Dinsizin çirkinliği bile imanın zaferidir.
01 Haziran 2011 Çarşamba 06:27
İnsanın aklı almıyor, yüreği kabul etmiyor.
Dünyada çocuklara çocukları yaktıran, bundan fayda uman, insandan doğmuş, dün çocuk olmuş, belki bir çocuğu dünyaya gelmiş insanlar var.
Bir şeyin doğru olup olmadığını anlamak için akıbetine bakmak gerekir. Bir düşünce, bir anlayış, bir yol insanı nihayetinde bu noktaya getiriyorsa, hangi maksatla yola çıkmış ve adı ne olursa olsun, o düşünce de, yol da yanlıştır.
Her batıl bir haktan doğar. Her sapma, bir yoldan çıkıştır. Onun içindir ki kimi konuşturursanız konuşturun, onun, kendince bir doğrusu olacaktır. Ama sonuçta bir doğruya bin yanlış bina edilmişse, o işin özü de, temeli de, kökü de bozuk demektir. Demek ki o yoldaki bir doğru da doğru olarak anlaşılamamıştır.
Çocukların yakılmasını, masum insanların geçtiği yola bomba konulmasını, değil zerre kadar aklı ve insaf kırıntısı olanlara, vahşi canavarlara, hayvanlara bile yaptıramazsınız. Onlarda bile yavrularına, hemcinslerine şefkat vardır.
Bunları yapanlar, duymaz, hissetmez hale gelmişlerdir. Taş gibi, belki ondan daha katıdırlar. Yekpare kin haline dönüştüklerinin, insaflarını yitirirken insanlıklarını yitirdiklerinin farkında değildirler.
Bu insanlar, içimizde dolaşan, zahiren sizin bizim gibi görünen, hatta belki de sağda solda insanlara insanlık dersi veren insanlardır. Kalabalıklar arasına karışıp, suret-i haktan görünürler.
Durmadan kendilerini anlatır, kendilerini müdafaa ederler. Ülkelerini en çok sevenler de onlardır, asiller de onlardır, kurtarıcılar da onlardır. Bu milletin değerlerini yaşamaz, kabul etmez, fakat nedense her zaman millet için en doğruyu onlar bilirler. Göz bebeği gibi korunmalı, en has köşelerde ağırlanmalıdırlar.
Bukalemun gibi kılık değiştirir, mürekkep balığı gibi yakalanacakları anda tozu dumana katarlar. Cazgırlık yapan medyaları, medyada cazgırları, kendileri adına iş yapan, konuşan figuranları vardır. Nursuz, maneviyatsız kalpleri menfaat kovalayan bir canavar olmayı makul ve makbul sayar.
Dokunulmaz olduklarına inanır, silahlı adamlarına, taşıdıkları kimliklere, bağlantılarına, paralarına güvenirler. O kadar zengindirler ve ülke o kadar onlarındır ki, kalabalıkların çekindiği zümreleri kapı kulları gibi görürler.
İnsanları vesvese damarından yakalar, bazen irtica geliyor, bazen vatan elden gidiyor, ülke bölünüyor diye korkuturlar. Kitlelerin korkutularak güdüleceğini düşünür, korkakların zamanla iki yüzlü, iki yüzlülerin zamanla ve değişik tezgahlarla yalancı, yalancıların zamanla bozguncu olacağını bilirler.
Beslenme kaynakları, aşları, işleri fitnedir. Mikrobun “kanlı agar”da beslenmesi gibi, ayrılıklardan, arsızlıklardan, ahlaksızlıklardan, kavgalardan, cinayetlerden beslenirler. Bunları yayarken ve yaparken de, güya o şeyleri tenkit etmeye devam ederler. Yağlı paçavralar, kirli çıkınlar üretir, sonra onları ortaya atar, ardından da “eyvah” diye çok üzülmüş gibi yaygara çıkarıp dövünür, dikkatleri pis şeylerin üzerine çekerler. Kötülük emsal olsun isterler.
Yemleri hep meydanda, tuzakları hep gizlidir. Hileyi aslan avlayan urgan gibi kullanır, kitleleri diledikleri yöne sürerler. Taşı, sürmek istedikleri yöne değil de ters tarafa attıklarından, insanlar onları hep yanlış adreslerde ararlar.
Zaman zaman gençliğin hevesatını tahrik ve tahrip için batıl bir medeniyet urbasına bürünür, zaman zaman Türk veya Kürt kisvesi giyer, bazen din adına meydan yerine çıkar, ehli diyanetin zarara uğraması için zemin hazırlarlar. Türkiye’yi ekonomik, askeri, siyasi bir iç sömürge olarak tutmak için “kökü dışarıda” olan güçlerin ülkemizdeki temsilciliğini yaparlar.
Dinsiz olmalarına, manevi hiçbir değere saygı duymamalarına rağmen, nedense misyonerlik faaliyetlerinin arttığını, çocukların Hıristiyan olduğunu anlatarak dehşet havaları yayar, bazen gidip bir cem evini, bazen gidip bir mahalle kahvesini tarar, kamu kurumlarını basıp hakim öldürür veya insanları otellerde yakarlar.
Görüntü netleşmesine, adamların fiilleri kimliklerini haber veriyor olmasına rağmen bugün hala olup biteni anlayamayan, maskelerinin arkasındaki yüzü teşhis etmemekte inat edenler var.
Üstadımız bu durumu yaklaşık seksen küsur sene evvel görmüş, daha 1930’ların başında onları deşifre etmiş, maskelerini suratlarından kaldırmış, onların “Türk perdesi altına girmiş Frenkler” olduğunu, “Yüz bin defa Türkçüyüz deyip dava etseler” hakikat ehlini kandıramayacaklarını, iddiaların asılsızlığına davranışlarının şahit olduğunu ilan etmişti. Onlar Müslüman bir nesepten de, Müslüman da değillerdi. Onlar Üstadımızın lisanında, “perde altında çalışan”, “gizli”, “ihtilalci”, “dinsiz” “zındık” “anarşist” “ifsad komitesi”ydi.
Onlar buydu. Onların kötülükleri ve insanlara yaptırdıkları kötülükler dinsizliklerinden, ahirete, akıbete imansızlıklarından geliyordu. İmansızlıklarından ötürü yaptıkları şeyler bile imanın güzelliğine delildi.
Halbuki Ebu’l Hüseyin Nuri Hazretleri, yanan bir dükkanın içinden iki çocuğu kurtarmış, dükkan sahibi önüne bin altın koyduğunda, “O ateşin içinden bu çocukları Allah rızası dışında bir maksatla giren kurtaramazdı!” demişti.
Taştan daha katı olmayan, zararlıya faydalı diye iman etmeyen hiç kimse, çocuklara çocukları yaktıramaz. Hangi maşayı tutuyor olurlarsa olsunlar, maşayı tutan kirli el, saltanatını sürdürmek için çırpınan o “zındık komiteden” başkası değildir ve olamaz.
Evet, dinsizlik insana pisi temiz, yanlışı doğru, canavarlığı insanlık gösterecek kadar kara bir gözlüktür ve çirkindir.
Dinsizin çirkinliği bile imanın zaferidir.
01 Haziran 2011 Çarşamba 06:27
İnsanın aklı almıyor, yüreği kabul etmiyor.
Dünyada çocuklara çocukları yaktıran, bundan fayda uman, insandan doğmuş, dün çocuk olmuş, belki bir çocuğu dünyaya gelmiş insanlar var.
Bir şeyin doğru olup olmadığını anlamak için akıbetine bakmak gerekir. Bir düşünce, bir anlayış, bir yol insanı nihayetinde bu noktaya getiriyorsa, hangi maksatla yola çıkmış ve adı ne olursa olsun, o düşünce de, yol da yanlıştır.
Her batıl bir haktan doğar. Her sapma, bir yoldan çıkıştır. Onun içindir ki kimi konuşturursanız konuşturun, onun, kendince bir doğrusu olacaktır. Ama sonuçta bir doğruya bin yanlış bina edilmişse, o işin özü de, temeli de, kökü de bozuk demektir. Demek ki o yoldaki bir doğru da doğru olarak anlaşılamamıştır.
Çocukların yakılmasını, masum insanların geçtiği yola bomba konulmasını, değil zerre kadar aklı ve insaf kırıntısı olanlara, vahşi canavarlara, hayvanlara bile yaptıramazsınız. Onlarda bile yavrularına, hemcinslerine şefkat vardır.
Bunları yapanlar, duymaz, hissetmez hale gelmişlerdir. Taş gibi, belki ondan daha katıdırlar. Yekpare kin haline dönüştüklerinin, insaflarını yitirirken insanlıklarını yitirdiklerinin farkında değildirler.
Bu insanlar, içimizde dolaşan, zahiren sizin bizim gibi görünen, hatta belki de sağda solda insanlara insanlık dersi veren insanlardır. Kalabalıklar arasına karışıp, suret-i haktan görünürler.
Durmadan kendilerini anlatır, kendilerini müdafaa ederler. Ülkelerini en çok sevenler de onlardır, asiller de onlardır, kurtarıcılar da onlardır. Bu milletin değerlerini yaşamaz, kabul etmez, fakat nedense her zaman millet için en doğruyu onlar bilirler. Göz bebeği gibi korunmalı, en has köşelerde ağırlanmalıdırlar.
Bukalemun gibi kılık değiştirir, mürekkep balığı gibi yakalanacakları anda tozu dumana katarlar. Cazgırlık yapan medyaları, medyada cazgırları, kendileri adına iş yapan, konuşan figuranları vardır. Nursuz, maneviyatsız kalpleri menfaat kovalayan bir canavar olmayı makul ve makbul sayar.
Dokunulmaz olduklarına inanır, silahlı adamlarına, taşıdıkları kimliklere, bağlantılarına, paralarına güvenirler. O kadar zengindirler ve ülke o kadar onlarındır ki, kalabalıkların çekindiği zümreleri kapı kulları gibi görürler.
İnsanları vesvese damarından yakalar, bazen irtica geliyor, bazen vatan elden gidiyor, ülke bölünüyor diye korkuturlar. Kitlelerin korkutularak güdüleceğini düşünür, korkakların zamanla iki yüzlü, iki yüzlülerin zamanla ve değişik tezgahlarla yalancı, yalancıların zamanla bozguncu olacağını bilirler.
Beslenme kaynakları, aşları, işleri fitnedir. Mikrobun “kanlı agar”da beslenmesi gibi, ayrılıklardan, arsızlıklardan, ahlaksızlıklardan, kavgalardan, cinayetlerden beslenirler. Bunları yayarken ve yaparken de, güya o şeyleri tenkit etmeye devam ederler. Yağlı paçavralar, kirli çıkınlar üretir, sonra onları ortaya atar, ardından da “eyvah” diye çok üzülmüş gibi yaygara çıkarıp dövünür, dikkatleri pis şeylerin üzerine çekerler. Kötülük emsal olsun isterler.
Yemleri hep meydanda, tuzakları hep gizlidir. Hileyi aslan avlayan urgan gibi kullanır, kitleleri diledikleri yöne sürerler. Taşı, sürmek istedikleri yöne değil de ters tarafa attıklarından, insanlar onları hep yanlış adreslerde ararlar.
Zaman zaman gençliğin hevesatını tahrik ve tahrip için batıl bir medeniyet urbasına bürünür, zaman zaman Türk veya Kürt kisvesi giyer, bazen din adına meydan yerine çıkar, ehli diyanetin zarara uğraması için zemin hazırlarlar. Türkiye’yi ekonomik, askeri, siyasi bir iç sömürge olarak tutmak için “kökü dışarıda” olan güçlerin ülkemizdeki temsilciliğini yaparlar.
Dinsiz olmalarına, manevi hiçbir değere saygı duymamalarına rağmen, nedense misyonerlik faaliyetlerinin arttığını, çocukların Hıristiyan olduğunu anlatarak dehşet havaları yayar, bazen gidip bir cem evini, bazen gidip bir mahalle kahvesini tarar, kamu kurumlarını basıp hakim öldürür veya insanları otellerde yakarlar.
Görüntü netleşmesine, adamların fiilleri kimliklerini haber veriyor olmasına rağmen bugün hala olup biteni anlayamayan, maskelerinin arkasındaki yüzü teşhis etmemekte inat edenler var.
Üstadımız bu durumu yaklaşık seksen küsur sene evvel görmüş, daha 1930’ların başında onları deşifre etmiş, maskelerini suratlarından kaldırmış, onların “Türk perdesi altına girmiş Frenkler” olduğunu, “Yüz bin defa Türkçüyüz deyip dava etseler” hakikat ehlini kandıramayacaklarını, iddiaların asılsızlığına davranışlarının şahit olduğunu ilan etmişti. Onlar Müslüman bir nesepten de, Müslüman da değillerdi. Onlar Üstadımızın lisanında, “perde altında çalışan”, “gizli”, “ihtilalci”, “dinsiz” “zındık” “anarşist” “ifsad komitesi”ydi.
Onlar buydu. Onların kötülükleri ve insanlara yaptırdıkları kötülükler dinsizliklerinden, ahirete, akıbete imansızlıklarından geliyordu. İmansızlıklarından ötürü yaptıkları şeyler bile imanın güzelliğine delildi.
Halbuki Ebu’l Hüseyin Nuri Hazretleri, yanan bir dükkanın içinden iki çocuğu kurtarmış, dükkan sahibi önüne bin altın koyduğunda, “O ateşin içinden bu çocukları Allah rızası dışında bir maksatla giren kurtaramazdı!” demişti.
Taştan daha katı olmayan, zararlıya faydalı diye iman etmeyen hiç kimse, çocuklara çocukları yaktıramaz. Hangi maşayı tutuyor olurlarsa olsunlar, maşayı tutan kirli el, saltanatını sürdürmek için çırpınan o “zındık komiteden” başkası değildir ve olamaz.
Evet, dinsizlik insana pisi temiz, yanlışı doğru, canavarlığı insanlık gösterecek kadar kara bir gözlüktür ve çirkindir.
Dinsizin çirkinliği bile imanın zaferidir.