bazı haller ve şartlar var ki, zerre kadar bir hizmet o hallerde dağ gibi bir ehemmiyeti haiz olur. Vatan muhafazası için nöbet tutarken soğuktan donan bir erin, şehitlik gibi yüksek bir makamı kazanması halinde, makamındaki yücelik ne ise, Denizli'nin âdil hakimlerinden Hesna Şener'in: "Dinden ima ve telmih yoluyla dahi bahsetmek yasaktır" denildiği ve bunun bir emir halinde bütün vatana bildirdiği Halk Partisi'nin o kara ve karanlık günlerinde, Said Nursî gibi bir İslâm fedâisi ve kahramanının ve talebelerinin beraatini resmen ilân etmeleri, hem de "Beşinci Şua" davasının, beraati kararı merhum hakimleri her türlü takdir ve tebcile şâyân kılmıştır.
Bizler, halkçıların o zulmetli günlerini yaşayanlardan dinlemekteyiz. Bir tek dinî eserin dahi yazılmasına ve neşrine müsaade etmeyen bir karazihniyetin hakimiyetinde, âdil hakimlerin şerefli kararları bu vatan ve millet için hassaten Denizli ve Senirkent'liler için bir şeref levhası halinde, bir yüz akı olmuştur.
l5 Haziran l944 tarihli beraat kararıyla, din ve fazilet ehli insanları tahliye eden Hesna Şener ve arkadaşları istikbâl nesilleri tarafından ve bugün bizlerce şükranla anılmaktadırlar.
Vefatından sonra Senirkent'lilerin bütün ısrarlarına rağmen Denizli'nin imanlı ve kadirbilir insanları Hesna Şener Hanımefendi'nin naaşını vermemişlerdi. Yapılan büyük bir merasimle, Denizli'nin asrî mezarlığına defnedilmişti.
Bekâr olarak mücerret bir ömür ve hayat geçiren Hesna Şener Hanımefendi'ye, Allah'tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyoruz.
9 Ağustos l975 Senirkent postası gazetesi'nde Hesna Hanım Efendi'nin vefat haberi:

"İlk kadın hukukçumuz ilk kadın hakimimiz Hesna Şener'i kaybettik"
İlk üniversite mezunu, İlk hukukçu ve ilk hakim hanımlarımızdan Hesna Şener'i 22 Temmuz l975 tarihinde kaybettik. l903 yılında Senirkent'te doğan, merhum emekli Yarbay Nuri Şener ve merhume Akile Şener'in kızları ilk, orta, lise ve üniversite tahsillerini başarılı bir şekilde bitirdikten sonra bazı yerlerde geçen kısa hizmetinden sonra en son Denizli hakimliğine tayin edilmiş ve 33 yıl yer değşitirmeden bu şerefli vazifesine devam etmiştir.
Vefatını haber alan akrabaları cenazesini Senirkent'e getirmek istemişlerse de Denizli'nin kadirbilir ve Vefakâr halkı memleketlerine 33 sene hizmet eden hakimlik gibi güç bir hizmeti hakkıyla başaran, hiç bir şeyin karşısında zayıf davranmayan hayırsever, insancıl halleriyle ve ideal bir ahlâk örneğiyle herkese nümune olan bu lmümtaz hemşehrimizin cenazesini bütün ısrarlara rağmen Denizli halkı ve meslektaşları vermemişler, gönüllerindeki sevgi gibi kendi topraklarına gömmek istemişlerdir."
Cenaze merasimine pek çok halk katılmış, derin bir tazim saygı ve huşu içinde ve arkadaşlarının omuzları üzerinde değerli kızımız Denizli asrî mezarlığına defnedilmiştir. Hesna Şener hanıma Allah'tan gani gani rahmet niyaz ederken yakınları mühendis Galip Şener'e, Dr. Faik Şener'e, Dr. Tarık Şener'e, Dr. Ali İhsan Şener'e ve Hakim Altan Şener'e, diğer akraba, dost ve meslek arkadaşlarına başsağlığı dileriz.
 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 255

HASAN FEYZİ YÜREĞİL:eek:

l895'de Denizli'de doğdu. Şâir, edib, mutassavıf ve muallimdi. Bediüzzaman'ı l943'de Denizli'd tanıdı. l946'da vefat etti.

Bediüzzaman'a âşık bir zat
Nur irfan mektebinin unutulmaz simalarından birisi de Hasan Feyzi Yüreğil ismindeki bir hakikat kahramanıdır.
İlk intiba, ilk tesir, ilk ziyaret, ilk hatıra, insan hafıza ve gönlünden kolay kolay silinmiyor.
Risale-i Nur'un müstesna talebelerinden Hasan Feyzi Hazretlerinin Denizli kabristanındaki mezarını ilk ziyaret hatırasını da unutmak mümkün müdür?Bu ziyaret hatırası ter ü taze zihnimde her zaman yaşamaktadır.
Hasan Feyzi Yüreil, Denizli'nin Çivril kazasının Güveçli köyünde muallim olarak imana ve Kur'an'a hizmet eden bir hakikat adamı idi. Melami tarikatı şeyhlerinden olan zat, Nur manzumesine dahil olmazdan evvel de etrafını ışıldatan bir kandildi.

"Canım sana kurban olacak"
Hasan Feyzi Nur'un ateşine pervaneler gibi atmıştı kendini. Eski zamanlarda birbirinin yerine hastalanan ve vefat eden yüksek fedakârlar gibi, o da Rabbinden, Üstadına bedel ölmeyi diliyor. Bir şiirinde bu niyazını şöyle dile getiriyordu:
"Bam-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem
Dahi nezrin bu ki canım sana kurban olacak."
(Ey gönüllerin sultanı Bediüzzaman, senin feyizli, bereketli kapından, dergâhından, eşiğinden uzak olmaya, ayrı kalmaya aslada yanamam.
"Benim adağım, dileğim ve arzum, canımın sana kurban olmasıdır. Ben senin uğrunda kendimi feda ediyorum. Sana gelecek belalar bana gelsin. Sana hayatımı adak olarak takdim ediyorum.)
Gerçekten Hasan Feyzi Efendinin bu niyazını, bu samimi ve kalbî arzusunu Cenab-ı Hak kabul etmişti.
Bu manzumeyi yazdıktan kısa bir zaman sonra l3 Kasım l946 senesinin Çarşamba günü Cenab-ı Hakkın rahmetine intikal etti.

"Üstadına bedel şehit oldu"
Nur Risalelerinde bir çok mektupları, şiirleri ve takrizleri bulunmaktadır. Bu vefat hâdisesiyle alâkalı olarak Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bir mektubunda şunları ifade etmektedir:
"Nur hakkında parlak fıkralarında, bu biçarekardeşine kendini kurban etmeye söz verdiğinden ve Nur vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti.
"Merhum Hasan Feyzi kardeşimiz, aynen şehid merhum Hâfız Ali misillü, bir mektubunda dediği gibi 'Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak!' dediğini tasdiken Üstad'ına bedel, şehid kardeşi büyük Hafız Alinin yanına gitmiş. Bu zat-ı zülcenaheyn, ehl-i kalb ve gayet yüksek bir ehl-i ilim ve hakikat, otuz sene muallimlik perdesi altında imana hizmet etmiş ve on seneden beri Risale-i Nuru elde edip, gizli perde altında çalışmış. Sonra daiki sene zarfında doğrudan doğruya Risale-i Nur'un yüksek hikmetlerini ve kemâlatını çekinmeyerek ruh-u caniyle herkese ilan etmiştir."

"Bir asır evvelki müjde"
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin dünyaya geldiği senelerde, yani bir asır kadar evvel, Denizli'de büyük evliyadan Hacı Hasan Feyzi isminde bir zat, bir gün talebelerine:
"Bugün Kürdistanda bir büyük evliya dünyaya geldi. Bu zat, zamanımızın sahibi, asrımızın vekilidir" diyerek müjdeler veriyordu.
İşte bu Hacı Hasan Feyzi'den sonra sıra ile yerine iki zat geçiyor. Aradan seneler geçtikten sonra, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Denizli hapishanesine gelince, aynı ismi taşıyan muallim Hasan Feyzi Efendi, birinci Hacı Hasan Feyzi'ye imtisalen Nur Risalelerine sahip çıkıyor. Nura pervane olarak, sahipolduğu şeyhliği dahi bir tarafa bırakarak şunları terennüm ediyordu:
"Yollarda bıraktık geçtik dervişi
Artık gönüllerden öyle teşvişi
Kâfi parlayan nur'un güneşi
Ey makes-i rahmet-i âlem Risale-i Nur..."
Bugün Denizli mezarlığında medfun olan Hasan Feyzi Efendi'nin beyaz mezar kitabesinde şu satırlar okunmaktadır:
"Ömrünü ilm ü irfana vakfedip mektep ve kürsülerde feryad edip, kalbleri feyz ile her an, ölmüş tenlerde hep buldular can. Bilmediler söz attılar ol ere, o da tasa rahmet olur mu diye, yaşı basarken elli bire, boyun kesip verdi canını dilbere...
"Aziz şehid Hasan Feyzi, l3 Kasım l946 Çarşamba günü irtihal eyledi."
Bu aziz İslâm kahramanının şiir, mektup, takriz ve mersiyeleri, Nur Risalelerinin şu eserlerinde yer almıştır:
Emirdağ Lâhikası, Tarihçe-i Hayat, Konferans, İman Hakikatları, Siracinnur.
Kabri nur, mekânı ebedî Cennet olsun...

Ayrılık şiiri
Bediüzzaman Said Nursî, Denizli hapsinden beraat ve tahliyeden sonra bir buçuk ay Şehir Palas Otelinde kalmıştı.
3l Temmuz l944 Perşembe günü bir komiser refakatinde Denizli'den Afyon'a hareket etmişti. Bu hareket esnasında Hasan Feyzi Efendi, Üstad'ına: "Hazretinize buradan ayrılırken söylemiştim" başlığını taşıyan şu ayrılık şiirini takdım etmişti:
"Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak
"Yine fırkat, yine hasret, yine hüsran olacak
"Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
"Çünkü hicran dolu kalbim yerine hicran olacak
***
"Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın
"Yine matem, yine zari, yine efgan olacak
"Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek
"Kapanıp Kâbe-i irfan, yine viran olacak
***
"Haber aldım ki, yarın yâd olacakmış bize yar
"Ne büyük yâre ki kimler buna derman olacak
"Bu büyük derd ü elemden kime şekva edeyim?
"İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.
***
"O şifa bahş olan envarını sen çeksen eğer
"Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak!
"O temiz pâk nefesin, âb-ı hayatı bu çölün
"Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak
***
"Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,
"Küçücük zerre de olsa, meh-i tâban olacak.
"O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim
"Bu küçük kalbi hazinim yine handan olacak.
***
"Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem
"Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.
"Nazarın erse garip başıma ey nur-u Hüda
"Bugün artık bu hakir bende de umman olacak.
***
"Bu anasır, yüzüne her ne kadar çekse hicap;
"Yine haksın, buna şahid yine Kur'an olacak
"Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayân,
"O güzel nur-u bedi, âleme sultan olacak.
***
"Sakınıp Feyz-i bîçareye bahs açma bugün
Yeni baştan, yine şeydâ, yine giryan olacak."

Ayrılık şiirinin açıklaması
Hidayetin nuru çekilince, yine her taraf karanlık olacak, yine ayrılık, yine hasret, yine hüsran olacak.
Ey ağlayan gözlerim, yaş yerine kan akıtarak ağla, çünkü, ayrılıklarla dolu olan kalbim yine ayrılıklarla dolacak
Yine göç ve ayrılık var diye mecnuna haber verme sakın. Çünkü yine matem, yine feryat, yine inleyiş ve yine figanlar olacak.
Açılan tevhid gülü bu ayrılıktan dolayı sararıp, solacaktır. İrfan burcu, iman ocağı yine bu ayrılıktan dolayı viraneye dönecektir.
Ben işittim ki yarın sevgili bize yabancı olacakmış, bizden ayrılacakmış. Bu öyle büyük bir yara ki, bu yaraya kimler derman olabilecek?
Bu büyük dert ve elemden ben kime şikâyet edeyim, çünkü benim dert ve elemimi işitenler de benim bu inleyişim karşısında inlemeye başlayacaklar.
O şifa veren nurlarını eğer sen benden çekersen, bana kim nur verecek, beni kim aydınlatacak? Benim dertlerime kim Lokman olup, tedavi edebilecek?
Ey sevgili Üstadım, senin o temiz pâk nefesin bu çölün, bu kurak talebenizin hayat suyudur, can kaynağıdır, ne olur bu hayat menbaını benden uzaklaştırma, çünkü benim gibi her fert, her şahıs bu kaynaktan bana kana kana içip doyacaktır.
O şerefli nurun kime değmişse, o nurla şereflenenler küçücük bir zerre deolsalar, o nur sayesinde ışık saçan bir ay parçası olacaklardır.
O ulu sultanın lütuf ve kerem dolu mübarek elini öptükçe benim küçücük kalbim seinç sürûrla dolacak.
Ey büyük Üstad, senin feyizli kapından uzakta kalmaya asla dayanamam, bu ıraklığı çekemem.
Benim adağım, arzum ve dileğim şu ki, canım sana kurban olsun, hayatım sana feda olsun.
Senin bakışın benim garip başıma bir değse, sen bana bir nazar etsen ey Allah'ın nuru! O zaman bu küçük kul, o vakit, o nur sayesinde bir umman olacaktır.
Bu mevcudat yüzüne her ne kadar perde çekse, seni görmemezlikten gelse, sen yine haksın, buna şahid ise Kur'an'dır.
Ben dersimi Kab-ı Kavseynden aldım ve gayet açık bildim ki, bu güzel ve eşsiz nur bütün dünyaya sultan olacaktır.
Sakın! Bu bîçare Hasan Feyzi'ye herhangi bir bahis açma, çünkü bu Hasan Feyzi yeni baştan âşık olacak, yeniden ağlamaya başlayacaktır.
canım agabeyim Allah seni cennetinin en güzel yerinde muhafaza etsin amin :(

 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 274

ZİYA SÖNMEZ

Bediüzzaman Said Nursî'nin ilk avukatlarından Ziya Sönmez bey, cumhuriyetten sonra hakimlik yapmıştır. Ziya Sönmez l876'da doğmuş. l949'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kabri İzmir Karşıyaka mezarlığındadır.

Nur'un ilk avukatı
l943 senesinde Bediüzzaman ve Nur talebeleri Denizli Hapishanesine düştükleri zaman bütün Denizli halkı, yediden yetmişe Bediüzzaman'a sahip çıkmıştı. Bu sahip çıkanlar arasında eski hukukçulardan Muslihiddin Sönmez'in babası Ziya Sönmez de Bediüzzaman'ın avukatlığını deruhte etmişti.
Elimizdeki vesikaların nurlu yolunda yürürken, Ziya Sönmez'in Risale-i Nur'un ilk avukatlarından olduğunu söyleyebiliriz
Denizli hapsi ve hâdisesi, daha sonraki senelerde Ziya Sönmez'in oğlu ve kızının yaptığı hizmetlerin çok evvelinden Bediüzzaman tarafından haber verilişinin ifadesi olmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî'nin Emirdağ Lâhikası'nda yer alan bir mektubunda şu satırları okumaktayız:
"Aziz Kardeşim,
"Risale-i Nur'un avukatı Ziya'yı bizim tarafımızdan hem çok teşekkür, hem tebrik ediniz. Çoktan beri ruhuma ihtar edilmiş ki; Ziya namında birisi, Risale-i Nur namına büyük bir hizmet edecek. Bu mesele gösderdi ki; o Ziya, bu Ziyadır. Bizlere ebede kadar minnettar eyledi."
Risale-i Nur'un ekser eczalarını Denizli'de Nurlarla alâkalı zatlara hediye edilmek üzere hazırlatan Bediüzzaman, Risale-i Nur'un ilk avukatlarından Ziya Sönmez'e ise, mektubunun devamında eserlerden mühim bir kısmını yazdırarak göndereceğini ifade etmektedir:
"Ve Risale-i Nur'un fahrî avukatı Ziya'ya; kısm-ı mühimmini yazdırıp ona hediye etmek niyetindeyim."

"Âlem-i İslâmı minnettar eyledim"
Emirdağ Mektupları'nın bir başka kısmında ise Nurun ilk avukatı sayılabilen Ziya Sönmez'in yaptığı hizmetler şu ifadelerle sena edilmektedir:
"Avukat Ziya gibi bütün zatlar, değil yalnız bizi, belki Anadolu'yu ve âlem-i İslâm'ı manen minnettar eylemişler. Onlar, bizim gibi Risale-i Nura sahiptirler."
 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 265

HİLMİ ARICI

l904 (l320) Kadınhanı doğumludur. Kösele ve kavafiye işleri ile meşgul olmaktaydı.

"Duyarak namaz kılıyordu"
Bediüzzaman'la ilk görüşmesini şöyle anlatıyor:
"l943 senesinde kösele, kıl çuval almak için Denizli'ye gitmiştim. Orada küçük bir otele yerleştim. Otel hükümet binasının karşısındayım. Bazan balkona çıkıyordum. Bitişikteki balkonda eski tip giyinmiş birisini gördüm.
"İstanbul'da bazı kimselerden, bütün ısrarlara rağmen kıyafetini değiştirmeyen Bediüzzaman diye bir zat olduğunu duymuştum. Bu zat da mutlaka odur diye düşündüm, kapısını tıkırdattım.
"Gir!' deyince içeri girdim ve elini öptüm. Elim elinde iken 'Said Efendi Hazretleriyle görüşüyorum değil mi?' dedim. Başını salladı. Ufak bir çorba tasından çorba içiyordu. 'Beraber içelim' dedi. Ben de yemek yediğimi söyledim.
"Ne âyettir ne de hadistir, fakat eskiden beri söylenen kelâm-ı kibar olan bir söz vardır, 'Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar.' 'Beni namaza kadar yalnız bırak, ben akşam namazına sizi çağırırım'dedi.
"Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra dua etti.

Sakal meselesi
"Duadan sonra bana dönerek dedi ki:
"Belki hatırınıza benim sakalsız olduğum gelir. Bunu size izah edeyim de tereddüdünüz gitsin. Bu sünneti işlemediğimin sebebi: Benim bir milyondan fazla talebelerim vardır. Ben sakal bıraksam, bunlar da genç-ihtiyar hep sakal bırakacaklar. Gençlerdeki sakalise akranları arasında istihza mevzuu olacaktır. Bu sebeble ben bu sünneti tehir ettim.'
"Yatsı namzında tekrar buluşmak üzere yanından ayrıldım.
"Odama gitmiştim. Bir müddet sonra otel kâtibi koşarak heyecanlı bir şekilde geldi:
"Aşağıya polis müdürü ve dahiliye müfettişi geldi, şu odadaki zatla görüşmeye çıkacaklar, bu odaya sakın girme' dedi.
"İki memur, az sonra Bediüzzaman'ın odasına girdiler, yarım saat kadar içerde kaldılar. Sonra çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra ben yine yanına girdim. Bazı sorularını cevaplandırdığını söyledi bana...
"Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah namazına yine çağırdı, bu namazlarda da bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.
"Yine bu mübarek zatta, çok güzel birkoku duyuyordum.

"Muska yapmayız"
"Gerek otelci, gerekse civarda vazifeli kimseler, hakkında hep keramet anlatıyorlardı. Bediüzzaman'ın menkıbeleri halkın arasına da çok yayılmıştı.
"Bir çokları çamaşırlarını yıkamak istiyorlar. Çeşitli yemekler getiriyorlardı. Fakat o pek az yiyordu.
"Kadınhan'dan bazıları yine ziyaret için Denizli'ye gitmişlerdi. Bunlardan Haydar Özarslan ismindeki adam saralı idi. Otuz senedir hastaydı. Her gün sokakta düşer, bayılır ve çırpınırdı. Hep saralı gezerdi. Halini Bediüzzaman'a anlatarak duva ve muska istemiş. Bediüzzaman:
"Biz muska vesaire yapmayız. Yalnız ben sana dua ederim. Sen de bu duaya âmin de! Belki Allah şifa verir.'
"Sonra Bediüzzaman elini kaldırarak duaya başlamış:
"Yarabbi!.. Bu kulun zayıf, dayanamıyor. Bunun hastalığını bana ver. Bu adama şifa ver Yarabbi!...'
"Bizim memleketli olan bu adam ondan sonrasara hastalığı görmedi. İyileşip şifa buldu.
"Denizli'de Bediüzzaman'ı ziyaret eden iki tüccar arkadaş Hasan Kağnıcı ve Bekir koyuncu l50'şer lira para çıkarıp vermek istemişler.
"Biz para almıyoruz!' diyerek vermek istedikleri l50' şer lirayı reddetmiş.
"Daha sonraki yıllarda ben Konya'da meclis daimi encümen azası idim. Valinin yanındaydım. Dahiliye Vekili valiye telefon ederek, Bediüzzaman'ın Konya'ya sokulmamasını söyledi. Bilâhare Bediüzzaman'ın Konya'da durmadığını öğrendim. Aradan birkaç ay geçmişti ki, Urfa'da vefat ettiğini duydum."
 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 2.Cild s. 261

GÖNENLİ MEHMED EFENDİ
(MEHMED ÖĞÜTÇÜ)

Mehmet Öğütçü l905'de Gönen'de dünyaya geldi. Hafız, hoca, ehl-i Kur'ân, büyük bir İslâm âlimi ve hizmetkârıdır. l943'de Seyyid Şefik Efendi ile Denizli'de Bediüzzaman'ın çok sevdiği ve iltifatlarda bulunduğu bir zattır. Sultanahmed Camii Baş imamlığı yaptı. Süleymaniye, Eyüp Sultan, Kadıköy ve Üsküdar camilerinde ve pek çok camilerde vaazlar ve dersler verdi. 2 Ocak l992'de vefat etti.

Yıllardan beri çok arzu ve hayal ettiğim bir görüşme, l982 Mayıs'ında gerçekleşti. Büyük din ve hakikat erbabı Gönenli Mehmed Efendi bizleri kabul ederek, Bediüzzaman'la alâkalı hatıralarını büyük bir vecd içerisinde anlattı.
Bizleri kabul edip, aziz hatıralarını naklettiği makam ve mevki ise, muhteşem Süleymaniye Camiinin mihrabı idi. "Bediüzzaman'la geçen günlerim hayatımın en tatlı, en güzel ve en mes'ut zamanlarıdır" diyerek, hatıralarını büyük bir sürur ve memnuniyet edası içerisinde anlatıyordu.
Bu mülâkat bizim için sanki bayram olmuştu. "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" ismini taşıyan muhteşem mısralar, âlemimizde ve Süleymaniye mihrâbında canlanıyordu:
"Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir muhabbetli sabah oldu Süleymaniye'de."
Gönenli Mehmed Efendi'nin okuduğu âyetleri çınlayan kubbenin altında dinlerken, anlattığı aziz hatıraları huşu içinde tesbit ederken, ruhumuz, kalbimiz ve gönlümüz ışıklanıyor, nurlanıyor ve aydınlanıyordu. Âdeta bizim için Süleymaniye akşamında sanki aydınlık sabah oluyordu.
"Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne
Uhrevî bir kapı açmış buradan gözyüzüne
Tâ ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları
Bir neferdir bu zafer mabedinin mîmarı."
Gönenli Mehmed Efendi'nin açtığı âhiret kapısının eserlerini sevinç ve heyecan içinde dinliyordum.

"Mine'l-Bâb ile'l-mihrâb" mükemmel bir insandı
Süleymaniye mihrabında Gönenli Hocaya, "Hocam, lütfederseniz hatıralarınızı dinlemek istiyoruz" dedim. "Estağfirullah" diyerek güzel sohbetine başladı:
"Üstad baştan aşağıya fevkalâde bir insandı. Baştan aşağı mükemmel, mine'l-bâb ilel-mihrâb..
"Hareketleri, kıyafeti, garib ve misilsizdi. Eskidenberi bu zata fevkalâde hürmetim vardı. Eserlerini okuyro, vecizelerini ezberlemeye çalışıyordum. Gittikçe iştiyakım artıyordu. Tanıdıklara devamlı olarak soruyordum.
"l943'deki Denizli hapsinin arefesinde bir rüya gördüm. İşte polislerin gelmesi bu rüyanın akabinde idi. 'Emir böyle. Fakat yanlış anlamayın. Benim dine karşı saygım var. İki gün size müsaade. Sonra gelip teslim olun' dediler. Denizli Hapishanesien gidişim böyle oldu.
"Üstadın yanına gidince, bana 'Hoş geldin Muhammed Efendi, hoş geldin. Sen burada lâzımdın. Korkma! Korkma!' dedi. 'Korkum yok efendim' dedim.
"Hapishaneye girenlere sorarlar mı bilmiyorum. Bana 'Neresini istiyorsun?' diye sordular. 'İdamlıklar nerede ise, orasını' diye cevap verdim. Katillerin arasında yaşadık. Üstadla görüştük. Mahkemeye gidip geldik, beraber kelepçelendik. Bazen Üstada Kur'an okudum. İşte böyle, elhamdülillâh, tatlılandık, lezzetlendik.
"Mahkemede ifade verirken, müddeimûmî 'Sus! Edebiyat yapma!' dedi. Ben de cevaben, 'Konuşma selâhiyeti verdiniz ya! Ben de konuşuyorum. Bizim âdetimiz, Müslümanların âdeti budur' dedim.

Üstadla namaz
"Denizli Hapishanesinden tahliye olduktan sonra, içimde Üstadla beraber bir namaz kılma arzusu belirdi. Bir müddet sonra Üstad, kalbi arzuma muvafık olarak, 'Beraber namaz kılalım' diye beni çağırttı. Otelin önündede, kalabalık bir cemaat, 'İstanbullu hoca vaaz verecekmiş' diye bekliyordu. Ben o sırada gerçekten mütereddit kalmıştım. Sonra Üstaddan beni rahatlatan haber geldi: 'Vazifesini yapsın. Sonra gelsin, namaz kılarız.'
"Tahliyeden sonra Denizli'de bir hafta kadar kalmıştım. Müftü'Sen hangi camii istersen orada vaaz ver, hutbe oku' diyerek bana müsaade vermişti.
"Aradan yıllar geçti. İstanbul'a geldiğini haber aldım. Fatih Camiine davet ettim. 'Başkalarına haber vermez ve beni halka göstermezse gelirim' demiş. Derhal Hünkâr mahfilini hazırlattım. Sonra camiye geldi. Hünkâr mahfilinde, imamlığında namaz kıldık. Allah'a şükür, arkasında namaz kılmak da nasip oldu.

"Üstad bendeki kısmetini almaya geldi"
"Bir husus daha vardı. 'Yâ Rabbi! Bu zâtın bende hiç kısmeti yok mu? diye düşünürdüm. Evime davet ediyordum, gelmiyordu. Devamlı olarak 'Söyleyin Hafız Mehmed'e, Sakın sakın yanıma gelmesin' diye hocalarla haber gönderiyordu.
Bir Kurban bayramındaydı. Sabah namazından sonra kapı çalındı. 'Muhammed kardaşım! Muhammed kardaşım!' diye bir ses çağırıyordu. Kapıya çıktım. Baktım ki Üstad. Boynuma sarıldı ve 'Sen Kur'ân'a çok hizmet ediyorsun. Benim yanıma gelenleri çok tâciz ediyorlar. Seni tâciz etmemeleri için, benim yanıma gelmesin, diye haber gönderdim' dedi. Yanında talebeleri de vardı. 'İstanbul'da hiçbir kimsenin evine gitmemeye karar vermiştim' dedi. Yanındaki talebeye işaret etti. 'Ver kabımı, kısmetimi versin' dedi. Keramete bakınız. Daha önce 'Bu zatın kısmeti yok mu?' demiştim ya. Kısmetini almaya gelmişti. Evde yumurta tatlısı vardı. Ondan verdim.
"Orada dedi ki: 'Bir Müslüman bir beldede bulunduğu sırada bayram olsa, oranın din büyüğünü ziyaret etmek ona vâcibdir. Madem ki bu kardaşımız Hazret-i Kur'ân'a hizmet için ortaya çıkmış. Ben de onu bu beldenin şeyhülislâmı kabul ederek ziyarete geldim' dedi. İşte böyle geçti aramızdaki konuşmalar. Elhamdülillâh. Allah şefaatine nail eylesin. Ona çok şey borçluyum. Cesaret ve kuvveti kendisinden aldım.
"Biz Kur'an'ın mânâsına çalışıyoruz, Gönenli Mehmet Efendi ise lâfzına çalışıyor. Onun talebelerini kendi talebelerim gibi Nur talebesi kabul ediyorum' diyordu."
Hatta Üstad bunu söylediği vakit bir takkesi içinden, "Üstadım onlar Risale-i Nur okumuyor" deyince. "Cidden talebem olarak kabul ediyorum" diyor.
Gönenli Hoca anlatmaya devam ediyordu:
"Bizim eskiden edebiyat, Arabiye hocamız İhsan Bey vardı. O zata 'Nasıl bir zattır?' diye Üstadı sormuştum. 'Vallahi kardeşim, benim anlayabildiğim kadarıyla bu zat İbnü'l-vakittir' dedi. Allah şefaatine nail eylesin. Hayatımın kıymetli yâdigârı olarak saklıyorum onunla görüşebildiğim zamanları..."
Mübarek, maneviyât ehli Gönenli Hocaya, Denizli hapsine nasıl bir irtibat kurularak götürüldüğünü sordum.
"Hadise sırasında, bir beldede benim ismimi de bulmuşlar, bunun üzerine bizi de alıp hapsettiler" diye cevap verdi.
Hapishanede Üstada nasıl Kur'an okuduğunu ise şöyle anlattı:
"Ben içerdeydim, Üstad ise avludan beni dinlerdi. 'Muhammed Efendi Kur'ân okusun' der, benim Kur'ân okumamı arzu ederdi."
Denizli hapsinden tahliye sonrası ile alâkalı olarak ise Gönenli Hocamaz şöyle diyor:
"Ben başka bir otelde kalıyordum. Ama Üstadın kaldığı otele gidip geliyordum. Orada bir vak'aya şâhit oldum. Oranın dinden uzak bir doktoru, Üstadın karşısında diz çökmüş, kuzu gibi nasihatlarını dinliyordu. Ben orada iken Belediye reisinden selâm getirdiler.'isterse para verelim. İsterse lokantadan ne istersen gönderelim' diye Üstada haber gönderdi. Üstad, 'Yirmi kuruşluk bir ekmek bana dört gün yeter' diye cevap verdi."
"Bu mevzular böyle konuşmakla bitmez" diyen Gönenli Mehmed Efendinin hürmetle ellerini öpmek istedik, "Estağfirullah, Estağfirullah!" diyerek ellerini çekti. Müsaade isteyip, ulvî bir vecd içinde yanından, Süleymaniye mihrabından ayrıldık.
Allah mekânını cennet etsin.:eek:
 

Garib

Well-known member
Son Şahitler 3.Cild s. 299

ŞERİFE KANTAR

"Büyüklüğünü takdir edemedik"
"Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ'a geldiği zamanlarda, ben yeni gelin sayılırdım. Biz Üstada gereği kadar hizmet edemedik. Büyüklüğünü takdir edemedik. Evimizin önünden geçerken çok kez görürdüm. Çok kez çamaşırlarını yıkamıştım.

"Üstad, gömleği kabul etmedi"
"Beyim İbrahim Kantar o zamanlarda kasaptı. Üstadın yanına ve hizmetine gider, gelirdi. Beyim bazen gece yarılarına kadar Risale yazardı. Bunlar Nur'ları okumak isteyenlere elden ele dağıtılırdı.
"Birgün Üstadın çamaşırlarını yıkamıştım. Gömleği fazlaca eskimişti. Beyimin, sandıkta, Afyon usulü, uzun etek ve kollu, düğmeli bir gömleği vardı. Eski gömleği götürmeye Beyimin gönlü razı olmuyordu. Yeni gömleği götürmek istiyordu. Ben de onu vermek istememiştim. Beyimin isteği götürmek istiyordu. Ben de onu vermek istememiştim. Üstad ise kabul etmemiş, gömleği geri göndermişti.
"Beyim bir defasında bir camız almıştı. Bunu kesip sucuk yapacaktık. Beyim bize şöyle anlatmıştı: Üstadın ellerine abdest suyu dökerken, hep aldığı camızı düşünüyormuş. Ne kadar kâr edecek, onu hesaplıyormuş. Tam bu esnada Üstad kendisine hitaben, 'Keçeli, bir camız olsa da yesek!' demiş. Beyim bu söz üzerine kızarmış ve mahçup olmuş.

"Hapishane hizmetleri"
"1948 yılındaki Afyon hapsinde Beyim de vardı. Ben de Afyon'a gidip geliyordum. Bu gidiş gelişlerde Beyimin ihtiyaçlarını temin için uğraşıyordum. Annem Rabia ile Asiye Hanım tanışıyorlardı. Bizim ev müsaitti. Sık sık bir araya gelir, Risale okur, hizmetle alakalı olarak görüşürlerdi. Annem de ihtiyaçları karşılamak için hapishaneye giderdi. Çok zamanlar, Üstaddan, dışarıdaki Nur talebelerine mektuplar getirir, götürürdü.
"Beyime, Üstadın hizmetkârlarından Zübeyir gelirdi. Az miktarda et alırdı. Beyim eti tartarken biraz da fazla miktarda verirdi. Zübeyir, eti götürünce tekrar gelir, Beyi çağırırdı. Beyim, Üstada gidince, Üstad kendisine hem kızar, hem de fazla etin parasını verirdi."
(serife teyze denizli sahitlerinden deil emirdag sahitlerinden ):)

 


Bu alana bir cevap yazın...
Üst