Dersim, özür, Kerbela travması ve tazminat hakkı

uður1

Well-known member
Dersim, özür, Kerbela travması ve tazminat hakkı
26 Kasım 2011 Cumartesi 07:39
Gerçeklerle yüzleşip özür dilemek, nefreti arttırmaz tam tersi bağışlamayı sağlayarak düşmanlığı azaltır.

İnsanların hayatında travmatik yaşantılar da olduğu gibi toplumların hayatında da travmatik yaşantıların toplumsal davranışları belirleyici etkisi vardır. Kerbela olayı Emeviler’in uzun ömürlü olmamasının en büyük nedeni idi.Hemen sonraki dönem Abbasiler 500 yıl yaşarken Emeviler’in 80 yıllık kısa ömrü anlamlıdır.

Zalim yöneticiliğin ve siyasetin çıkarının girdiği yerde kardeşliklerin kolayca unutulmasının acı örneği o tarihlerde yaşanmıştı. Emeviler’in siyasi otoritesine itiraz eden verilmiş sözlerin tutulmasını isteyen seyyitler topluluğu katledildi. O acının etkisi ile halen Mezopotamya’nın acı çekme kültürünün Muharrem ayında yaşatıldığını biliyoruz.

Aynı biçimde Seyit Rıza Anadolu’daki seyyitlerdendi. Osmanlı zamanında aşireti istenmeyerek de olsa idare edilmişti. Doğru dürüst vergi vermeyen, askere adam göndermeyen ama isyan da etmeyen bu topluluğu Osmanlı özel fermanlarla isyan ettirmeden yönetebiliyordu.

Fakat Cumhuriyet döneminin yukarıdan aşağı modernleşmesine direnen eski alışkanlıklarını terk etmeyen ve Şeyh Sait isyanına karışmayan, ancak isyan etmeyen bu topluluğu o tarihlerin Ergenekonu tahrik etti. Tıpkı Şeyh Sait’in düğününe baskın yapıp isyanı başlatan Menemen’de ne olduğu belirsiz olayları gibi…

O tarihlerin Ergenekon çetesi Said Nursi’yi ve Arvasi’leri tahrik edip taraftarlarını sokağa dökmeyi başaramamıştı.

6-7 Eylül azınlık katliamı, 12 Eylül öncesi Maraş, Çorum olayları, 27 Mayıs Hürriyet meydanında Üniversiteli Turan Emeksiz’in öldürülmesi olayları gibi faili meçhul olaylarla halk tahrik edilerek olaylar başlatılıyor ve sonra “En kötü olasılıklı senaryoya göre hazırlanmış harekat planı” uygulamaya geçiyordu.

En kötü olasılıklı senaryo olarak hazırlanmış Balyoz planının ayrıntıları incelendiğinde Adapazarı, İzmit ve Fatih camii olayları ve arkasından isyana müdahale senaryoları ne kadar birbirine benziyor.

Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu’da benzer katliam yapmak istiyor fakat tarihçilere göre Şeyhülislam’ın fetva vermediği Dersim benzeri kıyımın gerçekleşmediği biliniyor. Çünkü Osmanlı dönemi hukuk içinde kalarak asayişi sağlamayı esas almıştı.

Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında “Devletin ali menfaati için hukuku rafa kaldırarak” isyanlara müdahale olağan bir durumdu.

Bu uygulamalar toplumsal yara oluşturuyordu. Mamafih Sayın Başbakan’ın açıkladığı belgede şu cümlelerin satır aralarını iyi okumak gerekiyor.

“Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Seyit Rıza'nın hükümete karşı takındığı vaziyetten kendisine husumetleri hasabile müteessir olanbazı aşairin hissiyatının da istifadeye çalışılacaktır.
Dersim, Hükümeti Cumhuriye için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kat'i bir ameliye yapmak ve ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir…”

1-Bazı aşiretlerin hissiyatından istifade eden o tarihin provakosyanları nelerdi?
2-Dersim’in Türkleşmeye direnmesinin suç sayılması dikkat çekiyor.
3-Çıban’a müdahale eder gibi düşünülüp ameliyat-ı cerrahiye çözüm olarak sunuluyor.

Muhtemelen Seyit Rıza İstiklal savaşını desteklemiş birisi olarak böyle bir oyuna geleceğini hiç düşünememişti.

Sonuçta o bölge insanının unutamayacağı acılar ve kayıplar yaşandı. Anlatılar halinde bugüne geldi hatta yanılmıyorsam yönetmenliğini Özgür Fındık’ın yaptığı‘Kara Vagon/38 Dersim Sürgünleri’ adlı bir belgesel de yapıldı.

Çözülmemiş travmaların çözülmüş travma haline gelmesi için hem mantıksal hem de duygusal çözümlenmesi gerekmektedir.

Travmalarda yüzleşme ile gerçek ortaya çıktıktan sonra dört türlü tepki çözümlemeyi sağlar.
1-İntikamın alınması,
2-Kurban ve mağdurun kusurluyu affetmesi,
3-Kusurlu tarafın özür dilemesi,
4-İntikamın kader mahkemesine havale edilmesi.

Güneydoğu’da ve Dersim’de teröristin çok yetişmesinde çözülmemiş travmanın büyük rolü vardı tarihi gerçekler konuşulamıyor dolaylı psikodinamik işliyor, öfke farklı ifade ediliyor, acılar sürüyordu.

Başbakan ileri bir tavırla kanayan travmaya özür ilacını uyguladı. Gerçeklerle yüzleşip özür dilemek nefreti artırmaz tam tersi bağışlamayı sağlayarak düşmanlığı azaltır. Yarayı yanlış tedavi eden uzva zarar veren hekim bedelini ödemeli veya affedilmeyi beklemeliydi.

Özür dileyen tarafın özürün kabulü için kan parası vermesi de gelenek haline gelmiştir.
Dersim kurbanları kuru özürle yetinmeden mahkeme yolu ile en azından tazminat davaları açabilirler mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde davalar şimdiden kazanılmış olarak düşünülemez mi?


Afrika'nın manevi rehberliğe ihtiyacı var
27 Kasım 2011 / 10:17
2. Afrika Müslüman Dinî Liderler Zirvesi'nin sonuç bildirgesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e sunuldu

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen 2. Afrika Müslüman Dinî Liderler Zirvesi'nin sonuç bildirgesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e sunuldu.
5 gün süren zirve için Türkiye'ye gelen Afrikalı dinî liderler, dün Çankaya Köşkü'nü ziyaret etti. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, zirveyle ilgili Gül'e bilgi vererek, sonuç bildirgesinin Türkçe ve İngilizce metinlerini takdim etti. Türkiye ile Afrika'daki Müslüman topluluklar arasında dinî ilişkileri geliştirmek ve işbirliği imkânları oluşturmak amacıyla düzenlenen zirveye 46 ülkeden 125 temsilci katıldı.

Zirvede, "Afro-Asya İslam Dünyası Manevî Liderler Birliği" kurulması kararlaştırıldı. Sonuç bildirgesinde, şu ifadeler yer aldı: "Bölge ülkelerinde sağlıklı dinî bilgiye dayalı manevî rehberliğe olan ihtiyaç, özellikle kriz bölgelerinde barış ve huzurun tesisi için inisiyatif alabilecek 'Afro-Asya İslam Dünyası Manevî Liderler Birliği' mahiyetinde bir oluşumun gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Birliğin yapı, içerik ve işleyişi konusunda ön çalışma yapmak üzere bir heyet teşkil edilmelidir. Bu birlik küresel ve mahallî ölçekte İslam'a ve Müslümanlara yönelen meydan okumalar karşısında ortak bir duyarlılık, ortak dil ve yöntem ile hareket edebilen, ilgili uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapabilen kurumsal bir yapılanmaya sahip olmalıdır."
Zaman Haber 7
 

uður1

Well-known member
Risale-i Nur'dan vecizeli duvar kağıdı - [indir]
27 Kasım 2011 / 09:14
Günün vecizesi -Bir işte muvaffakiyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatini muhafaza etsin

Risale Haber - Haber Merkezi
Bir işte muvaffakiyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatini muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, fıtrat, adem‑i muvafakatla cevap verecektir.
[İşaret-ül İ'caz]

(Haber detayında (altta) yer alan resmin üzerine farenizin sağ tuşu le tıklayıp Resmi farklı kaydet seçeneğini işaretleyerek duvar kağıdınızı indirebilirsiniz...)
 

uður1

Well-known member
Lokman (a.s) oğluna öğüt verirken dedi ki:
27 Kasım 2011 / 05:05
Günün Ayet-i Kerime meali...

Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Lokman Sûresi 13. ayetinde mealen şöyle buyuruyor:
Lokman oğluna öğüt verirken dedi ki: “Oğlum, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk büyük bir zulümdür.”
 

uður1

Well-known member
MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 4.8.REŞHALAR(DEVAMI)
SEKİZİNCİ REŞHA
Arkadaş! Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, birşeyi tiryakisinden ref etmek pek zahmettir. Hattâ büyük bir hâkim, büyük bir azimle, küçük bir kavimde itiyad edilen bir hasleti kaldırmakta büyük müşkilâta rastgelir. Halbuki bu zât-ı nuranî, pek çok âdetleri, pek çok asabî, inatçı kavimlerden, cüz’î bir kuvvetle, kısa bir zamanda kaldırarak, yerlerini yüksek, nezih ahlâk ve âdetlerle doldurmuştur.

Evet, Hazret-i Ömer İbnü’l-Hattâb’ın (radıyallahü teâlâ anh) İslâmiyetten evvel ve sonraki halleri bu meseleye güzel bir misaldir. Bunun gibi, icraat-ı esasiyesinden binlerce harikalar vardır. O zâtın, o zamandaki icraatına harika diyoruz. Acaba bu zamanın yüzlerce feylesofları, o zamanda, o vahşet-âbâd cezireye gidip, pek uzun zamanlarda o vahşîleri ıslah için çalışsalar, o zât-ı mürşidin bir senede muvaffak olduğu kadar, onlar elli senede muvaffak olabilirler mi? Hâşâ!

DOKUZUNCU REŞHA:

Arkadaş! Aklı başında olan bir adam münazaralı dâvâlarda yalan söyleyemez. Çünkü, bilâhare yalanının açığa çıkıp mahcup olmasından korkar. Ve keza, bir insan yalan söylediği takdirde pervasız, lâübâli bir tarzda söyleyemez. Ve keza, serbest, heyecanlı söylenmesine girişemez velev âdi bir mesele, küçük bir cemaat içinde, küçük bir vazifede bulunan küçük bir şahıs olsun. Acaba büyük bir vazifeyle vazifedar, pek büyük bir meselede, pek büyük bir şeref ve haysiyet sahibi, pek büyük bir cemaat içinde, pek şedit hasımların karşısında iddia ettiği bir dâvâda yalan ve hilâf-ı hakikat söyleyebilir mi?
İşte, o zât-ı nurânî, okuduğu o hutbe-i ezeliyeyi öyle bir tarzla okuyor; ne tereddüdü var, ne hicabı, ne korkusu var, ne teessürü... Hem samimî bir safa-i kalble, hâlis bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokundurmak üzere, akıllarını tezyif, nefislerini tahkir edip izzetlerini kırıyor. Acaba böyle bir dâvâda, böyle bir makamda, böyle bir şahıstan zerre miskal bir hilenin bu meseleye karışmasına imkân var mıdır? Hâşâ!

[SUP]1[/SUP]
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى Evet, hak hileye muhtaç değil; hakkı söylemekte hile ve iğfal ihtimali yoktur. Hakikati gören bir nazar halkı iğfal etmez, hilâf-ı hakikat söylemez, hayal ile hakikati temyiz eder; aralarında iltibas olamaz.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : “O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:4.



[h=2]Lügatler : [/h] âdet : alışkanlık
âdi : basit, sıradan
ahlâk : huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı
asabî : sinirli
azim : kesin karar
bilâhare : daha sonra
cemaat : topluluk
cezb ve celb etmek : bir şeyi çekmek
cezire : yarımada
cüz'î : küçük; ferdî
evvel : önce
filozof : felsefe ile uğraşan, felsefeci

hakikat : herbir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti
hâkim : hükmeden, idareci

hâlis : içten, katıksız, samimi
hasım : düşman
haslet : huy, özellik
hâşâ : asla öyle değil
haysiyet : itibar

hicab : utanma
hilâf-ı hakikat : gerçeğe aykırı

hile : aldatma
hutbe-i ezeliye : ezelî hutbe; Allah’ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân
ıslah : düzelme, iyileşme
icraat : faaliyet, iş
icraat-ı esasiye : temel faaliyetler

iğfal : gaflete düşürerek kandırma, aldatma
iltibas : farkını bilemeyip karıştırma
itiyad edilen : alışkanlık hâline gelen

izzet : değer, itibar
kavim : topluluk, millet
keza : aynı, aynı biçimde
lâübâli : saygısız, çekinmesi olmayan, dikkatsiz
mahbub : sevgili
mahcup olmak : utanmak
misal : örnek, benzer

miskal : yaklaşık 4.5 grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
muallim : öğreten, yetiştiren
muvaffak olmak : başarmak
münazara : tartışma
mürebbî : terbiye edici, eğitici
müşkilât : zorluklar

nazar : bakış, düşünce
nefis : bir kimsenin kendisi
nezih : temiz, pâk
pervasız : korkusuz
radıyallahü teâlâ anh : Allah ondan razı olsun
ref etmek : ortadan kaldırmak
reşha : "sızıntı " mânâsını taşıyan başlıklardan her birisi

safa-i kalp : bütün kirlerden arınmış bir kalp
saltanat : egemenlik, hâkimiyet
saltanat-ı bâtıniye : insanların iç dünyalarında kurulan hâkimiyet, egemenlik
şedit : çok şiddetli

tahkir etmek : aşağılamak
teessür : bir başkasının tesirinde kalma, etkilenme
temyiz etmek : birbirinden ayırmak
tenvir etmek : aydınlatmak, ışıklandırmak

tereddüd : kararsızlık, şüphe
teshir etmek : boyun eğdirmek; etkisi altına almak

tezyif : hakaret, küçük düşürme
tiryaki : bağımlı
vahşet-âbâd : vahşetlerle dolu
vahşî : medenî olmayan, kaba
vazifedar : görevli
velev : eğer, gerçi
zahmet : zorluk, sıkıntı
zât-ı mürşid : insanlara doğru yolu gösteren, Hz. Muhammed (a.s.m.)
zât-ı nurânî : etrafını nuruyla aydınlatan zât, Hz. Peygamber (a.s.m.)

zerre : atom




Bir işte muvaffakiyet isteyen adam...
27 Kasım 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
Evet, Asr-ı Saadetten evvelki zamanlarda kalb katılığı ve merhametsizlik öyle bir hadde baliğ olmuştu ki, kocaya vermekten âr ederek kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi! Asr-ı Saadette İslâmiyetin doğurduğu merhamet, şefkat, insaniyet sayesinde, evvelce kızlarını gömerlerken müteessir olmayanlar, İslâmiyet dairesine girdikten sonra karıncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir inkılâp hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi? Bu nükteleri ceyb-i kalbine soktuktan sonra, bu noktalara da dikkat et:
1. Tarih-i âlemin şehadetiyle sabittir ki, parmakla gösterilen en büyük bir dâhi, ancak umumî bir istidadı ihya ve umumî bir hasleti ikaz ve umumî bir hissi inkişaf ettirebilir. Eğer böyle bir hissi de ikaz edememiş ise sa’yi hep hebâ olur.
2. Tarih bize gösteriyor ki, en büyük bir insan, hamiyet-i milliye, hiss-i uhuvvet, hiss-i muhabbet, hiss-i hürriyet gibi hissiyat-ı umumiyeden bir veya iki veyahut üç hissi ikaz etmeye muvaffak olur. Acaba evvelki zamanların cehalet, şekavet, zulüm zulmetleri altında gizli kalan binlerce hissiyat-ı âliyeyi, Ceziretü’l-Arab memleketinde, bedevî ve dağınık bir kavim içinde inkişaf ettirmek hârikulâde değil midir? Evet, şems-i hakikatin ziyasındandır.
Bu noktaları aklına sokamayanın, Ceziretü’l-Arabı biz gözüne sokarız. Ey muannid! Ceziretü’l-Araba git, en büyük feylesoflardan yüz taneyi de intihap et, beraber götür. Onlar da orada ahlâkın ve mâneviyatın inkişafı hususunda çalışsınlar. Muhammed-i Arabînin (a.s.m.) o vahşetler zamanında o vahşî bedevîlere verdiği cilâyı, senin o feylesofların, şu medeniyet ve terakkiyat devrinde yüzde bir nisbetinde verebilirler mi? Çünkü o Zâtın yaptığı o cilâ İlâhî, sabit, lâyetegayyer bir cilâdır ve onun büyük mu’cizelerinden biridir.
Ve keza, bir işte muvaffakiyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatini muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, fıtrat, adem‑i muvafakatla cevap verecektir.
Ve keza, heyet-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâzımdır. Muhalefet edildiği takdirde, dolabın üstünden düşer, altında kalır. Binaenaleyh, o cereyanlarda, tevfik-i İlâhînin müsaadesine mazhariyeti dolayısıyla, o dolabın üstünde, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın hak ile mütemessik olduğu sabit olur. [İşaret-ül İcaz]
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
muvaffakiyet: başarı
Asr-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
baliğ olma: varma, ulaşma
müteessir olma: üzülme, etkilenme
ceyb-i kalb: kalb cebi, gözü
sa’y: çalışma, emek
hamiyet-i milliye: millî fedakârlık, milletini koruma duygusu
hiss-i uhuvvet: kardeşlik duygusu
hiss-i muhabbet: sevgi hissi, duygusu
hiss-i hürriyet: özgürlük duygusu
hissiyat-ı umumiye: herkeste bulunan hisler, duygular
şekavet: mutsuzluk, sıkıntı
zulmet: karanlık
hissiyat-ı âliye: yüksek hisler, yüce duygular
Ceziretü’l-Arab: Arab yarımadası
inkişaf: açığa çıkma, gelişme
şems-i hakikat: hakikat güneşi
muannid: inatçı, inanmamakta direnen
intihap etme: seçme
terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
lâyetegayyer: değişmez
safvet: paklık, temizlik
muvafakat: uygunluk, razı olma
kesb-i muârefe: tanımak, alışkanlık kazanmak
heyet-i içtimaiye: sosyal yapı
fıtrat: yaratılış
adem‑i muvafakat: uyumsuzluk, bağdaşmama
tevfik-i İlâhî: Allah’ın yardımı
mazhariyet: erişme, nail olma
mütemessik: sıkı sıkıya bağlı, yapışmış
 
Üst