nurcu ASLI
Member
DUADA ELLERİN DURUMU
-Duada elleri kaldırmak esastır,aslında elleri kaldırmak bir nevi dua manasınadır.Dua elleri kaldırmak iledir.Hadislerde muhtelif şekillerde gelmiş,standart bir bağlayıcı özelliği olmamakla birlikte,kulun kendi konsantrasyonunu sağlaması ile gerçekleşir.
Hadislerde duanın keyfiyeti konusunda değişik ifadeler zikredilmiş,hale göre vaziyet alınmıştır.
Suyûtî (ö. 911/1505) “İthâmu’d-Dirâye bi şerhi’n-Nihâye”de der ki: “Duada elleri kaldırma hususunda gelen hadisleri bir cüz’de topladım. Duada elleri kaldırma ile ilgili (hadisin pek çok) geliş yolları bana gelmiş olup (bunların sayısı) 100’e ulaşmıştır.”
Hadislerde:
-Ebû Mûsâ el-Eş'arî: Peygamber (S) duâ etti, sonra ellerini yukarı kaldırdı, demiştir.
Yine Ebû Mûsâ:Ben Peygamberin koltuk altlarının beyazlığını gördüm, demiştir.
Abdullah ibn Ömer de: Peygamber ellerini yukarıya kaldırdı da "Allâhumme innî ebreu iîeyke mimmâ sanaa Hâlidun (= Yâ Allah! Hâlid'in işlediği bu işten Sana sığınırım)" dedi.
Ebû AbdiUah el-Buhârî dedi ki:Ve bana el-Uveysî söyledi: Bana Muhammed ibn Ca'fer, Yahya ibn Saîd'den ve Serik'ten; onlar da Enes'ten işittiler diye tahdîs etti ki, Enes: Peygamber ellerini kaldırdı, hattâ ben O'nun iki koltuk altı beyazlığını gördüm, demiştir.()Buhari
- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Duvarları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. Allah'tan avuçlarınızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün."[1]
- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm."[2]
- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı."[3]
- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):"Birle! Birle!" diye müdâhale etti."[4]
- Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis şöyle gördüm" dedi ve baş ve orta parmaklarını kapayıp şehâdet parmağını açmış vaziyette işaret etti."[5]
- Eşaz b. Süleyman'dan Rasulullah ensardan bir adamın yanından geçti avuçlarını ayrı ayrı açtığı halde dua ediyordu. Rasulullah:"Avuçlarını birleştir ve tek yap çünkü Allah'ta tektir" dedi.
-Ömer İbnü'I-Hattab'dan (Radiyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki: "Resûlüliah Sallallahu Aleyhi ve Sellem duada ellerini kaldırdığı zaman, onları yüzüne sürmeden indirmezdi."
Rasulullah salat-ı Nariyeyi yani cehennemden korunmak için yapılan duada bulunduğunda,elini ters çevirerek,muhafaza edilmesini dil gibi halende ifade etmiştir.
Yağmur duasında da ellerini ters çevirerek duada bulunmuştur.
Duada makamın muktezası önemlidir.Bazen makam o keyfiyeti iktiza etmektedir.
Bu durumda kişi kendisini en güzel hangi surette hissediyorsa,en güzel hal ve mahviyet içerisinde duada bulunmalıdır.Adeta zorlamadan uzak,fıtri ve huşu içerisinde olmalıdır.
Dua kul ile Allah arasındaki en güzel bir irtibat anıdır.
Bediüzzamanın duanın manası ile ilgili olarak ifade ettiği gibi;
Kul dua ile,hazine-i rahmet kapısını bulur.
İhtiyacını dua lisanıyla izhar eder.
Ubudiyet-i Ahmediyenin (A.S.M.) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı, bir nevi duadır. Meselâ: Bir çekirdeğin hareketi; Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.
Peygamberimiz dua ile ibadet çekirdeğini ruhlandırmakta,neşvü nema vermektedir.
Duanın şe'ni; terdad ile takrirdir.Dua tekrar ile kökleşmektedir.
Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.
Fiili dua kavli duayı tekmil etmektedir.
İnsanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.Yaratılışının sırrında dua vardır.
İnsanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.
İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.Tekemmülün anahtarı duadır.
Vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır. Dua ise, esas-ı ubudiyettir.
Cenab-ı Hak dahi "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?İnsana duası ile değer ve ehemmiyet verilmektedir.
Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir.
Allah kendisinin rahmet kapısını çalana mutlaka buyur eder ancak kabulünün şartlarına göre gereğini yapar.
Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.Dualar şarta tabidir.
Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir.Allah ibadetin önemli sırrını duada saklamıştır.
Üç nevi dua vardır:Birinci nevi dua: İstidad lisanıyladır ki; bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile Fâtır-ı Hakîm'e dua ederler ki: "Senin nukuş-u esmanı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver, küçük hakikatımızı sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir."
İkinci nevi dua: İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki; bütün zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dâhilinde olmayan hacetlerini ve matlablarını ummadıkları yerden vakt-i münasibde onlara vermek için, Hâlık-ı Rahîm'den bir nevi duadır.
Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır
Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesbederek devam etse; netice vermesi galibdir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki: Sebeb-i hilkat-ı âlemin birisi de duadır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev'-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muazzam olan duası, bir sebeb-i hilkat-ı âlemdir.
Dua ile açılmaz çok kapılar açılır olur.
Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünki dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki; en küçük işlerime ıttıla'ı var ve bilir, en uzak maksadlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir.
Hadîste vardır ki: "Hastaların duasını alınız, onların duası makbuldür."
Acziyyet anındaki dua,kabulü hızlandırmakta,acil müdahale edilmesi gerekenlerin sırasına alınmaktadır.
Hastanın duasının makbuliyeti, ehemmiyetli bir mes'eledir. Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir;kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergâh-ı İlahiyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zahirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder. Her ne ise...
Böylece hastalıklar duaları yaptırmakla,ibadete vesile olmaktadırlar.Böylece bazen duanın kabul olmaması,dua ibadetinin devamındaki sırda saklıdır.
Ve keza zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hasıl olursa, zâten nurun alâ nur. Ve illâ, icabet duaya iktiran etmedi, diyemezsin. Ancak, henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır, diyebilirsin. Çünki o maksadlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenab-ı Hakk'ın duaların icabetine va'detmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya her halde cevab verilir. Cevabsız bırakılmaz. Matluba olan is'af ise, Mucîbin hikmetine tâbidir.
Başa gelen bazı şeylerde,dualara birer vesiledirler.Çünki o dua o zamanda ve o durumda yapılması gerekmektedir.Tıpkı kuraklığın,yağmur duasını yapmayı gerektirdiği gibi…
Herbir dua umuma bakar.Hususa az bakar veya bakmaz.Kabulde bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.Tıpkı ziraatçının aksine,inşaatçının yağmuru istememesi,yazın çabuk gelmesini beklemesi gibi…
[1] Kütübü sitte.1. (1765) [Ebû Dâvud, Salât 358, (1489, 1490, 1491)
[2] Age. (1766) [Buhârî, İstiska 21.
[3] Age. (1767) [Tirmizî, Daavât 11, (3383)
[4] Age. (1768) [Tirmizî, Daavât 117, (3552); Nesâî, Sehv 37, (3, 38)
[5] (1769) [Ebû Dâvud, Salât 230, (1105)
-Duada elleri kaldırmak esastır,aslında elleri kaldırmak bir nevi dua manasınadır.Dua elleri kaldırmak iledir.Hadislerde muhtelif şekillerde gelmiş,standart bir bağlayıcı özelliği olmamakla birlikte,kulun kendi konsantrasyonunu sağlaması ile gerçekleşir.
Hadislerde duanın keyfiyeti konusunda değişik ifadeler zikredilmiş,hale göre vaziyet alınmıştır.
Suyûtî (ö. 911/1505) “İthâmu’d-Dirâye bi şerhi’n-Nihâye”de der ki: “Duada elleri kaldırma hususunda gelen hadisleri bir cüz’de topladım. Duada elleri kaldırma ile ilgili (hadisin pek çok) geliş yolları bana gelmiş olup (bunların sayısı) 100’e ulaşmıştır.”
Hadislerde:
-Ebû Mûsâ el-Eş'arî: Peygamber (S) duâ etti, sonra ellerini yukarı kaldırdı, demiştir.
Yine Ebû Mûsâ:Ben Peygamberin koltuk altlarının beyazlığını gördüm, demiştir.
Abdullah ibn Ömer de: Peygamber ellerini yukarıya kaldırdı da "Allâhumme innî ebreu iîeyke mimmâ sanaa Hâlidun (= Yâ Allah! Hâlid'in işlediği bu işten Sana sığınırım)" dedi.
Ebû AbdiUah el-Buhârî dedi ki:Ve bana el-Uveysî söyledi: Bana Muhammed ibn Ca'fer, Yahya ibn Saîd'den ve Serik'ten; onlar da Enes'ten işittiler diye tahdîs etti ki, Enes: Peygamber ellerini kaldırdı, hattâ ben O'nun iki koltuk altı beyazlığını gördüm, demiştir.()Buhari
- İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Duvarları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. Allah'tan avuçlarınızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün."[1]
- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm."[2]
- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı."[3]
- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):"Birle! Birle!" diye müdâhale etti."[4]
- Sehl İbnu Sa'd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis şöyle gördüm" dedi ve baş ve orta parmaklarını kapayıp şehâdet parmağını açmış vaziyette işaret etti."[5]
- Eşaz b. Süleyman'dan Rasulullah ensardan bir adamın yanından geçti avuçlarını ayrı ayrı açtığı halde dua ediyordu. Rasulullah:"Avuçlarını birleştir ve tek yap çünkü Allah'ta tektir" dedi.
-Ömer İbnü'I-Hattab'dan (Radiyallahu Anh) yapılan rivayetde demiştir ki: "Resûlüliah Sallallahu Aleyhi ve Sellem duada ellerini kaldırdığı zaman, onları yüzüne sürmeden indirmezdi."
Rasulullah salat-ı Nariyeyi yani cehennemden korunmak için yapılan duada bulunduğunda,elini ters çevirerek,muhafaza edilmesini dil gibi halende ifade etmiştir.
Yağmur duasında da ellerini ters çevirerek duada bulunmuştur.
Duada makamın muktezası önemlidir.Bazen makam o keyfiyeti iktiza etmektedir.
Bu durumda kişi kendisini en güzel hangi surette hissediyorsa,en güzel hal ve mahviyet içerisinde duada bulunmalıdır.Adeta zorlamadan uzak,fıtri ve huşu içerisinde olmalıdır.
Dua kul ile Allah arasındaki en güzel bir irtibat anıdır.
Bediüzzamanın duanın manası ile ilgili olarak ifade ettiği gibi;
Kul dua ile,hazine-i rahmet kapısını bulur.
İhtiyacını dua lisanıyla izhar eder.
Ubudiyet-i Ahmediyenin (A.S.M.) ruhu, duadır. Belki kâinatın harekâtı ve hidematı, bir nevi duadır. Meselâ: Bir çekirdeğin hareketi; Hâlıkından, bir ağaç olmasına bir nevi duadır.
Peygamberimiz dua ile ibadet çekirdeğini ruhlandırmakta,neşvü nema vermektedir.
Duanın şe'ni; terdad ile takrirdir.Dua tekrar ile kökleşmektedir.
Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak'tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.
Fiili dua kavli duayı tekmil etmektedir.
İnsanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.Yaratılışının sırrında dua vardır.
İnsanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, dua ile ubudiyettir.
İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.Tekemmülün anahtarı duadır.
Vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra "dua"dır. Dua ise, esas-ı ubudiyettir.
Cenab-ı Hak dahi "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?İnsana duası ile değer ve ehemmiyet verilmektedir.
Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir.
Allah kendisinin rahmet kapısını çalana mutlaka buyur eder ancak kabulünün şartlarına göre gereğini yapar.
Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.Dualar şarta tabidir.
Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir.Allah ibadetin önemli sırrını duada saklamıştır.
Üç nevi dua vardır:Birinci nevi dua: İstidad lisanıyladır ki; bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile Fâtır-ı Hakîm'e dua ederler ki: "Senin nukuş-u esmanı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver, küçük hakikatımızı sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir."
İkinci nevi dua: İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki; bütün zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dâhilinde olmayan hacetlerini ve matlablarını ummadıkları yerden vakt-i münasibde onlara vermek için, Hâlık-ı Rahîm'den bir nevi duadır.
Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır
Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesbederek devam etse; netice vermesi galibdir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki: Sebeb-i hilkat-ı âlemin birisi de duadır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev'-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muazzam olan duası, bir sebeb-i hilkat-ı âlemdir.
Dua ile açılmaz çok kapılar açılır olur.
Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünki dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki; en küçük işlerime ıttıla'ı var ve bilir, en uzak maksadlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir.
Hadîste vardır ki: "Hastaların duasını alınız, onların duası makbuldür."
Acziyyet anındaki dua,kabulü hızlandırmakta,acil müdahale edilmesi gerekenlerin sırasına alınmaktadır.
Hastanın duasının makbuliyeti, ehemmiyetli bir mes'eledir. Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir;kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergâh-ı İlahiyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zahirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlından verir. Hem dua, istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder. Her ne ise...
Böylece hastalıklar duaları yaptırmakla,ibadete vesile olmaktadırlar.Böylece bazen duanın kabul olmaması,dua ibadetinin devamındaki sırda saklıdır.
Ve keza zalimlerin tasallutu ve belaların nüzulü, bazı hususî dualara vakittir. Bu vakitler bâki kaldıkça, o namazlar, o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hasıl olursa, zâten nurun alâ nur. Ve illâ, icabet duaya iktiran etmedi, diyemezsin. Ancak, henüz vakit inkıza etmemiş, duaya devam lâzımdır, diyebilirsin. Çünki o maksadlar duaların mukaddemesidir, neticesi değillerdir. Cenab-ı Hakk'ın duaların icabetine va'detmesi ise, icabet ayn-ı kabul değildir. Yani, icabet kabulü istilzam etmez. Duaya her halde cevab verilir. Cevabsız bırakılmaz. Matluba olan is'af ise, Mucîbin hikmetine tâbidir.
Başa gelen bazı şeylerde,dualara birer vesiledirler.Çünki o dua o zamanda ve o durumda yapılması gerekmektedir.Tıpkı kuraklığın,yağmur duasını yapmayı gerektirdiği gibi…
Herbir dua umuma bakar.Hususa az bakar veya bakmaz.Kabulde bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.Tıpkı ziraatçının aksine,inşaatçının yağmuru istememesi,yazın çabuk gelmesini beklemesi gibi…
Mehmet ÖZÇELİK
31-12-2005
[1] Kütübü sitte.1. (1765) [Ebû Dâvud, Salât 358, (1489, 1490, 1491)
[2] Age. (1766) [Buhârî, İstiska 21.
[3] Age. (1767) [Tirmizî, Daavât 11, (3383)
[4] Age. (1768) [Tirmizî, Daavât 117, (3552); Nesâî, Sehv 37, (3, 38)
[5] (1769) [Ebû Dâvud, Salât 230, (1105)